FAUST

Yohann Wolfgang von Goethe
Çeviri: Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak
FAUST, İstanbul Kitapevi, 1973

GÖKTE ÖN KONUŞMA

Tanrı, gök sakinleri, sonra Mefisto üç büyük melek öne geçerler.

Rafael: Güneş, her zamanki gibi kardeş kürelerin yarışan ahengi içinde ses veriyor ve mukadder yolunu gürleyen bir hızla tamamlıyor… Kimse hikmetini anlayamasa da, onu seyretmek meleklere güç veriyor. Kavranılmaz yükseklikteki eserler, ilk günkü gibi görkemli!

Gabriel: Yeryüzü de bütün güzelliği ile, hızlı, inanılmaz derecede hızlı dönüyor… Cennet aydınlığı ile derin ve korkunç gece karanlığı birbirini izliyor. Deniz, kayaların dibinden geniş akıntılar halinde köpürüyor ve kürelerin edebi hızda hareketiyle, kaya ve deniz beraber sürükleniyor.

Mihael: Ve denizden karaya, karadan denize fırtınalar, birbiriyle yarış ederek, gürlüyor. Ve etraflarında en derin tesirlerden bir zincir meydana getiriyorlar. Gök gürültüsünün önünden şimşek gibi bir saldırış çakıyor. Fakat, Tanrımız, senin elçilerin, gününün sessiz seyrini kutluyorlar.

Üç melek beraber: Kimse hikmetini bilemese de, onu seyretmek meleklere güç veriyor ve senin büyük yüksek eserlerin ilk günkü gibi görkemli duruyor!

Mefisto: Tanrım, yine bize yaklaşarak halimizi sorduğun ve genellikle beni görmekten memnun olduğun için, kalabalığın içine ben de karıştım. Af et, herkes benimle alay etse de, ben parlak sözler söyleyemem. Şayet gülmeyi unutmamış oldaydın, benim gevezeliğime sen de gülerdin. Güneşlerden ve alemlerden söz açmasını beceremem ben. Yalnız insanların kendilerini nasıl azaba soktuklarını görüyorum. Dünyanın küçük Tanrısı, hep aynı halde. Ve ilk günkü gibi acayip. Eğer ona gök ışığından bir zerre vermemiş olsaydın, bir az daha iyi yaşayacaktı. O, buna ”akıl” diyor ve onu sadece, her hayvandan daha hayvanca yaşamak için kullanıyor. Yüksek müsaadenizle söyleyeyim, o bana daima uçan ve uçarken titreyen ve çayırların arasına karıştığı zaman o bayat türküsünü tutturan uzun bacaklı Ağustos böceği gibi gelir! Burnunu sokmadığı pislik yok!

Taun:
Bana söyleyecek başka bir şeyin yok mu? Hep şikayete mi gelirsin sen? Dünyada beğendiğin bir şey yok mu?

Mefisto: Hayır efendim! Orasını, her zamanki gibi, berbat buluyorum, insanlara, kara günlerinde acıyorum. Hatta bu zavallılara eziyet bile edemiyorum.

Tanrı: Faust’u tanıyor musun?

Mefisto: Şu doktoru mu?

Tanrı: Kulumu.

Mefisto: Gerçek, o size özel bir tarzda hizmet ediyor. Delinin yemesi, içmesi, dünyaca değil. Uzakların özlem ile yanıyor. Deliliğinin yarı yarıya farkında. Gökten en güzel yıldızları ve yerden en yüce zevkleri istiyor. Ve bütün uzaklar ve bütün yakınlar çırpınan kalbini tatmin etmiyor.

Tanrı: O bana şimdi zihni karışmış bir halde hizmet ediyorsa da, onu yakında aydınlığa ulaştıracağım. Bahçıvan bilir ki, fidan yeşerirse, gelecek yıllar onu çiçek ve meyve bezeyecektir.

Mefisto: Nesine bahse girersiniz? Onu, usulca kendi yoluma! çekme müsaadesini bana verirseniz, bahsi kaybedersiniz.

Tanrı: O, dünyada yaşadıkça bu işten men edilmeyeceksin. İnsan araştırıp, çalıştığı müddetçe yanılabilir.

Mefisto: Bu konuda size teşekkür ederim. Çünkü ölülerle hiç bir zaman severek meşgul olmadım. En çok sevdiğim şey, taze ve dolgun yanaklardır. Cenaze için ben yokum. Benim halim, kedinin fareye karşı tutumu gibidir.

Tanrı:
Öyle olsun! Onu sana bırakıyorum. O ruhu asıl kaynağından çek, yakalayabilirsen, kendi yoluna sürükle. Sonunda iyi bir insanın belirsiz çabalarla doğru yolu bulabileceğini itirafa mecbur kal. Ve karşımda mahcup ol!

Mefisto: Pek ala! Bu iş uzun sürmez. Tuttuğum bahisten korkmuyorum. Amacıma ulaşırsam, zaferle göğsümün kabarmasına müsaade edersin. Yeğenim, o uğursuz yılan gibi, o da seve seve toz toprak yiyecektir.

Tanrı: Sen o zaman da karşıma serbestçe çıkabilirsin. Senin gibilerden hiç nefret etmedim. İnkarcı ruhlar içinde beni en az üzen ifrittir, insanın çalışması kolaylıkla gevşeyebilir. O hemen kesin dinlenmez. Onun için ona, arkadaş olarak, uyarıcı ve arzuları teşvik edebilecek ve bir ifrit olarak iş görmek zorunda olan birisini veriyorum.

Ama sizler, gök yüzünün öz evlatları, canlı ve zengin güzelliklerin zevkine varınız. Ebedi olarak tesir eden ve yaşayan bir oluş, sevgi kolları ile sizi kavrıyor. Titrek belirtiler içinde yüzen şeyi daima düşüncenizde canlandırın.

(Gök kapanır, büyük melekler dağılır.)

Mefisto: (Yalnız) Ara sıra ihtiyarı görmeyi severim ve onunla bozuşmaktan sakınırım. Büyük Tanrı’nın şeytanla böyle insanca konuşması ne hoş!

TRAGEDİNİN BİRİNCİ BÖLÜMÜ

Gece, yüksek tavanlı dar, gotik bir oda Faust, masasının başındaki iskemlesinde, huzursuz…

Faust: Ah… İşte, felsefeyi, hukuku-tıbbı, ve ne yazık, ilahiyatı da ateşli bir çalışma ile iyice, tahsil ettim. Ama beni zavallı deli, işte yine o’yum ve eskisinden daha akıllı değilim!

Gerçi bana üstat, hatta doktor diyorlar ve on yıl var kil çömezlerimi, burunlarından tutup, yalan yanlış, bir aşağı bir yukarı sürükleyip duruyorum. Ve görüyorum ki hiç bir şeyi bilemiyoruz, işte bu, nerdeyse kalbimi   parçalayacak!

Gerçi, bütün bilgiçlerden, doktorlardan, hocalardan, yazarlardan ve papazlardan daha akıllıyım ve hiç bir çekinceme ve kuşku içimi kemirmiyor, ne cehennemden ne de ifritten korkum var ama buna karşılık, bütün sevinçlerimi yitirmiş bulunuyorum.

Doğru bir bilgi edinebileceğimi, insanları iyileştirecek ve esenliğe ulaştıracak bir şeyler öğretebileceğimi hayal edemiyorum..

Ne param, ne malım ne de dünya onur ve nimetlerinden payım var.

Bir köpek bile böyle yaşayıp durmak istemez.

İşte bunun için, kendimi büyücülüğe verdim ki, ruh gücü ve ağzı ile bazı sırları öğreneyim, soğuk terler dökerek bilmediklerimi saymak zorunda kalmayayım, alemi en içinden tutan kuvveti kavrayayım ve bütün yaratıcı kuvvetleri ve tohumlara göreyim de kelime oyunlarından kurtulayım.

Şu masanın başında nice geceler yolunu uyanık beklediğim dolunay, kitap ve kağıt yığınları üstünden görünen gamla dost, ıstırabıma bu son bakışın olsaydı!

Ah… Dağ tepelerinde, senin sevimli ışığında yürüsem, mağaraların etrafında perilerle uçuşabilsem, çemenler üstünde senin alaca ışığında dolaşabilsem ve bütün bilgi yükünden sıyrılıp senin çiğ’inde yıkanarak sağlığa kavuşabilsem!

Eyvah!… Sevimli gök ışığının bile, renkli camlardan bulanık geçebildiği bir zindanda, bu mel’un karanlık duvar deliğinde miyim hala! Kurtların kemirdiği, tozla kaplı kitap yığınlarının yüksek tavana kadar doldurduğu, solmuş kağıtların çevrelediği bu delik de miyim? Bardaklar, kutular ve dedelerden kalma eski püskü eşya ile tıka basa dolu şu odada mıyım hala! Bu da bir dünya ha! Buna da bir dünya diyorlar ha! Sonra da niçin, kalbin korku ile burkuluyor ve niçin anlaşılmaz bir, acı bütün yaşama hamlelerini kesiyor diye hala soruyorsun? Tanrı insanı canlı tabiat içinde yaşasın diye yarattığı halde seni duman ve kokuşma içinde hayvan iskeletleri ve ölü kemikleri çevreliyor!

Fırla, kaç! Geniş aleme çık! Nostradamus’un kendi eliyle yazdığı şu büyülü kitabın kılavuzluğu sana yetmez mi? Onun sayesinde yıldızların hareketini kavrayacaksın ve tabiat sana hocalık ederse, ruhunun gücü açılacak ruhların birbirine nasıl seslendiğini anlayacaksın.

Şurada kuru kuruya düşünüp durmak beyhude! Seni kutsal işaretler aydınlatacaklar.

Ey etrafımda uçuşup duran ruhlar, sesimi duyuyorsanız cevap verin!

(Kitabı açar ve Makokosmos işaretine bakar.) Bu bakışla bütün gönlümü nasıl bir mutluluk dolduruyor! Bütün sinir ve damarlarımdan alev alev taze ve kutsal bir yaşama saadeti fışkırıyor!

İçimdeki fırtınayı dindiren, zavallı kalbimi sevinçle dolduran, büyülü bir biçimde çevremdeki doğa kuvvetlerinin sırlarını bana açan, bu işareti yazmış olan, acaba, bir Tanrı mıydı? Yoksa ben de bir Tanrı mıyım? İçimde bir ışık doğuyor!

Bu temiz çizgilerde yaratıcı tabiatı, ruhumun önüne açılmış görüyorum.

”Ruhlar alemi kapalı değildir. Senin duyguların kapalıdır. Senin ruhun ölüdür.. Haydi, çömez, fani kalbini, irkilmeden, sabah kızıllığında yıka” demiş olan hakimi ancak, şimdi anlıyorum.

(İşarete bakar.)

Nasıl, her şey bir bütünde örülüyor, bir varlık öteki varlıkta yaşıyor ve iz bırakıyor? Nasıl gök kuvvetleri inip çıkıyorlar ve birbirlerine altın kovayı sunuyorlar? Bereket kokan titreyişlerle gökten yere nasıl iniyorlar ve ahenkli sesleri ile alemi nasıl çınlatıyorlar!

Nasıl bir oyun bu? Ama ah, sadece bir oyun!

Sonsuz tabiat, seni nerenden tutayım?

Yer ve göğün desteği, bütün canlılığın kaynakları ve yorgun kalbimin sığınağı göğüsler, sizi nerenizden tutayım? Siz böyle gür akarak aleme hayat verirken, ben size boş yere mi yalvarıyorum?

(Üzüntülü, kitabın sayfalarını çevirir,. Arz ruhunun işaretini görür.)

Bu işaret bana nasıl bambaşka bir etki yapıyor? Dünya ruhu, sen bana daha yakınsın! İşte hemen, gücümün arttığını hissediyorum. Taze şarap içmiş gibi alevlendiğimi duyuyorum.

Hayata karışmak, dünya sevinç ve derdine katlanmak, fırtınalarla boğuşmak, gemi çatırdayarak batarken acze düşmemek cesaretini buluyorum kendimde!

Üstümde bulutlar toplanıyor. Ay, yüzünü gizliyor. Lamba sönüyor. Dumanlar çıkıyor. Başımın etrafında kırmızı ışıklar çakıyor, tavandan bir ürperiş boşanıyor ve beni kaplıyor.

Duyuyorum işte, çağırdığım ruh, yakınımda dolaşıyorsun. Ortaya çık. Bak, kalbim nasıl çarpıyor. Bütün duygularım yeni bir heyecanla nasıl alt üst oluyor! Bütün kalbimle sanal teslim olduğumu his ediyorum. Hayatıma da mal olsa, ortaya çıkmalısın, görünmelisin.

(Kitabı eline alarak ruh remzini esrarlı bir telaffuzla okur. Kırmızı bir alev çıkar. Alevin içinde ruh belirir.)

Ruh: Kim çağırıyor beni?

Faust:  (Yüzünü öteye çevirerek.) Korkunç surat!

Ruh: Beni küremin üstünden emerek kuvvetle kendine çektin: Ya şimdi?

Faust: Eyvah, ben buna dayanamam!

Ruh: Beni bulmak, yüzümü görmek, sesimi işitmek için nefesin kesilircesine yalvarmıştın. Bu yalvarışına dayanamadım, işte karşındayım. Ey insanüstü seni acınacak bir korku kaplamış. Ruhunun feryadı nerde? Kendi içinde bir dünya yaratan onu taşıyıp besleyen, sevinçli bir titreyişle coşan ve kendisini biz ruhlara eşit bir düzeye yükseltmeye uğraşan kalbin nerede? Sesi bende çınlayan ve var kuvveti ile beni çeken Faust neredesin?
Soluğundan ürpererek hayat çukurlarında titreyen, korkuyla kıvrılmış şu solucan sen misin?

Faust: Alevdeki hayal, senden kaçayım mı? Benim işte, Faust’um. Senin eşitinim.

Ruh: Hayatın fırtınalarında ve olaylar sağanağında oraya buraya atlar, iner, çıkarım. Doğum ve ölüm, ebedi bir deniz, değişik bir örgü, ateşli bir hayat!
İşte böyle zamanın gürleyen tezgahında çalışırım ve Tanrının canlı kisvesini dokurum.

Faust: Geniş alemi dolaşıp duran işlek ruh. Kendimi sana ne kadar yakın hissediyorum!

Ruh: Sen anladığın ruha benziyorsun. Bana değil.

(Kaybolur.)

Faust: (Yere yıkılırken) Sana değil de kime? Tanrı’nın örneği olan ben, sana bile benzemiyor muyum?

(Kapı vurulur.)

Ah. Felaket! Biliyorum. Bu, çömezimdir. En güzel mutluluğum yok oldu. Bu hayal alemini, şu sinsi sokulgan tarumar etmeli miydi?

(Wagner elinde fener, geceliği ve takkesiyle içeri girer. Faust isteksiz, yüzünü o tarafa çevirir.)

Wagner: Bağışlayın. Sizi işittim. Her halde bir Yunan trajedisi okuyordunuz. Bu sanattan biraz pay almak isterim. Çünkü, ona bugün çok değer veriliyor. Bir komedyanın, bir papaza ders verebilir diye, övüldüğünü çok işittim.

Faust: Evet ama bazen olduğu gibi ya papaz bir komedyen ise?

Wagner: Ah… İnsan kendi müzesinde mahpus ise ve dünyayı bir dürbünle bile değil de, ta uzaklardan, hatta bir bayram gününde, göremezse, sözle alemi nasıl idare edebilir?

Faust: Yeteneği kendinizde hissetmezseniz zorla elde edemezsiniz. O söz gönülden doğmaz ve büyük bir rahatlıkla dinleyicilerin kalplerini fethetmezse bir şey elde edemezsiniz. Hep oturduğunuz yerde kalırsınız, Başkalarının artıklarından çeşitli şeyleri karıştırarak başka lezzette bir çorba hazırlayınız ve kül yığınaklarınızı ölgün ışıklar çıkıncaya kadar üfleyiniz. Hoşunuza giderse bununla çocukları ve maymunları hayran edebilirsiniz. Ama, söz gönlünüzden doğmazsa, kalpleri birbirine bağlıyanı azsınız.

Wagner: Hatibin başarısını sağlayan şey, yalnız konuşmadır. Anlıyorum ki ben daha çok gerideyim.

Faust: İnsan dürüst bir kazanç aramalı. Davul gibi boş gürültü çıkaran bir deli olmamalı. Akıl ve sağ duyu, fazla sanat göstermeye lüzum olmadan da kendisini ifade edebilir. Gerçekten, bir şey söylemek arzunuz ciddi ise, kelimeler peşinde koşmaya ne hacet? Evet, insanlığa bir gösteriş yapmaya çalışan tumturaklı nutuklar, güzün kuru yapraklarını hışıldatan sis rüzgarı gibi tatsızdır.

Wagner: Ah, rabbim, sanat uzun, ömür kısadır. Eleştiriler yapıp dururken, çok defa kafam ve kalbim dara geliyor. Kaynaklara kadar ulaşmaya yarayacak araçları elde etmek ne güç! Yolun daha yarışma varmadan zavallı bir çömezin ömrü tükenir.

Faust: Parşömen, bir yudumu, susuzluğu ebediyen dindiren kutsal pınardır değil mi? O, senin kendi ruhundan kay-namazsa, susuzluğun geçmeyecektir.

Wagner: Bağışlayın, zamanların anlayışını kafamızda canlandırmak, bizden önce bir hakimin neler düşündüğünü anlamak ve sonra kendimizin nasıl daha yükseklere ulaştığımızı görmek, ne zevkli şey!

Faust: Evet, evet. Yıldızlar kadar yükseğe! Dostum geçmiş zaman bizim için yedi mühürlü bir kitaptır. Zamanların düşünüşü dediğiniz şey, hakikatte, o zamanları yansıtan insanların kendi ruhudur. işte bu da çok defa gerçekten bir yürek acısıdır. İlk bakışta sizden kaçarlar. Bir süprüntü küfesi, bir hurda mahzeni, olsa olsa kuklanın ağzına yakışacak somurtkan ahlaki vecizelerle süslü bir komedi, bir tuluatçılık, bir saray meddahlığından ibarettir.

Wagner: Ama dünya, insanın kalbi ve kafası… Herkes bunları biraz anlamak ister.

Faust: Buna da anlamak denirse, evet! İşin gerçeğini kim söyleyebilecek? Bunu bilen bir iki kişi de, kalplerindekini saklayamadılar, duygularını ve görüşlerini akılsızca halk kütlesine ifşa ettiler. Ve bu yüzden çarmıha gerildiler, veya yakıldılar. Dostum, vakit gece yarısını geçti, konuşmayı bu defalık burada keselim.

Wagner: Bana kalsa sizinle böyle bilgince görüşmeleri sürdürürdüm. Ama yarın paskalyanın ilk günü. Bir iki soru daha sormama izin verirsiniz. Öğretime büyük gayretle sarıl­dım, gerçi çok şey biliyorum. Ama her şeyi bilmek istiyorum. (Çıkıp gider.)

Faust: (Yalnız) Hep kabuğa yapışıp kalan şu kafa, nasıl da bütün umutlarını yitirmiyor. Hırslı elleriyle defineler kazıp çıkarmaya uğraşırken, bir solucan bulduğuna bile sevinebiliyor!

Etrafımızı, ruhların sardığı bir anda, böyle bir insan se­sinin çınlaması caiz midir? Ama olsun; insan oğullarının en zavallısı, bu defalık sana müteşekkirim. Aklımı bozacak bir perişanlıktan beni kurtarmış, oldun.

Ah… Karşımda beliren ruh, o kadar büyük ki, kendimi bir cüce gibi gördüm.

Ben, uluhiyetin (Tanrılık sıfatı, Allahlık vasfı -CC) örneği fanilikten sıyrılarak ebedi yaradılışın aynasına kendimi çok yakın vehm (kuruntu-CC) ediyor ve ilahi bir parlaklık ve açıklık içinde kendi benliğimin tadına varıyorum. Kendimi bir melekten de üstün, şerbet gücümü tabiatın damarlarından geçirip yaratıcı bir Tanrı olmaya yeltenmek gibi bir vehimle kibirlenen ben, nasıl cezalanmalıyım? Yıldırma gibi bir söz beni silip süpürdü.

Sana benzemek gibi bir kibre düşmemeliyim! Seni çekecek güce sahip olsam bile, seni tutmaya gücüm yetmeyecekti.

O kutsal anda kendimi o kadar büyük ve o kadar küçük hissetmiştim! Sen beni insafsızca, belirsiz insanlık kaderine geri çevirdin.

Nelerden vazgeçmeliyim? O arzuya boyun eğmeli miyim? Bunları bana kim öğretir?

Ah… Bizim hareketlerimiz de, acılarımız gibi, hayatımızın yürüyüşüne engel oluyorlar.

Zekanın tadabileceği en muhteşem şeye, daima bir yabancı madde musallat oluyor.

Bu dünyanın iyilik tarafına ulaşsak bile; onu, yalan ve vehimden ibaret sayıyoruz.

Bize hayat bahşeden duygular, dünyanın kargaşalığı içinde donup kalıyor.

Hayal, umut dolu cesur bir uçuşla ebediyetlere doğru açıldığı vakit, bütün mutluluklar zamanın kasırgası içinde birbiri ardından söndükçe ona küçük bir saha yetiyor. Üzüntü, her kalbin derinliklerine yerleşiyor ve orada gizli acılar yaratıyor. Huzursuz çırpınarak huzuru ve zevki kaçırıyor. O daima yeni maskeler takınarak, bazen mal mülk kadın ve çocuk, bazen da ateş, su, hançer ve zehir şeklinde görünüyor. Senin de kendine dokunmayan bu belalar karşısında ve hiç bir vakit kaybetmediğin şeyler için daima ağlaman gerekiyor.

Ben, Tanrılara benzemediğimi hissediyorum. Ben ancak toprağı eşerek beslenen ve yolcunun ayakları altında yok olup gömülen bir solucana benzerim!

Beni hapseden, bu yüksek duvarı yüzlerce rafta bana daraltan, toz toprak değil mi? Beni sıkan şu tahtakurusu yuvasındaki binlerce hurda eşya değil mi? Aradığımı burada bulacağım ha!

Her yerde insanların dert çektiklerini ve ancak sayılı bir iki kişinin mutlu olduğunu binlerle kitaptan mı öğreneceğim? Boş kafatası, karşımda öyle ne sırıtıyorsun? Senin beyninin de, benimki gibi, bir zamanlar, perişanlıkla gün aydınlığını aradığını ve akşam karanlığında hakikat arama şevki içinde, yolunu sapıttığını mı söylemek istiyorsun?

Ey tekerlekli, dişli, pistonlu aletler, siz de benimle alay ediyorsunuz! Önümdeki kapıyı açacak anahtarlar olmalıydınız. Ama dişleriniz tam olduğu halde bir türlü açamıyorsunuz! Gün ışığında bile esrarlı olan tabiat, sırlarını vermiyor. Ve onun sana ifşa etmediklerini öğrenmek için kaldıraç ve burgu ile zorlaman beyhude!

Ey kullanmadığım hurda alet. Babam seni kullanmış diye burada duruyorsun. Ey eski kağıt tomarı, sen de bu masada şu fersiz lamba yandıkça isleneceksin.

Bu öteberiyi, içinde ter dökeceğime, bir an önce elden çıkarsam daha iyi olurdu.

Atalardan sana kalan şeylere sahip olman için, onları kullanman gerek. Faydalanılmayan mal, ağır bir yüktür. Ancak şu anın yarattığı şey, ise yarayabilir.

Ama gözlerim niye şu noktaya takılıp kalıyor? Yoksa o karşıdaki şisecik gözleri çeken bir mıknatıs mıdır?

Karanlık ormanda ay doğmuş gibi, içim birden bire neden ışıklanıverdi ?

Zehir şişesi.

Ürperişle elime aldığım eşsiz şişecik, seni selamlarım. Sende insan zeka ve sanatını yüceltirim.

Ey aziz uyutucu, usarelerin özü. Ey bütün öldürücü, ince kuvvetlerin özeti, ustana teveccühünü göster!

Seni görüyorum, ıstıraplarım hafifliyor,

Seni tutuyorum, ihtirasım sönüyor,

Ruhumun kasırgaları yavaş yavaş diniyor,

Açık denizlere doğru sürükleniyorum.

Dalgalar ayaklarımın altında ayna gibi parıldıyor,

Yeni bir gün, beni yeni ufuklara çekiyor.

Bir ateş arabası hafif yalpalarla bana doğru uçuyor,

Kendimi esirin içinden geçip yeni yollara açılmaya ve temiz bir hayatın yeni alemlerine ulaşmaya hazır buluyorum.

Ne yüce hayat, ne Tanrısal mutluluk!

Sen bir solucan olduğun halde buna nasıl layık oldun?

Evet, sen dünyanın mutlu güneşine sırtını çevirmek cesaretini göster,

Herkesin, önünden sıvışmayı sevdiği kapıları kırmaya cesaret et.

İnsan haysiyetinin Tanrısal yücelik önünden kaçmayacağını göstermenin zamanı geldi işte!

Muhayyelenin, kendi kendisini ıstıraba mahkum ettiği karanlık çukurun önünde titrememek, dar ağzının etrafında bütün cehennem alevlerinin fışkırdığı geçide girmek, yok olmak bahasına da olsa, bu adıma karar vermek zamanıdır şimdi!

Ey temiz billur kadeh. Nice yıllardır hatırıma getirmediğim eski rafından in, gel!

Sen, ataların sevinçli günlerinde parıldardın ve elden ele geçtikçe, somurtkan misafirlere neşe verirdin. Üstündeki zengin sanatkarca resimlerin haşmeti ve senden içenlerin üstündeki yazıları mısra mısra anlatmaları, seni bir yudumda boşaltmaları, nice gençlik gecelerimin hatırasıdır.

Seni şimdi ben kimseye sunmayacağım. Ve üzerindeki sanat eserin için nükteler yapmayacağım.

Şurada esmer bir dalga gibi, boşluğunu dolduran bir usare (öz su-CC) var ki, çabuk sarhoş eder.

Kendimin hazırladığı ve seçtiği bu son yudumu gönülden bir bayram selamı olarak sabahın onuruna içiyorum.

(Kadehi ağzına götürür, bu esnada çan ve koro sesleri duyulur.)

Melekler korosu:
İsa dirildi!
Varlıklarını,
Atalarından kalma ve öldürücü
Günahlar sarmış olan
Faniler, sevinsin!

Faust: Bu derin uğultu, bu tatlı ses, nasıl kadehi zorla ağzımdan çekiyor!

Boğuk sesli çanlar, Paskalya’nın ilk bayram saatini mi haber veriyorsunuz?

Korolar, mezar karanlığı etrafında meleklerin dudaklarında çınlayan teselli şarkılarını yeni bir birleşmenin müjdesi olarak mı söylüyorsunuz?

Kadınlar korosu:
Vücuduna sürmüştük
En güzel kokuları,
Ve onu yere gömmüştük
Biz sadık çocukları!
Tenine sarmıştık ince ve pak kefeni
Şimdi boş buluyoruz kefeni!

Melekler korosu:
İsa dirildi!
Onu seven,
Ve dert ve şifa verici,
Öğretici,
Sınavlardan geçmiş olan,
Bahtiyardır, şimdi!

Faust: İlahi sesler, böyle gür ve tatlı, beni bu toz toprağın içinde ne diye arıyorsunuz? İmanlıların bulunduğu yerde çınlasanız daha iyi! Ben Tanrısal bildiriyi işitiyorum tabii. Ama benim olanağım yok. Mucize, imanın en sevimli yavrusudur. Bu tatlı müjde haberinin geldiği alemlere gitmeye cesaret edemiyorum. Ama gençliğimden beri alışık olduğum bu ses, beni tekrar yaşamaya çağırıyor. Eskiden bu derin bayram huzuru içinde göklerin sevimli busesi anlıma konardı. Çanların o dolgun sesi, seziş dolu çınlardı. Ve bir dua en yüksek bir zevk olurdu. Kavranılmaz aziz bir özlem, beni orman ve çimenler arasına gitmeye iterdi. Ve bir gözyaşı seli içinde, benim için bir dünyanın doğduğunu görürdüm. Bu ilahi, gençlere, neşeli oyunlarını ve ilkbahar bayramının mutluluğunu müjdelerdi.

İşte beni, son ve ciddi adımdan, çocukluk duyguları ile bu hatıralar alıkoydu.

Aziz Tanrıçalar, çınlamaya devam, edin! Gözyaşım coşuyor. Ben yine dünyanın oldum.

Gençler korosu
O heybetli varlık
Açıp mezarını,
Haşmetle göklere uçtu artık.
Tatmakta oluşun zevkini
Yakındır yaratıcı sevince…
Ah, toprağın koynunda,
Dertler içimizi yakmakta
Çocuklarını bıraktın
Bu dert dünyasında.
Ah, büyük üstadımız,
Senin kaderine ağlarız.

