ŞOCENTSTUK’ ALİY

Çeviri: P. Ferudun Kurnaz
Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978, s.131

Büyük Ekim Devrimi’yle birlikte doğan Kabardey Edebiyatı’nın temelini atmış, yüzyıllardır karanlığın, bilimsizliğin, eğitimsizliğin baskısı altında ezilegelen halkı için canla-başla çalışmış, onun ulusal kültürünün gelişmesine büyük katkılarda bulunmuş eşsiz bir ozandır. Şocentstuk Aliy. O’nu tanıyan, sevap sayan yalnızca kendi halkı değildir. Onun ölümsüz ürünlerini bugün pek çok Sovyet halkı da bilip tanımakta, zevkle okumaktadır.

Adige ulusunun onur ve gurur duyduğu bu büyük ozanın ürünlerinde insanın kalbini çeken asıl tılsımlı çekicilik bu ürünlerde yansıyan derin düşüncelerin yanı sıra anlatımdaki büyük sanat ustalığı ve tüm ezilenlerin dilek ve isteklerini derli toplu dile getirmeye yönelik olmasıdır. Gerçekten de ozanın her bir sözü engin bir anlatım gücüyle, geniş kalbinin sıcaklığıyla, tezcanlılıkla, canayakınlılıkla doludur ve içtenliklidir.

Ömrü uzun değildi Şocentstuk’un ama onu doğuran ulusu ve sosyalist ülkesi, ürünlerini ölümsüzleştirdi, her zaman taze bir zevkle okunabilmesi için çabalarını esirgemedi. Zira halkı bu sanat kavrayışına yönelten de, ulusal kültürü sağlıklı gelişmenin doğru yoluna ileten de, onun çeşitli janrlarını ilk kez derleyip saptayan da kuşkusuz odur. Kabardey-Balkar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti yönetiminin büyük saygısı ve takdiri de ozanın ülkesi ve ulusu için yaptığı eşsiz çalışmaları yüzündendir. Kabardey Sovyet Edebiyatı’nın temel taşı ve klasiği olan Şocentstuk’un: Çok iyi tanıdığı Kabardey halkının yaşamına ve tarihine ilişkin olarak verdiği yapıtların gerek içeriği gerek sanatlı yapısı bakımından çok büyük değeri ve önemi olduğunu  vurgulaması da, onun eserlerini ‘’Kabardey sanat ve edebiyatının değerli ölçekleri’’ olarak kabul etmesi de bundandır.

Ulus sevgisini kazanmak kolay değildir elbet ama ulus kalbini bir kez açtı mı sana, bir kez buyur etti mi kalbine, artık her zaman konuğu olursun onun, yüzyıllarca misafir eder, ağırlar seni. Böylesi sevgi, saygı her yazara nasip olmaz kuşkusuz, ama Şocentstuk işte böyle bir kısmete kavuşmuş sayılı ozanlardan biri olarak bugün her Adige’nin kalbinde mutlu mutlu yaşıyor, yaşayacak da… Bu, her halkın yetkin ozanlarına da layık olan bir ödül, bir kısmettir.

Ashad oğlu Şocentstuk Aliy, 1900 yılında Kabardey-Balkar bölgesinde Kuşmızıkhuey köyünde doğdu. Kalabalık bir çiftçi ailesine tüketici yeni bir boğaz olarak katılan çocuğun izleyebileceği yol belliydi: Babasının, ağabeylerinin mesleğini öğrenmekti, güç bela sahip oldukları birkaç koyunu, mallarım otlatabilmek, çiftten-çubuktan bir şeyler anlar hale gelebilmekti. Keskin bir zekası ve yapılabilecek başka işlerin de olabileceğini, başka işlere yönelmenin de mümkün olabileceğini kendisine bildiren birileri olmasaydı bu çocuğun da akıbeti kuşkusuz aynıydı.

Çok görmüş geçirmiş, yaşamı kavramış olan dedesi, torunlarının içinde daha bir dikkat çeken Şocentstuk’e özel bir özen gösterirdi: Ona Kafkas tarihini anlatır, düşüncenin, bilimin önemini kavratır, halk şarkıları söyler, öyküler anlatırdı. Çocuk da kendisi gibi küçücük çocukların ellerinde kitap gibi bir şeylerle okula gittiklerini görürdü ve uzak olmasına rağmen okula gider, kapıdan içeri alınmasa da pencereden olup-biteni izler, gördüklerini çok ilginç ve zevkli bulurdu.

Azimle, inançla okumaya yönelmese, bunun için yalvarıp yakarmasa ve de dedesi ona destek olmasa kim bilir Şocentstuk belki de hiç okul yüzü göremezdi. Küçücük çocuğun daha ilk adımını attığı bu okul düzenli, yetkin bir okul değildi; yalnızca okuma-yazma öğretebilen bir okuldu ama zeki, akıllı ve azimli bir çocuk için bu da az değildi.

Biraz riskli ve korkulu olsa da çocuk bu okula gider. Bu okul yalnızca soylu ve varlıklı ailelerin çocukları için açılmış bir okuldur. Varsıllar bu okulu, yırtık pırtık elbiseli, yoksul çiftçi çocuklarıyla kirletmek istemezler.

Şocentstuk, bu hırslı isteğine erişemeyince ‘’tümden yoksun kalmaktansa, bir ayak parmağının kapladığı yer kadar’’ dedikleri gibi, İslam din adamlarının Bakhsan’da açtıkları okula gider. Burada din işleri için yetiştirilen mollalar zamanlarını bilimden, okumaktan çok yemek hazırlama, sofra kurma, bulaşık yıkama işleri için harcarlardı. Okumaya daha çok ağırlık vermek isteyen birkaç öğrencinin de okulun katı kuralları, işlenen konuların hayattan ko­puk olması, anlamadıkları bir dilden ha bire bir şeyler okuyup tekrarlamak gibi nedenlerle moralleri bozuluyordu.

Ancak çocukların tek umut ve moral kaynakları Tsağo Nuriy idi. Öğrenciler tüm sorunlarını, dertlerini ve isteklerini yalnızca ona anlatırlardı. Bilimin, eğitimin, anadilin anlam ve önemini yalnızca onun dersinde kavrayabiliyorlar, bu yüzden de hem öğretmene, hem de derslere daha bir sevgi ile bağlanıyorlardı.

Şocentstuk bu yetkin öğretmene daha da yaklaşır. Nuriy sayesinde dilini, ulusal tarihini, efsane ve destanları daha derinlemesine incelemeye, kavramaya başlar.

Molla adaylarının böylesine bir sevgi ve güvenle bağlandıkları öğretmen Nuriy, öteki öğretmenlerce ve okul kurucularınca istenmez, çekilmez olur. Artık kıskanmanın da ötesinde öğretmen olarak Nuriy’i davet ettiklerine de, okulda anadil eğitimini kabul ettiklerine de pişman olurlar. Bu sorunların hepsinin tek kestirme çözümü vardır: Nuriy’e, ‘’öğrencileri şımartan, kışkırtan, islam dininden çıkaran öğretmen’’ derler ve işine son verirler.

Öğrenciler yapılan bu haksız işleme, en sevdikleri, en beğendikleri, en yararlı hocalarının işine son verilmesine razı olmazlar. ‘’Sabırsız, kaynarken içer’’ dedikleri gibi, bu olaydan çok etkilenen Şocentstuk, arkadaşlarını toplar ve birlikte okul yöneticisine giderler. Daha yalvarmaya, ricada bulunmaya sıra gelmeden yapılan işlemin yanlışlığını, haksızlığını savunmaya başlayan gurubun temsilcisi, tıpkı hocası gibi, okuldan kovulur.

İşsiz kalan öğretmen de, okulsuz kalan öğrenci de uzun uzadıya üzülmezler bunun için. Giderler, köydeki arkadaşlarının da yardımıyla Nuriy’in evine bir oda daha eklerler ve ileride ‘’Tsağo’nun Üniversitesi’’ adıyla anılacak olan tek odalı bir okul açarlar.

Şocentstuk, burada bir yıl öğrenim görür. Çok sevdiği öğretmeni de gerçekten ona çok şey verir. Nuriy’in bu büyük katkısını, yalnızca Adigece’yi derinlemesine öğretmiş olmasında, Türkçe meramını anlatabilir hale getirmesinde değil, ulusal tarihin, bilimin, okuma- yazmanın büyük anlam ve önemini kavratmış olmasında, karanlıkta yüzen bir insanı aydınlığa çıkarmanın ne denli büyük bir görev olduğunu takdir edebilmesinde aramak ve görmek gerekir.

Öğretmenine ve çalışmalarına sevgiyle bağlanan Şocentstuk, yine bu gerçek dostunun, arkadaşının yardımı ve önderliğiyle (Dağıstan S.S. Cumhuriyetinde) Temirhan-Şura’da açılan öğretmenlik kursuna 1915 yılında katılır. Bu kursu üstün başarıyla bitirdiğinden Şocentstuk, 1916 yılında Kırım’daki öğretmen okuluna gönderilir. Daha ilk günlerinden itibaren kendini tümden bilime, çalışmaya veren Şocentstuk, dilleri, ulusların tarihlerini, edebiyatlarını daha derinlemesine öğrenir.

Tam bu yıllarda Rusya’da Şubat 1917 Burjuva Devrimi gerçekleşir. Bu devrime umut bağlayan emekçi yığınlarına devrim hiçbir şey vermez. Herkesin bıktığı, gına getirdiği emperyalistçe savaşlar yine durmaz, emekçi yığınlar yine özgür olamazlar. Birtakım olumlu değişikliklerin gerçekleşmesi bir yana; Şocentstuk, yaşamın gittikçe daha çok ağırlaştığını, dalavereyle başarıya ulaşıp iktidarı ele geçiren burjuvazinin gerçek devrimcileri, özgürlük savaşçılarım teker teker hapsetmeye, idam etmeye başladığını görür. Terör ve açlığın alıp yürüdüğü bölge gittikçe daha kötüye gider ama buradan çıkıp gitme olanağı da yoktur. Anayurt yolu hiç de emin değildir, asıl kanlı çarpışmalar o yollarda sürmektedir.

İşte bu sırada Kırım’da yapayalnız kalan Şocentstuk, bir karışıklıkla Türkiye’ye gider. Bir yaban ülkede kimsesiz kalan Şocentstuk orada daha büyük güçlüklerle karşılaşır. Bütün güçlüklere rağmen okumaktan bir türlü vazgeçmez ve bir okula kaydolur ama kendisine yardım edecek kimsesi yoktur, bir burs veya kredi de verilmediğinden geceleri çalışıp gündüzleri okumak zorunda kalır.

Orada kendini azimle Türkçe’ye ve edebiyata verir, Fransızca’yı iyice öğrenir. Çok geçmeden Türkiye’deki Adige bilim adamlarıyla ilişki kurar, çalışmalarım izler ve elinden geldiğince onlara bu işlerinde yardımcı olmaya çalışır.

Şocentstuk’in yazarlığa, ozanlığa başlaması Türkiye’de bulunduğu zamanlara rastlar. Onun Türkiye’de ozanlığa başlaması kuşkusuz oradaki yaşamının, görüp öğrendikleri­nin ve tanık olduğu olayların bir sonucudur.

