DİNİ ATLAYANLAR

YEMUZ Nevzat Tarakçı
14.06.2008

Dinden bahsedilince rengi değişenler, nefesi tıkananlar,

Dini, önemsiz hatta gereksiz sananlar,

İnancı atlayanlar,

Gündeminde inanç bulunmayanlar,

Dini, ısrarla sosyal hayattan soyutlayanlar,

“İnançlar, kalp ve kafalarda hapsedilmeli!” diyenler,

İnancın, değil günlük hayata yansıması, konuşulmasına bile tahammül edemeyenler,

“Din, Allah’la kul arasındadır!” sözünü işlerine geldiği gibi kullananlar,

Her şeye rağmen her söze, “Ben de inançlıyım, hem de dindarım!” diyerek başlayanlar,

Kültürün en önemli unsurunun din olduğunu unutanlar veya bilerek atlayanlar,

İnançsızlıktan kıvranan gençliği görmemezlikten gelenler,

Çerkesliği, erdemi, fazileti, diline pelesenk ettiği birkaç sığ sözcüğün içinde arayanlar,

Çerkes’in de bir dini hassasiyetinin olması gerektiğini, gençlerimize, tek başına “kafe”nin “yunafe”nin yetmeyeceğini unutanlar,

Yani, dünyayı ve ahreti “kafe” den ibaret sananlar,

Çerkeslikle maneviyat arasında bağlantı kuramayanlar,

Daha da önemlisi, her dini hassasiyeti yobazlık, bağnazlık sananlar, her defasında dini, oldubittiye getirenler.

Dini duyarlılığı olanlarla dalga geçmeyi marifet sananlar,

İnançlarla ve inanan insanlarla, seviyesiz esprilerle (!) dalga geçmeyi mizah sananlar,

Renkli gazete köşelerinden öğrendikleri dini kırıntılarla ahkâm kesenler,

Bilmediklerini de bilmeyip bu işin ilmini bilenleri de beğenmeyenler, büyük vebal altındadır! 

Bilerek inanan, inancının gereğini yaşayan, günlük hayata yansıtan, sevgisi, hoşgörüsüyle hep beğeni toplayan, hayatı doğru algılayıp doğru yaşayan gençlere ne kadar ihtiyacımız var! 

Bizler için Çerkeslik, Kafkaslılık şüphesiz ortak paydadır. İnanan- inanmayan, Müslüman- Müslüman olmayan her Çerkes, bu paydada şüphesiz ki eşittir.

Kimsenin inancı kimseyi asla rahatsız etmemeli.

Ama bu yetmez!  

Toplumu oluşturan fertler için, inanç, maneviyat son derece önemlidir.

Hepimiz biliriz “Tabiat boşluk kabul etmez!”

Doğru şeylerle doldurulamayan kalp ve kafalara, yanlış bilgilerin akması doğal olanı değil midir?

Söyleyin Allah aşkına, yeni neslin unutulmaya yüz tutan dilinden daha mı az önemli öğretilemeyen dini?

Neslimiz, bilinçle yaşadığı dinini, güzel diliyle anlatsa daha iyi olmaz mıydı? 

Anne babalar, “kafe”yi bilmeyen çocukları için duyduğu sıkıntının bir benzerini, inançtan uzak, ibadet şuurundan yoksun çocukları için de duymalı değil mi? 

Hem neden tercih durumunda kalıyoruz, anlayan varsa beri gelsin!

Bir fert, hem dindar hem de dil ve kültür konusunda hassas olamaz mı?

Kişide, aynı zamanda ve aynı oranda dil, din, kimlik hassasiyeti gelişemez mi?

Yoksa bilmediğimiz reddetmeler mi var?

Ne, neyi; kim, kimi reddediyor acaba?

Hangi din, dilinizi önemsemeyin, kimliğinizi inkâr edin diyor?

Yoksa kültürümüzü, dini reddeden ilkel basit bir kültür olarak mı kabul ediyoruz?  

Biz, dil ve din bilincini bir arada geliştirebiliriz.

Fakat ne yazık ki bugün, kendi elleriyle kendilerinin ve evlatlarının sonunu hazırlayanlar var.