Melekler Korosu:
İsa dirildi,
Ölümün kucağından!
Siz de sıyrılın sevinçle, şimdi,
O ağır zincirlerinizden!

Ey onu sevenler,
Hamd edenler
Onunla bir sofrada yiyenler1,
Vaazlarımda mutluluk vaat edenler

Müjde, kurtarıcı size yakın,
O size geldi, bakın!
Şehir kapısı civarı çeşit çeşit gruplar gezmede

Bir kaç çırak: Ne diye oraya gidiyoruz?

Başka, çıraklar: Biz, avcı yurduna gidiyoruz.

İlk çıraklar: Biz de değirmene doğru gitmek istiyoruz,

Bir çırak: Size havuzlu kahveyi öğütlerim.

İkinci çırak: Oranın yolu hiç güzel değil!

Ötekiler: Sen ne yapıyorsun?

Üçüncü çırak: Ben arkadaşlarla gidiyorum.

Dördüncü çırak: Kule köyüne gidin. Kızların en güzelini, biranın en alasını, dövüşün de en daniskasını orada bulursunuz.

Beşinci çırak: Keyf düşkünü herif, derin yine mi kaşınıyor? Ben oradan nefret ederim!

Hizmetçi kız: Hayır hayır, ben şehre dönüyorum.

Başka hizmetçiler: Onu kavaklarda buluruz herhalde.

İlk hizmetçi kız: O beni açmaz. Hep senin yanında yürür ve yalnız seninle dans eder. Senin keyfinden hana ne?

İkinci hizmetçi: Bugün herhalde yalnız değildir. Kıvırcık saçlı gencin beraber olacağım söylüyordu.

Öğrenci: Şu yürekli kızların yürüyüşüne bak. Yıldırım gibi. Gel beraber şunları izleyelim. Okkalı bir bira, keskin bir tütün, ve süslü bir kız. Bana keyf verenler de bunlar!

Şehirli kız: Şu güzel delikanlılara bakın! Bu, gerçekten bir rezalet. En iyi refakate sahip olabilirlerdi, halbuki hizmetçilerin peşinde koşuyorlar.

 

GEZMEDE

Bir kaç çırak: Ne diye oraya gidiyoruz?

Başka, çıraklar: Biz, avcı yurduna gidiyoruz.

İlk çıraklar: Biz de değirmene doğru gitmek istiyoruz,

Bir çırak: Size havuzlu kahveyi öğütlerim.

İkinci çırak: Oranın yolu hiç güzel değil!

Ötekiler: Sen ne yapıyorsun?

Üçüncü çırak: Ben arkadaşlarla gidiyorum.

Dördüncü çırak: Kule köyüne gidin. Kızların en güzelini, biranın en alasını, dövüşün de en daniskasını orada bulursunuz.

Beşinci çırak: Keyf düşkünü herif, derin yine mi kaşınıyor? Ben oradan nefret ederim!

Hizmetçi kız: Hayır hayır, ben şehre dönüyorum.

Başka hizmetçiler: Onu kavaklarda buluruz herhalde.

İlk hizmetçi kız: O beni açmaz. Hep senin yanında yürür ve yalnız seninle dans eder. Senin keyfinden hana ne?

İkinci hizmetçi: Bugün herhalde yalnız değildir. Kıvırcık saçlı gencin beraber olacağım söylüyordu.

Öğrenci: Şu yürekli kızların yürüyüşüne bak. Yıldırım gibi. Gel beraber şunları izleyelim. Okkalı bir bira, keskin bir tü­tün, ve süslü bir kız. Bana keyf verenler de bunlar!

Şehirli kız: Şu güzel delikanlılara bakın! Bu, gerçekten bir rezalet. En iyi refakate sahip olabilirlerdi, halbuki hizmetçilerin peşinde koşuyorlar.

İsa’nın son akşam yemeğine telmih.

İkinci öğrenci (birinciye): Bu kadar acele etme, şu arkadan iki kız geliyor, pek şık giyinmişler, birisi benim komşum, tutkunum o kıza. Ciddi ciddi yürüyüp gidiyorlar ama sonunda bizi yanlarına kabul ederler.

İlk öğrenci: Hayır birader, hayır. Ben tekellüfü sevmem. Çabuk ol da avımızı kaçırmayalım. Cumartesi günü süpürge sallayan el, pazar günü seni en iyi okşayacak eldir!

Şehirli: Hayır, yeni belediye başkanını beğenmiyorum, işte karşıda. Gün geçtikçe daha tersleşiyor. Şehre ne faydası oluyor bunun? İşler günden güne bozulmuyor mu? Her zamandan fazla itaate ve her zamandan fazla vergi ödemeye zorunlu kalıyoruz.

Dilenci:  (Mani söyler.)
İyi kalpli baylar,
Güzel bayanlar,
Dilerim kutlu bayramlar,
Lütfen yüzüme bakın
Ve beni dardan kurtarın.
Boşa gitmesin bu şarkılar,
Sadaka veren ne bahtiyar!
Bayram yaparken herkes,
Sevinsin biraz da şu bikes!
Sevincinden bayramın
Bana da bir pay ayırın!

Başka bir şehirli: Pazar ve bayram günleri savaştan ve muharebe patırtısından daha tatlı bir konuşma bilmem! Ta uzaklarda, Türkiye’de, milletlerin birbirleriyle vuruşmasını konuşmak ne zevkli! insan pencereye yaslanır, şarabını çeker, nehirde çeşit çeşit gemilerin akıp gidişini seyreder. Akşam olunca, neşeyle eve döner. Ve barışı ve barış zamanlarını takdis eder.

Üçüncü şehirli: Evet komşum, ben de öyle yaparım. Varsın herkes birbirinin kafasını paralasın. Ve her şey altüst olsun! Yeter ki bizim evde her şey yerli yerinde kalsın.

Yaşlı adam (Kibar kızlara): Aman ne süslenmiş, körpe kız! Kim size vurulmaz? Ama o kadar kibirlenme, sizin ne istediğinizi ben bilirdim ama!

Şehirli kız: Agate, haydi, böyle acuzelerle sokağa çıkmam ben. Gerçi o Sen Andreas gecesinde müstakbel sevgilimi bana göstermiştin, ama!

Başka bir kız: Müstakbel sevgilimi bana da camın içinde göstermişti. Cesur arkadaşlarının yananda asker gibi dimdik birisi. Ama o zamandan beri etrafıma bakmıyorum, öyle birini göremiyorum.

Askerler: Ben askerim, Kuleli, siperli kaleler, Güzel ve nazlı kızlar, Fethetmek isterim. Ne hoştur bu emekler, Ve ne parlak ödüller, işte geçiyor erler!

Barışta ve savaşta,
Boru seslerimiz çınlamalı,
Kaleler ve güzel kızlar
Bizim olmalı.
Ne hoş bu emekler,
Ve ne parlak ödüller, işte geçiyor erler!

Waust, Wagner’le

Faust: İlk baharın sevimli ve diriltici bakışıyla dereler ve ırmaklar buzdan kurtulmuş, vadilerde bir umut saadeti yeşeriyor. İhtiyar kış zaaf içinde, yalçın dağlara çekilmiş. Yeşillen meye başlayan vadilere oradan geçici, cansız, buz sağanakları yollayabiliyor. Fakat güneş artık beyaza müsamaha etmiyor. Her yerde yeni bir hayat yeşeriyor. Güneş her yeri renklerle bezemek istiyor. Henüz kırlarda çiçek görünmüyorsa da, süslü insanlara rastlanıyor. Bu tepelerden yüzünü şehre çevir de bak. Geniş, karanlık şehir kapısından rengarenk bir kafile geliyor. Bugün herkes güneşlenmek istiyor. Halk İsa’nın dirilişini kutluyor. Çünkü kendileri de dirilmişlerdir! Basık evlerden, loş izbelerden, damların ve çatıların baskısından, kutsal gecelerin kiliselerinden gün ışığına çıkmışlardır.

Bak işte, bahçe ve kırlara nasıl birbirini ezercesine doluyorlar. Irmak da, enine boyuna yüzen şen sandallar görünüyor. Batacak kadar dolmuş olan son kayık önümüzden geçiyor. Uzak dağ patikalarında bile renkler pırıldıyor. Artık köy seslerini duymuyorum. Burası halkın gerçek cenneti. Büyük, küçük herkes ”ben burada insanım, burada insan olmak hakkımdır” diye coşuyor.

Wagner: Bay doktor, sizinle yürüyüşe çıkmak hem şerefli, hem de faydalı oluyor, ben yalnız buralara gelmeyi ve kalabalığa karışmayı sevmem. Çünkü her kalabalığa düşmanım. Keman zırıltısı, bağırıp çağırma, top yuvarlama patırtılarından tiksinirim. Sanki kötü ruhların emrindeymiş gibi tepiniyorlar, ve bunun adına keyf çatma ve şarkı söyleme diyorlar.

Köylüler (Ihlamur ağacının altında oyun ve terennüm):

Çoban cepkenini giydi,
Dansa gitti.
”Eğlence böyle olur”, dedi!
Ihlamurun dört bir yanı hemen doldu,
Herkes çılgın bir dansa koyuldu
Yuh hey, yuh hey!
Şen tur böyle gidiyordu,
Çoban, ite kaka, ilerliyordu,
Derken dirseğile, bir kıza çarptı,
Genç kız ”budala” diye ona çattı,
Yuh hey, yuh hey!

Bir sağa bir sola dans yürüdü
Ve bütün etekler havaya uçtu,
Yanaklar kızardı, vücutlar ısındı
Sevgililer böyle kucaklaştı.
Yuh hey, yuh hey!

Baş başa verip fısıldanmayın öyle
Nice gençler nişanlısını aldatmadı mı böyle
Kandırmadı mı onu bir türküyle,
Yankılar kalıyor ıhlamurlarda.
Yuh hey, yuh hey!

Yaşü köylü: Bay doktor, böyle bir günde, büyük bir bilgin olarak, bu kalabalığın içine katılışınız ne lütufkarlık! Buna şükran olarak size taze şarapla doldurduğumuz şişelerin en güzelini sunuyorum. Ve temenni ediyorum ki, o yalnız susuzluğunuzu dindirmekle kalmasın, her damlası, ömrünüze ömür katsın.

Faust: Serinletici içkiyi alıyorum, ve size teşekkür ediyor ve esenlik diliyorum.

{Halk; Faust’un etrafında halkalanır.)

Yaşlı köylü: Gerçekten, bu mutlu günümüzde yanımıza gelmekle pek iyi ettiniz. Siz kötü günlerimizde de yanımızda bulunmuştunuz. Aramızda niceleri vardır ki, veba salgınını durduran babanız, ecelin elinden çekip kurtarmıştır Siz, o zaman genç bir adamdınız. Her hasta evine uğrardınız. Oradan çoklarının cenazeleri çıkardı. Siz ise sağ ve salim çıkardınız. Nice güç imtihanları başarmıştınız. Kurtarıcımıza göklerdeki kurtarıcı yardım ediyordu.

Köylüler (Hep birden): İyiliğini gördüğümüz zate esenlik ve daha uzun zaman yardım etme olanağını bulmasını dileriz.

(Faust Wagner’le yürüyüşe devam eder.)

Faust: Göklerdeki yardımcının ve bize yardım gönderen ve yardım etmeyi öğretenin karşısında eğiliniz.

Wagner: Ey büyük adam, bu halkan hürmeti karşısında kim bilir nasıl duygulanıyorsun? Kabiliyetini böyle kullanabilenlere ne mutlu! Babalar oğullarına seni gösteriyor. Herkes seni soruyor, sana koşuyor. Kemanlar susuyor, dans duruyor, karşına sıralanıyorlar, sen yürürken kasketler havaya uçuyor. Nerde ise, veli huzurunda imiş gibi diz çökecekler.

Faust: Bir kaç adım yukarıdaki kayanın dibinde mola verelim, işte şurada, çok defa yalnız, düşüncelere dalar ve ibadet ve oruçla kendimi tazib ederdim. Zengin bir umut, sağlam bir iman ile gözyaşı dökerek içimi çeker, ellerimi ovuşturur, göklerin tanrısından vebaya son vermesini niyaz ederdim, Halkın bu gösterisi, bana şimdi alay gibi geliyor. Bizim baba oğul, bu şerefe ne kadar az layık olduğumuzu içimde okuyabilsen!

Babam, şerefli ve esrarengiz bir adamdı. Tabiat ve onun kutsal çevreleri hakkında samimiyetle, ama kendine göre, derin derin düşünürdü. Yanında simyacılarla karanlık bir odaya kapanır, ve karma karışık formüllere göre o iğrenç ilacı hazırlardı. Cesur bir güveyi olan kırmızı arslanı, ılık suda zambakla evlendirir, sonra açıkta yanan bir alevle onları bir zifaf odasından ötekine geçirirdi. Sonra şişenin içinde renk renk, genç ece görünürdü, işte babamın ilacı buydu. Ama içen hasta ölürdü. Kimin şifa bulduğunu soran yoktu! İşte biz, baba oğul, bu cehennemi şurupla bu vadilerde ve tepelerde, ortalığı vebadan daha şiddetli kasıp kavurduk. Ben kendim, ilacı binlerce insana verdim. Hepsi öldüler. Küstah katillerin övüldüğünü görmek de başıma geliyor.

Wagner: Buna ne diye üzülüyorsunuz? İyi bir insan, kendisine öğretilen sanatı vicdani ve tam bir tarzda uygulamakla görevini yapmış olmaz mı

Gençliğinde babana saygı gösterirsen, ondan sevgi görürsün ve büyüdüğünde ilme hizmet edersen, oğlun daha ileri hedeflere ulaşır.

Faust: Ah! Bu aldanış deryasından çıkıp kurtulmayı umabilenlere ne mutlu! insan neyi bilmezse ona ihtiyacı oluyor, ve neyi bilirse onu kullanamıyor! Ama bırak, şu güzel saat­leri bu hüzünlerle harap etmeyelim!

Bak, yeşil çevreli kulübeler akşam güneşinde nasıl  parıldıyor. Günün ömrü tükeniyor. Güneş çekiliyor, batıya yö­neliyor, oraya yeni bir hayat bahşediyor.

Ah… Güneşi daima izlemek için beni yerden kaldıracak kanadım yok. Olsaydı, ebedi akşam kızıllığında huzur içindeki dünyayı ayaklarımın altında hissedecek, bütün tepeleri kızarmış, bütün vadileri sükuna kavuşmuş ve gümüş ırmağı, altın nehre akar görecektim. Artık vahşi dağlar, bütün uçurumlar ile, üluhiyete benzeyen bu yürüyüşe engel olamayacaktı.

Daha şimdiden, deniz ılık körfezler ile hayran gözlerime açılıyor. Ama, ilahe artık batmış görünüyor. Yalnız içimde yeni bir arzu uyanıyor. Önümde gündüz, arkamda gece, üstümde gök, altımda dalgalar, onun ebedi ışığını içmek iğin koşuyorum.

Güneş batarken ne güzel bir hülyaya dalıyor insan!

Heyhat, ruhun kanatlarına, bedenin kanatlan o kadar kolay uyamıyor! Ama, üstümüzde mavi boşluklarda uçan tarla kuşu, şakrak ses ile öter, çamlı yalçın tepeler üstünde kartal, kanatlarını açıp gerer ve ibibik kuşu, denizler ve vadiler üstünden yuvasına dönerken, duygularımızın yukarılara, ilerlere yükselmesi, doğuştan alışkanlığımızdır.

Wagner: Benim de böyle derin derin düşündüğüm saatler olmuştur. Ama böyle bir şey hiç duymadım. Kırları ve ormanları zevkle seyretmekten çabuk bıkarız. Kuşun oyunlarına ise, hiç imrenmem. Ama fikri zevkler, bizi kitaptan kitaba, sahifeden sahifeye nasıl başka türlü taşır! O zaman kış geceleri aziz ve güzel olur. Tatlı bir duygu organlarımıza sıcaklık verir. Ve hele bir de kağıt tomar mı açtın mı, bütün gökler yanına inmiş gibi olur.

Faust: Sen yalnız bir emel biliyorsun. Ötekini hiç öğrenme! Ah… Benim göğsümde iki ruh vardır. Birisi Öbüründen ayrılmak ister-. Birisi şiddetli bir aşk zevk ile ve bütün organlar ile, dünya hayatına yapışır. Diğeri ise, toz toprak içinden fırlayıp ulu atalar diyarına yükselmek ister. Ah… Yerle gök arasında hakimane mekik dokuyan ruhlar varsa, nefis kokulu yuvalarından yere inseler ve beni yeni ve renkli bir hayata ulaştırsalar. Evet, bir büyülü cübbem olsaydı da, beni yabancı diyarlara uçursaydı. O bana en zarif elbiselerden, hatta bir ıcıral mantosundan daha kıymetli gelirdi!

Wagner: Sisli bir daire içinde sel gibi yayılan ve her taraftan insana bin çeşit felaket getiren o güruhu çağırma. Kuzey’den kopup gelen cinler, ok gibi sivri dilleri ve keskin dişler ile sana saldırırlar.

Doğu’dan gelenler, her tarafı kurutarak ciğerlerini oyarlar güneyden gelenler, çölden tepene dalga dalga alev yağdırırlar. Batı güruhu ise Önce serinlik verir, sonra seni de tarla tapanı da suya boğarlar. Onlar kötülük yapmaktan ve bizi kandırmaktan hoşlandıkları için itaat eder görünmeyi severler ve gökten inmiş gibi bir tavır takınırlar. Ve yalan söylerken melekler gibi kulağımıza fısıldarlar.

Ama artık yolumuza koyulalım. Ortalık karardı. Hava serinledi. Sis iniyor. İnsan, evin kıymetini akşam daha iyi anlıyor.

Ne duruyorsun öyle? Şaşkın, uzaklara bakışın neden? Akşam esmerliğinde sana böyle dokunan şey nedir?

Faust: Ekinlerin içinde dolaşan şu kara finoyu görüyor musun ?

Wagner:  Çoktan görüyorum ama aldırmıyorum.

Faust: Ona iyi bak. Ne olduğunu tahmin edersin?

Wagner: Kendi tarzında efendisinin izini arayan bir fino.

Faust: Etrafımızda geniş helezonlar çizerek bize yaklaştığını görüyor musun?

Wagner: Ben bir siyah finodan başka bir şey görmüyorum. Sizin bir görme galatınız olacak.

Faust: Bana öyle geliyor ki, ayaklarımızın etrafına bir bağ çekmek için usulca sihirli düğümler atıyor.

Wagner: Ben, efendisinin yerinde iki yabancı gördüğü için, güvensiz ve korkulu, bir köpeğin etrafımızda sıçradığını görüyorum.

Faust: Çember daralıyor. İşte bize çok yaklaştı.

Wagner: Gördüğün bir hayalet değil. Şüphelenerek üren, karnını yere sürten, kuyruğunu sallayan bir köpek. Bunlar, hep köpek huylan.

Faust: Buraya gel, bize arkadaş ol.

Wagner: Pek maskara bir hayvan. Sen durdun mu o bekler, ona bir şey söylersin, sana tırmanır. Bir şey kaybet getirir. Bir değneğin ardından suya atlar.

Faust: Sen haklısın. Onda ruhtan bir eser görmüyorum. Hepsi alıştırmadan ibaret.

Wagner: İyi terbiye edilmiş bir köpeği, bir hakim bile beğenir. Öğrencilerin akıllı arkadaşı olan o hayvan, senin sevgine de layıktır.

Şehir kapısından geçerler. Faust, finosu ile beraber, okuma odasında.

Faust: İçimizde, sezişlerle dolu, kutsal bir korku ve bir iyilik hissi uyandıran gecenin kapladığı kırları ve bayırları bıraktım. Artık vahşi istekler ve her türlü huzursuzluklar uykuya dalmıştır, insan sevgisi harekete geçmiştir. Allah sevgisi uyanmıştır.

Köpeğim, uslu dur! Oraya buraya koşup durma. Kapının eşiğinde ne kokluyorsun Öyle? Sobanın arkasına yat. Yastıklarımın en yumuşağını sana veriyorum. Dışarıda, dağ yollarında koşup sıçrayarak bizi eğlendirmiş olmana karşılık, şimdi ben de seni makbul ve uslu bir konuğum olarak ağırlayacağım.

Ah… Dar hücremizde lamba sevimli ışığını serpmeye başlayınca, göğsümüz ferahlıyor. Kendi kendisini bulan kalbimiz huzura eriyor. Akıl yine hakim olmaya ve umutlar yeşermeye başlıyor, insan hayat pınarlarına özlem duyuyor. Ah… Bu özlem!

Köpeğim, mırıldanma. Şimdi bütün ruhumu kaplayan kutsal seslere köpek sesi uymaz, insanların anlamadıkları şeyle alay etmelerine ve çok defa kendilerine üzüntü veren iyi ve güzel kargısında homurdanmalarına alışığız. Köpek de onlar gibi mırıldanıyor!

Fakat heyhat, bütün iyi niyetime rağmen, gönlümde bir tatmin bulamıyorum. Ama nehir neden kuruyor da, biz yine susuzluğa mahkum oluyoruz?

Bu hususta çok denemelerim var. Ama bu noksan telafi edilebilir. Dünya ötesini takdir etmeyi öğreniyor ve Ahdi cecidde en güzel ve en vakarlı ifadesini bulmuş olan bu ilahi tebliğe özlem çekiyoruz. Esas metnini elime almak ve bu kut­sal metni samimi bir duyguyla sevgili Almanca’ya tercüme etmek arzusunu duyuyorum.

(Kitabı açar ve okumaya başlar.)

”Başlangıçta söz verdi” diye yazılı. Daha ilk satırda takılıyorum. Okumaya devam etmem için bana kim yardım eder? Söze bu kadar yüksek değer vermeye imkan yok. Aklımı kullanarak onu başka türlü çevirmeliyim.

”Başlangıçta anlam vardı”. Bu satırda iyi düşün. Kalemin pek hızlı yürümesin. Her varlığı yaratan ve birleştiren şey, anlam mıdır? Daha doğrusu ”başlangıçta kuvvet vardı” demekti. Ama bunu yazarken de böyle bırakmaktan beni men ediyor bir şey. Ruh yardım ediyor bana. Birdenbire il­hama kavuşuyor meseleyi çözüyorum. Ve iç rahatlığı ile ”başlangıçta fiil ve icraat vardı” diye yazıyorum.

Fino, odayı seninle paylaşacaksam hırlamayı, vızlamayı bırak. Yakınımda böyle can sıkan birisine tahammülüm yok. Birimizden birisi odayı terk etmeli. Konukseverlik hakkını istemeyerek kaldırıyorum. Kapı açık.  Çıkmakta  serbestsin.

Ama, ne görüyorum? Tabiatta böyle şey olağan mı? Bir hayalet mi bir gerçeklik mi o? Köpek nasıl uzuyor, genişliyor, ve yerinden zorla kalkıyor. Bu bir köpek vücuduna ben­zemiyor artık. Eve nasıl bir hayalet getirmişim?

Ateşli gözleri, korkunç dişler ile bir Nil aygırına benziyor. O… Ben seni biliyorum. Böyle bir cehennem zebanisinin hak­kından ancak ”Süleyman anahtarı” gelir.

Koridorda periler:

İçerde birisi mahpus,
Girme yanına sus!
Faka basmış bir tilkiye benziyor,
İçerdeki vaşak korkudan titriyor!
Ama dikkat!
Uçuşun, yukarıya aşağıya,
Oraya buraya,
İsterseniz ödemek ona borcunuzu,
Hapiste bırakmayın kurtarıcınızı!

Faust: Şu hayvanla karşılaşabilmek için dörtlü maniye ihtiyacım var.

Semender tutuşsun,
Su perisi bükülsün,
Hava perisi yok olsun,
Cin de uğraşsın dursun!

Elemanları, onların niteliklerini ve kuvvetlerini tanımıyanlar ruhlara hakim olamaz.

Semender yok ol alevde,
Su perisi, titre büzül de,
Hava perisi, ışılda gök de
Cin, sen de beni destekle öyle.

Köpekte bu dörtlerden hiç birisi yok! Sakin yatıyor ve bana sırıtıyor. Henüz ona acı vermedim,ama daha tesirli büyüler yapayım da görsün!

Arkadaş, sen bir Cehennem kaçkını mısın? Öyle ise kara hayaletlerin Önünde eğildikleri şu işarete bir bak! İşte tüylerin kabarmaya başladı. Her yerden atılmış yaratık. Hiç bir zaman doğmamış, tarifi imkansız, bütün göklerden atılmış ve alçakça hançerlenmiş olan ona hiç bakabiliri misin?

Sobanın ardına tıkılmış, bir fil gibi şişiyor, bütün odayı dolduruyor. Artık nerede ise sis halinde eriyecek.

Tavana kadar çıkma. Efendinin ayaklarında yat. Görüyorsun, seni kuru kuruya korkutmuyorum.

Sem: Kutsal alevle dağlıyorum. Üç defa kırmızı ateşi ve becerikliliğimin en güçlüsünü göstermeme lüzum bırakmadan itaat et.

(Sis dağılırken, bir orta çağ çömezi kıyafetinde Mefisto, sobanın arkasında görünür.)

Bu gürültü ne? Efendime ne hizmette bulunabilirim?

Faust: Finonun aslı buymuş demek! Gezgin bir çömez. İşte buna gülerim.

Mefisto: Bilgin üstadı selamlarım. Beni çok terlettiniz.

Faust: Senin adın ne?

Mefisto: Sözü o kadar küçümseyen ve görünüşten uzaklaşarak isin derinliğine dalmak isteyen birisinin ağzından bu söz bana pek yavan görünüyor.

Faust: Efendiler, sizin gibilerinin içyüzünü adlarından anlamak mümkündür. Size ifrit, arabozucu, yalancı denirse kim olduğunuz anlaşılmış olur. Peki ama sen kimsin?

Mefisto: Daima kötülük yapmak istediği halde, hep iyilik yapan o kuvvetin bir parçasıyım.

Faust: Bu bilmece ile ne demek istiyorsun?

Mefisto: Ben, daima inkar eden bir ruhum. Bunda da haklıyım. Çünkü yaratılan her şey, mahvolmaya layıktır. Onun için hiç bir şey yaratılmasa daha iyi olurdu. İşte sizin günah, yıkıcılık, kısaca kötülük dediğiniz şeyler, benim asıl unsurumdur.

Faust: Sen kendine parçayım diyorsun. Oysa karşımda bir bütün olarak duruyorsun.

Mefisto: Sana basit bir gerçeği söylüyorum. İnsan, bu küçük delilik alemi, kendisini bütün sayıyorsa, ben baş­langıçta her şey olan parçanın bir parçasıyım. Aydınlığı doğurmuş olan karanlığın bir parçasıyım. O mağrur aydınlık ki kendisini doğurmuş olan karanlığın elinden yerini ve fezasını almak ister; a başaramaz. Çünkü ne kadar uğraşsa cisimlere yapışır kalır. O, cisimlerden fışkırır. Cisimleri güzelleştirir. Yörüngesinde onu bir cisim durdurur. Ve umarım ki çok geçmez cisimlerle birlikte yok olur.

Faust: Senin necip görevlerini şimdi anladım. Sen büyük şeyleri mahvedemezsin. Küçüklere musallat olursun.

Mefisto: Elbette böylece çok bir şey yapmış olmuyorum. Yokluğun karşısına çıkan bu battal dünyaya, dalgalar, fırtınalar, zelzeleler, yangınlarla nelere teşebbüs ettiysem, yine bir şey yapamadım. Sonunda kara ve deniz yerinde kalıyor Hele o mel’un hayvan ve insan nesli yok mu? Ona hiç bir şey yapı­lamıyor. Ne kadar çoğunu gömdüm, yine de yeni ve taze bir kan devredip duruyor. Bu böyle giderse çıldıracağım! Kuruda, yaşta, soğukta, sıcakta, havada, suda, topraktan binlerle tohum filizleniyor. Eğer alevi de kendime saklamamış olsay­dım, bende pek bir şey kalmayacaktı.

Faust: Sen daima hareketli, şifalandırıcı ve yaratıcı kuvvetin karşısına hile ile sıkılmış ifrit yumruğunu beyhude sal­lıyorsun. Hercümercin garip evladı, kendine başka bir iş ara!

Mefisto: Gelecek seferler bu konuda daha fazla görüşürüz. Bu defalık gidebilir miyim?

Faust: Niçin sorduğunu anlamıyorum. Seni artık tanımış oldum. İstediğin gibi ziyaretime gelebilirsin, işte pencere, işte kapı ve işine yararsa, işte baca!