Anayurtlarından uzak olsalar da, anadillerinin, kültür ve edebiyatlarının gelişmesi için uğraş vermek isteyen bir grup Adige o günlerde İstanbul’da Adigece için bir alfabe hazırlayarak efsanelerini, destanlarını, tarihlerini okuyup yazmaya başlarlar. Çeşitli yayınların yanı sıra Adigece olarak ”GUAZE” adlı bir gazete yayınlarlar. Çok şey yapmamış, sağlıklı bir yol izleyememiş olsalar da bu girişimleri oradaki Adigelerin ilişkilerini art­tırıyor, onları, uluslarını, anadillerini sevmeye, daha çok önem vermeye çağırıyor, eğitmeye çalışıyorlardı. Herkes bu bilim adamlarına yardımcı olmaya uğraşıyor, amaçlarını içtenlikle paylaşıyordu. Bu grupla ilişki kuran Şocentstuk, onların çalışmalarından sevinç duyuyor, mutlu oluyordu. Hepsini benimsemese de, yanlışlıklarını, eksiklerini görse de anadillerine, ulusal tarihlerine önem vermeleri, sürdürdükleri bu amatörce çalışmalar onu yüreklendiriyordu. Onların yaptığı her çalışmaya göre bir yaklaşım, bir görüş kazanıyordu. Ozanın o zamanlarda yazdığı tüm şiirler bunu kanıtlamaktadır.

Türkiye’de yaşayan Adigelerin (bugün orada olanların da) en büyük sorunları ulusun yok olması, anadillerini, törelerini, kültürlerini, ulusal karakterlerini yavaş yavaş yitirmekte, unutmakta oluşlarıydı. Bu konudaki en büyük zarar Türk Devlet Başkanı’ndan geliyordu: Onun emriyle, Adigeler belirli bir yere bir arada yerleştirilmiyor, kendi anadilleriyle okuyup yazacakları okullar açmala­rında yardımcı olunmuyor, onlara özgürlük verilmiyordu.

Türkiye’deki adaletsiz uygulamadan, anayurtlarım terkeden Adigelerin yok olmakla karşı karşıya kalmalarından habersiz kalmadı Şocentstuk Aliy, bu kötü akıbeti o zaman görüp, bundan büyük üzüntü duydu. Bu adaletsiz uygulamanın ozana verdiği büyük üzüntü ve derin düşünceler o sıralarda yazdığı ‘’Türk Bahçesinde’’ adlı şiirinde de görülmektedir:

Bir yaz akşamıydı,
Garip başım kucağımda
Ulusumu düşünerek
Türk bahçesinde geziniyordum.

Önümde güzelim güzellere
Karayılan örneği, rastladığımda
Tanışmak istedim, sorduğumda
Janpago ve Setenay idi güzeller.

Gözümün nuru Janpago’ya
Derdimi anlattığımda
İlk armağanım selamımı bile almadı,
Adigece anlamadı.

Tek bu olay bile ozana çok şey anlatmıştı ama bunun nedenleri yalnızca Türk yasalarının katılığı, bozuk burjuva düzeninin haksız ve adaletsiz uygulamaları değildi. Ozana göre muhaceretteki Adigeler de anadillerini, kültür ve edebiyatlarını, karakterlerini koruyup geliştirme yolunda her birinin kendi güçleri oranında katkıda bulunmaları, güçlerini birleştirerek etkin bir dayanışma ve mücadele içinde olmaları gerekiyordu.

Janpago ve Setenay gibi güzellerin yanı sıra ozan, ulusunun içinde güçlü ulus severlerin de bulunduğuna, onların çabaları sonucu halkının daha kötü durumlara düşmeden korunabildiğine ve ileride varolma, gelişme yolunda önemli başarılar kazanabileceklerine de inanmaktaydı. Ozanın umutsuzluğa kapılması, Adige’nin, Adigeliğin onurunu düşüren, boyun büktüren bu güzel kızların verdiği üzüntüye karşın onları eleştirebilmesi ve kınayabilmesi de bundandır.

Peri gibi dilberim bu bacılarımızın
Yabancılaşırken birden kendilerine,
En geri bu barbar Turanlara
Adigelere boyun eğdirtmelerini,

Ataları haksızlığa tahammül edemeyen
Kafkas delikanlılarının,
Kabullenemeyeceklerini umuyor kalbim
Ve kızıyor, içerliyorum güzel Janpago’ya.

Adige ulusunun tarihi Adige aydınları arasında kimi anlaşmazlıkların, sürtüşmelerin, doğmasına neden oluyordu. Adige ulusunun tarihi gelişimi nasıldı, ileride kimlerle, ne ölçüde, niçin birlikte olunabilirdi gibi sorunlara değişik yaklaşımlar vardı. Kimileri haksızlıklar yapsa da, kimileri doğru teşhisler koyabilmiş olsa da, kimilerini bilgisizlik yanlış yollara yöneltmiş olsa da pek çoğu bir yaban ülkede böylesi tartışmaların, sürtüşmelerin sen-ben kavgalarının ulusu koruyamayacağını, böylesine hareketlerle bir ulusal bütünlük sağlamanın olanaksızlığı­nı göremiyor veya gözardı ediyordu.

Şocentstuk’un bu tartışmalara katılmış olduğu ve onun yaklaşımında gerçeklik payı bulunduğu ‘’Cengizlerin Kara Bayrağı’’ adlı şiirinde açıkça görülmektedir. Aslı oldukça uzun olan şiirin büyük bir çoğunluğu kay­bolmuştur. Yinede ondan kalan bir dörtlük bile, uzun yüzyıllar boyu saygınlığını, özgürlüğünü koruyabilmiş olan ulusundan ozanın gurur duyduğunu, yüreklendiğini göstermektedir:

Ne Cengizlerin kara bayrağı gölge olur Adigelere,
Ne de Aksak Timur’un güneşi eritebilir Oşhamafe’nin karını.

Her şeyden çok ozanı kahreden, ulusuna ihanet etmiş tek-tük kimseler sayesinde Türk ulusunu ‘’kardeş’’ etme çabasındaki Adigelerdi. Kimileri örtbas etmeye çalışsalar da Cengizlerin Adige ülkesinde döktükleri kanları, yaptıkları zulümleri, böyle bir toplumla arkadaş olmanın açıkça kandırılmak olduğunu, onur kırıcılığım çok iyi biliyorlardı.

Türkiye’deki Adigelerin karşılaştıkları en büyük sorun, içinde bulundukları baskı, yoksulluk ve terk ettikleri anayurtlarına olan büyük sevgi ve bağlılıktı.

Birçok kimse Şocentstuk’un kendi durumu ve yaşamı olarak yorumlasa bile, muhacerette anlatılamayacak ölçüde azap çeken, zulüm gören kardeşlerinin uzak kaldıkları anayurtlarına duydukları özlem ve bağlılıktır Şocentstuk’un ‘’Nane’’ (Anne) şiirinde işlediği tema. (Bu şiirin aslı ve tam çevirisi. Anayurt şiirleri bölümünde verilmiştir.)

Bilir misin ki bu küçücük oğlun
Deniz kıyılarında ürkek ve titrek
Yaban topraklarda öksüz ve yetim
Atılıp durur kayalarına özlemle?

Bir tek gün bile yok burada
Bana Oşhamafe’yi aratmayan
Bir anne de yok burada
Anne, sen gibi beni okşayan.

Yaşamda gördüğü zulümler, haksızlıklar, yoksunluklar ozanı ürkütmüş, korkutmuş olacak ki; doğmamış olmayı ya da doğar doğmaz ölmüş olmayı yeğlemektedir. Fakat ilginçtir ki, yaşamda gördüğü bu büyük zulümlerin, yoksulluk ve yoksunlukların kaynağını genç ozan henüz, mevcut sosyal adaletsizlikte, bozuk düzende ve insanlar arasındaki fırsat ve olanak eşitsizliğinde değil de, başka yerlerde aramaktadır:

Tanrım ne yaptım da sana böyle
Çırılçıplak atıverdin beni yeryüzüne
Zavallı günahsız garip anamı
Gözü yaşlı bıraktın, yapayalnız.

Bu mu senin adaletin,
Feryat ederken bebek aldırmazsın.
Uyuyakaldığında çöplükte o,
Karnı tokları ona güldürürsün.

Yaşamdaki bunca zulmü ve adaletsizliği görebilmişti kuşkusuz ama gerçek nedenleri henüz tam teşhis edememiş, tanrıya bağlamıştı. Oysa kendilerine karşı savaşması gereken, o acıklı olayları yaratan ‘’karnı tokları’’ şiirin­de gereği gibi değerlendirememişti.

Şiir, ne denli üzücü ve acıklı olsa da yine vatan sevgi­si ile doludur. Genç ozanın tükenmek bilmeyen zorluklara karşı çıkabilmesinin nedeni de, iyimserliği, vatan sev­gisi ve tutkusudur kuşkusuz.

Şocentstuk’un Türkiye’de yazdığı kuşkusuz sadece bu üç şiir değildir. Ne var ki diğer şiirlerini bulamadık. Yinede bu şiirleri ozanın, yazmaya başladığı ilk gün­lerdeki yaşama bağlılığını, ulusuna tutkusunu dile getirmeğe yetiyor. Yazdıkları genellikle kendi duygu ve dü­şünceleri ve kendisini kuşkulandıran olaylardır. Yine de şiirlerinde duygusal olmaktan çok gerçekçidir. Ona değer kazandıran da budur. 1917 yılı Kabardey halkına mutlu­luk getirdi. Büyük Ekim Devrimi beraberinde özgürlüğü getirdi. Bu özgürlük içinde Kabardey’in gerçekçi oğlu Şocentstuk Aliy kutsal görevinin başarılması uğraşısına katıldı.

Güç koşullar altında yaşamım sürdüren Şocentstuk Aliy, 1919 yılında anavatanına dönerek özlemine kavuştu.

Anavatanına dönen ozan, hemen hemen Büyük Ekim Devrimi’ne ulaşmak için yapılan çalışmalara canla-başla katıldı, ilk ajitasyon çalışmalarını köylerde sürdürdü. Daha sonra Bakü’de açılan politik kurslara katıldı. Kursu bitirince Sovyet iktidarı düşmanlarına karşı Dağıstan’da uğraşlarını sürdürdü. Burada hastalanınca Kabardey’e dönmek zorunda kaldı, iyileştikten sonra 1923 yılında zamanının öğretmen okulunu Nalçik’te bitirerek kendi köyünün okuluna öğretmen olarak döndü.

Özlemini çektiği, kendini adadığı görevi -ulusal gençliğin eğitimi çalışmalarına- Büyük Ekim Devrimi ile kavuşmuştu. Bu devrimden sonra karanlıkta boğulmaya tutsak olmuş köyler, okullarına ve öğretmen kadrolarına kavuştu. En önemlisi, saygınlığı olmayan Adige dilinin alfabesi hazırlandı, onunla yapıtlar yayınlandı ve okullarda okutulmaya başlandı. O sıralarda öğretmen olarak çalışmak çok güçtü. Yine de bu güç koşullar öğretmeni yıldırmadı, çok sevdiği görevini uzun yıllar başarıyla yürüttü, bağlılığını kanıtladı.

Kabardey Sovyet Edebiyatı 1920. yıllarda güç bulmaya ve ilk adımlarım atmaya başladı. Yeni edebiyatın kurulması için o zaman uğraşanlar, Adige folkloru ile yakından ilgilenerek yetişen ünlü ozanlardan Paş’e B. Berıkuey, T. Şecıhaş’e, R. Hakhupaş’e, A. Kışokue P. gibi ozanlardır. Bunlar geçen acı yaşama ilk karşı çıkanlardır ve bunlar özgürlüğü, emekçilerin kavuştuğu güzel yaşamı övgüyle karşılayanlardır ama izledikleri yol çapraşık ve dardı. Yeni yaşamı tam anlamıyla belirtemiyorlar, güçlenmesi gereken Kabardey Sovyet Edebiyatı’na da bu yol, yol olamıyordu. Başarının, ilerlemenin gerçekçi yoluna Kabardey Edebiyatı’nı ulaştıran ozanlarla birlikte Şocentstuk Aliy de kendine özgü ustalığı ile çalışmalarını yü­rütmeyi sağladı.

