HAPAE ERHAN ŞAHİN

KUBE Nurhan Fidan
08 Nisan 2008

Bu yazıyı yazma fikri, kendisinin ‘CircassianCenter’ sitesinde Portreler başlığı altındaki şahane yazılarını okuyunca oluştu. Evet HAPAE Erhan Şahin’den bahsediyorum, onun yazı ve şiirlerini yayınlandıktan epey sonraki bir tarihte ablamın kütüphanesinde elime geçen efsanevi Yamçı Dergisi’nde okumuştum. Çerkes olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmediğim ve henüz derneklerle tanışmadığım bir dönemdi.

Birleştirilmiş epey sayının bir arada olduğu o kalın Yamçı Dergisi, Çerkeslikle ilgili ilkokulum oldu diyebilirim. İçindeki özellikle Yismeyl Ö. ve Hapae E. imzalı şiirleri adeta ezberlemiştim. Çok sonraları şiirlerini ezbere bildiğim Hapae E. ile İKKD’de başkanlık yaptığı dönemde karşılaşacaktık.

Bizler her şeyi bir arada yapmak isteyen ama yol yordam bilmeyen genç ve heyecanlı bir gruptuk.

Güçlü bir kültürden yetişmiş olmak, bize referanslı bir kimlik ve dik bir duruş getirmişti ama derneklerle ilgili aitlik ve sahiplik kavramlarını nasıl ve ne şekilde ortaya koymamız gerektiğini tamda bilmiyorduk. Ana dilimizi aynı yaşlardaki arkadaşlarımıza göre oldukça iyi konuşuyorduk ama doğuştan cebimizde bulduğumuz bu dilin edebiyatı, şarkıları ve tiyatrosuyla henüz yeteri kadar tanışmamıştık.

Doksanlı senelerin en başıydı ve bizler hem dünyayı anlama hem Çerkes olmayı becerebilme telaşındaydık. Erhan bey bizim söylediğimiz en saçma şeyleri bile sabırla ve hafif bir tebessümle dinler, bu konuda ne yapılması gerektiğini bir cümleyle söyleyiverirdi. Bizim bütün o karışık, içinden çıkılmaz gibi gördüğümüz konuları en basit haliyle önümüze koyar, bunu da biz düşünmüşüz gibi hissettirirdi. Kurduğu bu iletişim dolayısıyla, yönetimde beraber çalıştığı Yusuf Taymaz ve İmdat Kip gibi ideolog ve tebessümü zor arkadaşlarının yanında sevilme açısından da oldukça averajlıydı.

İKKD’nin Bağlarbaşı’ndaki lokalini mimar zevkiyle yeniden tasarlayıp kentli bir kafe tarzına dönüştürmüştü. Erhan bey, lokalin bu yeni halinden bir çok kişiyi de memnun edememişti. Kimi giriş kapısının Western filmlerindeki bar kapısı tarzını eleştiriyor, kimi fazla kentli ve seçkinci buluyor, hatta bunun için bir kesimin dışlanmış hissedip gelmediğini söylüyordu. Yapılan iyi ve şık değişikliklerin kimilerince takdir değil de sadece tahammül gördüğünü hayretle öğrenmiştik.

Bizim içinse sorun yoktu, Çerkes olmayan arkadaşlarımızı da davet edebileceğimiz havalı bir lokalimiz vardı ve bunun tadını çıkarıyorduk.

Artık derneği ülkenin entelektüel, yazar, şair tiyatrocu ve sinemacıları ile buluşturmanın zamanı gelmişti ve biz bu seminer-tartışma-sohbet karışımı projeyi çok sevmiştik.

Gazetelerde yazılarını okuduğumuz, tiyatroda oyunlarını seyrettiğimiz, anfilerde konuşmalarını dinlemek için beklediğimiz, filmlerini seyrettiğimiz insanlar kendi lokalimizde misafirimiz oluyor ve saatlerce tartışıp konuşabiliyorduk. Erhan bey İKKD‘ni biz bize toplantılardan kurtarıp dış dünyaya açmıştı işte. Bu seferde kendi aydınlarımıza yeterince platform yaratmamakla suçlanıyordu, oysa bir dışardan bir bizden dengesi sağlanmaya çalışılıyor, kendi aydınlarımızla dönüşümlü toplantılar yapılıyordu. Bizim içinse derneğin dışa dönük, tempolu ve olukça fiyakalı bir dönemiydi.

Yöneticilik dönemi sonrası; bütün eski yöneticiler gibi, derneğe daha az gelir oldu. Sonraları işi gereği başka bir şehre yerleştiğini biliyorduk. Yakın bir zamanda İKKD’nin bir sempozyumunda karşılaştık. Hala şiir yazıp yazmadığını, İstanbul dururken niçin başka bir şehirde yaşadığını ve derneğin genel durumuyla ilgili ayak üstü konuştuk. Adige müziğiyle ilgili mütevazı çalışmalarımız için, bize şarkı sözü yazmasını bile istedik . Bunu yazmanın kendisi için hiç de zor olmadığını bildiğimiz Erhan beyden usta işi bir şarkı sözü elbette ki bekliyoruz…

Sempozyum bittiğinde ise, portreler köşesine konu ettiği kimi insanlarla sohbet ederken, bu köşeye kendisinin de konu olacağını belki de hiç tahmin etmiyordu…