Mefisto: İtiraf ederim ki, dışarı çıkmama bir küçük engel var. Eşiğinizdeki şu cin ayağı.

Faust: Şu beş köşe işareti seni rahatsız ediyor ha! Hele bak! Cehennem evladı, bu sana engel oldu ise içeri nasıl girebildin? Böyle bir cin nasıl aldatılabildi?

Mefisto: İyi bakın, beş köşenin çizgileri iyi çizilmemiş, şu dışarıya bakan açı, gördüğüm gibi, biraz açık kalmış.

Faust: Rastlantı bunu iyi yapmış! Sen şimdi benim tutsağımsın ha! Bu epeyce bir basan.

Mefisto: Köpek içeri sıçrarken bir şeyin farkında olmamıştı, ama şimdi değişti. Şeytan evden çıkamıyor?

Faust: Peki pencereden niye çıkmıyorsun?

Mefisto: Şeytanların ve hayaletlerin bir kuralı bu. Ancak girdikleri yerden çıkabilirler. Girmede serbestiz ama çıkmada değil.

Faust: Cehennemin de kuralları mı var? Ne iyi şey! Öyle ise, sizinle bir anlaşma yapabiliriz. Hem de güvenle!

Mefisto: Sana vadedeceğim şeyin tadını çıkaracaksın. Bu zevkinden bir şey eksilmeyecek. Ama bu kısaca anlatılamaz. Oturup konuşmamız lazım. Bu defalık beni serbest bırakmanızı rica ederim.

Faust: Biraz daha kal burada ve bana güzel bir masal söyle.

Mefisto: Gitmeye mecburum. Yakında yine gelirim. O zaman istediğini sorabilirsin.

Faust: Ben sana bir engel çıkarmıyorum. Sen, kendi kendini hapsettin. Şeytanı yakalayan, onu sıkı tutmalıdır. Yoksa, bir daha ele geçiremez.

Mefisto: Arzu edersen sana arkadaşlık etmek üzere burada kalmaya hazırım. Yeter ki, hünerlerim sana hoşça vakit geçirsin.

Faust: Ala. Yeter ki hünerlerin hoşa gitsin.

Mefisto: Dostum, sen bu bir saatte zekan için renksiz bir yıldan daha fazla kazanç sağlayacaksın. Nermin ruhların sana söyleyecekleri şarkılar ve gösterecekleri manzaralar, boş bir büyücü oyunu olmayacak. Hatta, burnun da bundan hoşlanacak. Sonra damağın da tat duyacak. Ve keyfinden bayılacaksın. Hazırlığa ihtiyaç yok. Hep buradayız. Haydi hemen başlayalım.

Periler:

Karanlık kubbeler çekilin,
Mavi göğü örtmeyin,
Şu kopkoyu bulutlar da kalksın
Güneşler daha tatlı ısısın.
Yıldızlar daha hür parüdasın!

Tanrının çocukları uçun,
Ruh gibi güzel, başımızdan geçin
Özlemler, emeller, ardından koşun!
Fistanlar, kurdeleler
Çardaklarda uçuşuyor,

Ve sevişen nişanlılar,
Bir Ömür için andlaşıyor!
Çardaklar, sıra sıra,
Üstlerinde üzüm yüklü asma,

Sonra olgunlaşır üzümler,
Dolar sıra sıra küfeler,
Köpüklü şarap, dereler gibi akar,
Ve temiz taşlardan sızar!

Güzel, yakut kayalar,
Tepeleri arkada bırakır,
Ve göllere uzanır,
Yeşil yamaçlara yaslanır!

Ve kanatlar,
Neşeyle çırpar,
Güneşlere uçar!
Korular halinde coşanları dinlediğimiz,

Kırlarında dans edenleri gördüğümüz,
Adalara doğru uçar!
Kimisi dağlara tırmanır,
Kimizi yüzer göllerde,
Yaşamak sevinci gönüllerde,
Ah ne saadet!

Mefisto: Uyuyor! Aferin size şirin, havai çocuklar. Tatlı şarkınızla onu ne güzel uyuttunuz! Bu konser için size teşekkür ederim. Faust, sen daha şeytanı zaptedecek adam değilsin!.

Onu tatlı hayallerle avutun,
Ve bir çılgınlık deryasına götürün.

Ama şu eşiğin büyüsünü bozmak için bir fare dişine ihtiyacım var. Onu uzun uzun büyülemeye gerek yok. işte şuracıkta bir tanesi tıkırdıyor, hemen sesimi duyacaktır.

Farelerin, sineklerin, kurbağaların, tahta kurularının, pirelerin elebaşı sana emir veriyor: Meydana çık ve şu eşiğe damlatılmış yağı yala!

İşte, sıçrayarak geliyorsun. Hemen işe başla. Beni büyüleyen açı, şu öndekidir. Bir daha ısır, tamam!

Faust, biz gelinceye kadar sen rüya görmeye devam et!

Faust (Uyanır): Yine mi aldatıldım. Bir rüya, beni aldatıp şeytanı kaçırdıktan ve fino da ortadan kaybolduktan sonra böyle mi bırakıp gider?
Okuma odası Faust, Mefisto

Faust: Kapı vuruluyor, beni yine kim tedirgin edecek?

Mefisto: Benim.

Faust: Gir.

Mefisto: Bunu üç defa söylemelisin.

Faust: Gir, işte.

Mefisto: İşte böyle hoşuma gidiyorsun. Umarım ki iyi geçineceğiz. Senin vehimlerini uzaklaştırmak için kırmızı işlemeli elbise, sert ipekten bir manto giyerek, şapkamın üstüne horoz tüyü, belime de uzun, sivri bir kılıç takıp genç bir asilzade rolünde geldim. Sen de böyle giyin ki peşin hükümlerden sıyrılıp, hayatın ne olduğunu anlayasın!

Faust: Ne giyersem giyeyim, bu sınırlı dünya hayatının acısını çekeceğim! Ben sadece oyunla vakit geçirecek kadar genç ve isteksiz yaşayamayacak kadar yaşlı değilim, dünya bana ne bahşediyor? Hep mahrumiyetlere katlanmak, benim nasibim bu. Ömür boyunca, her saat kulağa kısık sesle ulaşan nakarat bu. Sabahları hep korku ile uyanının. Geçerken tek bir arzumu bile yerine getirmeyecek olan ve bir sevinç belirtisini bile inatçı bir aksilikle harabeden, kalbimin yaratıcılığını, bin bir çirkin gaile ile baltalayan gündüzü görünce, ağ­lamak gelir içimden! Gece ortalığa çöktüğü zaman da, yatağıma endişelerle uzanırım. Çünkü yatakta da istirahat mukadder değil. Vahşi rüyalar beni korkutur. Göğsümdeki tanrı, en içimden beni tahrik eder. Bütün kuvvetlerimin üstün­de yerleşen akıl, dışarıda beni faaliyete getiremiyor. Böylece hayat, benim için bir yük oluyor. Ölümü özlüyorum. Hayattan tiksiniyorum!

Mefisto: Ölüm, yine de makbul bir konuk değildir.

Faust: Zafer parıltısı içinde iken Ölümün, başına kanlı zafer tacını bağladığı ve çılgınlaşan bir danstan sonra, bir kızın kollarında yakaladığı insan ne bahtiyardır! Ben de, ruhun yüksek kudreti önünde heyecandan tıkanarak, böyle can verebilseydim!

Mefisto: İyi ama, şu gece yarısı, esmer usareyi içmemiştin!

Faust: Casusluk etmek galiba hoşuna gidiyor.

Mefisto: Ben, her şeyi bilen değilim, ama çok şey bilirim.

Faust: O korkun hercümerç anında, tatlı, tanıdık bir ses, beni çekti ise, çocuk duygularının kalıntısı, mutlu zamanların hatırasıyla beni aldattı ise, ruhu çekici bir büyücülükle saran ve onu kamaştırıcı ve riyakar kuvvetleriyle bu yaslı izbeye sürgün eden her şeye lanet ediyorum!

Lanet, ruhun kendisi hakkında beslediği o yüksek fikre,

Lanet, duygularımızı zorlayan görünüşün göz kamaştırıcılığına,

Lanet, rüyalarımızda bizi aldatan ve bir ömür boyunca kandıran şeref hülyasına,

Lanet, mal, mülk, kadın, çocuk, uşak ve hizmetçi şeklinde bizi okşayabilen şeylere,

Lanet, bizi hazineler ile cesur hareketlere teşvik eden ve fuzuli eğlenceler için altımıza döşek seren servete,

Lanet, üzümlerdeki iksire,

Lanet, aşkın o en derin hazzına,

Lanet, umuda lanet imana ve lanet, her şeyden önce, sabra… Lanet!

 

OKUMA ODASI FAUST, MEFİSTO

Okuma odası Faust, Mefisto

Faust: Kapı vuruluyor, beni yine kim tedirgin edecek?

Mefisto: Benim.

Faust: Gir.

Mefisto: Bunu üç defa söylemelisin.

Faust: Gir, işte.

Mefisto: İşte böyle hoşuma gidiyorsun. Umarım ki iyi geçineceğiz. Senin vehimlerini uzaklaştırmak için kırmızı işlemeli elbise, sert ipekten bir manto giyerek, şapkamın üstüne horoz tüyü, belime de uzun, sivri bir kılıç takıp genç bir asilzade rolünde geldim. Sen de böyle giyin ki peşin hükümlerden sıyrılıp, hayatın ne olduğunu anlayasın!

Faust: Ne giyersem giyeyim, bu sınırlı dünya hayatının acısını çekeceğim! Ben sadece oyunla vakit geçirecek kadar genç ve isteksiz yaşayamayacak kadar yaşlı değilim, dünya bana ne bahşediyor? Hep mahrumiyetlere katlanmak, benim nasibim bu. Ömür boyunca, her saat kulağa kısık sesle ulaşan nakarat bu. Sabahları hep korku ile uyanının. Geçerken tek bir arzumu bile yerine getirmeyecek olan ve bir sevinç belirtisini bile inatçı bir aksilikle harabeden, kalbimin yaratıcılığını, bin bir çirkin gaile ile baltalayan gündüzü görünce, ağ­lamak gelir içimden! Gece ortalığa çöktüğü zaman da, yatağıma endişelerle uzanırım. Çünkü yatakta da istirahat mukadder değil. Vahşi rüyalar beni korkutur. Göğsümdeki tanrı, en içimden beni tahrik eder. Bütün kuvvetlerimin üstün­de yerleşen akıl, dışarıda beni faaliyete getiremiyor. Böylece hayat, benim için bir yük oluyor. Ölümü özlüyorum. Hayattan tiksiniyorum!

Mefisto: Ölüm, yine de makbul bir konuk değildir.

Faust: Zafer parıltısı içinde iken Ölümün, başına kanlı zafer tacını bağladığı ve çılgınlaşan bir danstan sonra, bir kızın kollarında yakaladığı insan ne bahtiyardır! Ben de, ruhun yüksek kudreti önünde heyecandan tıkanarak, böyle can verebilseydim!

Mefisto: İyi ama, şu gece yarısı, esmer usareyi içmemiştin!

Faust: Casusluk etmek galiba hoşuna gidiyor.

Mefisto: Ben, her şeyi bilen değilim, ama çok şey bilirim.

Faust: O korkun hercümerç anında, tatlı, tanıdık bir ses, beni çekti ise, çocuk duygularının kalıntısı, mutlu zamanların hatırasıyla beni aldattı ise, ruhu çekici bir büyücülükle saran ve onu kamaştırıcı ve riyakar kuvvetleriyle bu yaslı izbeye sürgün eden her şeye lanet ediyorum!

Lanet, ruhun kendisi hakkında beslediği o yüksek fikre,
Lanet, duygularımızı zorlayan görünüşün göz kamaştırıcılığına,
Lanet, rüyalarımızda bizi aldatan ve bir ömür boyunca kandıran şeref hülyasına,
Lanet, mal, mülk, kadın, çocuk, uşak ve hizmetçi şeklinde bizi okşayabilen şeylere,
Lanet, bizi hazineler ile cesur hareketlere teşvik eden ve fuzuli eğlenceler için altımıza döşek seren servete,
Lanet, üzümlerdeki iksire,
Lanet, aşkın o en derin hazzına,
Lanet, umuda lanet imana ve lanet, her şeyden önce, sabra… Lanet!

Periler korosu:

Yazık, yazık ne yaptın?
Bir yumrukta dünyayı yıktın,
Yari tanrı sen onu parçaladın!
Biz onun yıkıntısını taşıyoruz ademe,
Düşürdü kayıp çocuklar bizi mateme!
Kursun onu en güçlü ademoğlu yeniden,
Göğsünde yanan yaman ateşten!
Şen bir hayat yeniden başlasın,
Ağızlarda yeni şarkılar çınlasın!

Mefisto: Bunlar benimkilerin küçükleri. Hele bak yaşlılar gibi nasıl sezişle eğlence ve çalışma öğütlüyorlar. Seni, duygularının ve kanının donduğu inzivadan, geniş dünyaya çekmek istiyorlar. Hayatını sırtlan gibi kemiren, kaderinle uğraşmaktan vazgeç. Beraber bulunduğun en fena bile sana insanlar içinde bir insan olduğunu hissettirir. Ama seni bayağı kalabalığın içine atmayı kastetmiyonım. Ben, büyüklerden birisi değilim. Ama, benimle birlikte hayat yolunu yürümek istersen, derhal emrine girmeye amadeyim! Sana arkadaşlık ederim, yerinde görürsen uşağın ve hizmetçin olurum.

Faust: Buna karşılık sana ne ödemeliyim?

Mefisto: Buna daha çok vakit var.

Faust: Hayır, hayır, ifrit bir bencildir. Ve başkasına faydalı bir şeyi Allah rızası için yapmaz. Şartını açıkça söyle, söyleyemezsen böyle hizmetçi eve tehlike getirir!

Mefisto: Ben senin hizmetine girmek, bir işaretinle durmadan, dinlenmeden koşmak isterim. Öte dünyada bir daha birleşirsek, ayni hizmeti sen bana yaparsın!

Faust: Öte dünya umurumda değil! Bu dünya yıkıntı haline geldikten sonradır ki, öte dünya ortaya çıkabilir! Benim sevinçlerimin kaynağı bu dünyadır. Ve, dertlerimin üstüne ışıldayan, bu güneştir O dertlerden kurtulabilirsem, artık ne olursa olsun! Artık sevenler, tiksinenler olacakını, ve o dün­yaların bir üstü ve bir altı olacak mı! Umurumda olmaz!

Mefisto: Bu yolda cesaretin varsa, bana bağlan. Bu günlerde hünerlerimi zevkle seyredeceksin. Daha hiç bir insanın görmediği şeyleri sana vereceğim.

Faust: Zavallı şeytan, bana ne verebileceksin? Bir insanın yüksek amaçlara doğru çırpınan ruhunu senin gibilerin anladığı görülmüş şey midir? Ama yine de doyurmayan yemeğin, elinde civa gibi kayan kırmızı altının, hiç bir zaman kazanılamayacak bir kumarın, koynunda iken, gözcükler ile komşuya işaret eden bir kızın, ilahların hoşlanacağı kadar güzel bir akanyıldız gibi kayıveren türkün var mı? Sen bana koparılmadan çürüyen meyveyi, her gün yeniden yeşeren ağaçları göster.

Mefisto: Böyle bir görev, beni ürkütmez. Bu gibi hazineleri ben sana sağlayabilirim. Aziz dost, rahatça güzel bir ye­mek yiyebileceğimiz zaman da gelecek.

Faust: Bir defa olsun tatmin edilmiş halde tembellik yatağına uzanabilsem, ölüm umurumda olmaz! Beni kendime beğendirecek tarzda yüze gülen zevklerle kandırabilirsen, artık son günüm gelmiş olsun. Bu hususta bahse tutuşurum.

Mefisto: Pek ala.

Faust: ver elini öyle ise. Eğer o (an) a ”dur geçme, ne güzelsin” diyecek olursam, beni artık zincirlere vurabilirsin. O zaman yok olmaya razıyım. Artık ölüm çanlarım çalabilir. Sen de hizmetini bitirmiş olursun. Artık saat vurabilir, yel­kovan düşebilir, benim için vakit tamam olabilir.

Mefisto: İyi düşün, bunu unutmayacağız.

Faust: Bunda tamamıyla haklısın. Ben günahkarca bir taşkınlık yapmıyorum. Bunda direndiğim için, işte bir uşak oluyorum. Senin mi, başkasının mı, bunu sormam bile.

Mefisto: Ben hemen bugün doktorların ziyafetinde senin emrinde çalışacağım. Yalnız bir şartla: ölüm var, kalım var, bir iki satır yazı isterim.

Faust: Yazılı bir şey de istiyorsun ha, ukala! Sen henüz bir erkeğin ve bir erkek sözünün ne olduğunu hiç anlamadın mı? Ağzımdan çıkan sözün hayatımın sonuna kadar kutsal kalması yetmez mi? Dünya bütün selleriyle sürüklenirken, beni bir vaat mi bağlıyacak? Ama bu kuruntu kalbimizden geliyor. Kim kendisini ondan ayırmak isteyebilir? Sadakati, kalbinin temizliğinde saklayabilen ne mutludur! Hiç bir fedakarlık onu pişman etmez. Yalnız yazılı ve mühürlü bir parşömen kağıdı, herkesin çekindiği bir heyuladır. Bunda, söz, daha kalemin ucunda iken donar. Hakimiyet mühür mumu ve deri parçasına kalır. Kötü ruh hangisini üstün tutuyorsun? Maden mi, mermer mi, deri mi, kağıt mı? Yazıyı keski ile mi, hakkak kalemi ile mi, yazı kalemi ile mi yazayım? Beğendiğini seç.

Mefisto: Neden böyle ateşli ve abartılmış konuşuyorsun? Her kağıt parçası kafidir. Bir parçacık kanınla da imzalarsın.

Faust: Bu saçma şey sana yetecekse, kabul.

Mefisto: Kan, pek ayrık bir usaredir.

Faust: Anlaşmayı bozarım diye korkma. Bütün gücümle erişmeye uğraştığım amaç, sana vadettiğim şeydir. Ben fazla gururlanmıştım. Halbuki sadece senin akranınım. Büyük ruh, beni hoş gördü. Tabiat benden gizleniyor. Düşüncemin bağı koptu. Bütün ilimlerden tiksiniyorum. Ateşli ihtirasımı şehvetin derinliklerinde dindir. Nüfuz edilemeyen örtüler içindeki harikaları göster. Kendimizi zamanın çağlayışı ve olayların akışı içine bırakalım artık. Haz ve elem, başarı ve başarısızlık istediği gibi, birbirini kovalasın. insan, durup dinlenmeden faaliyette bulunur.

Mefisto: Siz ölçü ve hedef tanımıyorsunuz. Her sofrada çimlenmek ve hemencecik bir şeyler yakalamak istiyorsunuz. Canınız istiyorsa buna erişebilirsiniz. Elinizi uzatmanız yeter, çekingen olmayın.

Faust: Duyuyorsun işte, sevinçten bahis yok; kendimi içime dalmağa, en ziyade elem veren hazza, sevgi doğuran kine, kuvvet veren üzüntüye adıyorum. Bilgi ihtirasından kurtulan kalbim, artık gelecekte hiç bir kedere kapalı olmamalı­dır. Bütün insanlığın kaderini kendi içimde yaşamak istiyorum. Ruhumla, en yüksek ve en derin şeyleri kavramak, insanlığın    nazlarını ve elemlerini göğsümde toplamak, kendi benliğimi onların benliği haline getirmek,  sonunda da onlar gibi yok olmak istiyorum.

Mefisto: Ah! İnan bana! Binlerce yıldır bu katı lokmayı çiğnedim, kimse beşikten mezara kadar süren emeklemeleri esnasında bu ekşi hamuru hazmedemez. Bizlere inan, bütün bunlar, yalnız bir tanrı için yapılmıştır. O, kendisi ebedi ışık içindir ve bizi ise, karanlıklara salmıştır. Halbuki siz, yalnız gece ve gündüze değer veriyorsunuz.

Faust: Ama ben bunu istiyorum.

Mefisto: Çaresine bakarız. Yalnız bir şeyden endişem var. Zaman kısa. sanat uzundur. Ders almanızı öğütlerim. Bir şairle arkadaş olun. O bay, düşüncelere dalsın ve bütün soylu nitelikleri, şerefli başınıza yığsın. Aslan cesaretini, geyik süratini, İtalyan’ın ateşli kanını, Kuzeyli’nin sebatını; O, size alicenaplıkla hilekarlığı birleştirmeyi ve ateşli gençlik heyecanı ile bir emele aşık olmayı öğretsin. Ben bile, böyle bir üstadı ta­nımak ve ona küçük evren adını takmak isterdim.

Faust: Bütün duyguların yöneldiği insanlık tacını elde edemeyeceksem, benim işim ne?

Mefisto: Sen neysen o’sun. Basma milyonlarla bukleli peruk taksan, bacağını kol yüksekliğinde çizmeye soksan, yine hep olduğun gibi kalırsın?

Faust: Anlıyorum, insan, zekasının bütün hazinelerini kendimde boş yere toplamışım. Sonunda şöyle oturduğum za­man, içimden yeni bir kuvvet kaynamıyor. Bir kıl kadar yük­selmiş, sonsuza yaklaşmış değilim.

Mefisto: Aziz efendim, bu konuları herkesin gördüğü gibi görüyorsun. Hayat zevki elimizden kaçmadan, daha kurnaz davranmalıyız.

Ne? Cellat, elim, ayağım, başım senindir ama, taze taze zevkini sürdüğüm her şey, benim olmaktan çıkar mı bu yüzden? Mesela, ben altı beygir satın alabilirsem, onların kuvveti de benim olmuyor mu? Bu takdirde tek bir insan olduğum halde, yirmi dört bacağım varmış gibi koşabilirim. Onun için haydi, cesaret, bütün düşünceleri bir tarafa bırak, ve benimle birlikte dünyaya dal. Sana şunu da diyeyim ki, fazla derin düşünen bir adam, etrafında yeşil çayırlar olduğu halde, bir kötü ruh tarafından çorak yerlerde dolaştırılan bir hayvana benzer.

Faust: İşe nasıl başlayacağız?

Mefisto: Buradan hemen çıkalım. Bu ne biçim işkence yeri böyle? Kendini ve gençleri bunaltmakta ne mana var? Bu ne biçim hayat? Sen burasını komşuna bırak. Boş şeylerle kendinizi üzüyorsunuz. Bilebildiğin şeylerin en iyisini, zaten çocuklara söyleyemezsin ki. işte onlardan bir tanesinin sesini koridorda duyuyorum.

Faust: Onu görmem mümkün değil.

Mefisto: Zavallı çocuk, çoktandır bekliyorum. Buradan üzgün gitmemeli. Gel, cüppeni, takkeni ver bana. Bu kıyafet bana çok yaraşır.

(Giyinir.) işi şimdi benim kurnazlığıma bırak. Yalnız bir çeyrek saat vakte ihtiyacım var. Bu müddet içinde sen de güzel bir yolculuğa hazırlan.

[Faust gider.]

Mefisto: (Faust’un uzun cüppesi içinde.)

Aklı, bilimi, insanın en yüksek gücünü değersiz gör bakalım! Göz boyacılığı ve büyücülükleri ile yalanın ruhundan yardım um. Şimdiden avucumun içindesin. Kader ona öyle bir ruh vermiş ki, içi içine sığmaz, daima ileriyi özler, aceleci hamlelerle dünya sevinçlerinin üstünden atlar geçer. Onu sefalet hayatının içinden geçireyim ve alelade şeyler göstereyim. Önümde uçsun. Susuzluğunu gidermesini boş yere yalvararak kendisini şeytana teslim etmese idi, yine yok olacaktı.

[Bir öğrenci gelir.]

Öğrenci: Buraya az evvel geldim. Herkesin saygı ile andığı bir kimse ile tanışmak ve inanarak konuşmak istiyorum.

Mefisto: Nezaketinizden duygulandım. Ama, karşınızda herkes gibi bir adam var. Çevrenizle temasa geçtiniz mi?

Öğrenci: Rica ederim, beni yanınıza kabul edin. Buraya iyi niyet, yeter para, ve taze bir hevesle geldim. Hatta, annem bırakmak istemedi. Burada faydalı bir şeyler öğrenmek istiyorum.

Mefisto: Tam yerine gelmişsiniz.

Öğrenci: Doğrusu, buradan ayrılmak istiyorum. Bu du­varlar, bu odaların içi, hiç hoşuma gitmiyor. Pek sıkıntılı, hiç bir yeşillik, ağaç görünmüyor. Bu salonlarda ve sıralarda gör­me, işitme, düşünme yeteneğim kaybolacak!

Mefisto: Bu, alışmaya bağlı. Çocuk da annesinin meme­sini ilk defa isteyerek almaz. Fakat az sonra, emmek hoşuna gider. Siz de böyle, hikmetin göğsünde aynı şeyi göreceksiniz. Gün geçtikçe daha fazla zevk alacaksınız.

Öğrenci: Ben hikmetin boynuna sevinçle sarılmak iste­rim. Ama söyleyin bana, ona nasıl ulaşırım?

Mefisto: Hele önce hangi fakülteyi seçtiğinizi söyleyin.

Öğrenci: Büyük bir bilgin olmak, yerde, gökte ne varsa anlamak, bilim ve sanatı kavramak istiyorum.

Mefisto: Tam yerini bulmuşsunuz. Yalnız sakın yolunuzu şaşırmayın.

Öğrenci: Var kuvvetimle bu işe sarılacağım. Yalnız güzel pazar ve bayram tatillerinde biraz dinlenmek ve eğlenmek hoşuma gider.

Mefisto: Zamanı iyi kullanmalı. O, çok çabuk geçer. Fakat düzen size zaman kazanmayı öğretir. Dostum, size öğütlerim, önce mantık dersleri alın. Bu derste, aklınız terbiye görür. Adeta İspanyol çizmesine sokulmuş gibi, düşünme yolunda adımlarını temkinli atar, bir oraya, bir buraya saparak hatalara düşmez, sonra yemek, içmek gibi çoktan bildiğiniz ve kendiliğinden yaptığınız şeylerde bile bir, iki, üç diye saymaya lüzum olduğunu size öğretirler. Gerçi düşünme fabrikası bir ayağın bin ipi birden harekete geçirdiği, mekiğin bir sağa, bir sola fırladığı, iplerin görünmeden aktığı, ve bir hamlede binlerle düğüm atıldığı bir dokuma şaheseridir. Filozof ortaya çıkar, ve ilki şu, ikincisi bu, üçüncüsü şu, dördüncüsü şu, ve birinci ve ikinci olmasa idi, üçüncü ve dördüncü olmazdı der. Bu bilgileri her yerde öğrenciler överler. Ama yine de bir dokumacı olamazlar. Canlı bir şeyi anlayış ve nitelendirmek isteyen, Önce içindeki ruhu uzaklaştırmaya çabalıyor. Küllün cüzlerini ele alıyor. Ama ne yazık, bu cüzler arasında ruhi bir bağ kalmıyor artık. Buna kimya bilimi; Entecheresin natura (tabii ameliye) diyor. Ve, kendi kendisi ile alay ediyor. Ne yaptığının farkında olmuyor.

Öğrenci: Bu fikrinizi iyi anlayamadım.

Mefisto: Gelecek defalar her şeyi basitleştirmeyi ve sı­nıflandırmayı öğrenecek ve daha iyi kavrayacaksınız.

Öğrenci: Bu sözlerden o kadar sersemledim ki, kafamın içinde bir değirmen taşı dönüyor sanki!

Mefisto: Sonra, her şeyden önce metafizik’e başlamalısın. Onda, insan kafasına sığmayan şeyleri, akıllıca kavramayı öğrenirsin havsala alsın, almasın, her şey için gösterişli bir deyim bulmaya çalışacaksın. Ama bu sömestr, önce düzeni sağlamaya çalış. Günde beş saat ders alırsın. Çan çalınınca sınıfta olmalı. Daha önce madde madde her şeyi ezberledin mi, her şey yoluna girer. Hoca, kitapta olmayan bir şeyi söylemez. Sonra yazı yazma hususunda, sanki kutsal ruh dikte ediyormuş gibi gayretli olmalısın.

Öğrenci: Bunu ikinci bir defa söylemenize gerek kalmayacak. Yazmanın ne kadar faydalı olduğunu bilirim. Ak üstünde kara ne varsa, insan güvenle evine götürebilir.

Mefisto: Hele bir kere fakültenizi seçin.

Öğrenci: Hukuk ilmi ile başım hoş değil.