Şocentstuk’un 1920. yıllardaki çalışmalarının ve sanat ürünlerinin tümünü tanımak bugün bizim için olanaksızdır. Bunun nedeni el yazmalarının kaybolmasıdır. Yaz­dıklarının çoğunun da yayınlanmadığına kuşku yoktur ama eksik yönleriyle yayınlanan eserleri bile ozanın uğraşılarındaki başarıyı, ilerlemeyi kanıtlamaktadır.

Toplum yaşamındaki değişmeleri sevinçle kutlayan ozanın en saygı duyduğu şey Büyük Ekim Devrimi ve onun emekçilere sağladığı haklardır. Fakat ozana göre bu yeni yaşam, yenilikler kendiliğinden oluşmayacaktır. Bu yeni yaşamı kuracak ve geliştirecek olanlar emekçiler genç kuşaklardır. İşte ozan gençliği özgürlükçü yola bunun için çağırıyor ve ‘’ölümsüz ödüllerini’’ sunuyordu.

Kalk Adige’m, çabuk uyan!
Sarıl özgürlüğe, kucakla.
Ölümsüz armağanlarla
Ödüllendirsin bizi Vatan
”Özgürlük”

Ozanın en büyük özlemi, halkını bilime yöneltebilmekti. İçinde bulundukları karanlıktan ancak bu yolla aydınlığa kavuşabilirlerdi. Bu düşüncelerini gerçekleştirmek, bilimin önemini işçi kitlesine kavratabilmek için yaşamda gördüğü her şeyden yararlanmayı ve değerlendirmeyi iyi biliyordu. Ozanın o zamanlar yazmış olduğu ‘’Arkadaş Hajıkare Ulaştı Amacına’’, ‘’Öğrenci Kabardey Öğretmen’’,  ‘’Karahalk’’, ‘’Gazetenin Yakınmaları’’, ‘’Ono’’, ‘’Selam Öncü Çocuk’’ şiirleri bunu çok iyi kanıtlıyor.

Bu şiirlerin her birinin teması ayrı bile olsa, bunlar Şocentstuk’un yaşamını çok iyi açıklıyorlar. O şiirlerinde ulusun ilerlemesindeki bugünün gereksinmelerini soyutlayabiliyordu. ‘’Öğrenci Kabardey Öğretmen’’ şiiri bunun bir örneğidir. Burada anlatılmak istenen Oblo’nun o zamanlar öğretmenler için her yıl düzenlediği kurslarla ilgili çalışmalarıdır. Şiiri bir bildiri niteliğinde eleştirenleyiz. Ozan, burada çağının önemli bir olayına değiniyor: Öğretmenin yaşam anlayışına ilginç çalışmalarının başarısına, yurduna gelecek mutluluğun emeğe bağlılığına… Bunu belirtmesinde amaç, emekçilerin bilinçlenmesinde Komünist Partisi’nin ve Sovyet iktidarının yönetimine zarar getirecek, hatta başarabilirlerse sınıf düşmanlarının öğretmeni köylülerin gözünden düşürmeye yönelik iğrenç çabalarını dile getirmektir. Özgürlüğe düşman kirli ellerin amaçlarına ulaşmaması için köylülere, öğretmenin kendileri için canla başla çalıştığını anlatmak ve ‘’adı küçük başarısı büyük’’ olan öğretmenin emekçilerin öncüsü olduğunu göstermek gerekiyordu:

Çok yaşa-Genç Adige’nin
Bilgilerini yücelten,
Göz kamaştıran ödülleri emeğiyle
Biz emekçilere kazandıran.

Küçük yazı dili-büyük yıldızımız,
Vurun karanlığa çekilsin başımızdan,
Bilgisizliğin kara bulutu
Açsın yüzünü güneşin.

Korkmadan, çekinmeden
Gerçeği silah seçin,
Eğitelim küçük Hasanşları,
Vatan için emekçi yetişsin

Ulusun bilime vermesi gereken önemi Şocentstuk, A,B’yi öğrenmekle bağdaştırmıyordu. Emekçinin düşün açıklığını, yaşam görüşünü değiştirebilecek etken, her gün eline geçecek bilimsel yazılardır. Bu anlamda Şocentstuk’un ‘’Karahalk Gazetesi’nin Yakınmaları’’ şiiri oldukça ilginçtir. Ozan bu şiirinde, toplumun politik eğitim ve bilgi kazanması amacıyla ‘’Kolektif Ajitatör-Propaganda’’ gazetesinin gücünü, başarısını anlatmaya çalışıyor.

Anadilinle üç hafta oku
Beni çağır gelirim.
Yabancılaşmadan biz
Kardeş olup çıkarız.

Beni çağıran iyi arkadaşların
Çokluğuyla taşarım.
Açarak kanatlarımı
Bulutlara daha tez ulaşırım.

Ozan, gazetelere düşen görevin sadece eğitmekle bitmediğini çok iyi anlıyordu. Gazetenin görevinin, emekçilerin koruyuculuğunu, yardımcılığını, danışmanlığını yapmak olduğunu bilerek, bu gibi çalışmaları belirterek yazıyordu:

Zora düşen insanların öfkesini
Açıklamakta kararlıyım,
Köylünün çiftçinin koruyuculuğunu
Yapacağıma söz verdim.

Çiftçi-köylü, varsa tasan
Ver de sergileyeyim,
Kıskanmadan, korkmadan
Top gibi dağıtayım!

Geri kalmış ulusların bilime önem vermelerini sağlayıcı çalışmasında Sovyet iktidarı kısa zamanda başarıya ulaşmıştı. Bu başarıda katkısı olan ozan, diğer halklar gibi Kabardey halkının başarılarım gördükçe gurur duyuyordu ve bilinçlenmenin bu başarısını birkaç şiirle kutladı.

Yinede çok şey isteyen, yükselişe, eğitime doymayan ozanın beğenisini kazanmak çok zordu. Eğitim alanında düşülen yanılgıları bağışlamayan ozan, eleştirilerinde ödün vermiyor, yılmadan uğraşısını sürdürüyordu. ‘’Ono’’ şiirini böyle bir yanılgı için yazmıştı. Ozanı en çok öfkelendiren : ‘’Oblonom’un’’ çalışmalarında, pratik­ten çok teoriye önem vermesi ve ‘’olabilir’’ sözcüğü ile her şeyi çözümlemeye kalkışmasıdır:

Görülmedi tatlı sözün
Ürünü, tutmayınca el,
Görülmedi kağıt üzerinde kalan savların
Bir yurda iyilik getirdiği.

Az konuşup çok çalışan
Gerçekçilikte buldu başarıyı,
Dünya malının düşman ettiklerini
Kendine, avladı iyi olanaklarla.

Yüce Ono, yetişmedi mi
Gök olup ta tepemizde gürleyen
Çiftçinin sevmediği yağmursuz
Gök gürlemeleri değil mi?

O zamanlar Ono’nun da yanlış tutumları vardı, öğrenciler yeterince kitap bulamıyorlardı. Emperyalist savaş yıkıntıları yüzünden yeni Sovyet Cumhuriyeti gereksinimlerini yeterince karşılayamıyordu. Burada ozanın şiirlerine önem kazandıran, eksiklikleri sert bir dille eleştirmesidir. Ozan, bunların bir açıklık kazanmasını, herkesin anlamasını, tez elden düzeltilmesini öneriyordu.

Yurt çapında başarılan büyük işlerin ulusunun çıkarları doğrultusunda olması övünç kaynağı oluyordu ozana. Yapılması gereken işleri 1920. yıllarda yazdığı şiirlerinde de anlatmış ve olaylara güncellik kazandırmıştı. O, her zaman öncü ve gerçekçi olmuştur. Görevi, sanat ustalığını kullanarak emekçi topluma yararlı olmak, onları yönlendirmek ve onlara güven kazandırmak olmuştur.

1920. yıllarda Şocentstuk, şiirlerinin yanı sıra bir kaç tane makale de yazmıştır. Ozan, bu makalelerinde de, şiirlerinde olduğu gibi, ulusunun yükselmesi ve kalkınması için yapılması gereken işlere değinmiştir. Yine aynı makalelerinde ulusal edebiyat dilinin ve öğretmenin önemini işlemiştir. Daha öncede belirttiğimiz gibi Sovyet iktidarına ve toplumun bilinçlenmesine karşı olanların ilk hedefleri öğretmenler olmuştur. Bunun için öğretmenin önemini köylüye anlatmak, öğretmene saygı duymalarını sağlamak, ona güvenmelerini, sevinçlerini ve acılarını onunla paylaşmalarını öğretmek gerekiyordu.

‘’Emekçiyi Bilime Özendiren’’ başlıklı makalesinde bilinçsizliğin toplum üzerindeki olumsuz etkilerini anlatmıştır. Yaşamda karşılaşılan iğrenç olayları, insanların toplum içindeki olumsuz davranışlarını ancak bilgi yok edebilecektir. Bilinçlenmenin öncüsü de ‘’karanlığı aydınlatacak, vatanı yüceltecek’’ dediği öğretmenlerdir.

Onun için en büyük amaç, yeni yaşamın koruyuculuğunu üstlenecek gençliği okutmak ve eğitmek olmuştur. Bütün düşmanlar ancak bu yöntemle yenilgiye uğratılacaktır.

Ozan, öğretmenin Önemini en iyi şekilde ‘’Halka En Yakın Kişi Kimdir?”  başlıklı yazısında belirtmiştir.

’’Saf Altın’’ olarak ozanın nitelediği kişi görevinin önemini kavramış bilinçli öğretmendir. Ozana göre öğretmen, çağlar boyunca halkı ezen karanlığı yok etmeye çalışmış ve her zaman ezilenlerin yanında yer almıştır. Öğretmenlik, özgürlüğe kavuşan toplumlarda gereken saygınlığı kazanır. Çünkü o, çocuklara ve gençlere dünyadaki yaşam koşullarının kolaylıklarım Öğretir, onlara gerçekçiliği tanıtır ve babalık görevini yaparak öğrencileriyle bütünleşir, Ozanın, öğretmeni halka daha yakın görmesinin nedeni de budur.

Adige dilinin güçlenmesi, kolay bir edebiyat dilinin oluşturulması ile ilgili sorunları içeren makaleleri 1925-1926 yılları arasında ‘’Karahalk’’ gazetesinde yayınlanmıştır. Dil için ayrı makaleler yazmasının nedeni, o yıllarda Kabardey bölgesinde süren sınıf kavgalarıdır. Kısa zamanda Adige gençlerinin bilinçlenmesine kızan, öfkelenen kulaklar ile İslamiyetçi geçinenler Adige diline ve okullarına, bilinçlenen köylülere gerçekçi yoldan saptırarak kendi amaçlarını gerçekleştirebilecekleri ümidiyle, karşı cephe alıyorlardı. ‘’Adige dili Kaleçıh’den sonra işe yaramaz’’, ‘’Bu dille Balk bile geçilmez’’ diyerek anadilin anlamsızlığını savunuyor, ona karşı cephe oluşturmaya çalışıyorlardı.