Bu vurdumduymazlığın ve önyargının sonucu olarak nesil, ahlâk ve maneviyattan uzak, çarpık hayatlara özendirilmiş olarak yetişiyor.

Gençlik, her geçen gün artan sıkıntı ve acılarla, rüzgârın önüne takılmış kuru yaprak gibi savrulup gidiyor.

Bizler de galiba, vatanı kurtarmakla, “kafe”yle “yunafe”yle meşgulüz!

Yoksa evlatlarımızın, insani değerleri yaşayan, yaşatan; keder ve sevinçleri paylaşan, daima yardımlaşan gençler olarak yetişmesi gerektiğini mi unuttuk? 

Maneviyat eğitimi ihmal edilen gençliğin, doyumsuzluk, samimiyetsizlik, bencillik, şehvet, hırs tuzaklarına daha çabuk düşeceğini, aile yapımızın sarsılacağını, düşmanlık ve kavgaların artacağını mı unuttuk! 

Değil mi ki maneviyatsızlık, her türlü kötülüğün ürediği bir zemindir.

Manevi açlık değil mi insanları büyük yıkımlara sürükleyen.

Yaşadığımız bunalımlarda büyük payı yok mudur inançsızlığın? 

Doymak bilmeyen, nefsinin kölesi ve hırsının esiri olan gençlik, uygulamada olan maddeci anlayışın eseri değil mi? 

Günümüz gençlerinin içine düştükleri bunalım ve sıkıntıların, yaşadıkları karamsar ve çözümsüz ruh halinin ana sebebi, yaratıcılarını ve dinlerini layıkıyla tanımamak değil mi?  

Bu boşluk gereği gibi, doldurulduğunda, büyük ihtimalle ne yalnızlık, ne sıkıntı, ne herhangi bir korku, ne depresyon ne de kişilik bozukluğu kalacaktır. 

Acaba kaçımız manevi ve duygusal yönden genç nesli destekleyebiliyoruz? 

İşte gençliğimiz bir amansız fırtınaya tutulmuş, korkunç bir anaforun içine düşmüş çırpınıp duruyor.

Eğer anne-babalar, çocuklarının bu acı halini bir can yangını halinde yüreklerinde hissedebilirlerse problem çözülür. Değilse işimiz oldukça zordur. 

Unutulmasın, “Herkesin, kapısının önünü süpürmesinin en gerekli olduğu bir andır bu an.”

“Çocuklarımızın soluduğu sokak havasını, okul havasını, medya dalgalarını temizlemek en hayati görev haline gelmiştir. “

Bu duyarlılıkla bir araya gelmeli, samimiyetin zirvesine tırmanmalı, çözüm için kültür derneklerimizin yüreğinin kapısını daha yüksek vuruşlarla çalmalıyız! 

Bu işi ciddiye almazsak, utancı, ezikliği, mağlubiyeti, hüsranı, pişmanlığı paylaşmak durumda kalırız. 

Bizler çok yıllardır gençliği düşünmedik.

Onlara güzel yarınlar hazırlayamadık.

Onları hep susturduk.

Susturmayı başardığımızda da “ Artık akıllandılar!” deyip durduk.

Ama yanıldık! 

Ne yazık ki, şimdilerde neslimizin ana dilini öğrenmesini, kimliğine sahip çıkmasını, inancıyla yaşamasını gerektirecek pek neden de kalmadı. 

Sayemizde gençlik, maddeyi en yüce değer bilip, insanı insan yapan değerleri çoktan unutmuş, mutsuz ve umutsuz bir halde.

Sıcak bakmıyor dini ve kültürel pek çok meseleye. Hatta birçoğuyla hiç ilgilenmiyor. 

“Aklın yolu birdir!”

Yeni nesli, kötü alışkanlıklardan uzak tutmak için,

Onların hayatı doğru yaşamalarını sağlamak için,

Mutluluklarını arttırmak için,

İdeallerini güçlendirmek için,

Kısaca, iki cihan saadeti için bu şuurla yapılması gereken bir eğitim şart!

Ne dersiniz, yaz tatilleri çocuklarımızın eğitimi için bir fırsat değil mi?