Mefisto: Bunda sizi pek ayıplamam. Bu ilmin ne olduğunu bilirim. Kanunlar ve haklar, irsi bir hastalık gibi, kuşaktan kuşağa geçerler. Ve, memleketten memlekete, göbekten göbeğe, sessizce atlarlar. Akıl, divanelik; hayır, işkence şeklinde gösterilir. Sen de, o kuşağın torunlarından olduğun için vay haline! Bizimle beraber doğmuş olan hukuka gelince, ne yazık, bunlardan bahseden olmuyor!

Öğrenci: Sözleriniz hukuka karşı nefretimi arttırıyor. Size öğrenci olabilene ne mutlu! Nerde ise, ilahiyat öğrenimine karar vereceğim.

Mefisto: Sizi yanlış yola itmek istemem. Bu ilme gelince, onda yanlış yola gitmekten korunmak zordur, içinde ne kadar çok gizli zehir vardır ki, ilaç gibi görünür. En iyisi, bunda da hoca sözüne uymaktır. Yani, kelimelere bağlanıp, böylece güvenli kapılardan iman m tapınağına girersiniz.

Öğrenci: Ama kelime bir kavram ifade etmeli.

Mefisto: Pek doğru, ama insan kendisini bu yüzden sıkıntıya sokmamalı, çünkü, nerde ki kavram yoktur, tam zamanında bir kelime imdada yetişir. Kelimelerle mükemmel tartışılabilir. Sistemler kurulabilir. Kelimeye pek ala iman edilebilir. Ve ondan bir tek harf çıkarılamaz.

Öğrenci: Af edin. Bir çok sorularımla sizi burada tutuyorum. Ama sizi biraz daha rahatsız edeceğim. Bana tıp hakkındaki yerinde fikirlerinizi de söyler misiniz? Üç sene kısa bir süredir. Ve saha çok geniştir. Ve, insana parmağı ile yol gösteren birisi olursa ileriye gitmek mümkündür.

Mefisto: (Kendi kendine) Bıktım kuru laftan artık, yine şeytan rolüne dönmeyelim.

Tıbbın esprisini kavramak kolaydır. Büyük ve küçük alemi incelersen ve sonunda işi oluruna veya Allah’ın takdirine bırakırsın. Dört bucakta ilim aramak için dönüp dolaşmak beyhude.

Herkes ancak öğrenebileceği kadar öğrenir. Yalnızı (an) yakalayabilen tam adamdır. Henüz sağlığınız yerinde, cesaretiniz de eksik olmasa gerek. Siz kendinize güvenirseniz, başkaları da size canını emniyet eder. Hele kadınları idare etmeyi öğrenin. Her gün yenileşen dertlerini, binlerle ah ve vahlarını hep aynı tarzda tedavi etmelisin. Bir parça itibar gösterdin mi, hepsi sana bağlanır. Kadınları, sizin sanat ve becerikliliğinizin başkalarına üstün olduğuna inandıracak bir unvan ve şöhretiniz olmalı. O zaman başkalarının yıllarca emek verdiği şeylere siz kolayca konarsınız. Küçücük nabızlarını iyi yoklamaksın. Sonra ateşli ve kurnaz bakışlarınla, sanki kemerlerini kontrol ediyormuş gibi kalçalarını kavramalısın.

Öğrenci: İşte bu ala. Hiç olmazsa işin aslı anlaşılıyor.

Mefisto: Aziz dost, her teori kurudur. Hayatın altın ağacı ise yeşildir.

Öğrenci: Ben böyle hemen gidemem. Hatıra defterimi sizden yararlanmam için gelecek sefer, hikmetinizin bütün esaslarını anlatmanızı rica edebilir miyim?

Mefisto: Elimden geleni kıvançla yaparım.

Öğrenci: Ben böyle hemen gidemem. Hatıra defterimi size sunmalıyım. Bir şeyler yazmak lütfunu esirgemeyin.

Mefisto: Peki. [Yazar ve defteri iade eder.]

Öğrenci: (Okur) ”Siz de tanrı gibi olacak, hayır ve şerri bileceksiniz.” [Kitabı, saygı ile kapar ve veda eder.]

Mefisto: Sen hele o eski söze ve benim bir yılan olan yeğenime uy, bir gün gelir, Allah’ın benzeri olmanın cezasını çekersin.

[Faust gelir.]

Faust: Şimdi nereye gideceğiz?

Mefisto: Neresini istersen. Önce küçük dünyayı, sonra büyük dünyayı görürüz. Bu bedava inceleme gezisi ne kadar faydalı ve eğlenceli olacak!

Faust: Yalnız ben şu uzun sakalımla o hafif hayat tarzına uyamam. Bu teşebbüste başarılı olamayacağız. Zaten yanında kendimi o kadar küçük hissederim ki! Onun için hep şaşıracağım.

Mefisto: Aziz dostum. Her şey düzelir. Sen nefsine güvendiğin anda, yaşamanın sırrını anlamış olacaksın.

Faust: Evden nasıl çıkacağız? Atın, araban, uşağın nerde?

Mefisto: Mantomuzu açacağız, o bizi havada taşıyacak. Yalnız bu cüretli adımımızda fazla yük alma yanma! Hazırlayacağım bir parça ateş havası, bizi bu dünyadan havalandıracak. Hafif olursak çabuk yükseliriz. Yeni hayat yolunu kutlarım.


Leipzig’de Auerbach meyhanesi Şen delikanlıların içki alemi

Frosch: İçen yok mu, gülen yok mu yahu? Surat asmayı öğretirim ben size. Başka günler alev saçıyordunuz, bugün ıslanmış samana benziyorsunuz.

Brander: Kabahat sende. Bir eğlence bulamıyorsun. Hiç bir muziplik, hiç bir domuzluk yaptığın yok.

Frosch: (Kafasına bir bardak şarabı döker.) İşte sana ikisi de.

Brander: Domuz oğlu domuz.

Frocsh: Bunu istiyordun ya. İşte dediğin oldu.

Siebel: Kavga çıkaran defolsun buradan. Neş’e ile şarkı söyleyin, kafayı çekin, ve bağrışın. Hulla, hulla.

Altmeyer: Eyvah yok oldum. Pamuk yetiştirin, herif ku­ağıma su püskürttü.

Siebel: Kubbe çınlamalı ki, sesin kuvveti anlaşılsın.

Frosch: Doğru, doğru. Her şeyi hoş görmeyenler çıkın buradan.

Altmeyer: Tralalla, tralalla…

Frosch: Hançereler akortlu. [Terennüme başlar.]  ”Kutsal Roma İmparatorluğu, nasıl oluyor da, hala yıkılmıyor?”

Brander: Ne berbat bir şarkı. Siyasi bir şarkı, gamlı bir şarkı. Bir Roma İmparatorluğunun işlerine bakmaya zorunlu olmadığımız için her sabah tanrıya şükredin. Ben imparator veya başbakan olmayışımı kar sayıyorum. Ama bir baş da lazım. Kendimize bir elebaşı seçelim. Hangi niteliğin önemli olduğunu, ve insanı yücelttiğini bilirsiniz.

Frosch:  (Terennüm eder.) ”Bayan bülbül haydi uç. Sevgilime binlerle selam götür.”

Siebel: Sevgiliye selam yollamak yok. Bu bahsin açılmasını istemem.

Frosch: ”Sevgiliye selam ve öpücük”, sen buna engel olamazsın. [Terennüm eder.]

Sürgüyü aç, durgun gecede,
Sürgüyü aç, sevgili nöbette,
Sürgüyü kapa, sabah olunca.

Siebel: Şarkım söyle ve öv onu bakalım. Ben kendi payıma gülerim buna. O beni ortada bıraktı, sana da yapacağı bu. Sevgiliye bir ev cücesi gerek.

Cüce, onunla bir yol çaprazında fingirdeyebilir. Ve, Blochberg’den dönen ihtiyar teke dört nala koşarak ona tünaydın diye meleyebilir. Soylu ve temiz bir delikanlı, bu kadına çok fazla. Selam yollama yerine, onun pencerelerini taşlamalı.

Brander: (Masaya vurur) Dikkat, dikkat baylar, bana itaat edin. Bilirsiniz ki ben, hayatın tadını çıkarmasını bilirim. İçimizde aşıklar var. Onların onuruna, usulünce bir şarkı söylemeliyim. Dikkat edin, en yeni tarzda bir şarkı. Son mısrasını hep beraber söyleyelim:

Mutfakta, yuvasında bir fare vardı.
Sadece yağ ve tereyağla geçinirdi,
Doktor Lauter gibi bir göbek bağlamıştı.
Aşçı kadın ona zehir verdi,
O zaman dünya basma zindan oldu,
Sanki yüreciğinde aşk vardı.

[Hep beraber coşarlar ve koro halinde ”Sanki yüreciğinde aşk vardı” mısrasını söylerler.]

Brander:
Fare delikten girer çıkardı,
Ve her tabaktan yalardı,
Böylece yemeğe kanardı.
Buna öfkelenmek faydasızdı.
Nice defalar korkudan sıçramıştı,
Zavallı hayvan artık bundan bıkmıştı.
Sanki yüreciğinde aşk vardı.

Hepsi birden: Sanki yüreciğinde aşk vardı.

Brander:
Korkudan güpegündüz mutfağa girerdi,
Bir gün nihayet içine ateş düştü.
Feci feryatları bastı,
Zehir veren kadın buna gülüyordu.
Fare, delikten son ıslığım çaldı.
Sanki yüreciğinde aşk vardı.

Koro: Sanki yüreciğinde aşk vardı.

Siebel: Basit delikanlılar nasıl da seviniyorlar! Zavallı farelere zehir vermek bir hüner bence…

Frosch: Farelere çok sempatin var galiba.

Altmayer: Kel kafalı şişkoya bakın, bu yıkım onu yumuşattı. Çünkü farenin şişmiş leşini kendine benzetti.

[Faust ve Mefisto girerler.]

Mefisto: Seni her şeyden önce, neşeli toplantılara götürmeliyim ki ne kadar kolay yaşanabileceğini göresin. Şu halk için her gün, bir bayramdır. Azıcık zeka ve çok rahatlık, bu yeter. Herkes dar bir halka içinde yavru kedilerin kuyrukları ile oynadıkları gibi dans edip dururlar. Başları ağrımadıkça, ve meyhaneci borç verdikçe, keyifleri yerindedir. Ve, üzüntü bilmezler.

Frosch: Bunlar seyahatten geliyorlar galiba. Garip hallerinden belli ki, daha geleli bir saat bile olmamış.

Siebel: Doğru, sen haklısın. Ben Leipzig’imi överim. Orası Paris değildir ama, halkını yetiştiren bir yerdir.

Siebel: Bu yabancılar kim olsa gerek?

Frosch: Dur hele, bir yanlarına gideyim. Bir bardak şarapla heriflerin sırrını, çocuk dişi çeker gibi alının. Soylu bir evden çıkmış gibi geliyorlar, bana. Gururlu ve memnun olmayan bir halleri var.

Brander: Bahse girerim, bunlar panayır şaklabanıdır.

Altmayer: Belki.

Frosch: Durun, onları söyletirim ben. Mefisto, Faust’a: Halk, yakasına yapışsa bile, şeytanın farkında olmaz.

Frosch: Baylar, sizi selamlarım.

Siebel: Selama karşılığınız için çok teşekkür. (Hafifçe Mefisto’yu yandan süzer.) Herif, tek ayağı üstünde ne sallanıyorsun öyle?

Mefisto: Yanınıza oturmamıza müsaade eder misiniz? İyi bir şarap bulamıyoruz, bari bu toplulukta eğlenelim.

Altmayer: Çok güç beğenir bir adama benziyorsunuz.

Frocsh: Ribbah köyünden yola geç çıktınız galiba. Akşam yemeğini bay Hans’la beraber mi yediniz?

Mefisto: Bugün ona uğrayamadan geçtik. Son görüşmemizde siz yeğenlerinden çok bahsetti. Ve hepinize selamlar yolladı.

Altmayer: (Yavaşça). Aldın mı ağzının payını, adam bu işten anlıyor.

Siebel: Zehirli yılan.

Frosch: Dur hele, ben onu alt ederim.

Mefisto: Aldanmıyorsam, usta seslerden bir koro vardı. Bu kubbede şarkı güzel yansır elbette.

Frosch: Siz de virtüöz müsünüz yoksa? Mefisto: Hayır, haddimiz değil. Ama arzumuz kuvvetli.

Altmayer: Bir şarkı söyleyin.

Mefisto: Hoşunuza giderse.

Siebel: Ama yeni bir şarkı olsun.

Mefisto: Biz, şarkı ve şarabın güzel diyarından, İspanya’ dan geliyoruz.  (Terennüme başlar.)

Vaktiyle büyük bir kral vardı,
Onun bir de büyük piresi vardı.
Oğlu gibi severdi.
Bir gün terzisini çağırdı,
Piresine bir kostüm ısmarladı,
Önünde bir de haç asılı idi.
Pire, hemen bir bakan olmuştu.
Bir de yıldız takmıştı.
Kardeşlerini de yanına almıştı.
Onlara da rütbeler sağlamıştı.
Ama saray halkının kaçmıştı rahatı,
Çünkü ezmek pireyi yasak olmuştu.
Ama bizi ısırsa bir pire,
Ezeriz melunu, sereriz yere.

Brander: Terzi kellesini seviyorsa, tembih edin, ölçüyü özenle ve pantolonu hiç buruşuk yapmasın.

Koro: (Coşar)

Ama bizi, ısırsa bir pire,
Ezeriz melunu, sereriz yere.

Frosch: Bravo, bravo, bu güzeldi.

Siebel: Darısı her pirenin başına.

Brander: Parmakları sivriltip onu yakalayın.

Altmayer: Yaşasın hürriyet, yaşasın şarap.

Mefisto: Hürriyeti takdis için, ben de bir yudum şarap içmek isterdim. Ama şarabınız iyi olsa idi.

Siebel: Bunu bir daha işitmeyelim.

Mefisto: Patronun şikayet edeceğinden korkmasam, sizlere kendiliklerimizden bir şeyler sunarım.

Siebel: Verin verin, ben kabul ederim.

Frosch: Dolu bir bardak verin de, sizi övelim. Yalnız bar­dak küçük olmasın. Bir hüküm vermem lazımsa ağzım dol­malı.

Altmayer: (Yavaşça) Sanırım Ren’lidirler.

Mefisto: Delecek bir alet lazım.

Brander: Fıçılar kapı önünde değil ki! Deleceği ne yapacaksın?

Altmayer: Şu arkada patronun bir sepet dolusu aleti var.

Mefisto: (Deliciyi eline alır, Frosch’a) Söyle ne içmek istersin?

Frosch: Ne demek istiyorsunuz, çeşitli şaraplarınız mı var?

Mefisto: Herkese istediğini tattıracağız.

Altmayer: (Frosch’a) Sen dudağını yalamaya başladın bile.

Froşch: Ben seçeceksem, Ren şarabı isterim. En iyi nimetleri vatan verir.

Mefisto: (Frocsh’un oturduğu yerde masanın kenarına bir delik açar.) Tıkaç yapmak için biraz mum getirin…

Altmayer: Ha, bunlar hokkabaz işi.

Mefisto: (Brander’e) Ya siz?

Brander: Ben şampanya isterim. Bol köpüklü olsun.

[Mefisto deler ve mum tıkacı ile kapar.]

Brander: Daima yabancı şeylerden uzak kalınamaz. Her şeyin iyisi, çok defa uzaklardadır. Halis bir Alman, Fransız’a tahammül edemez. Ama şaraplarını severek içer.

Siebel: İtiraf ederim, ekşi şarabı sevmem. Halis tatlı şaraptan bir bardak ver.

Mefisto: (Delerek) Size derhal Tokayer şarabı akacak.

Altmayer: Hayır baylar, benim yüzüme bakın. Görüyorum ki bizi aldatıyorsunuz.

Mefisto: Hayır, hayır; böyle soylu konukları aldatmak fazla cesaret olur. Hemen söyle, size hangi cins şarap sunabilirim?

Altmayer: Hepsi bir. Yalnız uzun uzadıya sorma.

Mefisto: (Acayip jestlerle.)

Üzüm asmada,
Boynuz tekede,
Şarap kadehte,
Tahta masa, Şarap ver, serin
Tabiata iyice bak, derin.
İşte bir mucize, yeter ki iman edin,
Çekin tıkaçları bol bol için.

[Hepsi tıkaçları çekerler, ve herkesin bardağına istediği şarap dolar. Ve ”Bize akıyor güzel pınar” derler.]

Mefisto: Beni artık sakın unutmayın.

Keyfimiz Kanibal vari hoş,
Bütün kafalar domuzca sarhoş.
Bak, ipini koparan halk nasıl eğleniyor.

Faust: Buradan çıkmak istiyorum.

Mefisto: Dikkat et şimdi, hayvanlıkları ne parlak şekilde görülecek.

Siebel: (İçer ve içerken şarabı yere dökülür, bir alev peyda olur.) İmdat, yangın, Cehennem yanıyor.

Mefisto: (Aleve bir işaret yaparak), Dost unsur, sakin ol. (Etrafındakilere); Bu defalık bir ateş damlasından ibaretti.

Siebel: Ne oluyor? Durun hele, bizi tanımadığınız anlaşılıyor. Bunu pahalı ödeyeceksiniz.

Frosch: Bu defalık bıraksak.

Altmayer: Onu buradan yavaşça atsak diyorum.

Siebel: Ne… Burada hokkabazlık yapıyorlar ha!

Mefisto: Otur oturduğun yerde, şarap fıçısı.

Siebel: Bir de kabalık mı yapıyorsun süpürge sapı?

Brander: Dur da ye dayağı.

Altmayer: (Masadan bir tıkacı çeker, yüzüne alev fırlar) Yanıyorum, yanıyorum.

Siebel: Büyücülük bu, vurun, öldürün herifi. [Bıçakları çekerler Mefisto’ya saldırırlar.]

Mefisto: (Ciddi bir jestle.)
Yanlış biçim, yanlış söz,
Değiştirir yer ve öz,
Hem burada, hem orada olunuz.

[Birbirlerine Şaşkın şaşkın bakarlar.]

Altmayer: Nerdeyim ben, ne güzel memleket bu?

Frocsh: Üzüm bağları, gerçek mi bu?

Siebel: Üzümler de olgun.

Brander: Şu yeşil çardaktaki asmaya bakın, ne güzel üzümler!

[Birbirlerinin   burunlarını   yakalarlar ve bıçaklarını çekerler.]

Mefisto: (Yalnız) Gözünüzden perdeyi kaldırın ve şeytanın sizinle nasıl eğlendiğini görün.

[Faust’la birlikte kaybolur. Diğerleri birbirinden ayrılır.]

Siebel: Ne oluyor?

Altmayer: Nasıl?

Frosch: Bu senin burnun muydu?

Brander: (Siebel’e) Seninki benim elimde.

Altmayer: Bir yumruktu ki, kemiklerimi sızlattı, çöküyorum bir iskemle verin.

Frosch: Hayır, söyleyin, ne oldu böyle?

Siebel: Nerde o herif? Elime geçirirsem canı cehenneme.

Altmayer: Ben onu bir fıçıya binip giderken gözümle gör­düm. Ayaklarım da kurşun gibi ağır. (Masaya yaklaşır.) Daha şarap gelirse benim olsun.

Siebel: Hepsi yalan ve göz boyaması idi.

Frosch: Halbuki ben şarap içtiğimi hissediyor gibiydim.

Brander: Ya o üzümler neydi?

Altmayer: Gel de şimdi mucizeye inanma?
Büyücüler mutfağı

[Basık bir ocak üzerinde büyük bir kazan, altında ateş yanar, çıkan buharlar içinde bir çok hayaletler görünür. Ocağın yanında bir dişi şebek, kazanı karıştırır ve taşmamasına dikkat eder. Yanında erkek şebek yavrularıyla ısınmakta, duvarlar çok garip büyücü aletlerle dolu.}

Faust, Mefisto

Faust: Bu çılgın büyücülükten tiksiniyorum. Bu hezeyan çölünde mi şifa bulacağımı vadediyorsun ? Ben bir kocakarıdan mı öğüt dinleyeceğim? Bu süprüntü kaynatmacılığı mı otuz senemizi alacak? Başka bir çaren yoksa, vay haline! Ben, umudumu şimdiden kaybettim. Tabiat’ veya soylu bir zeka, bir iksir yaratmamış mıdır?

Mefisto: Dostum, işte yine akıllıca konuşuyorsun. Seni gençleştirmek için de doğal bir araç vardır. Ama o başka bir kitapta yazılıdır. Ve acayip bir konudur.

Faust: Onu bilmek isterim.

Mefisto: Pek ala. Parasız, hekimsiz, büyüsüz elde edile­cek bir çare.

Hemen kırlara çık, toprağı kazmaya ve çapalamaya başla, kendini ve akimi, sınırlı bir saha içinde tut, basit yemekler­le beslen, sığırlarla, sığır gibi yaşa ve hasat yaptığın tarlayı, kendin gübrelemeyi bir kusur sayma. İnan ki, bu seni seksen yaşma kadar genç tutacak en iyi çaredir.

Faust: Ben buna alışık değilim. Kazma kullanmasını be­ceremem, dar hayat beni sarmaz.

Mefisto: Öyle ise, yine cadı karısına müracaat!

Faust: Peki ama, bu cadı karısına ne hacet, içkiyi kendin kaynatmaz mısın?

Mefisto: Bu, vakit geçirmek için hoş bir eğlence olurdu. Ben de o esnada bin köprü kurardım. Bu işe yalnız bilgi ve hüner değil, sabır da gerek. Sakin bir kafa bununla senelerce uğraşmıştır. Ancak o ince mayalanmayı zaman kuvvetlendirir. Sonra, bu işe gerekli olan şeylerin hepsi büyülü eşyadır. Onları gerçi şeytan öğretmiştir, ama kendisi yapamaz. (Hayvanlara bakar). Bak ne şirin bir aile! Şu hizmetçi kadın, bu da uşak. (Hayvanlara.) Bayan evde değil galiba!

Hayvanlar: Bacadan çıkıp ziyafete gitti.

Mefisto: Bu serseriliği ne kadar sürer?

Hayvanlar: Biz bacaklarımızı ısıtıncaya kadar.

Mefisto: (Faust’a) Şu narin hayvanları nasıl buluyorsun?

Faust: Bundan daha iğrenç bir şey görmedim.

Mefisto: Ama onların bu konuşma tarzı, tam benim sevdiğim tarzdır. (Hayvanlara.) Söylevin bana, keratalar. Böyle karıştırarak köpürttüğünüz şey nedir?

Hayvanlar: Bol bir dilenci çorbası pişiriyoruz.

Mefisto: Epeyce de kalabalığınız var.

Erkek şebek: (Yaklaşıp Mefisto’ya sürtünerek.)
Yuvarlan zarını,
Çok fena halim,
Kazandır beni,
Zengin et beni,
Dolarsa kesem,
Gelir benim neşem.

Mefisto: Bari şu maymun piyangoya katılabilseydi! Kendini ne mutlu sayacaktı! (Bu aralık, şebek yavruları büyük bir küre ile oynarlar, ve onu yuvarlayarak ortaya getirirler.)

Erkek şebek:
İşte dünya böyle
İner, çıkar öyle,
Ve döner, durmadan,
Billur gibi, çınlar vurulunca,
Bin parça olur kırılınca,
Şurası, parlar,
Burası ışıldar,
Sırçadır kırılır,
Parçalar dört yana yayılır.

Mefisto: Şu elek ne olacak?

Erkek şebek: (Eleği indirir.) Eğer sen bir hırsız olsaydın, derhal teşhis ederdim bununla. (Dişi şebeğe doğru koşar ve onu elekten baktırır.) Şu elekten bak, hırsızı tanıdın da adını söylemeye mi cesaret edemiyorsun ?

Erkek Şebek ile Dişi Şebek: Vay miskin vay, tencere nedir, kazan nedir bilmiyor!

Mefisto: Haddini bilmez hayvanlar.

Erkek şebek: Şu yelpazeyi getir de iskemleye otur. (Mefisto’yu iskemleye oturtur.)

Faust: (Bu sırada bir aynanın önünde durur, kah aynaya yaklaşır, kah ondan uzaklaşır.) Gördüğüm nedir? Ne ilahi bir tablo görüyorum bu büyü­lü aynada? Ey aşk perisi, kanatlarının en hızlısını bana ödünç ver ve beni onun diyarına ilet .Ah, ne olur burada kalmasam da, ona yaklaşmaya cesaret etsem! Onu hiç olmazsa, bir sis içinde görebilsem! Bu, en güzel bir kadının tasviri! Mümkün mü bu? Kadın bu kadar güzel olabilir mi? Yoksa ben bu, boylu boyuna uzanmış vücutta, bütün göklerin bir özünü mü görüyorum? Böyle şey var mıdır yeryüzünde?

Mefisto: Elbette. Bir tanrı altı gün uğraşır ve yarattığı şey için kendi kendine ”aferin” derse, kusursuz bir eser meyda­na çıkar. Sen, şimdilik onu doyunca seyret. Ben sana böyle bir gerçek güzel tattıracağım, öyle bir güzel ki, onu alıp evine gö­türebilecek adama ne mutlu! (Faust, hala aynaya bakar. Mefisto, iskemlenin üstünde gerinir ve yelpazelenir.) Şurada, bir kral tahtımda oturuyor gibiyim. Hükümdarlık asası elimde, sadece tacım eksik.

Hayvanlar: [Aralarında bir çok garip hareketler yaptıktan sonra, büyük bir patırtı yaparak Mefisto’ya bir taç giydirirler.’] Ne olursun, şu tacı kan ve terle yapıştırmak lütfunda bulun. [Taçla beraber dolaşırken sakarlıkla onu parçalarlar, ve bu parçaları alarak sıçramaya başlarlar.] İşte olan oldu, biz hem konuşur, hem görür, dinlenirken de şiir söyleriz.

Faust: (Aynanın karşısında.) Eyvah, nerde ise çıldıracağım!

Mefisto: (Hayvanları göstererek.) Benim de başım dönmeye başlıyor gibi. Eğer yer olursa taliimiz,
Ve uygun düşerse işimiz,
İşte sen o zaman gör fikirleri.

Faust: Göğsüm yanmaya başlıyor, buradan derhal uzaklaşalım.

Mefisto: Bunların şairliklerine diyecek olmadığını kabul etmeli.

[Dişi şebeğin ihmal ettiği kazan taşmaya başlar, bir alev, bacayı sarar. Büyücü kadın korkunç bir çığlıkla alevin içinden süzülüp aşağı iner.}

Büyücü kadın:
Ay, ay, ay, Mel’un hayvan vay!
Unutursun kazanı,
Yakarsın kadını,
Melun hayvan var.
Ne oluyor orada?
Sen ne ararsın burada?
Buraya sokulan vahşi,
Yağsın basma cehennem ateşi.

[Kepçeyi kazana daldırır, Faust, Mefisto ve hayvanlara doğru ateş sıçratır. Hayvanlar inlemeye başlarlar.]

Mefisto: (Elindeki yelpazeyi tersine çevirir, bununla bar­dakların ve tencerelerin dibine vurur.)
Parçalan, parçalan,
İşte lapa, işte kupa,
Bu bir şaka!

Girmiyor mu kulağıma?
Tempodur bu şarkına!
Behey hain, şeni,
Tanımadın mı beni?
Bildiririm sana haddini.
Tutan olmasa elimi,
Parçalarım ben seni,
Ve, cin kedilerini!
Yok mu korkun şu önlükten,
Ve şu horoz tüyünden?
Yüzümü gizledim mi senden,
Adımı soruyorsun hala benden!

Büyücü Kadın: Ah, üstadım, sizi böyle kabaca selamladığım için, beni affedin. At ayağını görmüyorum da! ya sizin o iki karganız nerde?

Mefisto: Bu defalık kurtuldun, çünkü birbirimizi görmeyeli çok olmuştu. Bütün dünyanın yaladığı kültür, şeytana da. sirayet etmiş. O kuzey gulyabanisi kıyafeti ile artık görünmez oldum. Boynuz, kuyruk ve uzun tırnakları nerde görüyorsun? Bir türlü vazgeçemediğim ayağa gelince, o halk nazarındaki itibarıma zarar verebilirdi. Onun için bazı gençler gibi, ben de senelerdir takma bacak kullanıyorum.

Büyücü kadın: (Dans ederek.) Nerde ise aklımı oynatacağım. Demek şeytan cenaplarını, yine burada görüyorum ha!

Mefisto: Kadın, bu ismi ağzına almaktan seni men ederim.

Büyücü kadın: Neden, o ne yaptı size?

Mefisto: O çoktan masal kitabına yazıldı. Ama bu, insanların halini düzeltmedi. Fenadan kurtuldular, ama fenalar yine yerinde kaldı. Bana, Baron cenapları dersin, iş olur biter. Ben de öteki asilzadeler gibi asilzadeyim. Asaletimden şüphe etmezsin. Bak işte şu sancak şu da arma.