Bir yönden Şocentstuk’un amacı, yalancıların, revizyonistlerin emekçilere karşı düşmanlığını sergilemek, bir yönden de dilin öneminin anlaşılmasını sağlamak, güçlenmesi için kitlelerin çalışmaya yönelmesini sağlayarak edebiyat dilinin kuruluş ilkelerini saptamaya çalışmaktı.

Ozanın yapıtlarındaki savlara göre, eğer dili üzerinde çalışmalar yapılırsa; ‘’Dili-dil olmayacak hiç bir halk yoktur yeryüzünde’’. Yani, halkın ya da ulusun kendine özgü sözcüklerinden yararlanılırsa, konuşulan dil, edebiyat dilinin kökenini oluşturur. Dilin güçsüzlüğüne, yetimliğine etki eden, yazılı olarak kullanılmaması ve o dili konuşanlar arasında ekonomik, kültürel bağların güçlü olmamasıdır. Ozan, bir ulusta değişik lehçelerin konuşuluşunu, bu bağların güçlü olmaması ile kanıtlamaya çalışıyor, Şocentstuk bunu Rusça ile örneklemiştir: Ruslar küçük feodal prenslikler halinde yaşarlarken Rusça’nın da değişik lehçeleri vardı. Dillerinin bugünkü durumu başarılı çalışmalarına bağlıdır.

Halk tarafından konuşulan dil de kendiliğinden edebiyat dili olamaz. Bu, hazır bir edebiyat dilinin olanaksızlığına benzer. Ozana göre dilin güçlenmesi, geçerlilik kazanması güzel, güçlü, etkili sözcüklerin öğretmenler ve bilim adamları tarafından yazılarda kullanılmasına bağlıdır. Bu durumda, edebiyat dilinin kurucuları öğretmenlerdir. Bir yazarın gücü ile istenilen amaca ulaşılmaz, bunun yanı sıra kitle çalışmalarının da yapılması gereklidir. Herkes kendi görevine içtenlikle bağlanırsa ve gerekeni yaparsa ulusal dil istenilen düzeyi bulur, geçerlilik kazanır.

Maksim Gorki, yetkili dil kurumları tarafından kabul edilen ve sanat değeri olan dil ürünlerini edebiyat dili olarak kabul eder. Bu durumda, Maksim Gorki ile Şocentstuk Aliy’in edebiyat dili anlayışlarındaki benzerlik çok ilginçtir.

Bir ulusun edebiyat dilinin kurulmasında, geçen çağlara ait dilin güzel, etken, güçlü sözcüklerini içeren, onlarla yoğrulmuş efsanelerin önemi büyüktür. Adige ozanlarının üzerlerinde çalıştıkları ve derledikleri efsanelerde kullanılan dilin dışında bir dille edebiyat dilini oluşturmanın olanaksızlığını çok iyi anlamıştı Şocentstuk Aliy.

Efsanelerin korunmasını ve gerekli değerin verilmesini belirten ozan, dilin zenginliği için: ‘’Dilimizin zenginleşmesine katkıda bulunacak öğretmenler çok çalışmak zorundadırlar. Adigelere özgü,  geçmiş çağlara ait öykü, destan, türkü ve ağıt gibi kültür değerlerini derlemek onların görevidir.’’ diye yazıyordu.

Şocentstuk Aliy, edebiyat dilinin önemi, kuruluş ilkelerinin saptanması gibi temel kavramları anlayarak ilk adımını attıktan sonra gerçekçi-özgür düşüncelerinden, sanat ustalığından yararlanmaya başlayıp Kabardey edebiyat diline önemli katkılarda bulunmuştur.

Her ulusun yazılı edebiyatına başlangıç nazım türüdür. En çok yararlanılan türde şiirdir. Kabardey edebiyatında da 1920. yıllarda aynı durum göze çarpar. Yaşam anlayışı şiirle belirtiliyor, yeni düzeni kutlamalar şiirle oluyordu. Aynı yıllarda Kabardey ozanları da yaşamı daha anlamlı, daha derin olarak açıklama uğraşısına katılıyorlar ve nazım türünün diğer janrlarından (türerinden) da yararlanmaya başlıyorlardı. Bu dönemde (Ekim Devrimi’nden önce, Paş’e Beçmırze’nin çalışmaları hariç) destan janrının öncülüğünü yapan Şocentstuk Aliy’dir.

Yapılan araştırmalarda Şocentstuk Aliy’in 1927 yılında ‘’Yaban Ellerde’’ başlıklı bir destan yazdığı saptanmışsa da aslı bulunamamıştır. Destanı duyan kimselerin açıklamalarına göre konusu: Vatandan göç eden Adigelerin Türkiye ve Arap devletlerindeki acıklı durumları, çektikleri çileler, vatana olan sevgileri ve özlemleriymiş. Yaban ellerde gördüğü insanların acıklı durumlarını anımsayan ozanın amacı büyük bir olasılıkla; onların yaşamı ile anavatandaki Adigelerin yaşamını karşılaştırmaktı. Bazı kimselere göre onun başarılı ve eksik yönlerini tartışmak gereksizdir. Bu destanla ozanın başarılı olduğunu veya sanat ustalığını kanıtladığını söyleyemeyiz. Ozanın ikinci destanı ”Madine” bunun doğruluğunun kanıtıdır.

Ozan, Madine’yi 1928 yılında yazmıştır ve bu destanın da aslı kayıptır. 1933-1935 yıllarında yayınlanan destanın örnekleri ozanın nazım janrlarında başarılı olamadığını, sanat ustalığını kanıtlayamadığını doğruluyor. Nazım türünde sanat ustalığını kanıtlayamamışsa da ozanın bir janrla yetinmeyerek -sadece şiirle- yaşamı tanıtma uğraşısı ve ulus edebiyatında kullanılmayan janrları sezinleyerek bunlar üzerinde de çalışması ilginçtir.

1920. yıllarda Şocentstuk’un yayınlanan yapıtları, kurulan yeni düzen ve yaşamdan yana olduğunu doğruluyor.

Yaşamın anlamını kavrayarak topluma anlatabilmesi, kendini hiç düşünmeden çalışması bir başarısıdır. Yaşamdan kopuk olmaması onu derin düşünmeğe zorlamıştır. Şiirleri ile emekçinin o çağlardaki yaşantısını, gereksinmelerini ve düşüncelerini gerçekçi bir anlatımla dile getirmesini bilmiştir. Onun için ozanın sanat ürünleri bugün de geçerlidir, gelecekte de geçerliliğini koruyacaktır.

O çağlarda derinleşen sadece Şocentstuk’un yaşam gücü değildir. Sanatta ilerlemenin yeni boyutlara ulaşması gibi, yaşamın kavranması da yeni boyutlar kazanıyordu. Daha doğrusu ozanın yapıtları diğerlerininkilerden ayrı özellikler kazanıyordu. Bu ayrıcalıkları, şiirlerindeki akıcılık, anlatım gücü, sanat ustalığı, gerçekçilik ve güncellik çok iyi kanıtlıyor. Şocentstuk Aliy ile Kabardey şiiri güç bulmuş ve ilk kez Rus şiirindeki uyaklardan, ölçülerden, benzeşmeyen koşuklardan yararlanılmaya başlanmıştır.

Aliy’in şiirlerinde rastlanan deyimler ve etkili sözcükler, anlatım dilindeki sadeliğin, gücün kanıtıdır. ‘’Görülmedi tatlı sözün ürünü tutmayınca el‘’, ‘’Az konuşup çok çalışan Başarıyı gerçekçilikte buldu‘’, ‘’Adı küçük Başarısı büyük‘’, ‘’Kör gözlüğü‘’…

Ozanın bazen yanılgıya düşmediğini söyleyemeyiz. O, henüz şiirlerindeki dizelere gerekli etkinliği kazandıramıyordu. Söz, düşünceden üstün geliyor, anlatımlarında doyurucu olamıyor ve dilin zenginliğinden tam anlamıyla yararlanamıyordu.

Emperyalist savaşlarda büyük kayıplara uğrayan Sovyet Cumhuriyetleri çok kısa bir zaman içerisinde halkçı iktisadı düzelttiler. Yüz binlerce çiftçi kolektif çalışmayı ve sosyalist ekonomi ilkelerini benimsedi. Diğer cumhuriyetlerde olduğu gibi Kabardey-Balkar Cumhuriyetinde de çiftçiler yeni düzen için canla-başla çalışmaya başladılar.

Yeni düzenle Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde de büyük yatırımlar yapıldı. Sanayileşme ve fabrikalaşmaya önem verildi. Kurak bir bölge olan Clahsteney bölgesinde Küçük Kabardiya Sulama Kanalı’nın yapımı tamamlandı.

Kabardey-Balkar’da ulusal kültürde de büyük aşamalar oldu. Enstitüler, teknik okullar açıldı. Anadil ile yayınlanan gazetelerin, yapıtların tirajları arttırıldı.

Bu başarılar kuşkusuz Kabardey edebiyatının güçlenmesine bağlıdır. Bir ulusu, ulus yapan öğelerin başında dil gelmektedir. O yılların ozanlarının esinlendiği kaynaklar ise; toplumculuk, sanayileşmenin ve makineleşmenin ilerlemesi, Adige köylülerinin kavuştukları güzel yaşam ve üretimin artmasıdır.

Dilin ulusu yücelteceğine inanan genç edebiyatçılar ve eski ozanlar çalışmalarım yoğunlaştırmışlar, edebiyatın güçlenmesi uğruna kendilerini adamışlardı. Bütün ozan ve yazarların el birliği ile çalışmalarını sağlamak amacıyla ‘’Yazarlar ve Ozanlar Birliği‘’ derneğini kurup Çerkesce ‘’Yeni Güç‘’ yıllığını yayınlamaya başlamışlardı.

O yıllarda Şocentstuk Aliy kendi köyü Kuşmızıkhuey köyünde öğretmen olarak görev yapmaktaydı. Daha sonra da Bakhsen Ziraat Okulu öğretmenliğine atandı. Bu görevinden bölge ‘’ONO ‘’ kuruluşuna denetleyici-yöntemci ve okul direktörü olarak atandı. 1936 yılına dek bu yeni görevini sürdürdü. Aynı yıl görevinden ayrılarak Nalçik’e yerleşti.

Ozan, ulusunun bilinçlenmesi için yılmadan çalışmıştır. Kendini saygı ile anacak öğrencileri az değildir. Öğrencilerinin eğitim-öğretiminin yanı sıra kendisi de çok şey öğrenmiştir; Gerçek yaşamın derinliği, çağdaş insanların düşünce özgürlüğü anlayış ve kavrayışının genişliği, Adige efsanelerinin değerliliği gibi… Bu öğrendiklerinin yanında, kuşkusuz şiirdeki sanat ustalığı da görüşlerini açıklarken ozana yardımcı olmuştur.

Toplumun başarısına ve yaptığı işlere bağlanan ozan, kalkınmayı, ulusal gelişmeyi ve yeni düzeni içtenlikle kutluyordu. O, ulusal kalkınmayı her yerde görüyordu; kolhoz ovasında kişneyen çelik atlar, taşkın Bakhsan’a vurulan eyer, dağlara açılan dümdüz yollar, ülkenin ‘’sanayileşmesi ‘’, her yandan yükselen sevinç türküleri…

Yürekten taşan tertemiz sözcüklerle yazdı şiirlerini, sosyalizm yolunda ilerleyen köylüye, işçiye, ülkede gelecek mutluluğun bağlandığı, Bakhsan kıyılarındaki tesislere, tarımsal kuruluşlara…

1930. yıllarda, Ozanın başarılarının bir sonucu; bilinçli insanların kendisine duyduğu saygı, sevgi ve öncü insanın yarattığı tipik kahramandır. Bu tip kahramanın yaratılması ozana, kendiliğinden kısmet olmamıştır. ‘’Kolhoz Karığı‘’ şiirinde kahraman, zor ayakta duracak niteliktedir. Henüz tam bir kahraman değildir, bütün canlılığı, diriliğiyle öne çıkamamaktadır. Sadece bir uğraşının peşindedir. Burada ozan, yalın sözcüklerle yetinmektedir.

