Çeviri: İlker Fıçıcılar
Son kısım çevirisinde Murat ve Erim’e teşekkürler…
Hint Avrupalılar ve ataları Ön-Hint-Avrupalılar (ÖHA) ilk bakışta antik Yakın Doğudaki, Hurri olan Sümerlilere Elamitelere ve Semitelere karşın, Hint-Avrupalı olmayan popülasyon çalışmalarına yabancı ve ayrı olan yeni bir kavram olarak ele alınabilir. Gerçekte Avrupa prehistoryası, Childe zamanlarında doğu bölümü batıda Dnieper’e dek uzanan Kafkaslara dek genişletilerek incelenebilir. Pontik-Hazar bölgesi steplerinden Anadolu ve İran’a uzanan Kafkaslar asla, kuzeyden güneye önemli göçler ve etkileşmeler için doğal bir engel sayılmazdı. Önceden de değinildiği gibi herhangi bir öncü, geçmiş bin yıldaki gerçekliğiyle günümüz akademisyenlerinin zihninde canlanmıştır.
PIE / ÖHA (Ön-Hint-Avrupalılar) yurdu problemi yorumsuz bir şekilde kenarda bırakılamaz. Çözümü, Indus vadisinden Anadolu’ya oradan da Hazar steplerine ve ötesine uzanan Hint-Avrupalıları içeren yeni gelişmelerin yorumlanmasına bağlıdır. Oldukça yeni bir tartışma (Anthony 1991), ulusal ve akademik önyargılardan uzak bir bağlamda olayı ele alıyor. Anthony çeşitli açıları öne çıkarmış: PIE/ÖHA dilbiliminin Semitik’ten Fin-Uygur’a olan bağlarının önemi ve ağırlığı; Doğudaki Andronova’yla ÖHA ilişkilerine ilişkin arkeolojik göstergeler (ÖHA yurdundan ayrılmadan önceki dönemde batıdaki durum açık değildi / belirsizdi); yurdun sınırları; ve ılıman bölgedeki yurda (homeland) ilişkin dilbilimsel kanıtlar. Tüm bu etmenler Kafkasların kuzeyinde, yüksek olasılıkla aşağı Volga’yla Dnieper havzası arasında, bir ÖHA yurduna işaret ediyor.
Buna karşın T.V.Gamkrelidze, ÖHA yurdunun, “Balkanlardan kuzey Mezopotamya’ya ve İran platosuna dek uzanan geniş bölgede bir yerde, M.Ö. beşinci, dördüncü bin yılda” (Gamkrelidze 1990:6) olduğunu söylüyor. Devam edip ÖHA yurdunun “M.Ö. dördüncü beşinci bin yılda doğu Anadolu, güney Kafkas ve kuzey Mezopotamya arasında bulunan bir bölge” olduğunu belirtiyor (Gamkrelidze 1990:10). Bir yandan beklenmedik bir köşeden (Renfrew 1987) gelen arkeolojik desteği kabul ederken, dilbilimsel analizini onaylamadığı arkeolojik verilere açıkça karşı çıkıyor, Arkeolojik kanıt konusunu öne çıkarıyordu. Bir noktada Ön-Hint-Avrupalılar barışçı çiftçilerdi; sonradan, M.Ö. dördüncü bin yılın sonlarına denk düşen erken bir zamandan başlayarak, atları ve çift tekerli at arabalarıyla göç eden hızlı hareketli atçılardı (Gamkrelidze 1990:12). Bu hipotezin, Roman Grishman’ın ön-İran hareketleri rekonstrüksiyonuyla oldukça iyi uyuştuğu söylenebilir (Grishman 1977). Proto-Kartvelian paralelliğine ilişkin atıflar Gamkrelidze tarafından yapılan, kendi prehistorik atalarıyla ilgili aramayı çağrıştırır. Diakonov’un ironik yorumuyla: “Ivanov-Gamkrelidze kuramının tümü, sabit Georgian (1714-1811 yılları 1.,2.,3. Kral George dönemi ve kültürü) eksenindeki kocaman bir tekerleğin, büyük dairesel dönüşüyle hareket eden bir Hint-Avrupa dilleri görüntüsünü veriyor” (Diakonov 1990:61) Ermeniler ve hatta Azerbaycanlılar da karşılaştırılabilir benzer yaklaşımlar sunuyorlar.