[Terbiyesizce bir işaret yapar.]

Büyücü kadın: (Katıla katıla güler.) Sizin huyunuz bu, hep böyle çapkınsınız.

[Mefisto Faust’a.] Dostum, bunu iyi kavra, büyücülerle düşüp kalkmanın” usulü bu.

Büyücü kadın: Baylar, söyleyin bakalım, ne arzu ediyor­sunuz?

Mefisto: Şu belli şaraptan dolu bir bardak! Ama çok es­kisinden olsun, yıllar onun kuvvetini arttırır.

Büyücü kadın: Baş üstüne, şurada bir gişem var, ara sıra ben de tadına bakarım. Artık kötü kokusu da kalmadı, size bundan bir kadehçik vermek isterim. (Yavaşça.) Ama bu, hazırlıksız içerse, pek iyi bildiğiniz gibi, bir saat bile yaşayamaz.

Mefisto: O iyi bir dostumdur. Ona iyi gelecek bu. Senin mutfağının en iyi yemeklerini ona layık görüyorum. Dairem çiz, tekerlemeni söyle ve ona şaraptan bir kase dolusu ver.

[Büyücü kadın acayip jestlerle bir çember çizer, içine tuhaf bir takım eşya yerleştirir, bu sırada bardaklar şıngırdamaya, kazan ötmeye başlar ve bir müzik peyda olur. Kadın, sonunda büyük bir kitap getirir, şebekleri çemberin içerisine yerleştirir Bunlar hem rahle vazifesini görürler, hem de şamdanları tutarlar. Bu işler bitince Faust’a yaklaşmasını işaret eder.]

Faust: (Mefisto’ya) Hayır, sen bana şunu söyle, ne çıkacak bundan? Bu acayip eşya, bu delice jestler, bu bayatlamış yalan, bunlar bildiğim ve nefret ettiğim şeyler.

Mefisto: Sen saçmalıyorsun! Bu, işin gülünecek tarafı. Bu kadar somurtkan olma yahu! Şarabın sana yaraması için büyücünün doktor rolünde hokkabazlık yapması lazım. (Faust’u çemberin içine iter.)

Büyücü kadın: (Tumturaklı bir tavırla kitaptan kaleme almaya başlar.)

Bunu iyi anlamalısın
Birden on yapmayı becermelisin.
İki çıkarıp, üçü birleştirmelisin,
Zenginliğe böyle ermelisin.

Dördü kaybedip, beş, altıdan,
Yedi, sekizle işi tamamlamalısın.
Dokuz bir, onu sıfır saymalısın,
Büyücü kerratı budur, anlayasın.

Faust: Bu kocakarı galiba hummaya tutulmuş, sayıklıyor.

Mefisto: Daha bitmesine çok var, ben bilirim, bu kitap hep böyle devam eder. Ben onunla çok vakit kaybettim. Çünkü tam bir çelişki, hem akıllı, hem deli için, daima esrarengizdir; Dostum, bu sanat hem eskidir, hem yeni. Her devirde üçü bir, ve biri üç yapma metoduyla gerçeği bozmak adetti. Bu tekerlemeler böyle söylenir ve zahmetsizce öğrenilir. Delilerle kim uğraşacak? İnsan sanır ki bir kelime işitti mi onun altında bir şeyler tasavvur etmek lazım!

Büyücü kadın: (Devam eder) İlmin yüce kudreti herkes için bir sırdır. Kim zihnini yormazsa ona ihsan edilir. Böyle bir kimse onu emeksiz elde eder.

Faust: Bu kadın bize neler saçmalıyor böyle? Nerede ise başım çatlayacak. Yüz bin kişilik bir deliler korosunun bir ağızdan konuştuğunu işitiyor gibiyim.

Mefisto: Yetişir, yetişir usta kahin. İçkiyi getir ve kadehi ağzına kadar doldur. Şimdi dostuma zararı olmaz bu içkinin. O nice şeyler içmiş ve yüksek aşamalara ulaşmış bir adamdır.

Büyücü kadın: [Külfetli törenle bardağa şarap doldurur. Faust bunu ağ­zına götürürken küçük bir alev peydah olur.]

Mefisto: Haydi indir şunu gövdeye. Ha gayret! Hemen kalbinde bir ferahlık duyacaksın, şeytanla senli benli iken alevden mi ürkeceksin?

Büyücü kadın: [Çemberi bozar, Faust çizginin dışına çıkar.]

Mefisto: Hemen çıkalım buradan, senin şimdi oturman doğru değil.

Büyücü kadın: Şu yudumcuk size afiyet olsun, ve mutlu, hıklar getirsin.

Mefisto: Eğer ben de sana bir iyilik yapabilirsem, onu bana Valpurgiz gecesinde hatırlatabilirsin.

Büyücü kadın: işte size bir şarkı, bunu ara sıra söylerseniz bambaşka bir haz duyacaksınız.

Mefisto: (Faust’a) Çabuk gel, seni götüreyim. İçkinin kuvveti hem içine hem dışına işleyebilmek için senin terlemen lazım. Asıl başıboşluğun tadını çıkarmayı sana sonra öğreteceğim. Çok geçmeden içinde aşk perisinin kımıldadığını, orayı buraya sıçradığını, büyük bir hazla duyacaksın.

Faust: Bırak da şu aynaya çabucak bir daha bakayım, kadın tablosu ne güzeldi!

Mefisto: Hayır, hayır, tüm kadınların en güzelini yakında canlı olarak karşında bulacaksın. (Kendi kendine.) Kursağında bu içki durdukça, her kadını bir Helen zannedeceksin.
Sokak Faust, Margaret oradan geçerler

Faust: Güzel küçük bayanım, size kolumu verip eşlik etmeye ataklık edebilir miyim?

Margaret: Ben ne küçük bayanım, ne de güzelim. Evime yalnız gidebilirim. (Geçip gider.)

Faust: Vallahi çok güzel kız! Böylesini ömrümde görmedim. Afif ve faziletli, bir az da nazlı. O dudakların kırmızılığını, o yanakların parlaklığını ölünceye kadar unutmayacağım. Gözlerini indirip önüne bakışı kalbimde derin bir iz bıraktı. Hele konuşmayı kestirip atması! İnsanı tutkun edecek bir güzellik bu!

[Mefisto çıkagelir.]

Faust: Beni dinle. Şu kızı bulup bana getirmelisin.

Mefisto: Hangisini.

Faust: Şimdi önümüzden geçeni.

Mefisto: Şunu mu? Bütün günahlarından kendisini beraat ettiren rahibin yanından geliyor. Ben papazın kürsüsüne iyice sokulmuştum, pek masum bir kuzu. Çıkarılacak hiç bir günahı yoktu. Ona benim hükmüm geçmez.

Faust: On dört yaşını geçmiş ya.

Mefisto: Sen, bön aşıklar gibi konuşuyorsun. Her güzel çiçeğe göz koymak ve dünyada elde edilemeyecek şeref, kazanılmayacak teveccüh olmadığını sanmak bencilliğini gösteriyorsun. Ama kedi her zaman bal yemez ki!

Faust: Ahlak hocası bayım. Sen bu kanunu başkalarına anlat! Ben sana kesin olarak şunu söylüyorum: Bu tatlı genç kız hemen bu gece kollarımın araşma girmezse gece yarısı se­ninle bozuşacağız.

Mefisto: Mümkün olan şey var, olmayan şey var. Sadece bir fırsat kollamak için bile en az on dört güne ihtiyacım var.

Faust: Benim   yedi saat dayanabilecek   sabrım   olsaydı, böyle bir küçük mahluku ayartmak için şeytana ihtiyacım olmazdı.

Mefisto: Siz adeta bir Fransız gibi konuşuyorsunuz. Rica ederim, keyfiniz kaçmasın. Sadece vuslat zevki neye yarar? ilk önce etrafında dolaşarak ve bin bir dereden su getirerek o bebeciği yola getirmekten duyacağınız zevk, çok daha fazla olur.

Faust: Bunsuz da benim arzum var.

Mefisto: Şimdi şakayı da, azarlamayı da bir tarafa bırakalım. Bu güzel çocuğa o kadar tez nail olamazsın. Cepheden hücumla ele geçirilecek bir şey değil o. Hile kullanmamız gerek.

Faust: O melekten bana bir şey getir. Beni onun yatağına götür. Bu aşk zevkimi tatmin için onun göğsünden bir boyun atkısı veya ona ait bir çorap bağı getir bana.

Mefisto: Istıraplarınızı anlamaya gayret ettiğimi görmeniz için bir an bile kaybetmeyelim, sizi hemen bu akşam onun odasına götüreceğim.

Faust: Onu göreceğim, ona sahip olacağım değil mi?

Mefisto: Hayır, o komşu kadının evinde bulunacak, bu sırada siz yapayalnız, onun teneffüs ettiği hava içinde, gelecek sevinçlerin umudu ve onun hayali ile zevke dalacaksınız!

Faust: Gidebilir miyim?

Mefisto: Daha pek erken.

Faust: Ona verilecek bir hediye bul bana. (Çıkıp gider.)

Mefisto: Hemencecik hediye, işte bu kibar bir hareket! Bununla başarılı olacaktır. Bazı güzel yerler ve eskiden gömülmüş bir çok mücevherler biliyorum, onları bir gözden geçirmem gerek. (Gider.)
Akşam, Küçük ve temiz bir oda

Margaret: (Saçlarını örüp bağlar.) Bugün gördüğüm bayın kim olduğunu öğrenebilsem, neler verirdim! Şüphe yok ki yiğit bir adama benziyor. Her halde soylu bir ailedendir. Bunu alnından okuyabildim. Yoksa o kadar cüretli olamazdı. (Çıkıp gider.)
Faust, Mefisto

Mefisto: Giriniz, sessizce giriveriniz.

Faust:  (Bir süre sessiz durduktan sonra.) Rica ederim beni yalnız bırak.

Mefisto:  (Etrafına bakınarak.) Her genç bu kadar temiz olmaz. (Çıkıp gider.)

Faust: (Etrafına bakınarak) Bu kutsal yeri dolduran tatlı loşluk, ne hoşsun! Umudun şebnemi ile ömrü sürükleyen tatlı aşk ıstırabı, kalbimi kapla. Bu odanın her bucağında nasıl bir sessizlik hissi, nasıl bir düzen ve nasıl bir memnunluk havası esiyor! Bu fakirlikte bu ne zenginlik! Bu mahbeste, bu ne mutluluk!

[Kendini yatağın yanındaki deri iskemlenin üstüne atar.]

Geçmiş kuşaklar gibi beni de hazda ve elemde kollarının araşma al. Bu atalar tahtının etrafını, kim bilir kaç kereler çocuk kafileleri sarmıştır? Belki de benim küçük sevgilim, Noel’i kutlamak üzere, o masum hali ve dolgun çocuk yanakları ile şurada dedesinin buruşuk elini öpmüştür.

Ey genç kız; sana bir gün bir anne gibi hocalık eden, masanın üstüne şu örtüyü böyle tertemiz örttüren, hatta kumlan bile ayaklarının dibine kıvrım kıvrım serptiren, bir bolluk ve düzen kaynağı olan ruhunu, etrafımda fısıldar hissediyorum. Ey sevimli el, o kadar tanrısalsın ki, şu kulübe senin sayende bir cennet oluyor!

Hele şurası, (yatağın örtülerinden birini kaldırır). Beni nasıl bir zevk ürperişi kaplıyor. Burada saatler geçirmek isterdim. Ey tabiat, sen burada hafif rüyalarla halis bir melek yaratmışsın. Narin göğsü sıcak bir nefesle dolu, o çocuk, burada yatıyor. Ve tanrısal tasvir, kutsal ve temiz bir faaliyet­le, burada büyümüştür.

Ya sen Faust? Seni buraya kim getirdi? içim nasıl ürperiyor. Kalbim nasıl ağırlaşıyor, burada ne arıyorsun? Zavallı Faust, seni artık tanıyamıyorum.

Seni burada sihirli bir hava mı sarıyor? Ben şöyle hemen bir murad almak için can atıyordum, halbuki şimdi bir aşk rüyası içinde eridiğimi hissediyorum. insan, üstün kuvvetlerin ve rastlantıların bir oyuncağı mıdır?

Şu anda içeri giriverse bu günahın için nasıl bir ceza çekeceksin, koca çapkın! Ne kadar küçük düşecek ve perişan bir halde onun ayaklarına kapanacaksın.

Mefisto: (Gelir) Çabuk olun, onun aşağıdan geldiğini görüyorum.

Faust: Çıkalım, çıkalım. Ben artık buraya hiç dönmeyeceğim.

Mefisto: İşte size oldukça ağır bir kutu. Bir yerden bulup getirdim. Onu şu dolaba yerleştiriverin. Gerçi çocuk, çocuk­tur, oyuncağı sever ama, yemin ederim ki buna bayılacaktır Kutunun içine, birisini elde etmeye yarar, çok güzel şeyler koydum.

Faust: Bilmem ki yapmasam mı bunu?

Mefisto: Ama, çok soruyorsun? Yoksa bu mücevheri feda etmek istemiyor musunuz? Öyle ise şehvetiniz uğrunda günümüzü kaybetmeyelim, beni de böyle zahmetlere sokmayın. Ama ben sizin hasis olduğunuzu sanmıyordum. Başımı kaşıyorum, ellerimi ovuşturuyorum, buna şaşıyorum.

[Kutuyu dolaba yerleştirir ve kapısını tekrar kilitler.]

Çabuk, gidelim artık. Bu tatlı genç kızı yürekten bir arzu ile emellerinize boyun eğmek için hemen gidelim. Siz ise sanki içerisi dinleyicilerle dolu bir salona girmişsiniz gibi ve sanki karşınızda fizik ve metafizik, kır saçları ile tecessüm etmiş gibi. durup bakıyorsunuz, hemen gidelim. (Çıkıp giderler.)

Margaret: (Elinde bir lamba olduğu halde gelir.) Burası ne kadar sıkıntılı, ne kadar küf kokuyor? (Pencereyi açar.) Dışarısı da o kadar sıcak değil. Bana bir şey oluyor ama, ne olduğunu bilmiyorum! Bari annem de eve gelseydi. Bütün vücudumu bir ürperme kaplıyor. Ben de amma delice korkak bir kadınım ha. (Soyunurken şarkı söylemeye başlar.)

Vakti ile Tule’de bir kral varmış,
Sadakati ile ün salmış,
Karısı ölürken onu anmış,
Bir altın kadeh armağan bırakmış!
Kral hep onunla içermiş şarabını,
İçerken unuturmuş azabını,
Ve tutamazmış gözlerinin yaşını,
Sonunda bir gün ölüm döşeğine yatmış,
Ülkelerini birer birer saymış,
Hepsini çocuklarına paylaştırmış,
Ama vermemiş kimseye kadehi, elinde tutmuş,
Bir gün sarayında son toplantısını yapmış,
‘Şövalyelerini etrafına toplamış,
İçmiş son hayat alevini,
Denize fırlatmış kadehini,
Gömülürken kadeh denizin sularına,
Kral da vermiş ruhunu tanrısına.

[Elbisesini yerleştirirken dolapta mücevher kutusunu görür.’]

Bu güzel kutu buraya nasıl gelmiş? Halbuki ben dolabı kilitlediğime eminim. Garip şey bu! Acaba içinde ne var? Belki birisi annemden borç almak için rehin olarak getirmiştir. Bandında bir de küçük anahtar asılı. Şunu açmak geliyor içimden.

Bu ne? Aman Allah’ım! Bak hele, ben böyle bir şey ömrümde görmedim. Bir mücevher! Bununla kibar bir kadın en yüksek toplantılara gidebilir. Acaba şu gerdanlık bana yakışır mı? Bu muhteşem şeyler kimin olsa gerek? (Mücevherleri takar ve aynanın karşısına geçer.)

Bari şu küpeler benim olsa idi! Bunları taktı mı insan, başka türlü oluveriyor. Toy çocuk, gençlikle güzellik senin ne işine yarıyor? Bunlar gerçi iyi ve güzel şeyler ama, sade bunlarla iş bitmiyor ki! Böylesini yarı yarıya acıyarak övüyorlar. Herkes altına can atıyor. Her şey altına bağlı! Ah, biz fakirler!

 

GEZİNTİ YERİ

Faust, düşünceli, bir aşağı bir yukarı gezinir. Mefisto yanına gelir.

Mefisto: Allah kahretsin. Canı cehenneme. Daha ağır küfürler olsa idi ve onunla sövseydim.

Faust: Neyin var? Seni bu kadar öfkelendiren ne? Ben ömrümde böyle bir surat görmedim.

Mefisto: Kendim şeytan olmasa idim, hemen bir şeytana teslim olurdum.

Faust: Aklını mı oynattın sen? Bir çılgın gibi tepinmek sana pek yaraşıyor!

Mefisto: Gretçik için tedarik ettiğim mücevherleri bir papaz aşırmış, mücevherleri annesi görmüş, hemen bir korkuya kapılmış. Bu kadın pek iyi koku alır. Her zaman burnunu dua kitabına sokar, her hangi bir malın helal mı, haram mı olduğunu anlar. Bu mücevherlerin de pek tertemiz şeyler olmadığını sezinsemiş, ”yavrum” demiş ”haram mal insanın ruhunu üzer. Kanını kurutur. Bunları Meryem anaya adayalım. O bizi kudret helvasile besler.” Zavallı Margaret de dudağını büker. ”Gerçi bu bir hediyedir, ama bunu buraya getirme in­celiğini gösteren bir adam, dinsiz olamaz doğrusu!” der.

Bunun üzerine annesi bir papazı çağırır, o da meseleyi çakar çakmaz ileri sürülen fikri beğenir ve der ki. ”Esenlik bundadır. Feragat etmesini bilen kazanır. Kilisenin sağlam bir midesi vardır. Nice ülkeleri yiyip yutmuş hiç bir zaman, hazımsızlığa uğramamıştır. Aziz bayanlarım, haram malı ancak kilise hazmedebilir.”

Faust: Bu genel bir adettir. Bir Yahudi de, bir kral da bunu bilir.

Mefisto: Papaz bunun üzerine tokayı, yüzükleri, gerdanlığı, kalp akça imiş gibi çekip almış ve bir sepet cevizmiş gibi bir teşekküre bile layık görmemiş. Onlara ilahi ödülü vaadetmiş. Onlar da müsterih olmuşlar.

Faust:
Ya Gretçik?

Mefisto: Üzüntülü, ne istediğini, ne yapacağını bilmiyor. Gece gündüz, mücevherleri ve hele onu getireni düşünüp duruyor.

Faust: Sevgilinin üzüntüsü bana elem veriyor. Sen ona yeni bir mücevher bulup getir. İlk öncekiler zaten o kadar iyi değildi.

Mefisto: Evet, efendimize göre her şey çocuk oyuncağı.

Faust: Sen benim dediğim gibi yap. Onun komşusu ile temasa geç, haydi şeytan, lapa gibi olma, şeytan ol. Ve yeni mücevherler getir.

Mefisto: Peki bayım, memnuniyetle. (Faust gider.) Böyle çılgın bir aşık, sevgilisini eğlendirmek için güneşi, ayı, ve bütün yıldızları havai fişek gibi patlatabilir (Gider.)
Komşu kadının evi.

Marta: (Kendi kendine.) Sevgili kocamı tanrı affetsin. Bana iyi muamele etmezdi. Aklına esince beni şu ot minderin üstünde bırakıp seyahate çıktı, ve kayıplara karıştı. Doğrusu onu üzecek bir şey yapmazdım. Allah bilir çok da severdim. (Ağlar.) Belki de ölmüştür bile! Ne felaket! bari ölümüne ait bir belge elde edebilseydim.  (Margaret gelir.)

Margaret: Bayan Marta!

Marta: Gretçiğim ne var?

Margaret: Nerde ise dizlerim çökecek. Dolabımda yine abanoz bir kutu içinde ilkinden daha kıymetli, şahane şeyler buldum.

Marta: Sakın annene söyleme! Onları da hemen günah çı­kartan papaza götürür.

Margaret: Hele bakın bir kere, ne güzel şeyler!

Marta: (Mücevherleri Gretçiğe takar.) Oh… Ne mutlu yaratıksın! Sen sık sık yanıma gelir, bu mücevherleri burada gizlice takarsın. Ve aynanın karşısında bir saatçik gezinirsin. Böylece onun tadını çıkarırız. Sonra bir düğün, bayram vesilesi ile ilk önce küçük kordonu, sonra inci küpeleri takarsın, annen bunun farkında olmaz. Olsa bile bir şeyler uydurup söyleriz.

Margaret: Bu iki kutuyu getiren kim olsa gerek? Bunda bir acayiplik var. (Kapı vurulur.) Aman Allah’ım, gelen annem mi acaba?

Marta: (Perdenin arkasına bakarak) Yabancı bir bay! Buyurun. (Mefisto girer.)

Mefisto: Hemen böyle içeri girmeye cesaret ettiğim için ayanlardan af dilerim.  (Margaret’in önünden saygı ile geri gider) Ben bayan Marta Schwertlero’i arıyordum.

Marta: Benim. Bir şey mi söyleyecektiniz?

Mefisto: (Yavaşça.) Sizi tanımış oldum. Bu bana yeter. Kibar bir konuğun var, ataklığımı bağışlayın. Öğleden sonra yine gelirim.

Marta: Allah aşkına bak, çocuğum, bu bay, seni soylu bir küçük kız sanıyor.

Margaret: Ben fakir bir kızım. Yarabbim, bay ne lütufkar bu süsler ve mücevherler benim değil.

Mefisto: İş yalnız mücevherde değil. Sizde öyle bir güzellik, öyle bir nafiz bakış var ki! Burada kalmama izin verdiğinize çok seviniyorum.

Marta: Getirdiğiniz haber nedir? Pek sabırsızlanıyorum.

Mefisto: Size neşeli bir haber vermek isterdim. Ama, ne çare kusura bakmazsınız. Kocanız öldü. Size son selamını getirdim.

Marta: Ah… Öldü mü? Ah… Benim sadık sevgilim eyvahlar olsun, kocam ölmüş! Aman bana fenalık geliyor.

Margaret: Ah… Sevgili bayan, yeise kapılmayın.

Mefisto: O acıklı öyküyü dinler misiniz?

Margaret: Ben de işte bu sebepten ömrümde hiç sevmek istemiyorum. Böyle bir kayıp beni ezgin edebilirdi.

Mefisto: Her hazzın bir elemi, her elemin bir hazzı olur.

Marta: Onun son anlarını anlatınız.

Mefisto: O şimdi Padova’da aziz Antonyos’un yanında pek kutsal bir yerde, ebedi istirahat döşeğinin serinliği içinde yatıyor.

Marta: Bana selamından başka bir şey getirmediniz mi?

Mefisto: Evet, çok önemli bir de ricası var: Ruhu için üç yüz defa dua okutmanız. Bundan başka bir şey yok. Ceplerim de bomboş.

Marta: Ne? Bir mücevheri, bir antikası da mı yok? Bir işçi bile aç kalmayı, dilenmeyi gözüne alarak dişinden, tırnağından arttırır, keseciğinin dibinde karışma anı olacak bir hediye saklar.

Mefisto:
Bayan çok müteessirim. Ama o, parasını israf etmiş değildir. Sonra yaptıklarına da çok pişmandı. Ve mutsuzluğunu yana yakıla anlatırdı.

Margaret: Ah, insanlar da hep böyle mutsuz oluyorlar, şüphesiz ben de onun için dua edeceğim.

Mefisto: Siz hemen evlilik hayatına girmeye layıksınız. Pek şirin bir kızsınız.

Margaret: A, hayır henüz sırası değil.

Mefisto: Koca olmasa bile şimdilik bir dost olsun. Böyle sevimli bir kızı kollarına almak Allah’ın en büyük lütfudur.

Margaret: Memleketin adeti böyle değil.

Mefisto: Adet veya değil, olur gider.

Marta: Anlatmaya devam edin.

Mefisto: O ölüm döşeğinde iken, ben yanında idim. Gübreden farksız çürümüş samandan bir yatakta idi. Ama çilesini fazlası ile doldurmuş olarak iyi bir Hıristiyan gibi öldü. İçinde dert vardı. Ve ”bilseniz” derdi. ”Karımı, işimi, gücümü terk ettiğim için kendimden nasıl tiksiniyorum. Ah, o anı beni öldürüyor. Bari karım beni dünyada bağışlasaydı.” dedi.

Marta: (Ağlayarak.) İyi kalpli insan, onu çoktan bağışladım.

Mefisto: Yalnız, ”Allah bilir”, demiştir, ”o benden daha kabahatli idi.”

Marta: İşte bu yalan. Ayağı çukurda iken yalan söylemek, olur şey mi bu?

Mefisto: Eğer yanılmıyorsam, son nefesinde sayıklıyordu. Bana diyordu ki: ”Kanma önce çocuk, sonra ekmek temin edeceğim diye, rahat bir nefes alamadım. Ona bol bol ekmek emin ettiğim halde ben kendi payımı rahat yiyemezdim.”

Marta: Demek bütün içten bağlılığımı, sevgimi, gece gündüz çektiklerimi unuttu ha!

Mefisto: Hayır, hayır. Bu fedakarlıklarınızı hatırladı. Marta’dan ayrıldığım zaman” dedi, ”karımla çocuklarım için huşu ile dua ettim. Allah da bize acıdı ve duamızı kabul etti ve  Türk padişahının hazinesini taşıyan bir gemiyi yakaladı. Ve yiğitlik, ödülünü buldu. Bana da, hakkettiğim pay verildi.”

Marta: Ya, öyle mi? Hani nerde? Acaba bir yere mi gömdü?

Mefisto: Kim bilir hangi rüzgarların elinde kaldı! O yabancısı olduğu (Napoli) de gezinirken, bir güzel kız kendisi ile ilgilenmiş ve ona o kadar sevgi ve bağlılık göstermiş ki, adamcağız mutlu bir akıbete eren ömrünün sonuna kadar bu zevkin acısını çekmiş!

Marta: Vay rezil çapkın! Çocuklarının hakkını çalan hırsız. Bütün o zorunluluk ve yoksulluklar onu alçakça yaşamaktan alıkoymamış demek?

Mefisto: Evet ama, bu yüzden öldü işte. Şimdi ben sizin yerinizde olsam, bir yıl bir kenara çekilir, onun yasını tutardım. Ve bu arada da yeni bir sevgili arardım.

Marta: Ah Rabbim! İlk kocam gibisini bu dünyada bir daha bulamam. O sevimli bir delişmendi. Yalnız gezip tozmaya, yabancı kadınlara, yabancı şaraba, bir de o mel’un zar oyu­nuna düşkündü.

Mefisto: Bu kadar çok kusuru siz hoş gördükten sonar, mesele kalmaz. Yemin ederim, bu şartla ben bile sizinle nişan­lanabilirim.

Marta: O… Şaka yapmak hoşunuza gidiyor galiba bayım!

Mefisto: (Kendi kendine.) Şimdi çekilip gitme zamanı geldi. Bu kadın şeytanın sözünü bile senet sayabilir. (Margaret’e.) Kalbiniz ne alemde bakalım?

Margaret: Ne demek istiyorsunuz bayım?

Mefisto: (Kendi kendine.) Ah, iyi kalpli suçsuz çocuk. (Yüksek sesle.) Allah’a ısmarladık, bayanlar.

Margaret: Güle güle.

Marta: Şunu da bana çabuk söyleyiverin. Kocamın nerde ve nasıl öldüğüne dair bir belge istiyorum. Ben oldum bittim düzene düşkünüm. Onun ölümünü de haftalık gazetede oku­mak istiyorum.

Mefisto: Evet aziz bayan, iki kişinin tanıklığı ile her ha­kikat meydana çıkar. Benim bir de kibar bir arkadaşım var ki onu da hakim huzuruna çıkarmak isterim. Onu buraya geti­reyim.

Marta: Pek iyi olur.

Mefisto: Bu genç bayan da burada olacak değil mi? Arkadaşım yiğit bir delikanlı. Çok gezip görmüş. Genç bayanlara çok nazik davranır.

Margaret: Ben o bayın yanında utancımdan kıpkırmızı kesilirim.

Mefisto: Dünyaların sultanı huzurunda bile yüzünüz kızarmamalı.

Marta: Şu evin arkasındaki bahçemde bu akşam bayları bekleyeceğiz.

Sokak Faust, Mefisto

Faust: Nasıl gidiyor işler, yolunda mı? Yakında olacak mı?

Mefisto: O, bravo, sizi böyle ateşli mi bulacağım? Gretçik yalanda sizin olacak! Onu bu akşam komşusu Marta’nın yanında göreceksin. Bu kadın da sanki çöp çatanlık ve çingenelik rolü için yaratılmış adeta.