Her an yenilik arayan, ilerlemeye kararlı olan ozan, bu tip kahraman insanları gerçek yaşamda buluyor, bu tip insanların diğer insanlara ve topluma örnek olmasını sağlamaya çalışıyordu.

Bu açıdan değerli şiirlerinden biri de ‘’Ne Olur Uğraşayım Özgürce‘’ şiiridir. Şiirin asıl kahramanı çocuk denebilecek çağda genç bir izcidir. Ozan, bu tipten -Hasanş- 1920. yıllarda da söz etmiştir. Bu iki tipin (kahramanın) davranışlarını karşılaştırırsak; izci genç, Hasanş’tan anlayışlı hırslı ve tutarlıdır. Ozan’ın Hasanş için vurguladığı nitelikler ise daha çok, sevecenliği, güzel huylu oluşu vb.dir. Ozanın izci gence ayrı bir özen göstermesinin ve değer vermesinin nedeni izci gencin, yeni düzenden yana olması, onu tüm gücüyle korumaya çalışması, eski törelerdeki olumsuz etkilerin yıkılması için elinden geldiğince çaba göstermesidir.

Ey, altın sakallı babam
Beni kullanıp kandırabilirler seni,
Yalansız, gerçek eğitim için
Ne olur! özgür bırak beni,

İnsanı acımasızca köstekleyen töreler
İyice katılaştı senin yüreğinde,
Ben de duydum okuma özlemini
Çalışkan gençlerle birlikte.

İzci arkadaşlarımla açacağız
Özgürlüğe giden yolu,
Ölümsüz güzel zamanı
Avucumuza alacağız.

Line’de tip olarak genç izcinin aynısıdır. Şocentstuk, büyük bir ustalıkla ‘’Line‘’ tipi ile ezilen, acı çeken Çerkes kadınının kısa zamanda ilerlemesini, başarılı çalışmalarını, özgürlüğünü belirtmeye çalışıyor:

Uzakta, uzakta ta tarlada
Kişniyor öfkeli çelik at,
Gözün alabildiğince, uzakta
Dalgalanıyor al yazma.

Boya görmedi tarlanın iki yanı da
Dönüşüyor birden simsiyaha,
Küçük kırmızı başın buyruğundan
Geçmiyor o, kendine ayak uyduruyor.

Kadınlara öncü oldu,
O açtı izi bugün
Ve şafağın güzelliğinde
Onunla uyandı sevinçle.
‘’Traktörcü Line’’

Şocentstuk, Sovyet insanının anlayışındaki değişimi, 1930. yılların son aşamalarını büyük bir ustalıkla açıklamıştır. ‘’Adige dili ile yapıtların çoğaltılmasını isterim’’ diyerek 1920. yıllarda yakman Hajkare’ye ozan değer vermiştir. O zaman Adigelerin bilime yönelik çalışmalarını dileyen sadece Hajkare idi, şimdi Hajkareler bilinç saçıyorlar ve bilinçlenmeye karşı olanlarla savaşıyorlar. Bu yiğitliğe Adige kadını birdenbire erişmemiştir.

O, başarısı için her acıya katlanmasını bilmiştir. Onun hızla yükselemediğini ozanın ‘’Setenay’’, ‘’Güzel Setenay’’ şiirlerinden anlıyoruz.

Ozanın açıkladığına göre Setenay mut dolu büyük işler başarmıştır. Artık o, utangaç değildir, kendini mal ile almaya kimse cesaret edememekte, düşüncelerini dilediği gibi açıklama olanağı bulabilmektedir. Toplum içinde sözü dinlenmekte ve saygınlık kazanmaktadır. Ozan, Setenay’ın kadınlara örnek olmasını dileyerek kutluyor Setenay’ı yine de ‘’Güzel Setenay’’ın başarısı daha büyüktür. Ozan, bunu daha içtenlikle kutluyor. Burada güzel Setenay artık bilinçlenmiştir, hakkını aramasını öğrenmiş, yeni yaşam için savaşabilir olmuştur:

Akboyunlu güvercin ayaklandı,
Uyuyan bacıları uyandıracak
Bilgi ışıklarını yaymaya başladı,
Kabardey yurdunun güneşi

Güzel Setenay uyandı,
Boyandı zamanın altın güneşiyle…

Güzelce yavaşça konuşuyor,
Ustaca, yumuşakça sitemi,
O, imgecilerle savaşarak
Öldürüyor bilgisizliği

Güzel Setenay parlıyor,
Süsleniyor bilgi giysileriyle…

Adige kadınının ilerlemesine ve mutluluğuna ozanın sevinmesinin nedeni çok açıktır. Çünkü onların ilerlemesini Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin başarısında görmektedir.

Bütün Sovyet insanlarının elbirliği ile kurduğu yeni yaşama içten bağlanan ozan, kendini düşünmeden çalışan, onu her şeyden üstün tutan öncü emekçiye büyük değer veriyordu. Sayıları az olsa da yine düşüncesiz, yalancı, ikiyüzlü, başkalarının alın terine göz diken, yeni yaşama zararı dokunacak insanların varlığını da biliyordu. Onun için ozan, bu tip insanların tanınmasının, onlara gereken dersin verilmesinin ön plana alınmasını istiyordu. 1930. yıllarda yazdığı ‘’Çekil ‘’, ‘’Büyük Tabanca‘’, ‘’Karbeç’in Yarınları‘’ şiirlerinde, doğruluktan yana olmayan insanların çalışma yöntemlerini, zararlarını anlatmak istemiştir. ‘’Pşı Konuğunu Ağırlama‘’ törelerini yöntem seçen Karbeç, işi için gelenlere ‘’bugün git-yarın gel‘’ diye rüşvet almadan iş yapmak istemeyen, terör ile buyruklarının yerine getirileceğini sanarak aldanan bir Kolhoz yöneticisidir. Bu tip yöneticilerin amaçlarını ozan, ‘’Çekil‘’ şiiri ile çok iyi belirtmiştir.

Bugünkü durumları ne olursa olsun bu tiplerin ömürlerinin uzun olmadığını, kanatların tez düşeceğini, gizli gizli çevirdikleri işlerin bugün değilse de yarın mutlaka açığa çıkacağını anlatmak istiyor. Gerçekçi ozan amacını, ‘’Büyük Tabanca‘’ şiirinin şu koşuğu çok güzel açıklamaktadır:

Engel olamayacaklar bugünkü güneşin
Yeşil vadileri aydınlatmasına,
Binlerce yıldız ışığının
O dar boğazdan yansımasına,

Şocentstuk’un şiirleri bugün de anlamını yitirmemiş, değerini kaybetmemiştir. Çağımızda da birçok insan bu şiirleri okudukça kendini olduğu kadar, birçok insanı da daha iyi tanımaktadır.

Şocentstuk’un 1930. yıllarda önemsediği, yapıtlarında belirtmek istediği sadece çok sevdiği Sosyalist ülkesinin ilerlemesi, kalkınması, insanların çalışkanlığı ve kavuştukları güzel yaşam değildir. O, her şeyi ile yaşamı daha geniş anlamlı, daha derinlemesine anlatmayı kendine amaç edinmiştir. Kendi ülkesinde kurulan güzel yaşamın diğer yerlerde de kurulmasını ve bunlarla kendi ülkesinin kaçınılmaz bağlılığını açıklamıştır. Kendi ulusu gibi dünyadaki ulusların tümünün de özgürlüğe kavuşmaları gerekir. Onlar için elinden geldiği kadar çalışmağa hazırdır. Kabardey ozanının Asya, Avrupa ve Afrika’da ezilen ulusların özgürlük savaşına saygı duymasının, onlardan yana çıkmasının nedeni enternasyonalist proleter devrimciliğidir.

‘’Habeşi ‘’, ‘’Pirenelerin Gülü‘’, ‘’Korsanlar ‘’, ‘’1 Mayıs‘’ şiirlerinde Şocentstuk, bir yandan özgürlük savaşçılarını, bir yandan da ‘’insan soyunu köstekli tutmak ‘’ onları kendi buyrukları altında çalıştırmak isteyen faşistlerin tutumlarını anlatmak istemiştir.

Şocentstuk’un değer verdiği, yurdunun koruyuculuğunu yapan ‘’Pirene Gülü‘’dür. Uğraşılarında yiğitlik ve mertlik örneklerini veren Habeş ulusudur, kurtuluşu için savaşan Çin ulusunun başarıya ulaşmasıdır. Ozan, bunların da mutluluğa kavuşacaklarına inanıyor:

Korsanlar, çelikleriniz
Emekçiyi yıkamaz,
Toplarınız susturamaz
Onların seslerini.

Başaramayacaksınız
Emekçileri kös teklemeyi,
Tutamayacaksınız insanları
Özgürlüklerinden uzak.

O çağlarda ileriyi görebilen ozan, faşizm ne kadar ‘’güçlü ‘’ gelse de, hangi yöntemleri uygulasa da, insanlığı yenmek için kiminle işbirliği yapsa da, gerçeği yenmek, birlik sağlayan ulusların özgürlüklerini yıkmak başarısına ulaşamayacağını, başkalarına kazdığı kuyuya kendinin düşeceğini yazıyordu. Ozanın bu gerçek görüşünü ‘’Korsanlar‘’ şiirinin şu koşukları kanıtlıyor:

Şişko karınlarınıza
Denizlerin suyu sığmayacak,
Dalgaların önünü
Çamurla kesemeyeceksiniz.

Örümcek ağlı korsanlar,
Düşündüğünüz çarelerle
Kazdığınız kuyular
Kendi mezarlarınızdır.

Ozanın yazdığı yazılarda görünen gerçeklik payı, güçlü Sovyet Cumhuriyeti’nin iç savaşlarda kazandığı tarihi başarının kanıtıdır.

O yıllarda Şocentstuk dünya ve doğanın görüntülerinin anlatımına ayrı bir özen göstermeğe başlamıştır. Kabardey edebiyatında olmayan ve yaşlı ozanların da sezinleyemediği peyzaj şiir akımını başlatma, onu edebiyatın geçerli bir kolu durumuna getirme çalışmaları ile ozan yeni bir başarı sağlamıştır. Ülkesinin görünüşünü, güzelliğini şiirde ustalıkla anlatma başarısını gerçekleştirmiştir. Ozan, doğanın resmini çekti ya da gördüğünü olduğu gibi anlattı diyemeyiz. Doğanın tanıtılması ile Sovyet insanının sevincini, ülkesindeki gelişmeleri, köylerin ve kentlerin görüntüsündeki değişiklikleri bir araya getirerek kaynaştırdığını unutmamalıyız. ‘’Kış‘’, ‘’Sonbahar‘’, ‘’Mayıs’ta‘’, ‘’Hafif Rüzgar Okşuyor‘’, ‘’İlkbahar‘’, ‘’Kulkujun’un Bir Günü‘’, ‘’Nalçik‘’, ‘’Park‘’ şiirleri bunun örnekleridir. Ozanın her şiirinde gerçekçiliğinin ve sanat ustalığının yanı sıra olayları somutlaştırdığını görüyoruz. Onun için Şocentstuk, peyzaj şiirleri ile Kabardey edebiyatına yeni bir güç kazandırmış, günümüz ozanlarına da örnek olmuştur.