Anadolu’dan Ege’ye, batıya doğru Yunan göçü, Gamkrelidze tarafından öne sürüldüğü üzere, James Mellaart’ın bir kuşak önceki düşüncelerine, örneğin Minyan çalışmasına (Mellaart 1958), uymaktadır. Bellegio sempozyumu makalesinin sonunda (Gamkrelidze 1990:14) bir kuram olarak şunu öne sürer: “Karadeniz’in kuzeyi ve Volga stepleri bölgesi belki de ‘Eski Avrupa’ dilleri için ortak (aslında ikinci) temel yurt kabul edilmelidir. ‘İkinci’ sözcüğündeki Gimbutas’a atıfla yapılan vurgu, bunun “Hint-Avrupa dillerinin batı grubunun yurdu” olduğunu gösteriyor. Balkanlardaki alternatif bir ÖHA (PIE) yurdu, oldukça tartışılmasına karşın, olası görünmüyor (Diakonov 1985a). Belki de Gamkrelidze’nın ikincil yurdundaki, Pontik-Hazar bölgesi, Hint-Avrupa orijinine ilişkin güçlü arkeolojik ipuçları, daha hassas bir şekilde Dnieper boylarında (Anthony 1986; Anthony ve Brown 1991) ya da en azından Dnieper ile aşağı Volga arasındaki ÖHA yurdunda, bilinen en eski at evcilleştirmesinde yatmaktadır.
Başlangıçta Kanesh’in Karum’unda ilk kez görülen batıdaki Anadolu lehçeleri ile doğudaki Tocharian lehçelerinden oluşan PIE erken-dilinin bozulması / yıkılması için gereken zamanın büyüklüğü sıkça yinelenen dilbilim argümanlarından biridir. Ölçülebilir değişim oranı varsayımının, pek çok paleo-linguistik model için temel olduğu görülüyor.
Ama dilbilimci olmayan biri bunu sorgulamak için çok cesur olabilir mi? Burada yazar bir kez olsun Renfrew’le önemli bir noktada aynı düşüncededir (Renfrew 1990:19).
Dil öncesi toplumlarda ve çok az dilsel özelliğe sahip olanlarda, yazılı ya da şekille anlatılamayan bir konuşma ilkesi olmadıkça linguistik değişimler hızla gelişip yayılabilir mi? Buna erken İngilizce örnek gösterilebilir, iki yüzyılda Chaucer’den Shakspeare’e geçişin derecesinin, Shakspeare’den sonraki dört yüzyıl süren değişiminkiyle karşılaştırılması gibi… Anadolu’ya yapılan göndermelerden anlaşıldığı kadarıyla, M.Ö. üçüncü bin yıl ortası denli geç bir zamandaki ÖHA bileşenlerinin göçü, Suriye kolonileri döneminin Hint-Avrupa lehçelerinin doğumuna yol açmış olabilir. Yine de bu hareketlerin tarihlemesinin M.Ö. dördüncü bin yıl olması daha olası (Mallory 1989:263-4; Mellaart 1981; Steiner 1990).
Gamkrelidze’nin Kartvelian rekonstrüksiyonunun Hint-Avrupa dilleriyle bağlantıları linguistler arasında kabul görmedi (Harris 1990). Kafkasların tümü pek çok bin yıl boyunca heterojen etno-linguistik grupların toplandığı bir yer olmuştur, bu değişmeyen demografik, kültürel ve askeri hareketlerin dağ engelinin üzerinden ve çevresinden geçmesiyle ilişkilidir. Ardından kuzeyliler ve Yakın Doğu halkları arasındaki yenilenmeyen etkileşmeler gelir. Bu, Erken-Kartvelian ve Hattiler arasındaki, önceki çalışmaları oldukça önemli kılan, bir ilişkinin ipucuydu. Bunlar ETC kültür bölgesi çağındaki popülasyon hareketlerine dair ipuçlarıydı.