Faust: İsabet.

Mefisto: Ama bizden de bir şey isteniyor.

Faust: Bir hizmete değer bu.

Mefisto: Biz sadece kocasının katılaşmış vücudunun Padova’da kutsal bir yerde yatmakta olduğuna dair tanıklıkta bulunacağız.

Faust: Amma akıllısın. İlk önce oraya kadar seyahat etmemiz lazım.

Mefisto: Ne bönlük, buna ne lüzum var? Sen fazla bir şey bilmeden de tanıklık etmelisin.

Faust: Daha iyi bir tedbir bulamazsan bu plan boşa gidecek demektir.

Mefisto: Kutsal adam, hala mı karşı koyuyorsun? Ve böyle bir fikre saplanıp kalıyorsun? Yalan yere tanıklığı hayatınızda ilk defa mı yapıyorsunuz? Siz tanrıyı, dünyayı, içinde yaşayanları, insanı, onun kafasında ve kalbinde geçenleri büyük bir belagat, açık bir alın ve ataklıkla anlatıp durmadınız mı? İçinizi iyice yoklayın, göreceksiniz ki, bunlar hakkın­daki bilginiz, bay Schwertlein’in ölümü hakkındaki bilginizden fazla değildir.

Faust: Sen bir yalancı ve safsatacısın. Ve hep böyle kalacaksın.

Mefisto: Evet, işin esasını biraz daha derinden bilmese idim! Sen bütün bu namuskarlığınla yarın zavallı Gretçiği baştan çıkarmayacak mısın? Ve ona aşk yemini etmeyecek misin?

Faust: Ben bunu gönülden yapacağım.

Mefisto: Pek ala ama, ebedi aşktan, sadakatten ve kudreti her şeyden üstün olan arzudan bahsederken de samimi olacak mısın?

Faust: Bırak bunu… Benim bir duygum olursa ve bu duyguya, bu coşkunluğa bir isim bulamazsam, bütün duygularınla dünyayı dolaşıp, en etkili deyimleri seçerek beni kavuran bu ateşe ”sonsuz” veya ”ebedi” evet, ebedi dersem, bu da şeytanca bir yalan mı olur?

Mefisto: Haklı olan yine benim.

Faust: Dinle beni ve rica ederim, nefesimi yorma. Şunu iyi bil ki haklı çıkmak isteyen ve yalnız kuvvetli bir çenesi olan bir kimse, bunu daima başarır. Haydi bırakalım bu gevezeliği. Çünkü sen, hele sana muhtaç olduğum için, haklısın.

Bahçe

Margaret, Faust’un kolunda, Marta da Mefisto’nun yanında gezinirler.

Margaret: Hissediyorum ki siz beni koruyor ve utangaç yapmak için alçak gönüllülük gösteriyorsunuz! Seyyahlar alicenaplıklarından dolayı böyle şeyleri hoş görmeye alışıktırlar. Benim basit konuşmamın sizin gibi gün görmüş bir adamı eğlendiremeyeceğini pek iyi bilirim.

Faust: Senin bir bakışın, bir sözün bana, dünyanın bilgi­lerinden fazla zevk verir. (Gretçiğin elini öper.)

Margaret: Rahatsız olmayınız, siz bu elleri nasıl öpebiliyorsunuz? Onlar o kadar çirkin ve sert ki. Annem pek titiz olduğu için bilseniz ne kadar çok iş görmek zorunluluğunda kalmışımdır. (Geçerler.)

Marta: Siz bayım, hep böyle seyahatte misiniz?

Mefisto: Ne yazık ki iş ve vazife bizi buna zorluyor. Bazı yerlerden ayrılırken ne kadar üzülürüz. Ama yine de kalmak mümkün olmaz. Gençlik çağında böyle serbestçe dünyayı dolaşmak hoştur ama, ihtiyarlıkta insan tek basma kalıp mezara kadar sürünmekten de hayır gelmez.

Mefisto: Ben bu sonu uzaktan dehşetle görüyorum.

Marta: O halde sayın bay, tam zamanında tedbir almalı­ınız. (Geçer.)

Margaret: Evet, gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Nezaket sizde alışkanlık halini almış. Yalnız sizin benden da­ha anlayışlı bir çok dostlarınız vardır.

Marta: Ah, güzelim, inan bana, anlayışlı denenler, çok defa, kibirli ve dar kafalıdırlar.

Margaret: Nasıl?

Faust: Ne çare ki suçsuzluk ve sadelik hiç bir zaman kutsi kıymetini kendisi takdir etmiyor. Alçak gönüllülük, kıymetlerini sevgi ile dağıtan tabiatın en yüksek hediyeleridir.

Margaret: Sız beni sadece bir an hatırlayın. Benim sizi düşünmek için yeter vaktim olacak.

Faust: Yalnız kaldığınız çok oluyor demek?

Margaret: Evet, evimiz küçüktür ama, işler görülmek is­ter. Hizmetçimiz yok. Yemek pişirmek, silip süpürmek, örgü örmek, dikiş dikmek, hem de sabah akşam oraya buraya koş­mak lazım. Annemin de eli o kadar sıkıdır ki. Pek tasarruf yapmaya da zorunlu değiliz, hani Başkalarına nispetle biz da­ha iyi yaşayabilirdik. Babam epeyce bir servet bıraktı. Bir evceğizimiz ve şehir dışında da bir küçük bahçemiz var. Şimdi günlerimiz oldukça sakin geçiyor, ağabeyim askerdir. Küçük kız kardeşim de öldü. Benim bu sevgili yavrucukla çok uğraşmam lazım geldi. Ama her eziyete tekrar seve seve katlanmaya razıyım. Çocukcağızı o kadar severdim.

Faust: Sana benziyor idiyse bir melekmiş demek!

Margaret: Onu ben büyütmüştüm. Beni çok severdi. Babamın ölümünden sonra dünyaya gelmişti. Annem o zaman o kadar hasta idi ki ondan umudu kesmiştik. İyileşmesi pek uzun sürdü. Onun için zavallı yavruyu kendisi emzirecek halde değildi. Böylece çocuğu süt ve su ile tek başıma ben büyüttüm. Adeta benim çocuğum oldu. Hep benim kollarımda neşelendi, tepindi ve benim kucağımda büyüdü.

Faust: Sen bundan her halde en halis saadeti hissetmişsindir.

Margaret: Elbette, ama bazı çok güç saatler de yaşadım, yavrunun beşiği geceleri odamda dururdu. Kımıldadı mı hemen uyanırdım. Ya süt vermek veya yanıma almak lazım gelirdi. Susmazsa yataktan kalkar, onu kucağımda dolaştırırdım, üstelik sabah erken çamaşır teknesinin basma geçmek, sonra gidip, öteberi getirmek, ocak basma geçip yemek pişirmek de benim görevimdi. Bu her Allah’ın günü böyle devam ederdi. Böyle olunca insan daima neşeli olamaz. Ama buna karşılık yemekler lezzetli, uyku da tatlı gelirdi.

Marta: Zavallı kadınların işi zor. Bir yaramazı yola getirmek hayli güçtür.

Mefisto: Senin gibi birisi olsa idi beni uslandırırdı.

Marta: Doğru söyleyin, şimdiye kadar bir şey bulamadınız mı? Kalbiniz bir kimseye bağlanmadı mı?

Mefisto: Atalar sözüdür: ”öz malın bir ocak, vefalı bir kadın, altın ve inciden değerlidir.”

Marta: Yani siz hiç bir heves duymadınız mı demek istiyorum. Yani demek istiyorum ki, kalbinizde ciddi bir arzu…

Mefisto: Kadınlara hiç bir zaman şaka yapmak ataklığında bulunmamalıdır.

Marta: Ah… Beni anlamıyorsunuz ki.

Mefisto: Cidden müteessirim, ama anlıyorum ki, siz çok lütuf karsınız. (Geçerler.)

Faust: Küçük meleğim, söyle bakalım, bahçeye girince beni hemen tanıdın mı?

Margaret: Görmediniz mi, gözlerimi yere indirmiştim.

Faust: Gösterdiğim ataklığı ve sen kiliseden dönerken yaptığım arsızlığı bağışlıyorsun değil mi?

Margaret: Böyle bir şey başıma gelmemişti, şaşırmıştım. Hakkımda kimse fena bir şey söylemezdi. Kendi kendime, ”bu adam senin tavrında terbiyeye uymayan bir şeyler mi gördü, ve seni hemen yanma yaklaşıp teklifsizce görüşülebilecek bir kız sandı ve bu ona cesaret verdi.” diyordum. Ama itiraf ederim, kalbimde size bir meyil hasıl oldu. Ama ne olduğunu bilmiyorum. Bununla beraber size daha sert bir cevap veremediğim için kendime çok kızdığım muhakkaktır.

Faust: Benim aziz sevgilim.

Margaret: Bana azıcık müsaade edin, (bir papatya koparır ve yapraklarını birer birer yolmaya başlar.)

Faust: Bu ne olacak, bir demet mi?

Margaret: Hayır, yalnız bir oyun.

Faust: Nasıl?

Margaret: Halime gülmeyin, (papatyayı koparır ve bir şeyler mırıldanır.)

Faust: Ne mırıldanıyorsun öyle?

Margaret: (Yüksek bir sesle). Beni seviyor… sevmiyor…

Faust: Ah, tanrısal kadın.

Margaret: (Devamla), Seviyor… sevmiyor…  (Son yaprağı sevinçle kopararak) seviyor!

Faust: Evet yavrum, çiçeğin bu sözünü sen, tanrısal bir özdeyiş say. Seni seviyorum! Bunun ne demek olduğunu anlıyor musun? O seni seviyor (Gretçiğin iki elini tutar.)

Margaret: Heyecandan titriyorum.

Faust: Hiç korkma, bırak da bu bakışım ve bu el sıkışım sana ifadesi kabil olamayan bir şeyi anlatsın. Kendimizi tamamen ebedi olacak bir mutluluğa bırakalım. Sonsuzluğa kadar. Yoksa onun sonu ezginlik olurdu. Ama hayır hayır, onun sonu olmayacak, hiç olmayacak.

[Margaret, onun ellerinden sıyrılıp kaçar, Faust bir an düşünceli durduktan sonra onu izler.]

Marta: Gece oluyor.

Mefisto: Evet, biz de gidelim artık.

Marta: Kalmanızı rica etmek isterdim ama, burası pek fena bir yer. Herkes işi gücü yokmuş gibi, komşunun adımlarını gözetler. Sonra her zaman olduğu gibi, dedikodu yaparlar. Ya bizim çifte kumrulara ne oldu?

Mefisto: Şu karşıdaki yoldan gittiler, bizim şen kelebekler.

Marta: Delikanlı kıza tutuldu gibi. Mefisto: Kız da ona! Dünyanın gidişi bu.

Bahçede bir kulübe

Margaret içeriye atlar, kapının arkasına saklanır, parmak uçlarını dudaklarına basar ve delikten bakar.

Margaret: Geliyor.

Faust: (Gelir.) Ah yaramaz, beni atlatıyorsun. İşte buldum seni. (Kızı öper.)

Margaret: (Faust’a sarılıp öpücüğünü iade eder.) İnsanların en iyisi! Seni bütün gönlümle seviyorum. (Mefisto kapıyı vurur.)

Faust: (Ayağını yere vurur.) Kimdir o?

Mefisto: İyi bir dost.

Faust: Hayvanın biri mi?

Mefisto: Veda zamanı geldi artık.

Marta:
Evet, gece oldu bayım.

Faust: Size eşlik etsem olmaz mı?

Margaret: Annem beni… Allah’a ısmarladık.

Faust: Mutlaka gitmeli miyim? Allah’a ısmarladık.

Marta:
Güle güle.

Margaret: Yakında tekrar görüşmek üzere. [Fausfla Mefisto giderler.] Aman Allah’ım, böyle bir adam neler de düşünebiliyor? Onun karşısında utanıyorum. Ve her şeye ”evet” diyorum. Ben bir zavallı bilgisiz çocuğum. Bende ne buluyor anlayamıyorum.
Orman ve mağara

Faust: (Tek başına.) Ey yüce ruh, senden istediğim her şeyi bana verdin. Ateşin içinden yüzünü bana çevirişin boşuna değilmiş. Bana şahane tabiatı bir malikane olarak verdin. Onu duymak, ondan zevk almak kudretini bahşettin. Sadece onu soğuk ve hayran bakışlarla seyretmek değil, bir dostun göğsüne bakar gibi onun kalbine bakmak olanağını verdin. Canlı yaratıklar serisini gözlerimin önünden geçirdin. Ve bana sessiz korularda, karada ve denizde yaşayan kardeşlerimi tanıma olanağını verdin. Ormanda fırtınalar patlayıp koca çamları, yanlarındaki ağaçların köklerini ve dallarını sökercesine sallar ve o çıtırtının boğuk sesi tepelerde gürlerken, sen beni emin bir mağaraya götürdün, ve orada bana beni gösterdin. Ve göğsümdeki gizli, derin harikaları önümde açtın. Gözlerimin önünde berrak ay, ruhumu okşayarak yükselince, kaya duvarlarından ve nemli çimenlerin arasından geçmiş kuşakların gümüş hayaletleri beliriyor ve seyrine doyulmaz bir görüntü yaratıyor. Ah. insan için hiç bir şeyin kusursuz olamayacağını şimdi hissediyorum. Sen bana, beni Tanrı’ya yaklaştıran bu sevinçle birlikte, bana kendimi soğuk bir ataklıkla tahkir ettiren ve fısıldadığı bir kelime ile senin lütuflarını hiçe indiren ve buna rağmen artık vazgeçemeyeceğim o yoldaşı verdin. O, göğsümde, o güzel görüntüye karşı vahşi bir ateş yaktı, böylece ihtirastan zevke sendeliyorum ve zevkin kucağında ihtirastan ölüyorum.

[Mefisto gelir.]

Mefisto: Artık hayattan aldığın nasibi yeter bulmuyor musun? Bunun uzaması size ne zevk verecek? Her şeyi bir kere tatmak kafidir. Sonra yeni bir şey bulmalıdır.

Faust: Beni şu güzel günde üzmekten başka bir işin olsaydı ne iyi olurdu

Mefisto: Peki peki, seni rahat bırakırım, bana ciddi olarak bir serzenişte bulunamazsın. Senin gibi çılgın, vefasız ve haşin yoldaşı olanın kaybedecek bir şeyi olamaz. Bütün günümü sana veriyorum, bayımızın ne gibi şeylerden hoşlandığını, nelerden vazgeçmek lazım geldiğini suratınızdan okumak o kadar kolay değil.

Faust: İşte bu ala. Beni tedirgin ettiğin yetmiyormuş gibi, üstelik bir de teşekkür bekliyorsun.

Mefisto: Zavallı, fani, hayatını bensiz nasıl idare edecektin? Seni vehim ve hayallerin işkencesinden, uzun müddet tedavi ederek, ben kurtardım. Ben olmasa idim, sen çoktan bu hayattan silinirdin. Mağaralarda, kaya kovuklarında bir baykuş gibi ne arıyorsun? Rutubet kokulu yosunlarla, ıslak taşlar arasında bir kurbağa gibi gıdanı mı arıyorsun? Ne ala eğlence! Senin hala doktorluk üstünde.

Faust: Issız yerlerde gezinmenin bana nasıl yeni bir yaşama gücü verdiğini anlıyor musun? Bunu anlamış olsaydın, bu saadeti bana layık görmeyecek kadar şeytan olmazdın.

Mefisto: Ne ilahi bir zevk! gece karanlığında çiğ altında yatmak, yeri ve göğü coşkunca kucaklamak, kendini bir tanrı sanacak derecede gurura kapılmak, bilgi özlemiyle dünyanın derinliğini nüfuza çalışmak, tanrının altı günde yarattığı şeyleri kendi göğsünde hissetmek, kuvvetine güvenerek bilmem nelerden zevk almak, sonra aşk heyecanı içinde her şeyin üstünden aşarak, fanilikten tamamen sıyrılmak ve sonra bu yüksek ilhamı… (bir işaret yapar) nasıl bitireyim, söylemekten çekiniyorum.

Fanst: Tuh sana.

Mefisto: Bu hoşunuza gitmiyor demek, terbiyeli ruh, demekte haklısın. insan nezih kulakların önünde afif kulakların vazgeçemedikleri şeyi söylememeli. Kısacası, ara sıra kendinizi aldatma zevkini size bağışlıyorum. Ama siz buna uzun müd­det dayanamazsınız. Sen yine bitkin bir hale gelmişsin. Bu daha fazla devam ederse, yine çılgınlık veya korku ve endişe içine yuvarlanacaksın. Bu kadarı yeter; Sevgilin odasına kapanmış oturuyor. Ve her şey ona sıkıntı ve üzüntü veriyor. Hiç aklından çıkmıyorsun. Seni bütün kalbi ile seviyor. Aşk ihtirasın, eriyen karlardan peyda olan bir dere gibi taştı, bunu onun kalbine akıttın. Şimdi derenin suları sığlaştı. Ormanlarda taht kuracağına onu büyük efendiye bırakıp zavallı taze kıza aşkının ödülünü versen daha iyi olur sanırım! Zavallı kız vaktini geçiremiyor. Pencerenin kenarında duruyor. Surların üstünden, bulutların geçişini seyrediyor. ”Ben bir küçük kuş olsaydım” türküsünü gece yarışma kadar dilinden düşürmüyor. Nadiren neşeli, çok defa kederli, bazen içini dökünceye kadar ağlama sayesinde biraz  sakinleşebiliyor, daima da seni seviyor.

Faust: Yılan, yılan.

Mefisto: (Kendi kendine.) Seni bir yakalasam hele.

Faust: Rezil, çekil karşımdan! Ve o güzel kadının adını ağzına alma. Onun vücudunda uyandırdığın ihtirasın, yarı çılgın duygularımın karşısına çıkarma.

Mefisto: Ne olacak öyle ise? O senin kaçtığını sanıyor ve hemen hemen de öyle.

Faust: Ben uzaklarda bile olsam, ona yakınım. Onu hiç unutamıyorum ve hiç bir zaman gözümün önünden ayıramıyorum, hatta onun dudakları temas etti diye İsa’nın vücudunu bile kıskanıyorum.

Mefisto: Pek doğru dostum. Ben de sizi çok defa güller altında otlayan o ikizlerden dolayı kıskanmıştım.

Faust: Meyancı, defol oradan.                                            l

Mefisto: Ala, siz beni tahkir ediyorsunuz, ama ben buna gülerim. Erkekle kadını yaratan tanrı bile, bizzat fırsatı hazırlamakla mesleklerin bu en temizini tanımıştı. Haydi gidelim artık. Çünkü durum çok kötü. Siz sevgilinizin odasına gitmelisiniz, ölüme değil!

Faust: Onun kollan arasında ilahi saf anın ne değeri olur? Bırak ta kendimi onun göğsünde ısıtayım. Zaten hep özlemini Çekmiyor muyum? Ben bir çağlayan gibi kayadan kayaya gürleyen, tutkudan kuduran, uçuruma yönelen, gayesiz ve huzursuz bir yabani değil miyim ? Öte yanda da o kızcağız, o suçsuz, belirsiz duyguları ile, o Alp yaylasındaki kulübeciğinde bütün ev işlerini görerek, kendi küçük aleminde yaşıyor. Ben ise Allah’ın belası, sanki o kayaları tuz buz ettiğim yetmiyormuş gibi, onun huzurunu da tarumar etmek zorunda kaldım. Ey Cehennem, sana böyle bir kurban lazım mıydı? Haydi şeytan, bana yardım et ki bu ıstırap devresi kısalsın. Ne olacaksa hemen olsun! İsterse onun kaderi benim üstüme yıkılsın ve benimle birlikte yok olsun.

Mefisto: Gene nasıl kaynıyor ve alevleniyor, budala, onun yanma git ve onu teselli et. Senin gibi kuş beyinliler, bir çıkar yol görmeyince hemen ölümü gözlerinin önüne getirirler. Ya­şasın cesur davrananlar! Sen oldukça da şeytanlaştın hani! Ve dünyada aciz haline düşmüş bir şeytan kadar tuhaf şey olamaz!

Gretçik’in Odası

Gretçik çıkrık başında, yalnız.

Bitti artık huzurum,
Gitti elden sükunum,
Onu nerde bulurum!

Onun olmadığı yer,
Gözümde mezar olur,
Dünya bana dar olur!
Ah! Başım pek perişan,
Duygu, yürek perişan!

Bitti artık huzurum,
Gitti elden sükunum,
Onu nerde bulurum!

Pencereden bakmam onun
Evden çıkmam onun için!
Uzun boyu, yürüyüşü,
Gözlerinin ışık süsü,
Sözlerinin gür büyüsü,
Gülüşü, hele öpüşü!

Bitti artık huzurum,
Gitti elden sükunum,
Onu nerde bulurum!

Kalbim onu arıyor,
Gözlerim onu soruyor,
Kollarım onu bulsa da,
Kucaklasam, kucaklaşanı,
Öpsem yüzünü, gözünü,
Hayatıma mal olsa da.

Marta’nın bahçesi Margaret, Faust

Margaret: Vadet bana Heinrich.

Faust: Elimden gelen her şeyi.

Margaret: Şimdi söyle bakalım, din hakkında ne düşünüyorsun? Sen iyi kalpli bir adamsın. Ama, sanıyorum ki dini umursamıyorsun.

Faust: Bırak bunu yavrum. Görüyorsun ki seni seviyorum. Ben sevdiklerim için canımı feda ederim. Kimseyi duygusundan ve kilisesinden etmek istemem.

Margaret: İşte bu doğru değil, ona inanmak ta lazım.

Faust: Mutlaka lazım mı?

Margaret: Ah… Senin üzerinde etkili olabilseydim, sen mukaddesata da saygılı değilsin.

Faust: Saygılıyım.

Margaret: Ama isteksiz olarak: Duaya ve günah çıkartmaya da gitmemişsindir. Allah’a inanıyor musun?

Faust: Sevgilim, Allah’a inanıyorum demeye kim cesaret edebilir? Bunu papazlara ve bilginlere bile sorsan alacağın cevap, soranla eğlenmek olur.

Margaret: Demek inanmıyorsun.

Faust: Beni yanlış anlama güzelim. Kim inanıyorum diye ikrarda bulunabilir. Ve kim ona bir isim vermek cesaretini gösterebilir? Ve kim hissettiği halde inanmıyorum demeye ataklık edebilir? Her şeyi tutan, koruyan, devam ettiren o, seni beni, ve bizzat kendisini de tutmuyor mu? Üstümüzde gök kubbeleşmiyor mu? Altımızda yer sağlam durmuyor mu? Ebedi yıldızlar bize dostça bakarak yükselmiyorlar mı? Ben gözümle senin gözüne bakmıyor muyum? Ve her şey senin kafana ve kalbine nüfuz etmiyor mu? Ve her şey ebedi bir sır halinde göze görünerek veya görünmeyerek, yakında dolaşıp durmuyor mu? Kalbini bunlarla ne kadar kabilse doldurup, bu duygularla mutlu oluyorsan, adına ister talih de, gönül de, aşk de, istersen tanrı de, ne dersen de. Ben ona ad bulamıyorum. Duyuş, her şeydir. İsim ise boş bir gürültü, gök nurunu sislendiren bir dumandır.

Margaret: Bunların hepsi iyi ve güzel, papaz da aşağı yukarı bunları söylüyor, yalnız başka kelimelerle.

Faust: Bunu her yerde ve her gün göklerin ışığı altında bulunan bütün kalpler kendi dilleri ile söylerler. Niçin ben de kendi dilimle söylemeyeyim?

Margaret: Bunları işitince aklım yatar gibi oluyor. Ama, yine bir belirsizlik var. Çünkü sende Hıristiyanlıktan eser, yok.

Faust: Sevgili çocuk!

Margaret: Yanındaki arkadaşını görünce içimde bir üzüntü duyuyorum.

Faust: Neden?

Margaret: Yanındaki adamdan ruhumun derinliklerine kadar tiksiniyorum. Bu adamın iğrenç suratı kadar hiç bir şey, kalbime ok gibi saplanmamıştır.

Faust: Sevgili bebeğim, ondan korkma.

Margaret: O oldu mu, beynim dönüyor, oysa ben herkese karşı iyi hisler beslerim. Ama sana bakmayı özlediğim zaman, o adamı görünce içimden bir titreme geliyor, sinsinin biri. Eğer ona karşı haksızlık ediyorsam Allah beni bağışlasın.

Faust: Böyle garip adamların bulunması da gerek.

Margaret: Ben onun gibilerle bulunmak istemezdim. Kapıdan girince içeriye şöyle bir yarı alaycı, yarı öfkeli bir tavırla bakıyor. Hiç bir şeye karşı ilişkisi yok. Hiç kimseyi sevmeyeceği de belli. Ben senin kolunda iken içimde ferahlık ve teslimiyetten gelen bir mutluluk duyduğum halde, onun varlığı içimi bulandırıyor.

Faust: Sezişi kuvvetli melek, sen.

Margaret: Bu his beni o kadar üzüyor ki bize doğru yaklaştığı vakit adeta sana olan aşkım bile sarsılıyor. Sonra o burada iken dua da edemez oluyorum. Bu da içimi kemiriyor. Senin de aynı şeyleri duyman gerek, Heinrich.

Faust: Sen bir kere antipatik bulmuşsun onu.

Margaret: Artık gitmek zorundayım.

Faust: Ah… Bir saatçik olsun, senin yanında kalp kalbe, can cana oturmak nasip olmayacak mı?

Margaret: Ah… Eğer odada yalnız yatmış olsaydım, sana bu akşam kapının sürgüsünü açık bırakmayı isterdim. Ama annemin uykusu derin değildir, bizi görecek olursa, hemen o anda ölürüm.

Faust: Meleğim, bunun kolayı var. İşte sana bir şişecik! Onun içeceği şeye bunun üç damlasını damlat, o sevgili kadıncağız derin bir uykuya dalar.

Margaret: Senin hatırın için ben ne yapmam ki? Allah vere de anneme bir zararı olmasa!

Faust: Sevgilim, öyle olsa idi sana verir miydim?

Margaret: İnsanların en iyisi. Ben senin   yüzüne bakınca bilmem nasıl bir şey, beni senin arzularına ram ediyor. Senini uğrunda şimdiye dek, o kadar çok şey yaptım ki, hemen yapacağım bir şey kalmadı gibi. (Gider.)

[Mefisto gelir. ]

Mefisto: O şebek gitti mi?

Faust: Yine mi casusluk ettin?

Mefisto: Hepsini ayrıntılarıyla dinledim. Doktor beyimize epeyce vaiz verildi! Umarım ki bundan faydalanırsınız! Kızlar insanın sofu ve dindar olup olmadığına pek meraklılar. Onlar düşünürler ki erkek, Tanrıya itaat ederse, karısına da itaat eder.

Faust: Haleluya. Şu aziz ve sevgili ruhun kendisine başlı başına mutluluk veren imanı ile çok sevdiği adamı kaybolmuş gör­me ihtimalinin azabını çektiğini anlamıyor musun?

Mefisto: Şehvet fıçısı, ihtiraslı koca, bir kızcağız seni burnundan sürüklüyor.

Faust: Uğursuz herif, defol.

Mefisto: Bu kızcağız fizyonomiden iyi anlıyor. Yanında bulunduğum zaman ona bir şeyler oluyormuş! Şu maske de benim gizli kimliğimi açığa vuruyormuş. Şüphesiz o benim bir dahi, hatta belki bir şeytan olduğumu bile seziyor. Demek bu gece?

Faust: Bundan sana ne?

Mefisto: Ben de bundan zevk alırım.
Çeşme başında, Gretçik ve Lizcik testilerile

Lizcik: Berbel’den bir haber var mı?

Gretçik: Bir şey duymadım, sokağa az çıkıyorum.

Lizcik: Bugün bana Sibil anlattı. O da nihayet tongaya basmış. Kibarlık taslamanın sonu bu.

Gretçik: Nasıl?

Lizcik: İşin kokusu çıktı. Şimdi karnında bir can daha besliyormuş.

Gretçik: Vay!.

Lizcik: Nihayet hak ettiği cezayı buldu. Ne zamandan beri herifin peşini bırakmıyordu. Köy meydanında, dans salonlarında gezip tozmalar, her yerde görünmeler, şarap ve çörek ikramları, güzelim diye övünmeler. Hatta onun armağanını kabul etmekten utanmayacak kadar hayasızlaşmış. Sözün kısası bir aşıkdaşlık, bir yaranma, şakalaşma filan derken, işte böyle çiçeği dökülüvermiş.

Gretçik: Zavallı çocuk.