Şiirlerinin yanı sıra Şocentstuk Aliy 1930. yıllarda destanlar ve öyküler de yazmıştır. ‘’Kış Gecesi‘’, ‘’Tembot’un Geçen Günleri‘’ destanları ile ‘’Bir Ölçek Un‘’ ve ‘’Armut Ağacının Altında‘’ öyküleri aynı yıllarda yayınlamıştır. Bu edebiyat ürünlerinin konuları geçmiş zamanlarla ilgilidir. Geçmiş yıllarda toplumun zavallılığı ve özgürlükleri için uğraşıları anlatılmaktadır.

‘’Kış Gecesi‘’ destanında Şocentstuk’un anlattığı, kendi halinde bir ailenin emperyalizme karşı katlandığı güç koşullar ve unutulmayan acılardır. Destanda, acımasız savaş yüzünden kocasını ve tek güvencesi, oğlunu yitiren dul kadının kişiliği ile emperyalist savaşın tüm acımasızlığının kendi halinde bir emekçiyi yıktığı, sermayenin çıkarı uğruna işlerin, emekçinin kanıyla, canıyla yürütüldüğü anlatılmaktadır.

Destanda bir savaş uğraşısı yoktur. Anlatılan, savaşın getirdiği acı ve çiledir ve bu durum emperyalizme karşı bir nefret uyandırmaktadır. Ozan burada herkesin emperyalizme karşı olmasını öneriyor.

Emperyalist savaş bu dul kadını ezmiş ve yaşarken öldürmüştür. O zavallı ise emperyalizme karşı savaştığını bile düşünememektedir. Yıkılacağından da haberi yoktur. Fakat onun gibi düşünmeyip savaşın bilincinde olanlar da vardır.

Bu tip kahraman insanı Şocentstuk ‘’Tembot’un Geçen Günleri‘’ destanında karşımıza çıkarmaktadır. Tembot da henüz bilincinin farkında değildir. Yaşamdan hoşnut olmadığını eylemleriyle ortaya çıkarmaktadır. Yapılan haksızlıklar için kızmakta ve bu haksızlıkları yapanlarla uğraştığı da olmaktadır. Yine de kendi sınıfından olanlar için kullandığı silahı, kullandıranlara karşı nasıl çevireceğini, sosyalistlerin öncülüğü olmaksızın bilememektedir. Destan, konusu bakımından değişik çağların olaylarını feodalizmi, köleliğin kaldırılmasını, Dzelıkue’deki ayaklanmayı içermektedir. Asıl konu ise bunlar değildir. Kendi haline olan bir köylünün devrimden yana olmasıdır. Bu köylü sadece kendini değil, ezilen bütün köylüleri düşünmektedir. Ozan, bununla da sadece bir kişinin çabasını belirtmeyip bütün Kabardey köylülerinin tutumunu, Büyük Ekim Devrimi’nden yana olduklarını ve kurtuluşları uğruna çabalarını anlatmak istemiştir.

Büyük Ekim Devrimi’nin emekçilere verdiği haklara inanan ve kendini ona adayan sadece bir Tembot Dede değildir. İç savaşlarda halkın başarısı; devrimci emekçilerin örgütlenmesine ve sınıfının çıkarı uğruna savaşan kimselerin bilinçli olmasına bağlıdır. Bu tip savaşçılar işçi sınıfının yanı sıra köylülerin içinde de çoktur.

Şocentstuk Aliy, iç savaşlarda devrimin koruyuculuğunu, savaşçılığını yapan köylülerin olduğunu da ‘’Partizan Jambot‘’ destanında açıklamaktadır. Konu, iç savaşlarda bir köylünün yaptığı işler, başardıkları ve başına gelenlerdir. Ozan, onun kişiliğinde, kendi halinde olan çiftçilerin devrim için tutumlarını, onların kısa zamanda kazandığı düşünce yapısını açıkça yansıtabilmektedir. Ozan, Jambot’a sadece devrimci olduğu için önem vermemektedir. -Bütün emekçiler devrimcidir.- Önemsediği, onun kazandığı düşünce şeklidir, toplumun çıkarlarına canını adamasıdır, geleceğin mutluluğu, yeni yaşam ve gençlik için ölmesidir. Jambot yeni Sovyet insanının bir örneğidir, ozan onun kişiliği ile gelecek kuşağın davranışlarını açıklamağa çalışmıştır.

Çoğu tamamlanamamışsa da Şocentstuk’un o yıllarda yazdığı destanların büyük değer ve anlamı vardır. Bu destanları yazmamış, destan janrının inceliklerini bunlarla kavramamış olsaydı, sonradan yazdığı ve ölümsüzleşen sanat ürünlerinden ‘’Madine‘’, ‘’Kambot ile Latse‘’ destanlarında başarılı olamayacaktı.

Şocentstuk’un o yıllarda nesir edebiyatına da katkıları olmuştur. Kabardey nesir edebiyatının ilk ürünlerinden olan ‘’Bir Ölçek Un’’, ‘’Armut Ağacının Altında’’ öykülerini aynı yıllarda yazmıştır. Şiirlerinde olduğu gibi öykülerinde de devrim öncesi köylülerinin çektiği acıları, katlandıkları çileleri ve uğraşılarını işlemiştir. Yaşamı anlatırken öykülerinde gerçekçi ve inandırıcıdır. Öykü kahramanlarından, katlandığı acıların ölümcülleştirdiği Hamid’i, saygınlığını gururunu korumasını başaran Bot’u, yaşamdaki acıklı olayların öfkelendirdiği küçük Haset’i bütün canlılığıyla karşımıza çıkarıyor. Ellerinde tespihleri çeke çeke insanın derisini yüzen açgözlü Hacı Yerendiler de.

Bu gerçekçi öyküler günümüzde de anlamını korumakta, çağımız Kabardey nesir edebiyatına örnek olmakta ve herkes tarafından içtenlikle okunmak 1930. yıllarda Şocentstuk’un yaratım yeteneği daha da güçlenmiş, yaşamı, daha anlamlı ve doğru tanımlayarak, tümcelerine etkinlik kazandırmıştır. Yine de ozanın bu başarıya kolay kolay erişebildiğini söyleyemeyiz.

Bazı ozanlar da Şocentstuk’un izlediği yolu o çağlarda tam olarak anlayamamışlar, edebiyatın güçlenmesi ve kurulması için yararlandığı temel ilkeleri de doğru olarak kavrayamamışlardı. Yine de Şocentstuk Aliy, efsanelerin dışında bir şeyin üzerinde çalışmak yersiz, başka ulusların edebiyatının yararı olmaz diyenleri de (Barıkuey T.), efsanelerde yararlanılacak hiç bir şey yok, edebiyatın başlangıcı sadece proletarya kültürü olur diyenleri de (Nalo Z.) dinlememiştir. Bütün gücü ile bağlandığı amaç: Sanat ve bilimsel değeri olan efsanelerden, diğer ulusların sanat ürünlerinden ve proletarya kültüründen yararlanarak ulusal edebiyatın kurulmasına çalışılmasıdır.

Şocentstuk Aliy 1936 yılında Nalçik’e yerleştikten sonra ‘’Kabardey-Balkar Ozanlar Birliği’’ ile çalışmaya başlamıştır.

Gece-gündüz demeden yaşlı ozanlara yardım ediyor, yorulmadan genç ozanları yetiştirmeye çalışıyordu. Bu sıralar Paş’e Beçmırze’nin şiirlerini derleyerek yayma hazırlamış, Kajer Yindris ile Hakhupaş’e Amırkhan’ın şiirlerini yayınlatmıştır. Ozan, zamanının çoğunu genç ozanların yetiştirilmesine, eğitilmesine ayırıyordu. Aynı yıllarda Kabardey edebiyatına katılan genç ozanlar Tav Boris, Beykul Barisbiy, K’uaş Bet’al, Şocentstuk Adem gibi ozanlar Aliy’in öğrencileridir. Bunlara her an öncülük yapıyor, yazacakları konuları söylüyor ve ürünlerini düzelterek basıma hazırlamaya çalışıyordu.

Şocentstuk bunları da azımsayarak Araştırma Enstitüsü Derneği’ne yardımcı olmaya çalışıyor, köylerde de bu derneklerin kurulmasına uğraşıyor, gençliği edebiyat çalışmalarına özendirmeye çabalıyordu. Öğrencilerden derleyerek yayınlattığı yazılar bunun kanıtıdır.

Yeni yaşama imrenen, onun başarılarından güç bulan ozan, çok şey görmeyi, arkadaşlarının çoğalmasını arzuluyor birlikte çalıştığı ozan ve yazarlarla daha sık görüşmek istiyordu. Ozan, sadece Kabardey-Balkar değil, çok yer gezmiş, kuşkusuz karşılaştığı ve tanıştığı arkadaşlarından da çok şey öğrenmişti.

1930. yılların sonlarına doğru Şocentstuk’un anlatım yeteneği daha da güçlenmişti. Sosyalist Realizm Metodu’ndan gerçekten yararlanmaya başlayan ozan, yeni Sovyet yaşamına, emekçilerin bugün eriştikleri özgürlüğe, kavuştukları güzel yaşama ve bunların getirilmesine neden olan Büyük Ekim Devrimi’ne çok değer veriyordu.

Ozan, kısa zamanda Sosyalist ülkenin ulaştığı başarıyı, emekçileri demokratik haklarına kavuşturan Büyük Ekim Devrimi’ne bağlıyor:

Bak, ezilerek yaşayan halklar
Gökyüzü merdivenine çıktılar,
Binlerce altın-yıldızın ışığım yakarak
Yıldırımları tutmaya başladılar.
Tepe – gök sandalyelerinin üstünde
Uzaya damgalarını vuruyorlar,
Sevinçli yaşamın çocukları
Mars’ta konuklamayı arzuluyor.

O yıllarda Sosyalist yönetim, ancak yeryüzünün altıda biri olan Sovyetler Birliği’nde uygulanmaya başlamıştı. Yine de ozan karlı Himalayaların, Mont-Blanc’ın ‘’Uahamahue’den yansıyan ışığı’’ öpmek için Uaşhamahue’ye uzandığını ve Ekim Devrimi’nin yenilikleri ile dünyanın dalgalanacağını görüyordu.

Büyük Ekim Devrimi.
Güçlü bayrağın yeryüzünde
Tek damga olacak,
Hazıra alışmış tırnaklardan emekçileri
Yarın gün doğarken kurtaracak.

Yeni yaşamın sevincini ozan, ‘’Ekim’’ şiirinden başka, ‘’Yüksek Şura’’, ‘’Güveniyoruz’’, ‘2Yeni Gün Beni Sevindiriyor’’, ‘’Sergo-Orjonikidze’’ şiirlerinde de belirtmiştir. Şiirlerin anlatımındaki sanat ustalığı, gerçekçilik, Kabardey edebiyatı şiir tekniğine örnek olmuştur.

Şocentstuk, yaşamdan kopuk bir ozan değildir ve ya­şamda gördüğü her şey onun için aynı anlamı taşımaktadır. Çünkü o, kendinindir, güzel yaşamın kurucusu kendisidir. Özgür olduğu sürece, gerçek bir koruyucu, sosyalizm ilkelerinin bir öğreticisi olacaktır. ‘’Lenin’’ şiiri ile ozanın açıklamak istediği budur:

Ben gezegenlere çıkabilseydim
Adını alnımda gösterirdim onlara,
Varsa orada da ezilen insanlar
O damgamla kurtarırdım.