Lizcik: Ona da acıyor musun? Bizler iplik büker, dokuma dokurken, ve annelerimiz gece bir yere adımımızı attırmazken o, sevgilisinin kucağında bulunuyordu. Kapı eşiklerinde, karanlık yollarda, vaktin nasıl geçtiğini fark etmiyordu. Artık bırak da boynunu büksün ve günahkar gömleğini üstüne geçirerek gidip kilisede günah çıkartsın.

Lizcik: Onu alırsa delilik etmiş olur. Şirin bir delikanlı başka yerlerde de eğlenebilir. Esasen gitti bile.

Gretçik: İşte bu güzel bir hareket değil.

Lizcik: Onunla evlenenin hali fena olacakmış, delikanlılar gelin tacım yırtacaklarmış. Biz de kapısının önüne saman çöpleri serperiz.

Gretçik: (Evine giderken.) Bir zavallı kız bir kusur işleyince, ben vakti ile onu nasıl cesaretle ayıplardım. Başkalarının suçlarını tenkit yollu, neler söylerdim. Böyle bir kızın yüzü bana kapkara görünürdü. Ve ne kadar karartsam gene istediğim kadar kara olmazdı. Bu durum karşısında tanrıya övgü sunar ve ovunurdum. Halbuki şimdi ben kendim bir günahkarını, ama beni bu günaha sürükleyen şeylerin hepsi ne kadar hoş, ne kadar tatlıydı!

Kale civarı

Duvarın oyuğunda Meryem ananın acı durumuna tasvir eden bir tablo, önünde çiçek vazoları.

Gretçik:  (Vazolara taze çiçekler yerleştirir.) Ey acıyla dolu varlık. Yüzünü felaketime çevir. Hançerlenmiş kalbin ve bin bir acıyla oğlunun ölüsüne bakıyorsun, tanrıya bakıyorsun! Onun ve kendinin yıkımına hıçkırıklarla ağlıyorsun. İçimi acının nasıl oyduğunu kim hissedebilir? Kalbimi burkan, titreten şeyi ve onun özlediğini sen ve ancak sen bilirsin! Nereye gidersem gideyim, yüreğim yanıyor, yanıyor, yanıyor. Pek yalnız da kalmıyorum. Ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum. Kalbim parçalanıyor. Sabah erken, senin için bu çiçekleri koparırken, penceremin önündeki cam kırıklarını gözlerimle ıslattım. Güneş erken, odamı aydınlattığı zaman, beni yatağımda felaketlerimle baş başa buldu. İmdat et bana! Rezaletten ve ölümden kurtar beni! Ah, acıyla dolu varlık, inayet et, yüzünü yıkımıma yönelt!
Gece Gretçik’in kapısı önündeki sokak

Valentin: (Margaret’in kardeşi, asker.) Bir içki aleminde niceleri övünür, delikanlılar genç kızların güzelliğini gür sesle över ve bunu dolu kadehlerle açığa vururlarken, ben dirseğimi masaya dayayıp güvenden gelen bir durgunlukla bir kenarda oturur, bu şamataları dinler, bıyığımı burarak güler ve elime dolu kadehimi alarak derdim ki: ”Herkes kendine göre ama, bütün bu ülkede benim sevgili Gretçiğime benzeyeni, onun eline su dökebilecek olanı var mı?” Uygun bulma sesleri arasında kadehler şıngırdardı. Bazıları da: ”Haklıdır, Gretçik bütün bir kuşağın süsüdür” diye haykırırlardı. O zaman başka kızları övenlerin dilleri tutulurdu. Ya şimdi? Saçlarımı yolmak ve duvarlara tırmanmak geliyor içimden. Bütün alçaklar iğneli sözlerle burun kıvırarak bana sövmek istiyor. Hileci bir borçlu gibi, büzülüp oturmaya hükümlüyüm. Herhangi bir dolayısıyla anlatma karşısında terler döküyorum. Onlara ”yalancı” diye bağıramadığım için her şeyi tepelemek geliyor içimden. Şu gelenler kim acaba? Böyle sessizce sokulanlar kim? Aldanmıyorsam o ikisi. Eğer öyle ise, kafalarını patlatacağım, buradan diri çıkamayacaklar.

Faust, Mefisto

Faust: Karşıdaki kilisenin tapınma yerinin penceresinde her zaman yanan lambanın ışığı nasıl titrek bir alev halinde yükseliyor! Gittikçe kuvvetini kaybeden bu ışığın çevreleri na­sıl kararıyor! Ve karanlık etrafa yayılıyor. Geceleri benim kalbimin içerisi de işte böyle karanlık oluyor.

Mefisto: Ben de kendimi yangın merdivenlerine sokulan ve duvarlara sürtünerek dolaşan bir kedi kadar hararetli buluyorum. Bu hususta çok namuslu olmama rağmen, içimde biraz hırsızlık, biraz hoyratlık arzusu var. O muhteşem Valpurgiz gecesini özlüyorum. O gecenin zevki şimdiden uzuvlarımı kaplıyor. Zaten öbür gün ona kavuşuyoruz. işte o gece insan niçin sabahladığını anlar.                                                          j’

Faust: Şu arka tarafta pırıldadığını gördüğüm define acaba şu sırada yer yüzüne mi yükseliyor?

Mefisto: Küçük kasayı oradan çıkarma zevkini yakında tadacaksın. Geçenlerde içersine bir göz attım, aslan resimli parlak altınlar vardı.

Faust: Sevgilimi süsleyecek bir mücevher, bir yüzük filan yok mu?

Mefisto: inci gerdanlığa benzer bir şey gördüm galiba.

Faust: İşte bu ala. Sevgilimin yanına hediyesiz gidersem üzülüyorum.

Mefisto: Bazen da bedava tarafından işin tadını çıkardığınız için hiç keyfiniz bozulmamalı. Şimdi gök yüzünün yıldızlarla pırıl pırıl parıldadığı şu anda size bir şaheser dinleteceğim. Onu daha iyi kandırmak için size ahlaki bir şarkı söylüyorum:

Katerin, sevgilinin kapısında,
Ne ararsın böyle seher vaktinde,
Vazgeç iffetin elden gider!
Erkek bir defa murada erer,
Sonra da ”adiyö” der gider.
Değer veriyorsan namusuna;
Sakla visali nikahlına.

Valantin: (İlerleyerek.) Kimi kandırmaya uğraşıyorsun burada, defol alçak fare kapanı! Şu elindeki sazın, sonra da garkı söyleyenin canı cehenneme!

Mefisto: Gitar ikiye bölündü. Artık tamir edilemez.

Valantin: Şimdi de kafan yarılacak.

Mefisto: (Faust’a.) Bay doktor haydi bakalım, çekinme, gayret, iyice yanıma sokulun ki sizi idare edeyim. Kılıcınızı çekin ve saldırın. Ben onun vuruşlarını çelerim.

Valantin: Şunu çel bakalım.

Mefisto: Neden çelmeyeyim,

Valantin: Bunu da.

Mefisto: Elbette.

Valantin: Sanki şeytan kılıç atıyor, ne oluyor böyle, elim tutuluyor.

Mefisto: (Faust’a.) Sapla kılıcını.

Valantin: (Yere düşer.) Ah

Mefisto: Kabadayı yatıştı işte. Ama hemen gidelim, derhal ortadan kaybolmalıyız. Çünkü bir katil çığlığı başlıyor. Ben polisle iyi anlaşırım ama, ceza mahkemesi ile aram iyi değil.

Marta: (Pencereden.) İmdat, imdat!

Gretçik: Bir ışık getirin.

Marta: Burada sövüp sayıyorlar, dövüşüyorlar, bağrışıp vuruşuyorlar.

Halk: İşte ölen bile var, yerde yatıyor.

Marta: (Dışarı çıkar.) Katiller kaçmışlar mı?

Gretçik: Yerde yatan kim?

Halk: Annenin oğlu.

Gretçik: Allah’ım, ne yıkım!

Valentin: Ben ölüyorum. Bu iş söylendiğinden bile daha tez olup bitiyor. Kadınlar ne duruyorsunuz orada, ne ağlayıp sızlıyorsunuz? Buraya gelin de beni dinleyin. (Hepsi yaklaşırlar) Gretçik’ım, sen daha gençsin ve toysun, fena fena şeyler yapıyorsun. Sana bunu mahrem olarak söylüyorum. Nasıl olsa artık bir fahişe oldun, bari bu işi doğru dürüst yap.

Gretçik: Ağabey, ah Rabbim bu ne demek!

Valentin: Tanrımızı bu işe karıştırma. Ne yazık ki artık olan olmuştur. Ve bundan sonra da ne olacaksa o olacaktır. Sen gizlice bir erkekle işe başladın. Az sonra sıra başkalarına gelecek ve bir düzüne adamın elinden geçtikten sonra bütün şehirlinin malı olacaksın! Rezaletin ürünü de gizlice dünyaya getirilecek, başının ve kulaklarının üstüne gecenin örtüsü örtülecek, belki onu öldürmek bile isteyeceksin. Ama o büyüyecek ve gün ışığına çıkacak. Hem de hiç güzelleşmemiş bir halde. Gün ışığını gördükçe suratı daha çirkinleşecek. Ben daha şimdiden namuslu şehir halkının bir leşten kaçar gibi, senden, senin gibi bir kahpeden, yüz çevirecekleri zamanların geleceğini görüyorum. Alçak, onlar senin yüzüne baktıkları zaman kalbin burkulacak, artık altın gerdanlıklar taşıyamayacaksın. Kilisede mihraba yanaşamayacaksın. Güzel dantelli elbiseler içinde dansa çıkamayacaksın. Karanlık bir yoksulluk köşesinde, dilenciler ve sakatlar arasında gizleneceksin. Ve tanrı sonra seni bağışlasa bile, yer yüzünde yine lanetle anılacaksın.

Marta: Allanın inayetine sığının ve af dileyin. Üstünüze bir de kara sürme suçunu mu almak istiyorsunuz?

Valentin: Alçak meyancı! Senin şu sıska vücudunu bir tekme ile ortadan kaldırabilseydim, bütün günahlarımın bağışlanacağını umabilirdim.

Gretçik: Kardeşim, ne cehennem azabı bu!

Valentin: Sana söylüyorum, şu gözyaşlarını bırak, namusunu feda ettiğin için, kalbime en ağır darbeyi indirmiş oldun. Ben ölüm uykusuna dalarken, askerce ve dürüst bir insan olarak Tanrıya kavuşuyorum. (Ölür.)
Kilise

Ayin, org sesi, ilahiler Gretçik kalabalığın arasında, içinde vicdan azabı.

Vicdan azabı: Gretçik, sen henüz tamamı ile suçsuz iken, şu mihraba yaklaşıp, kalbinde kah çocuk oyunları, kah tanrı bulunduğu halde o eski püskü kitapçığından dualar mırıldandığın zamanki haline ne kadar başka idi! Gretçik, senin akim nerde? Kalbindeki bu kötülük nedir? Senin yüzünden uzun, pek uzun azaplı bir uykuya dalıp öte dünyaya göçen annenin ruhu için mi dua ediyorsun? Eşiğinde kimin kanı var? Kalbinin altında şimdiden kımıldanmaya başlayan şey, önsezi uyandıran varlığı ile hem seni, hem kendisini endişelere düşürmüyor mu?

Gretçik: Ah, ah Zihnimden bir türlü çıkmayan, beni kemiren bu düşüncelerden bir kurtulabilsem!

Koro: Kıyamet günü, tanrının gazabı, dünyayı eritip kül edecek. (Org sesleri.)

Vicdan azabı: Allah’ın gazabı seni pençesine alıyor. Kıyamet boruları çalınıyor. Mezarlar sarsılıyor. Ve senin kalbin, küllerin durgunluğu arasından, alevlerde yanmak üzere canlanıyor, titriyor.

Gretçik: Ah, buradan uzaklaşabilsem! Org sesi sanki nefesimi tıkıyor. İlahiler kalbimin en derin yerini yaralıyor.

Koro:
Tanrı, mahkemesini kuracak
Bütün sırlar açığa çıkacak
Hiç bir şey saklanamayacak.

Gretçjk: İçim öyle daralıyor ki! Şu sütunlar beni sıkıyor, kubbe beni eziyor, hava almak istiyorum, hava…

Vicdan azabı: Sen gizlen ama günahla ayıp gizli kalamaz. Hava mı istiyorsun, ışık mı? Sakın ha.

Koro:
Doğrular bile güç kurtulabilirken,
O zaman zavallı ben ne söylerim?
Avukatlardan hangisini peylerim?

Vicdan azabı: Temiz insanlar senden yüz çeviriyorlar. Temiz ruhlar sana ellerini uzatmaktan tiksiniyorlar. Eyvah!

Koro: O zaman zavallı ben ne söylerim?

Gretçik: Komşum, şişenizi verin. (Düşüp bayılır.)

Valpurgis gecesi

Hartz dağlan, Schirke ve Elend mevkileri Faust, Mefisto

Mefisto: Canın bir süpürge sapı istemiyor mu? Ben kendi başıma tekelerin en kuvvetlisini elde etmek isterdim. Bu yolda henüz hedefimizden çok uzaktayız.

Faust: Bacaklarımda takat bulunduğu sürece şu budaklı sopa bana yetişir. Hem yolu kısaltmak neye yarar ki? Vadilerin dehlizvari yollarında yürümek, sonra hep böyle suların fışkırdığı şu kayalara tırmanmak, işte o yolların bize tattıracağı zevk bundadır. İlkbahar şimdiden kayın ağaçlarını kaynaştırıyor. Çamlar bile onu hissetmeye başladılar. Bizim organlarımızı etkilemesin olur mu?

Mefisto: Doğrusu ben henüz bir şey hissetmiyorum. Benim vücudumda henüz kış hüküm sürüyor. Yolumun üzerinde kar ve buz olmasını isterdim. Kırmızı ayın yuvarlaklaşmamla, hali içinde, fersiz kızıllığı ne kadar hüzünlü yükseliyor! Ortalığa da o kadar az ışık veriyor ki, insan her adımda bir ağaca, bir taşa çarpıyor. İzin ver de bir yalancı ışık çağırayım. İşte karşımızda keyifli keyifli yanan bir tanesini görüyorum. Hey dostum, seni yanımıza davet edebilir miyim? Ne diye boş yere ışıldayasın. Lütfen bizim yolumuzu yukarıya doğru aydınlatıver.

Yalancı ışık: Size hürmeten hafif meşrepliğimi frenliyebileceğimi umuyorum. Bizim yolumuz genellikle zikzak gider.

Mefisto: Ay, ay, insanları taklit etmeye çalışıyor! Şeytan aşkına doğru yürü. Yoksa o titrek alevini üfler, söndürüveririm.

Yalancı ışık: ‘Şimdi anlıyorum ki siz ev sahibisiniz. Ben de genellikle yanınıza gelip sözünüzü dinlemek isterdim. Yalnız düşünün ki dağ bugün sihir çılgınlığı içindedir. Ve size, bir yalancı ışık yol gösterecekse o kadar ciddiye almamalısınız.

[Faust, Mefisto ve yalancı ışık sıra ile şarki söylerler.]

Dalmışız rüya ve büyü alemine,
Götür bizi o ıssız engine,
Onur payı çıkar bundan kendine.
Sıra sıra ağaçlar,
Belleri bükük yamaçlar,
Kaçarlar önümüzden.
Burunları sivri kayalar,
Nasıl da böyle horlarlar!
Çaylar, dereler,
Taşlardan, çimenlerden geçerler.
İşittiğim bilinmeyen bir çağıltı mı?
Yoksa bir şarkı mı?
Aşk elinden sızlanışı mı?

Yoksa o tanrısal günleri anış mı?

Umudumuzun, sevgimizin sesi mi?

Bir eski zaman masalı gibi

Yine çınlıyor yankılar,

işte ötüyorlar baykuşlar, kargalar,

Acep hepsi uyanık mı kalmışlar?

Şu ağaçlar altında düşe dalmışlar,

Şunlara bakın hele,

Sanki ince bacaklı, iri karınlı bir kertenkele

Ve yılan gibi şu kökler,

Kayaya ve kuma dolanmışlar,

Yabancı bağlar uzatıp bizi,

Bağlamışlar böyle,
Canlı lifler, polipler gibi uzatıp kolunu

Kesiyor seyyahın yolunu,

Sürü sürü, renk renk sıçanlar,

Yosunlarda, bayırlarda yatarlar.

Tutuşmuş binlerle yakamozlar,

Yolumuzu aydınlatırlar,

Söyle bana, duruyor muyuz?

Yoksa yürüyor muyuz?

Sanki her şey dönüyor,

Kayalar, ağaçlar, yüzler kesişiyor,

Ve yalancı ışıklar parlıyor.

Mefisto: Uyanık ol, eteğimden tut. Şurada bir tepe var ki oradan insan, dağın ihtişamla nasıl parıldadığını görür.

Faust: Vadilerin içinden nasıl tan kızıllığı gibi bulanık bir ışık parıldıyor ve uçurumun en derin yerine kadar giri­yor! Şuradan bir duman yükseliyor, öteden bulutlar geçiyor, beri taraftan sis ve tüller arasında bir kızıllık ortalığı aydınlatıyor. Ve ince yapılı bir iplik gibi süzülüyor. Sonra da bir pınar gibi fışkırıyor. İşte şurada vadinin içinde yüzlerce kola ayrılarak kıvrıla kıvrıla mesafe alıyor. Ve şu dar köşede kollar birdenbire birleşiveriyor. Ve o zaman sanki etrafa altın tozu saçılıyormuş gibi kıvılcımlar püskürüyor. Bak işte kaya du­varı boylu boyunca tutuşuyor.

Mefisto: Bu bayram onuruna bay Mammon, sarayı muhteşem bir şekilde aydınlatmış. Senin bunu görmen bir mutluluktur. Ben sabırsız konukların gelişini görüyorum bile.

Faust: Kasırga havada nasıl öfke saçıyor, enseme nasıl korkunç darbeler indiriyor.

Mefisto: Kayaların ihtiyar böğrünü tutmalısın, yoksa fırtına seni uçurumun çukuruna yuvarlar. Sis, geceyi koyulaştırıyor. Dinle, bak ormanlardaki şamataya! Gece kuşları ürkmüş kaçıyorlar. Dinle, ezelden beri yeşil olan sarayların sütunları çatırdıyor. Dalların çatırdayarak kırılışını, iri gövdelerin inleyişini, köklerin gıcırtısını dinle. Hepsi korkunç bir şekilde cenkleşiyor. Ve yıkıntı dolu uçurumlarda rüzgarlar uluyor, tepede uzaktan yakından gelen sesleri duyuyor musun? Evet, bütün dağı sihirli bir türkünün çılgın sesleri sarıyor.

Büyücü kadınlar korosu:
Brocken’e çıkıyor büyücüler,
Ekin sarı, yeşil tohumlar,
Kalabalık orada toplanıyor,
Yaban horozu başta oturuyor,
Taş ağaç arasından geçiyor,
Büyücü …yor, teke pis kokuyor!

Bir ses: İhtiyar Baubu bir dişi domuza binmiş yalnız başına geliyor.

Koro:
Saygı gösterelim yaraşık olana,
Bayan Baubu geçsin kafilenin başına,
Bir besili domuz ve üstünde annemiz,
Arkasından yürürüz hepimiz.

Bir ses:
Hangi yoldan buraya geldin?

Bir ses daha: Ilsenstein üzerinden. Orada baykuşun yuvasına baktım, gözlerini fal taşı gibi öyle bir açtı ki!

Bir ses: Haydi canın cehenneme, hayvanı ne koşturuyorsun bu kadar?

Bir ses: Beni dikenler arasında sürükleyerek her tarafımı sıyırttı, şu yaralarıma bak.

Büyücü kadınlar korosu:
Yol uzun yol geniş,
Bu ne çılgın bir iş,
Çatal batar, süpürge çatırdar,
Çocuklar tıkanır, analar patlar.

Büyücüler korosunun yarısı:
Yolda lafa dalmayın,
Kadınlardan geri kalmayın.
Şeytanın huzuruna çıkarken,
Hedefe kadın varır en erken.

Öteki yarısı:
Bakmayın onun sözüne,
Kadın bin adım atsa,
Ve durmadan koşsa,
Erkek bir adımda geçer öne.

Bir ses: Siz de beraber gelin. Kayalar gölündekiler, siz de gelin.

Bir çok sesler: (Aşağıdan.) Sizinle beraber yukarı çıkmak bir zevktir, biz her şeyi temizleriz, kendimiz de pırıl pırılız, ama ebedi olarak da kısırız.

Her iki koro:
Rüzgar susuyor, rüzgar susuyor,
Bulanık ay gizleniyor,
Büyücü güruhu geçiyor,
Ve kıvılcımlar saçıyor.

Bir ses: (Aşağıdan.) Dur, dur,

Bir ses: (Yukardan.) Kaya yarığından seslenen kim böyle?

Bir ses: (Aşağıdan.) Beni de beraber alın. Üç yüz yıldır tırmanıyorum, hala tepeye ulaşamadım. Benim gibilerin arasında bulunmak için can atıyorum.

Her iki koro:
Büyücüleri omuzlamış tekeler,
Çatallı sopalar ve süpürgeler,
Bugün kımıldamayan buradan,
Mutlak olur tatlı canından.

Büyücü yamağı kadın: (Aşağıda.) Ben o kadar uzun zamandan beri yerimde sayıyorum. Ötekiler nasıl bu kadar yol alabildiler? Evimde hiç rahatım yok, burada da rahata kavuşamıyorum.

Büyücü kadınlar korosu:
Büyücülere kuvvet verir merhem,
Bugün uçmayan kalır sersem,
Her tekne bir gemi olur,
Bir bez parçası yelken olur.

Her iki koro:
Tepeye varınca biz,
Yerlere oturuveririz,
Bu güruhumuzla biz,
Alanı dolduruveririz.

Mefisto: Ortalıkta bir itişip kakışma, bağırıp çağırma var. Cıvıl cıvıl kaynaşıyorlar, parıldıyorlar, ateş saçıyorlar, pis pis kokuyorlar. Gerçek bir cin peri mahşeri! Aman bana iyi tutun, yoksa bizi ayırıverirler, hani neredesin?

Fanst: (Uzaktan.) Buradayım.

Mefisto: Ne? Oraya kadar sürüklendin ha? O halde ev sahipliği hakkımı kullanmam gerek. Çekilin, ifrit cenapları geliyor. Tatlı yaratıklar çekilin. Doktor, bana tutun. Bir adımda bu kalabalıktan sıyrılalım. Burası benim gibiler için bile fazla çılgın, şu karşılarda çok ayrıcalı bir parlaklıkla bir şey ışıldıyor. O çalılığa doğru beni bir şey çekiyor, gel, oraya sıvışalım.

Faust: Çelişkiler kumkuması, haydi bakalım bana yol göster.. Özlediğimiz köşeye çekilmek için Valpurgis gecesi Brokkene gelmekle çok akıllılık etmişiz!

Mefisto: Şuraya bak hele, ne renkli alevler. Neşeli bir grup toplanmış, yalnız kalmak söz konusu değil.

Faust: Ama ben yukarda olmayı tercih ederdim. Şimdiden bir alev ve duman kasırgası görüyorum. Halk oraya, kötülüğün kaynağına doğru akıyor. Bir çok bilmecelerin çözümü orada olsa gerek!

Mefisto: Ama bir çok bilmeceler de orada düğümlenir. Sen büyük yığını bırak. Onlar gürültü ededursun, biz şöyle bir sessiz yere yerleşelim. Büyük alemin içinde küçük alemler yapma adeti çoktandır sürüp gider. Şurada çırılçıplak dolaşan genç ve tedbirli davranıp örtünen ihtiyar büyücüler görüyorum. Benim hatırım için onlara dostça davranın. Bu küçük zahmete karşılık eğlence büyük olacak! Saz sesleri gibi bir şey işitiyorum. iğrenç bir zırıltı. Buna alışmak gerek. Gel, gel başka türlü olamayacak, ben önden içeri gireyim, ve sonra seni sokayım, böylece seni yeniden bendetmiş olurum. Ne dersin dostum, burası hiç de küçük bir yer değil. Bak bir kere, sonunu göremezsin. Sıra sıra yüzlerce ateş yanıyor, dans ediliyor. Yemek pişiriliyor, içki içiliyor ve sevişiliyor. Bundan daha iyi neresi var, söyle?

Faust: Bizi içeri sokmak için büyücü kıyafetinde mi, yoksa şeytan kıyafetinde mi görüneceksin?

Mefisto: Gerçi ben tanınmadan gezmeğe alışığım. Ama bir şenlik gününde herkes rütbesini belli etmeli. Bir dizbağı nişanı bana paye vermez. Ama bir at ayağı burada çok büyük bir hatmi sayılır. Şu karşındaki sümüklüböceği görüyor musun? Sürünerek bize doğru geliyor. Yerleri yoklayan yüzü ile benim kokumu aldı bile. Artık istesem de kimliğimi gizleyemem. Hele gel, ateşten ateşe dolaşalım. Ben görücüyüm, sen de kızı alacak olan.

[Yavaş yavaş sönen bir kömür yığınının etrafında otu­ran bir kaç kişiye döner.]

Yaşlı baylar, burada ne yapıyorsunuz? Sizleri orta yerde coşkun gençlerin arasında, zevk ve sefa içinde görseydim, beğenecektim. Herkes evinde zaten yeter derecede yalnız kalıyor.

General: Milletlere ne kadar çok hizmet ederseniz ediniz, yine güvenilmez, çünkü kadınlar gözünde olduğu gibi, onlar gözünde de daima gençlik her şeyden üstündür.

Bakan: Şimdiki zamanda doğruluktan çok uzaklaşılmıştır. Ben eski zamanı överim. Çünkü asıl altın devri, bizim iktidarda bulunduğumuz devirdi.

Sonradan görmüş: Biz de doğrusu budala değildik. Yapmamız icap eden çok şeyleri yapardık. Ama, şimdi her şey tam sıkı sıkıya tutmak istediğimiz bir sırada alt üst oluyor.

Müellif: Ilımlı ve akıllıca bir eseri bugün kim okuyor? Sevgili gençliğe gelince, küstahlığın bu derecesi hiç bir zaman, görülmemiştir.

Mefisto: (Birdenbire çok yaşlı görünerek.) insanları büyük mahkeme önüne çıkacak dereceye gelmiş görüyorum. Ben son defa olarak büyücüler dağına çıkıyorum. Mademki benim fıçıcığım bulanık bulanık sızıyor, dünya da artık son gününe yaklaşıyor demektir.

Yaşlı sihirbaz: Baylar böyle geçip gitmeyin, bu fırsatı kaçırmayın, mallarıma iyi bakın, nelerim var neler! Dükkanımda, dünyada rastlanabilen. insanlara pek bir zarar vermeyen hiç bir şey yoktur. Burada hiç bir hançer yoktur ki kan akıtmamış olsun. Hiç bir kase yoktur ki öldürücü bir zehri tam sağlam bir vücuda akıtmamış olsun. Hiç bir ziynet eşyası yoktur ki güzel bir kadını baştan çıkarmamış olsun, hiç bir kılıç yoktur ki, kemeri parçalamamış, ve hasma, belki de arkadan, saplanmamış olsun.

Mefisto: Teyze hanım, siz zamanın gereğini anlamıyorsunuz, olan oldu, geçen geçti, siz, yeni şeyler satmaya bakın, bizi ancak yenilikler çeker.

Faust: Bari ben kendimi kaybetmesem! Buna adeta bir panayır diyeceğim geliyor.

Mefisto: Bütün bu kütle yukarı çıkmak istiyor, sen ittiğini sanıyorsun, halbuki itiliyorsun.

Faust: Bu kim?

Mefisto: İyi bak, o, Lilit’tir.

Faust: Kim?

Mefisto: Ademin ilk karısı! Onun güzel saçlarından, yüzüne emsalsiz bir parlaklık veren o mücevherlerinden kendini sakın! O bunlarla bir delikanlıyı ele geçirirse, bir daha bırakmaz artık.

Faust: Şurada, biri yaşlı, biri genç iki kadın oturuyor, daha şimdiden hoplamaktan yorulmuşlar.

Mefisto: Bugün durup dinlenme yok! Yeni bir dans başlıyor. Haydi gel de şunları yakalayalım.

Faust: (Genç kadınla dansa başlar.) Vaktiyle güzel bir rüya görmüştüm. Bir elma ağacının üstünde iki güzel elma parlıyordu, imrenmiştim. Ağaca tırmanmaya başladım…

Güzel kadın: Küçük elmalara pek isteklisiniz, hem de ta Cennet’ten beri! Benim bahçemde de öyleleri bulunduğu için sevinçten içim titriyor.

Mefisto: (Yaşlı kadına.) Vaktiyle kötü bir rüya görmüştüm, yarılmış bir ağaçta bir … vardı, o kadar … doluğu halde yine hoşuma gitmişti.