Bizi mutlu yaşama kavuşturan
Büyük insana söylüyorum,
Yaptıklarına el uzatacak düşmanlara
Acımayacağıma söz veriyorum.

Şocentstuk’un o yıllarda sanatta ulaştığı başarı, diğer halkların edebiyatlarını daha iyi anlamasına, diğer ulusların sanat akımlarından da gerektiği gibi yararlanmasına bağlıdır. Bunu kendisi de açıklamıştır. Ozana göre, eserlerinde sanat ustalığı ve ilerleme görüyorlarsa bunun nedeni, önce Adige efsaneleri ve öyküleridir, sonra da, Puşkin, Lermatov, Gorki gibi ozanlardır. Bunun için ünlü Rus ozanlarını anımsıyor ve onları şiirlerinde içtenlikle övüyor, bu ozanların yapıtlarım herkese tanıtmaya çalışıyordu. Ünlü proleter yazar Maksim Gorki için yazdığı bir makalede ozanı çok iyi tanıtmaya çalışmış, aynı ozanın ‘’Şahin’e Türkü’’, ‘’Fırtınaya Karşı Çıkanların Türküsü’’ başlıklı yazılarını Çerkesce’ye çevirmiştir.

Şocentstuk’un çok sevdiği, saygı duyduğu bir ozan da, ünlü Ukrayna ozanı Taraş Şevçenko’dur. Ozanın Şevçenko’yu çok sevmesine neden: ‘’Acımasız Çarların Kafkas Halklarına yaptığı baskıyı’’ korkmadan dile getirmesi ve buna karşı çıkmasıdır. Bunun için de Şevçenko’nun ‘’Kafkas’’ destanını Çerkesce’ye çevirmiştir.

Ulusu için çalışan, ulusunun gereksinmeleri ve yararına usunu kullanan her ozana ve her yazara saygı duyuyordu Şocentstuk Aliy. Çok beğendiği bir ozan da Kosta Hetagurov’dur. Bu büyük Oset ozanı için de 1939 yılında ‘’Büyük Ozanı Hiç Unutmuyoruz’’ başlıklı bir makale yazmıştır.

Saygı duyduğu, değer verdiği bir ozan da (Şocentstuk’un -Altın Dede- adını taktığı) ünlü ozan Paş’e Beçmırze’dir. Aynı yıllarda Aliy, Altın Dede’nin ‘’altın sandığını’’ açmış, yaşamına ve çalışmalarına ilişkin biyografisi ile derlediği şiirlerini ilk kez yayınlatmıştır.

Şocentstuk Aliy, aynı yıllarda ülkesinde değer kazanan, ‘’Ela Gözlü’’, ‘’Hamid’’, ‘’Ninni’’, ‘’Traktörcü Line’’ türkülerini de yazmıştır. Bunun yanı sıra, eski Adige türkülerinden birkaç tanesi üzerinde çalışmalar yapmış, Rus türkülerini ve aryalarını Çerkesce’ye çevirmiştir.

Kabardey edebiyatının ilerlemesinde başarı sağlayan ozana, Kabardey-Balkar Muhtar S.S. Cumhuriyeti Yüksek Şurası 1939 yılında ‘’Kabardey-Balkar M. S. Ş. Cumhuriyetinin Edebiyat Bilgini – Profesörü’’ unvanını verdi. Aynı yıllarda sanat ustalığını (şiirlerin dışında) destanlarında da kanıtlamıştır. ‘’Yiğit Genç’’, ‘’Madine’’, ‘’Kambot ile Latse’’ destanlarında, düşünce ve sanat ustalığındaki başarısını son aşamada görüyoruz. Sosyalist Realizm Yöntemi’ne uygun yazılmış bu yapıtlar Kabardey Sovyet Edebiyatı’nın temel taşını oluşturdu diyebiliriz.

1938-1939 yıllarında yazdığı ‘’Yiğit Genç’’ destanında göze çarpan bazı eksikliklerden dolayı bu destan, ozanın yazdığı ilk destandır diye ileri sürenlerle aynı kanıda olmak,  kuşkusuz büyük bir yanılgıdır.  Destandaki ana konu; kendi halinde olan bir çiftçi çocuğunun gerçekçi bir insan, devrimin bir savaşçısı olmasıdır. Çetin iç savaşlarda, düşüncesini, anlayışını, dünya görüşünü, yiğitliğini pekiştirebilmesidir. Daha on dört yaşındayken Mejid’jn bu olaylara karışmasının nedeni, Beyaz Ordu askerleri tarafından babasının öldürülmesi değil, çocuk denecek yaşta kendisinin de haksızlıklara uğraması, zor koşullar altında yanaşmalık yaptığı halde emeğinin karşılığının verilmek istenmeyip göz göre göre yenmesidir.

Babasını öldürenler ile Yehuef arasındaki ilişkiyi, onların birbirlerini korumaya çalıştıklarını ve emekçilere, karşı duydukları kini çok iyi anlayabiliyordu. Küçük Mejid onun için güvenemiyordu bu insanlara. Tatlı sözlerine kanmadan Karbeç, aslan gibi, insanların yaptığı kirli işleri açığa çıkarabiliyordu.

Şocentstuk Aliy’in sanat ürünlerinden biri de ‘’Madine’’ destanıdır. Destanın ilk örneklerini 1928 yılında yazmıştır. Fakat bunun üzerinde uzun zaman çalışmalar yaparak bugünkü son şekliyle 1941 yılında yayınlatılmıştır. Destanın konusu, Büyük Ekim Devrimi öncesinde Adige kadının ezilmesi, köleci toplumda olduğu, gibi mal ile onun nasıl alınıp satıldığı, zor yaşamın, bitmeyen acıların Adige kadınını zamanından önce öldürmesidir.

Ozan, zevki ile Madine’nin güzelliğini açıklamaya çalışıyor:

Anımsıyorum… Madine’nin kaşı
Hilal gibi, ay gibi.
Haleli kara saçları
Ak yüzüne düşen gölge idi…
Sırmalı gibi sanki
iri kara gözleri pırıl pırıldı.
Kırmızı dudaklarının arasında
İnci gibi dişleri görünürdü.
Gezerken görsen o güzeli
Suda yüzen kuğu gibiydi,
Konuşurken sesi
Cennet kuşu şiiri gibi dinlenirdi…

Güzelliğini önemseyen Madine, sonsuz bir mutluluğu özlüyor. Sevgisinin gerçekleşeceğini umuyor, ‘’Özgür’’ olduğu için yaşamda her istediğini yapabileceğini sanıyordu. Yine de Madine’nin ‘’Özgürlüğünün’’ bir anlamı yoktur. O, bugün pşının buyruğunda değilse de, babasının, kardeşinin, akrabalarının, malı çok olanların, eski törelerin elindedir. Bunlar bir şey yapmayacak olsalar da kendisi, yapacağı işlerde özgür değildir.

Kendini ‘’Özgür’’ sansa da, tutup yaşlı adama satarlar. Sevmediği adamla yaşamaktansa ölümü yeğleyen Madine, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak ölür.

Madine’nin ölümüne neden olan, bazı kimselere göre babası Wumar’ın fazla mala imrenmesidir. Aslında doğru olan bu değildir, her baba gibi Wumar da kızının mutlu olmasını istemiş, fakat bunu başaramamıştır. Eski törelerin kıskacına sıkışmış, kendi halinde yaşamını sürdüren bir köylü, istediğini yapamıyordu. Madine gibi olan kimselerin sevgisine engel olan, onların yaşamasını istemeyen, bozuk sosyal düzenin insanlar arasında yarattığı çelişkilerdir.

Madine, bozuk düzenin etkilerini anlar, bütün gücü ile o bozuk düzenle savaşmaya çalışır. Madine’nin bunu istemesinin nedeni, yüreğindeki sıkıntı ve düşünceli durumudur. Temiz sevgisini koruyamıyorsa da, yaşama doymadan ölmüşse de, Madine, düzenin baskılarına boyun eğmemiş, onun istediklerini yapmamıştır.

Destanda çok konuşamıyorsa da, Wumar tipini gerçekçi olarak canlandırmıştır. O, bir yandan da kızını çok seven birisidir. Hatta kızına söz vermiştir istemediği biri ile evlendirmeyecek, mal ile satmaya kalkışmayacaktır. Diğer yandan da anlamını yitirmiş törelerin kıskancında olduğu için sözünü yerine getirememektedir. Zavallı babayı yasa boğan, çok sevdiği kızım elinden alan da odur.

Destanda ana; doğrudan yana olan gerçekçi bir tiptir. Kendine ne olursa olsun, kızının mutluluğu, temiz sevgisinin korunması için çabalamaktadır. Yine de yalnız kadın ne yapabilecektir. Madine gibi o da, bir şey başaramaz, elinden bir şey gelmez, ne yapsa da tek kızını mutsuzluktan kurtaramaz.

Yaşama hakim olan, istediklerini yapabilen, düşkünleri ezen tipleri de ozan, destanında çok iyi canlandırmaktadır. Pıhj Ceriy, Kasım gibi kimseler ne pşı ne de wuerkdır. Onlar wune-utlikten kurtulalı çok olmamıştır, fakat bu gün yaşamda hakim durumuna geldiklerinden ne yapsalar olmaktadır. Bu gücü onlara veren; yalan dolanla edindikleri mal-mülk ve onun yitirttiği insanlıklarıdır. Altının şımarttığı Pıhj Ceriy gibi yaşlı bir adamın, kızın sevgisini satın almaya kalkışması ve bir at için Kasım’ın yeğeni Madine’yi ölüme itmesine neden olan da budur.

Pılıj Ceriy ve Kasım’ın kişiliğinde, köleliği yıktıktan sonra Kabardey’de, pşı-wuerk gibi kimselerle işbirliği yaparak oluşan sömürücü yeni bir hakim sınıf canlandırılmıştır. Hakim sınıfın çevirdiği kirli işleri her zaman din-imanla saklayabilen, söylediği ile yaptığı birbirine uymayan bir tip olarak destanda canlandırılan bir kahraman da imamdır. Arkadaşlarına uyan aç gözlü imamın da istediği tek şey, mal-mülk ve altındır. Onun için ‘’nikah kıyma ücretinin’’ verilmeyeceğinden korkar, bir at vermezlerse bu işin yapılamayacağını belirtmeye çalışır:

Nikahı kıymanın ücreti iyi bir at’tır.
Daha aşağıya düştü mü kıyamam,
Pılıj Mudar’lar da, Madine gibi
Bir gelini bulamazlar.

Madine destanında ozan unutulmayacak bir şekilde Büyük Ekim Devrimi öncesi düzenin, kendi halinde ya şayan çiftçileri, köylüleri nasıl ezdiğini, içinde bulundukları zor koşulları ye uğraşlarını dile getirmiştir. Destanda kan ve gözyaşı doludur. Yine, ne kadar korumağa çalışsalar da insanlar arasına kin sokan bozuk sosyal düzenin ömrü çok sürmeyecektir. Emekçilerin artık buna katlanacaklarım sanmıyor ozan, bunun için Madine’nin oğluna ‘’annesi için yazılanları unutmamağa, kadınlara koruyucu olmağa’’ ona yapılan haksizliği bağışlamamaya çağrıda bulunuyor.