Yaşlı kadın: At ayağı taşıyan soyluya derin saygılarımı sunarım. Şayet … dan iğrenmezlerse bir … buyruklarına hazırım.

Prokfantasmist: Mel’un yaratıklar, bu ne ataklık. Size çoktan gösterilmedi mi ki bir cin, hiç bir vakit doğru dürüst ayak üstünde duramaz. Halbuki şimdi siz, biz insanlar gibi, dansetmeye kalkıyorsunuz.

Güzel kadın: (Dans ederken.) Bizim baloda ne arıyor bu, kuzum?

Faust: (Dans ederken.) Ay, bu her yere girer çıkar, başkalarının dansına değer biçer, atılan her adım hakkında bir dedikodu bulamazsa, onu yok sayar. Hele eski değirmeninde kendisinin yaptığı gibi bir çember içinde dönecek olsanız, onu hoş görür, hele bu yüzden kendisini beğenecek olursanız…

Proktofan: Hala burada mısınız? Olur şey değil. Çıkın buradan bakalım. Biliyorsunuz ki biz bir tasfiye yaptık. Şu şeytan sürüsü de hiç düzen ve çekidüzen tanımıyor. Biz, gerçi akıllıyız ama, yine Tegel’de cinler oynuyor! Ne zamandan beri bunları süpürüp attığım halde, yine ortalık temizlenmiyor. Olur şey değil.

Güzel kadın: Bizi tedirgin etmekten vazgeçin artık.

Proktofan: Cinler, sizin yüzünüze söylüyorum, ben fikir baskısına dayanamam. Buna alışamam. [Dans devam eder.] Bugün hiç bir şeyde başarılı olamayacağımı görüyorum, ama ne de olsa bir seyahat yapmış oluyorum. Son adımımı atmadan şeytanlarla şairleri yenmeyi umuyorum.

Mefisto: O şimdi gidip bir bataklığa oturacak. Onun dinlenme biçimi bu. Kan sülükleri onun kaba etinde keyif çatarken, ruhlardan ve hayaletlerden şifa bulmuş olacak.[Damı bırakmış olan Faust’a.] Dansta sana o kadar güzel şarkılar söyleyen güzel kadını niçin bıraktın?

Faust: Ah. Şarkı söylerken ağzından bir kırmızı fare fırladı.

Mefisto: işte bu iyi bir belirti! Buna pek önem verilmez, iyi ki şu fare kül rengi değildi. Böyle bir cümbüş esnasında buna kim dikkat edecek?

Faust: Bundan sonra gördüm ki…

Mefisto: Ne gördün?

Faust: Mefisto, şu karşıda soluk yüzlü güzel bir çocuğun tek başına oturduğunu görüyor musun? Pek yavaş kımıldıyor. Ayakları bağlı olduğu halde vuruyormuş gibi görünüyor. Bana öyle geliyor ki bu kız benim Gretçik’ime benziyor.

Mefisto: Bırak bunu. Ondan hayırlı bir şey çıkmaz. O bir sihirli hayal ve cansız bir puttur. Onunla karşılaşmak hayra belirti değildir. Donuk bakışlarından insanın kanı donar ve vücudu taş kesilir. Meduze1 adını her halde işitmişsinizdir.

Faust:
Gerçekten bu gözler bir ölünün sevgili eli ile kapatılmamış olan gözlerdir. Bu göğüs Gretçik’in bana teslim ettiği göğüstür. Bu vücut, zevkini tatmış olduğum vücuttur.

Mefisto: Bön divane, bu bir sihirdir. Çünkü herkes onu kendi sevgilisine benzetir.

Faust: Bu ne heyecan, bu ne acı! Bu bakışlardan gözlerimi ayıramıyorum. Bıçak sırtından daha ince bir kırmızı kolye bu güzel gerdanı pek tuhaf bir şekilde süslüyor.

Mefisto: Pek doğru, onu ben de görüyorum. O kafasını koltuğunun altında da taşıyabilir. Çünkü Perseus onun kafasını kesmişti. Hep kuruntulara kapılıyorsunuz. Tepenin beri tarafına gelin, burası Prater gibi eğlenceli. Gözlerim boyanmadı ise, orada bir tiyatro görüyorum. Gerçekten nedir o acaba?

Perdeci: Yeni bir piyes başlıyor, yedi piyesin sonuncusu. Burada yedi temsil vermek bir adettir. Bunu yazan bir amatördür, oynayanlar da amatördür. Ortadan çekilirsem beni mazur görün baylar, perdeyi açmaya gidiyorum.

Mefisto: Sizleri Blokberg’da gördükçe seviniyorum, çünkü sizin yeriniz burasıdır!

Valpurgis gecesi rüyası

Yahut Oberonla Titania’nın evlenmelerinin ellinci yıl dönümü şenliği
Perde arası

Tiyatro müdürü: Miding’in yiğit çocukları, bugün dinleneceğiz. İşte bütün sahne, köhne bir dağ ve rutubetli bir vadiden ibaret.

Teşrifatçı: Düğünün altın düğün olması için ilk düğünden itibaren elli yılın geçmesi gerek, ama savaşma biterse, ben altını üstün tutarım.

Oberon: Ey ruhlar, daima benimle beraber iseniz, bunu şu saatte gösterin. Kral ve kraliçe, düğünlerinin ellinci yılını kutluyorlar.

Puk: Puk gelip de ayağını sürtmeğe başladı mı, onunla birlikte keyif çatmak için, yüzlerce kişi arkasından gelir.

Ariel: Ariel gök yüzü gibi temiz ve berrak sesi ile terennüme katılabilir. Onun sesi bir çok asık suratları büyülemekle kalmaz, güzelleri de kendine çeker.

Oberon: İyi geçinmek isteyen çiftler, bizim ikimizden örnek almalı. İki kişinin birbirini sevmesi isteniyorsa, onları ara sıra birbirinden ayırmak yeter.

Titania: Erkek somurtkan, kadın da mızmız olursa yakalarından tutup birini Güney Kutbu’na, ötekini de Kuzey Kutbu’na sürünüz.

Orkestra: Sineklerin ağzı, sivri sineklerin burun, onların akrabaları, yapraklar içinde kurbağa, çayırda Ağustos böceği… işte müzisyenler bunlardır.

Tek ses: Bakın işte Gayda geliyor. O bir sabun köpüğüdür, onun basık burnundan çıkan sümüklü böcek zıvıltısı mı dinleyin.

Henüz teşekkül eden ruh: Örümcek ayaklı, kurbağa karınlı, küçücük kanatlı. Gerçi böyle bir hayvan yok, ama böyle bir şiir var.

Bir çift kuş: Küçük adım, yüksek sıçrayışlarla, ballı şebnem ve güzel kokular arasında dolaşıyorsun. Her ne kadar yeter derecede tepmiyorsan da havaya yükselemiyorsun.

Mütecessis seyyah: Bu bir maskara alayı mı yoksa? O tanrılar güzeli Oberon’u burada gördüğüm için gözlerime inanayım mı acaba?

Ortodoks: Ne tırnağı, ne kuyruğu var, buna rağmen Yunan tanrıları gibi, şüphesiz, o da bir şeytandır.

Kuzeyli sanatçı: Benim duyabildiğim şeyler, şimdiki halde ancak taslak halinde. Bununla beraber vakit kaybetmeden İtalya seyahatine hazırlanıyorum.

Öz dil meraklısı: Ah, beni buraya sürükleyen talihsizliğimdir. Nasıl da dağınık durumdalar. Bütün büyücüler topluluğunun içinde ancak ikisi pudra sürmüş.

Genç büyücü kadın: Pudra ihtiyar ve bitkin kadınların fistanı gibidir, işte onun için ben tekenin üstünde çırıl çıplak oturarak güzel vücudumu gösteriyorum.

Umumhane karısı: Burada sizinle atışmaya bizim terbiyemiz uygun değildir! Ama dilerim ki bu genç ve narin halinizde yaşlanmadan çürüyüp gidesiniz.

Orkestra şefi: Sinek ağızlı ve sivri sinek burunlular, çıplak kadının başına üşüşmeyin, öyle! Yapraklar içinde kurbağalar ve çayırlar içinde Ağustos böcekleri, siz de tempoyu kaybetmeyin.

Fırıldak: (Bir tarafa dönerek.) Ne ala toplum! Kızların hepsi birer gelin, ve bekarlar teker teker en umutlu insanlar!

Fırıldak: (Öte tarafa döner.) Eğer yer yarılarak bunların hepsini içine almayacak olursa, hemen gidip kendimi cehenneme atacağım.

Hicviyeler: Bizler küçük ve keskin birer böcek sıfatı ile sevgili atamız şeytana saygılarımızı sunarız.

Hennings:
Hele bakın şunlara! Sürüler halinde hep bir ağızdan nasıl sersemce alay ediyorlar. Hatta sonunda iyi bir kalbe sahip olduklarını bile söylüyorlar.

İlham perilerinin kraliçesi: Bu büyücüler ordusu içinde kendimi kaybetmekten çok memnun olurdum. Çünkü şüphe yok ki, bunları ilham perilerinden daha iyi idare edebilirdim!

Sabık ”zamanın dehası”: İnsan, akıllı adamlar yanında adam olur. Gel eteğime yapış. Blokberg, bir çeşit Alman Parna’sıdır. Onun bir de geniş tepesi vardır.

Mütecessis seyyah: Şu sahte ağır başlılık adamın adı nedir kuzum? Mağrur adımlarla yürüyor, burnunu sokmadığı yer kalmıyor. Sanki Cizvitlerin izimi arıyor.

Tama: Ben berrak suda olduğu kadar bulanık suda da avlanmayı severim, işte onun için o sofu bayların, şeytanların arasına karıştıklarını görüyorsunuz.

Dünya vatandaşı: Evet, sofular için her şey bir araçtır. Şurada Blokberg’de bile bir gizli cemiyet kurarlar.

Dansör: Yeni bir koro mu geliyor dersiniz? Uzaktan davul sesleri duyuyorum. Sakın keyfinizi bozmayın, bunlar balaban kuşlarının düzenli sesleridir.

Dans ustası: Herkes nasıl da bacaklarını oynatıyor ve gücü yettiği kadar dans edebiliyor? Kamburu hopluyor, hantalı zıplıyor, nasıl göründüklerini hiç merak etmiyorlar.

Kemancı: Şu serseri takımı kolay kolay kin beslemiyor. Ve birbirini yok etmekten adeta hoşlanıyor. Orfeos’un sazı hayvanları nasıl birleştirirse, gayda da bunları öyle birleştiriyor.

İstidlalci: Ne eleştiri ne kuşku benim fikrimi çelebilir. Şeytanın bir kimliği olmasa nasıl olur da şeytanlar var olabilirdi!

İdealist: Varlık benim için iyiden iyiye işkence oldu. Son derece üzgünüm. Burada ilk defa olarak dayanıklılığımı kaybediyorum.

Metafizikçi: Ben ise burada bulunmaktan çok kıvanç duyuyorum ve şunlarla birlikte ben de seviniyorum. Çünkü şeytanların bulunuşundan iyi ruhların varlığına geçebilirim.

Şüpheci: Onlar küçük pırıltıların peşinde gidiyorlar ve bu yoldan zengin olacaklarını umuyorlar. Şeytandan her zaman şüphelenmek gerek, onun için burası tam bana göre!

Orkestra şefi: Yapraklar içinde kurbağa, ve çayırlarda Ağustos Böcekleri, mel’un amatörler! Sinek ağızları, sivri sinek burunları, siz de müzisyenmişsiniz ya!

Girişkenler: Neşeli yaratıklar ordusunun adı ”gamsız” olmalı. Artık ayaklarımızın üzerinde yürüyemediğimiz için başlarımızı ayak yapıp yürüyoruz.

Beceriksizler: Vakti ile bizde birer lokma edinmiştik, ama işimiz şimdi Allah’a kaldı. Pabuçlarımız danstan delindi, artık yalın ayak dolaşıyoruz.

Yalancı ışıklar: Biz doğmuş olduğumuz bataklıktan geliyoruz, ama bu dansörler arasında biz kibar delikanlılarız.

Şahap: Bir yıldız ve ateş ışığında göklerden buraya fırladım, şimdi ise ezgin, çayırda yatıyorum. Beni kim ayağa kaldırır?

Şişmanlar: Yer verin, yer verin, kenara çekilin, otlar bile yere serilsin. Ruhlar geliyor, onların da şişmanları var.

Pak: Böyle tıkız fil yavruları gibi ortaya çıkmayın, bugünün en iri yaratığı pehlivan yapılı Puk olmalı.

Ariei: Madem ki şefkatli tabiat bir inayette bulunmuş, size ruhun kanatlarını bahşetmiş, siz de benim belli belirsiz izlerimden yürüyerek güller tepesine çıkın.

Orkestra: (Çok yavaş.) Bulut yığınları ve sis tabakası yukardan aydınlanmaya başladı. Yapraklar arasındaki hava ve sazlar arasında esen rüzgar gibi, her şey dağılıp gidiyor!

Sıkıntılı bir gün

Kırlar Faust – Mefisto

Faust: Yoksulluk ve yeis içinde, acınacak bir halde. Uzun zaman süründükten sonra, şimdi de yakalanmış. Talihsiz güzel kızcağız, suçlu olarak korkunç acılar çekmek üzere zindana atılmış. Alçak, hain ruh! Şu ana kadar bunu benden sakladın. Dur   | bakalım, karşımda dur. İblis gözlerini kafanın içinde fıldır fıldır döndür. Dayanılmaz varlığınla bana meydan oku. Zindanda… Tamiri imkansız yoksulluk içinde. Habis ruhlara ve hissiz insanlığın adaletine teslim edilmiş. Sen ise beni bu esnada iğrenç eğlencelerle oyalıyorsun. Onun gittikçe şid­detlenen acılarını benden gizliyorsun ve onu, yok olurken, yardımsız bırakıyorsun.

Mefisto: Bu akıbete uğrayanların ilki o değil ki.

Faust: Köpek. İğrenç canavar!. Ey sonsuz ruh, şu haşereyi; çok geceler karşıma çıkıp üzerime saldırdığı, suçsuz yolcuların ayakları altında öfke saçtığı ve yere düşenlerin omuzlarına asıldığı vakit, görünmekten hoşlandığı köpek biçimine sok. Tekrar en ziyade sevdiği kıyafete sok ki, kumların üstünde karnı ile sürünsün. Ve ben de o alçağı ayaklarımla ezeyim. Bu ilk olarak onun basma gelen bir hal değilmiş, ha! Ne felaket! Birden fazla yaratığın, yoksulluğun bu uçurumuna düşmesi hepsinin suçlarına bir kefaret, bir tanesinin büyük bağışlayıcının gözleri önünde ölüm korkuları içinde felakete uğraması, hepsi için kafi bir ceza değilmiş gibi! Hiç bir insan ruhunun kavrayamayacağı bir facia. Bu bir tek zavallı insanın felaketi, beni iliklerime kadar titretiyor. Ve ruhumu kemiriyor. Halbuki sen böyle binlercesinin akıbeti karşısında istifini bozmadan sırıtıp duruyorsun.

Mefisto: İşte burada oyunumuzun ve esprimizin öyle bir noktasına geldik ki, insanlar şuurlarını kaybediyorlar. Sen bu işte sonuna kadar yürüyemeyecek idi isen, benimle ne diye iş birliği ettin? Uçmak istiyorsun, fakat başın dönmeyeceğine emin değilsin. Biz mi sana ısrar ettik, sen mi bize?

Faust: Karşımda o obur dişlerini gıcırdatma, tiksiniyorum. Bana görünmek lütfunda bulunmuş olan büyük ruh! Benim kalbimi ve ruhumu biliyorsun. Felaketlere sevinen, ziyanlardan zevk alan bu alçak yoldaşı başıma ne diye doladın?

Mefisto: Ölüyor musun?

Faust: Kızcağızı kurtar, yoksa vay haline. Binlerce yıl süreyle en korkunç lanetler basma yağacak.

Mefisto: Ben adaletin zincirini çözemem. Kilidini açtıramam. Bana ”kurtar onu” diyorsun. Onu felakete sürükleyen kimdi? Ben mi? Yoksa sen mi?

Faust: (Öfke ile etrafına bakınır.)

Mefisto: Gök gürültüsünü mü yakalayacaksın? İyi ki o senin gibi şaşkın kalımsızlara teslim edilmemiş! Suçsuz cevaplar vereni param parça ederek sıkıntılı hallerde öfkesini savmaya çalışmak, müstebitlerin metodudur.

Faust: Beni oraya götür, o kurtulmalıdır.

Mefisto: Ya karşına çıkacak tehlike? Bilesin ki işlediğin kanlı cinayetlerin izleri hala ortada. Öldürülenin mezarı üstünde intikam perileri uçuşuyor. Ve öldürenin geri dönmesini gözlüyorlar.

Faust: Senden bunu da mı isteyecektim? Bütün ölümlerin ve cinayetlerin altında ezilesin, canavar! Beni oraya götür ve onu kurtar diyorum sana!

Mefisto: Seni oraya götüreceğim. Ve elimden geleni yapacağım. Ama dinle, yerin ve göğün bütün kuvvetleri bende mi? Ben cezaevi bekçisini uyuturum. Sen de anahtarı aşırırsın, ve insan eli ile onu zindandan çıkarırsın. Ben gözcülük ederim, büyülü atlar hazır durur, ve ikinizi kaçırırım. Yapabileceğim şey budur.

Faust: Haydi gidelim.

Gece, açık bir alan Faust, Fefisto siyah atlar üzerinde şimşek gibi yaklaşırlar.

Faust: Şunlar orada darağacının etrafında ne hazırlıyorlar?

Mefisto: Ne yaptıklarını, ne ettiklerini bilmiyorum.

Faust: Bir yukarı bir aşağı dolaşıyorlar, eğilip doğruluyorlar.

Mefisto: Bir büyücü kafilesi.

Faust: Bir şeyler serpiyorlar, bir şeyler atıyorlar.

Mefisto: Geçelim, geçelim.
Zindan

Faust: [Elinde bir deste anahtarla bir lamba olduğu halde küçük bir demir kapının önünde.] Beni, çoktandır unuttuğum bir ürperti alıyor, insanlığın bütün yoksulluğu üstüme çöküyor. O burada şu nemli duvarların arkasında oturuyor, halbuki onun suçu, ne suçsuz bir kuruntudan oluşmuştur. Yanına girmekte kararsızlık mı ediyorsun? Onu tekrar görmekten korkuyor musun? Haydi yürü, senin gecikmen onun ölümüne sebep olur. [Kilidi eline alır, içerden bir şarla duyulur.]

Faust: (Kapıyı açarak.) Sevgilisinin kendisini dinlediğini hissetmiyor bile! Zincirlerin şakırtısı ve saman hışırtısı duyuluyor, (içeri girer.)

Margaret: (Yatağının üstüne kapanarak.) Eyvah, eyvah, geliyorlar! Ölüm ne acı!

Faust:
(Yavaşça) Sus, sus, seni kurtarmaya geliyorum.

Margaret: (Onun ayaklarına kapanarak.) Eğer insansan acımı duy.

Faust: Nöbetçileri uykudan uyandıracaksın. [Zincirleri, sökmek için eline ahr.]

Margaret: (Dizleri üstünde.) Cellat, benim üzerime bu egemenliği sana kim verdi? Henüz gece yarısı iken beni alıp götürüyorsun. Acı bana, bırak yaşayayım. Sabah erkene kalsa geç mi olur? (Ayağa kalkar.). Ben henüz o kadar gencim, o kadar gencim ki! Halbuki işte hemen ölmem icap ediyor. Hem güzelim de. Suçum bu idi. Dostum yakınımda idi. Şimdi uzaklarda. Çelengini parçalandı, çiçekler dağıldı. Beni öyle hoyratça tutma. Esirge beni. Sana ne yaptım? Beni boş yere yalvartma. Seni ömrümde bir kere bile görmedim.

Faust: Bu yürekler acısına dayanabilecek miyim acaba?

Margaret: Artık tamamen senin elindeyim. Yalnız bırak ta şu çocuğu bir daha emzireyim. Onu bütün gece özledim. Bana eziyet olsun diye yanımdan aldılar. Şimdi de diyorlar ki, güya onu ben öldürmüşüm. Hem artık ben hiç bir zaman sevmemem. Benim üstüme şarkılar söylüyorlarmış, ne ayıp şey! Eski bir masal böyle biter. Kim onlara bunu böyle yorumlayın diyor?

Faust: (Diz çöker.) Seni seven birisi şu uğursuz zincirleri sökmek için ayaklarına kapanıyor.

Margaret: (Onun yanma diz çöker.) Bırak ta azizlere yalvarmak için diz çökelim, su eşiğin ve basamakların altında cehennem kaynıyor. Kötü ruh, korkunç bir öfke ile kıyametler koparıyor.

Faust: (Yüksek sesle.) Gretçik, Gretçik!

Margaret: (Dikkat kesilir.) Bu, sevgilimin sesi idi. (Yerinden sıçrar, zincirleri yere düşer.). Nerede o? Beni çağırdığını duydum. Artık kurtuldum! Kimse beni tutamaz. Onun boynuna sarılıp uçmak istiyorum. Onun göğsüne yaslanmak istiyorum. Gretçik diye bağırdı. Kapının eşiğinde mi idi? Cehennem’in uğultu ve gürültüsü ile şeytanın kırıcı alayı arasında onun tatlı ve sevimli sesini tanıdım.

Faust: O benim.

Margaret: Sensin ha. Bunu bir daha söyle. (Onu tutar.) Ta kendisi, ta kendisi! Hani, bütün acılarım ne oldu? O zindan korkusu, zincir korkusu nereye kayboldu? Evet sensin! Beni kurtarmaya geliyorsun. Artık kurtuldum! Seni ilk defa gördüğüm o sokak ve Marta ve beraber seni beklediğimiz o sevimli bahçe, gözümün önüne geliyor.

Faust: (Gitmeye hazırlanarak.) Gel, benimle gel.

Margaret: Ah, dur biraz! Seninle aynı yerde bulunmak­tan o kadar zevk alıyorum ki.  (Faust’un yanma sokulur.)

Faust: Çabuk ol. Eğer acele etmezsen cezasını pek acı çekeriz.

Margaret: Nasıl, sen artık beni öpmüyor musun? Ayrılalı bu kadar az zaman olduğu halde, öpmeyi unuttun mu sevgilim? Senin boynuna sarılırken neden böyle korku duyuyor­sun? Halbuki her zaman senin sözlerin, bakışların bana bütün gökleri bahşederdi. Ve sen beni boğacakmış gibi ihtirasla öperdin. Öp beni, yoksa ben seni öperim. (Faust’a sarılır.). Eyvah dudakların soğuk ve cansız; Sevgin nerde kaldı ve be­ni bundan kim mahrum bıraktı? (Ondan yüzünü çevirir.)

Faust: Gel, izle beni. Sevgilim cesaretini topla. Seni sonsuz bir aşkla seviyorum. Haydi, beni izle. Senden yalnız bunu istiyorum.

Margaret: (Ona döner.) Gerçekten sen misin?

Faust: Evet benim. Gel benimle, haydi!

Margaret: Zincirlerimi çözüyor, beni yine kucağına alıyorsun, nasıl oluyor da benden tiksinmiyorsun!

Faust: Gel, gel. Ortalık ağarmaya başladı.

Margaret: Ben annemi öldürdüm. Çocuğumu da boğdum. O hem bana, hem sana ihsan edilmiş değil miydi? Sana da; çünkü o sensin. Buna inanır gibi oluyorum, elini ver, bakayım. Bu, rüya değil, senin sevgili elin. Fakat bu el, ıslak, sil şunu. Bana öyle geliyor ki bu, kana bulanmış. Aman Allah’ım, sen ne yaptın? Kılıcını kınına sok, bunu senden istiyorum.

Faust: Bırak o geçmiş şeyleri, onlar geçmişe karışsın, beni öldürüyorsun.

Margaret: Hayır, sen hayatta kalmalısın. Son mezarları tanımlayacağım. Hemen yarın bunların gereğine bakılsın. Anneme en iyi yeri ayırırsın. Ağabeyimi hemen onun yanı basma, beni de biraz öteye, ama pek o kadar uzağa değil! Yavruyu göğsümün sağ tarafına koyarsın. Yanımda başka kimse yatmasın. Senin yanma sokulmak, sana sarılmak benim için aziz bir mutluluktu. Ama artık bu bana mukadder değil. Bana öyle geliyor ki sana zorla sokuluyorum da sen beni itiyorsun. Ama yine de o, sensin. Bana o kadar iyi, o kadar masum bakıyorsun ki.

Faust: Ben olduğumu hissediyorsan gelsene.

Margaret: Dışarıya mı?

Faust: Özgürlüğe.

Margaret: Dışarısı mezar, ölüm beni gözetliyor. Gel öyle ise, ben buradan ölümsüz dinlenme yatağıma giderim. Başka yere bir adım atmam! Sen artık gidiyorsun. Ah! Heinrich, seninle beraber gelmek keşke mümkün olsa idi.

Faust: Gelebilirsin, haydi, kapı açık.

Margaret: Ben buradan çıkamam, benim için umut edilecek bir şey kalmadı. Kaçmak niye yarar ki? Beni nasıl olsa gözetliyorlar. Dilenmeye zorunlu olmak ve hele vicdan azabıyla, ne yoksulluk! Yabancı diyarlara gitmek, o da yürekler acısı! Hem nasıl olsa beni yakalarlar.

Faust: Ben senin yanında kalırım.

Margaret: Çabuk, çabuk. Zavallı çocuğu kurtar. Dere boyunca yukarı giden yolu izle. Küçük köprüyü geç, ormana dal. Sol tarafta işaret levhasının bulunduğu yerde havuzun içinde. Onu hemen tutup çıkar. O çıkmaya uğraşıyor, çırpmıyor, kurtar onu, kurtar!

Faust: Aklını basma topla. Yalnız bir tek adım atmakla özgürlüğe kavuşacaksın.

Margaret: Hele şu dağı bir aşmış olsa idik! Orada annen bir taşın üzerinde oturuyor. Tepemde bir soğukluk hissediyorum. Orada annem bir taşın üstünde oturuyor ve kafasını sallıyor. Bir işaret vermiyor, çağırmıyor. Kafası ağırlaşmış, öyle derin uyumuş ki, uyanmaz artık. Bizi sevinsin diye uyumuştu, onlar ne mutlu günlerdi!

Faust: Yalvarıp yakarma fayda vermezse, seni omuzlayıp götürmeyi göze alıyorum.

Margaret: Hayır, bırak beni! Ben zorla gelemem. Ben] böyle kırıcılıkla tutma. Biliyorsun senin hatırın için her şeyi yaptım.

Faust: Ortalık ağarıyor, sevgilim, sevgilim!

Margaret: Gün ağarıyor evet. Gün başlıyor. Son günümün ışığı buraya giriyor. Bu benim düğün günüm olmalı idi! Gretçiğin yanma girdiğini kimseye söyleme! Benim çelengime yazık oldu. Olan oldu bir kere. Biz birbirimizi yine göreceğiz, ama dansta değil. Halk toplanıyor. Sesler seçilmiyor. Meydanlar, sokaklar halkı almıyor. Çanlar çalmıyor, değnek kırılıyor, beni nasıl da yakalayıp bağlıyorlar! Kanlı iskemleye doğru sürükleniyorum işte! Enseme inecek olan baltanın keskinliği herkesin ensesinde hemen bir ürperme meydana getiriyor! Dünya bir mezar gibi sessiz duruyor!

Faust: Ah. Hiç dünyaya gelmese idim!

Mefisto: (Dışarıda görünür.) Haydi, yoksa yok olacaksınız, yeise kapılmaktan, kararsızlıktan ve boş konuşmalardan fayda yok. Ortalık ağarmaya başladı, atlarım titreşiyorlar.

Margaret: Şu yerden çıkan şey nedir? Şunu, şunu, defet onu buradan! Bu kutsal yerde onun işi ne? O beni istiyor.

Faust: Sen yaşamalısın.

Margaret: Tanrının adaleti, ben kendimi sana teslim ettim.

Mefisto: (Faust’a) Gel, gel, yoksa seni de onunla beraber yüzüstü bırakırım.

Margaret: Tanrım, ben seninim, kurtar beni! Ey melekler, kutsal kafileler, beni korumak için etrafıma saf olun. Heinrich, senden tüylerim ürperiyor!

Mefisto: O, mahkum oldu.

Bir ses:  (Yukardan.) O, kurtuldu.

Mefisto: (Faust’a) Gel yanıma.

[Faust ile beraber ortadan kaybolur.]

Bir ses:  (içerden gittikçe zayıflayarak gelir.) Heinrich, Heinrich!