‘’Madine’’, ozanın sanat değeri olan bir yapıtıdır. Konusu da çok açık olduğundan anlaşılmayacak bir yanı yoktur. Akıcı-sade bir dille yazılan destanda kompozisyon, uyum, gerçeklik çok ilgi çekicidir. Köylülerin ve çiftçilerin destanı besteleyerek söylemelerinin nedeni, destanın çekici ve etkileyici bir yapıya sahip olmasıdır. Ancak emekçinin beğenisini kazanan bir sanat ürünü, bu değin saygınlık kazanabilir.

Şocentstuk Aliy, düşüncesinin derinliğini, üstün yeteneğini, başarılı sanat ustalığını en güzel ve en anlamlı şekilde ‘’Kambot ile Latse’’ yapıtında kanıtlamıştır. Ozan ‘’Kambot ile Latse’’ yapıtı üzerinde uzun yıllar çalışmıştır (1934-1941 yılları arasında). Destan konusunun kökenini, Adige efsanelerinde anlatılan öyküler ve geçen çağlarda köylülerin-çiftçilerin yaşam kavgaları oluşturmaktadır. Ozan, konunun tümünü efsanelerden aldı diyemeyiz. Onun üstün niteliklerini biraz da ozanda aramak gerekir. Çünkü bilimsellik kazandıran odur.

‘’Kambot ile Latse’’, tarihi yansıtan bir yapıttır. Burada yaşanan olayların tümünün gerçek olduğunu savunmak olanaksızdır. Anlatılan efsanevi öykülere, ozan, kendi düşüncelerini ve o çağlarda olması gereken bazı olayların konularını katarak yaşamın daha anlamlı, daha gerçekçi tanımlanmasına çalışmıştır.

Destanın asıl konusu; kölelik devrinde köylülerin özgürlükleri uğruna savaşları, wune-utların gösterdikleri yiğitlik, insanlık ve onların bu işe girişmelerine neden olan olaylardır. Ozan, ezeri ve ezilenler arasındaki savaşı konu olarak feodalizmin gerektirdiği savaşları açıklamak istiyordu. Ozanın yapıtında; feodalizm çağındaki can ve mal güvensizliğini git gide fakirleşen halkı etkileyen olayları görebiliyoruz; Bu düzende pşılar fakir halkı hor görüyor, onların gururu ile oynamaya çalışıyorlardı. Gün geçtikçe artan baskı wune-utların ayaklanmasına neden oldu.

Bu savaşa katılan köylüler ise doğru yolu seçemiyorlardı. İçinde bulundukları bozuk düzenin nedenini kavrayamıyorlardı. ‘’Kambot ile Latse’’deki wune-utların amacı: Kendilerini köleleştiren düzeni yıkıp pşıları tümden yok etmek değildi. Kendilerini hor gören, ezen Makheşokue’yi bırakıp kendilerine daha iyi davranan başka bir pşı aramaktı. Ayaklanan köylülere öncülük eden yaşlı ozan, bunu tam olarak açıklayamıyorsa da herkese yapacağı işi anlatmağa çalışıyordu:

Zararı yok, dünya öyle küçük değil.
Elbette iyiliksever bir pşı bulunur!
Makheşokue’yi istemiyorum ben,
Bana pşı olabilecek birini aramalıyım;
Ben de halkına değer veren birinin
Konuğu olmak isterim.

Kabardey wuerk ve pşılarının birbirlerinden farklı olmadığını anlayan köylüler onlarla uğraşmaya başlayınca düşünce yapılarını değiştirdiler. Çünkü onlar kendi çıkarları için halkı bile satabilirlerdi. Köylülerin savaşı, düşünce yapısı, değişen anlayışları onlara özgürlük getirmedi. Bunlara ayrı ayrı değinmeyen ozan, köylü ayaklanmalarının feodalizm çağında başarı sağlayamadığım, başarının sağlanması için belirli bir aşamanın gerektiğini açıklamaya çalışmıştır. Bu çağda köylüler arasında henüz bir yardımlaşma yoktu. Bilinçli bir işçi sınıfı ve emekçiye öncülük edebilecek bir parti de yoktu.

Şocentstuk Aliy, yüz yıllardır Adige köylülerini, bağlandığı umudu, özlemleri, insanlıklarını, gerçekçiliklerini ‘’Kambot ile Latse’’ yapıtındaki kahramanların kişilikleri ile kaynaştırmıştır. Saygınlık, özgürlük ve gerçek sevgisi için canını veren yiğit Kambot, korku bilmeyen, arkadaşının acısını, mutluluğunu paylaşabilen Hasanş, gerçekçi bir insan, arkadaşı için kendi canından olabilen Aslenişxue, yaşamım sonuna dek halkının başarısı için uğraşılarla sürdüren ilginç yaşlı ozan bunun örnekleridir. Bunların her biri insan belleğinde unutulmaz bir anı bırakır. Bu ise ozanın yeteneğine, toplumcu düşüncesine, sanatçılığına, anlatım ustalığına bağlıdır. Onların her birinin acısına, sevincine, mutluluğuna ozan yürekten katılmakta ve onları elinden geldiğince yüceltmeye, okuyucuları üzerinde daha çok etki bırakmaya çalışmaktadır.

‘’Latse’’ kişiliğinde ozan, başarılı bir kahraman yaratmıştır. Adige destanlarında, tarihi türkülerinde karşılaştığımız kadının ezilmiş, her zaman gözyaşı dökmüş, haksızlığa uğramış olmasının nedenim şöyle açıklamaktadır. Feodalizmin her isteğini Adige kadını yerine getirmemiş, onun kıyımcılığı ile savaşmıştır. Saygısını, sevgisini korumasını bilmiştir. Başaramamışsa da, gerçek sevgisini koruyacak, çiğnetmeyecek gücü her an kendinde bulmaya çalışmıştır.

Latse kişiliğinin anlatımı, Kabardey edebiyatının en başarılı ürünlerinden biridir. Bunda Adige kadının doğruluğunu, temizliğini, güzel davranışlarını her an kendini korumaya yiğitçe çalıştığını görüyoruz.

Yapıtta, pşıların kişiliklerini çok iyi belirtmektedir. Beğenilecek, insancıl denecek davranışları olmayan Makheşokue, Aşejokue, Aslenokue gibi. Bunlar kibirli oldukları gibi korkaktır da. Vatanlarını ve başkalarının özgürlüğünü düşünmezler, Düşündükleri tek şey içki, hırsızlık, başkalarını köle gibi kendi hakimiyetleri altında tutmaktır. Karılarının da kendilerinden farkları yoktur.

Sosyalist realizmin başarılı yapıtı ”Kambot ile Latse’de” Şocentstuk, bütün sanat ustalığını başarılı bir şekilde kanıtlamıştır. Bunu yapıtın düzeninde, kahramanların kişiliğinde, deyişin içtenliğinde, kolay ritminde, yararlanılan sanat tarzlarında, dilin güzelliğinde, güçlülüğünde ve şiirsel düzenin başarısında görebiliyoruz.

1940-1941 yılları arasında ozan ”Kızbrun” dramı üzerinde çalışmalar yapmıştır. Bu dramda ozanın işlediği konu; Adige kadınının çektiği çiledir, ezilmişliğidir. Bu dramın el yazmaları İkinci Dünya Savaşı’nda kaybolmuştur.

Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nin 20. kuruluş yıldönümü için ‘’Ersin Sözlerim Sana Dek’’ dramım yazmıştır. Bu dramda ozan, ulusunun yüzyıllarca tarihi ezilmişliğini ve karanlık çağları geride bırakarak sosyalizme kavuşmasını işlemiştir. Bazı yerlerinde de İkinci Dünya Savaşı ile ilgili olaylara değinmiştir. Ozan, Sovyetlerdeki bütün insanları bu dramında Sosyalist ülkenin koruyuculuğuna çağırmış ve inanarak Sovyetlerin, Alman faşizmini yeneceğini yazmıştır.

Savaş yıllarında bu dramın yanı sıra şiirler de yazmış ve yazdığı şiirleri radyoda okuyarak cepheye giden savaşçılara cesaret vermeye çalışmıştır. Aynı şiirlerde savaşın gelişimini halka iletmeye çalıştı. Ozan, bununla yetinmek istemeden 15 Eylül 1941 yılında ülkesinin özgürlüğünü korumak için cepheye gitti. Çok geçmeden Almanlara tutsak düştü. 1941 yılının sonlarına doğru Bobruysk kenti yakınlarındaki bir kampta değerli Kabardey ozanı, faşistler tarafından acımasızca öldürüldü.

Ozanın ölümüne üzülen, ağlayan, yasını tutan Kabardey halkının değerli ozana karşı sevgisini K’ışokue Alim şu şiirle dile getirmeye çalıştı:

Babası ölmüş bir genç gibi, elimde olmadan
Senin ölümüne ağlarım.
Acı gözyaşlarını akıtan
Kardeşlerimiz yaslıdır.

Savaş alanında kan içinde bulsaydım seni
Üstüne siyah yamçımı örterdim.
Sırtımda kalanım bir gömlek olsa da
Yaranı sarmak içi yırtardım.

Daraldığın yeri bilseydim
Hızlı koşan kara Alp’i sana getirirdim
Sen binerken o at, azgınlaşsa
Özengiye ayaklarını ben takardım.

Kabardey Edebiyatı Şocentstuk Aliy’i yitireli 36 yıl oluyor. Ancak onun başlattığı büyük iş (Kabardey edebiyatının güçlenmesi) yerinde saymadı, her gün ilerliyor, güçleniyor. İlk bakışta sezinlenmese de, Kabardey edebiyatının bugünkü başarısında değerli ozanın payı çoktur. O, K’ışokue Alim, K’uaş Bet’al, Şocentstuk Adem gibi değerli ozan ve yazarların ulusal şiire kazandırdıkları gücün içindedir. Kabardey nesir edebiyatının da koparılmaz bir parçasıdır. Dram janrının bulduğu güçte de onun izine rastlanır.

Kabardey edebiyatı ile uğraşan bütün genç ozanlara arkadaş ve yardımcı olmuştur. Bu genç ozanların her başarısında Aliy’nin bir katkısı ile karşılaşırız.

Şocentstuk çok yaşamamışsa da, ulusuna kendini unutturmayacak büyük işler başarmıştır. Kabardey edebiyatının ünlü klasiği Şocentstuk’un şiirleri ve diğer yapıtları bu başarısı yüzünden ölümsüzleşmiştir. K’uâş Öet’al bu yargıyı -Şocentstuk’un bugünde yaşadığını, gerçek dost olarak yanımızda olduğunu- ‘’Şocentstuk Aliy’’ başlıklı şiirinde anlamlıca kanıtladı.

Değerli şiirlerinin makamıyla
Sen Adige oğullarına öncüsün.
Kendin yaşamıyorsan da, ikili
Sen aramızdasın, Aliy

Bilmiyoruz, kara kurşunla vurup, sesini
Neden kestirdi düşmanımız?
Yinede sel gibi güçlü dağarcığın
Ölümsüz makamlardır, Aliy.
İçten şiirlerin, yorulmayan asker gibi
Öcünü alıyor bugün de
Sanki akına gitmişsinde
Bugün dönüşünü bekliyoruz, Aliy.

Sen süngüyle toprağa yazarak,
Düşmana kavratıyordun acı gerçeği.
Güçlü sözlerinle taşlayarak düşmanı
Savaştın cephede, Aliy.

Tüm heba değilse de değerli ömrümüz,
Yedi ömrün olsa ne çıkar,
Yarım ömründe bile senin yaptıkların nicedir
Hiç unutmadığımız, Aliy…