ÖHA topluluğunun (Polome 1992), ekonomisinin (Diebold 1992) ve dininin (Dumezil 1958, 1977; Mallory 1989:128-42) rekonstrüksiyon çalışmaları burada tartışmak için çok fazla. Özellikle Hindistan’da görülen ve üç aşamalı sosyal yapıyla ilişkili olduğu düşünülen sonraki bazı bölgesel gelişmeler yetersiz kanıtlarla ÖHA alt durumuna ilişkin bir özellik olarak gösterildi (Zimmer 1990a: 313). Pontik-Hazar bölgesinin açık ovalarında yaşam herhangi bir tür güvensizlikten tehlikeden uzak olsa gerektir: bu tepelere odaklanan tipik Kurgan geleneğindeki köy yerleşimlerini açıklayabilir; bu ayrıca erken Hint-Avrupalılarca topluluklarının değerlendirmesindeki “içeri” (inside) ve “dışarı” (outside) arasındaki ikiye bölünmeyi de aydınlatır. Güvenlik ve iç destek kendiliğinden sağlanıyordu: dışarısı düşman, sınırsız topraklar diyarıydı. Kapının kendisi bu ikisi arasındaki sınırı belirten bir sembolizme sahipti: Urartu’dan bu yana saklı kalmış, Hurro-Urartu geleneğine görünüşe göre yabancı olmayan bir sembolizm (Tarhan ve Sevin 1975). İç bölgenin güvenliğine ilişkin en çok yitip giden Hint-Avrupa eklentisi ailenin baskın rolü idi, “homestead”i belirten sözcüklerin etimolojisinden açıkça görüldüğü gibi (dam, domus, vb). Ön -ve erken Hint- Avrupa dinine ilişkin var olan kanıtlar, tapınakların yokluğunu ama yiyecekli, içecekli, müzikli ve dingin cemiyet toplantıları olduğunu gösteriyor. Gene, evcil kalp kültüne ilişkin geniş kanıtlarla birlikte, ETC kültür bölgesindeki erken Hurri geleneğiyle paralellik var (Volpe, della 1990: 159-60); ve Hurri adaklarının tekstil delilleri ile kutsal yapıları kutsamak gibi benzerlikler, ki bunlara koro ve enstrümanlar eşlik ederdi (Wilhelm 1989:65). Göze çarpan ritüallerden biri erken Hint-Avrupalı’lardaki at kurban edimidir (Mallory 1981): ve bu at kültü binlerce yıl boyunca sürmüştür, örneğin sonradan Kent krallığı olan İngiliz Adalarının güneydoğu köşesini ele geçiren M.S. beşinci yüzyıl Jutish askerleri Hengist ve Horsa’nın isimleri (‘aygır’ ve ‘at’) buna iyi bir örnektir.
Böylece bununla birlikte düşünülen belki de Neolitik toplumlar ana tanrıça ve kadın topluluklarını kontrolleri altına almaya başladılar. Elbette bunlar metinsel kanıtlar olmayabilir. Görülen o ki Neolitik Avrupa içindeki Pontik-Hazar bölgelerinin barışçıl bir yapıdaydılar. Bunu yaşadıkları köylerin savunmadan yoksun oluşu ve mezarlarda bulunan silahlarla açıklayabiliriz. Birkaç öneriye göre M.Ö. 5000. yılda Pontik-Hazar alanlarındaki değişimleri şunlara bağlayabiliriz: Demografi hızlı değişim gösterdi ki tek tip gömü geleneğinin yayılması Yamnaya kültürel alanında M.Ö.4000 sonlarında ve 3000 başlarında görülmüştür. Proto-Hint-Avrupa sözlüklerinde geçen bazı sözcükler “yüksek dağ”, yükseklik, ağaçlar, bitkiler ve hayvanların yaşadığı alan gibi kelimelere bakarak dağlık çevrede olan yaşamlarını bir kenara atamayız. Önemli olduğu düşünülen değişiklik, spektografik analizlerden açıktır ki Pontik-Hazar alanlarında Eneolitik dönemde bakır kaynakları insan eli tarafından çıkarılmıştır.
Elbette M.Ö. 3600-2200 yıllarında Sredny Stog kültürü Orta Dinyeper, Donets havzasında ve geç eneolitik Yamunaya’da görülmüştür. Bakır kaynaklarındaki bu değişiklik Balkan-Dunyapin’den Kafkas Dağlarına dekdir. Yamnaya kültüründeki teknoloji çok sofistike değildi.
Tarımsal aletlerle, avcılık ve balıkçılıkta kullanılan silahlar çakmaktaşından yapılan bıçak, ok-ucu ve savaş baltası içeriyordu. Bu biraz dilbilimsel çevrenin belirttiği Ön-Hint-Avrupa materyal kültürü açısından avantajlıdır.
Bununla beraber bölgedeki açlık yağmayı cazip kılıp dağlık alanlardaki insanları motive ediyordu. İlk olarak stepler ve ovalardaki alanlara saldırılmıştı. Bu da hızlı hareketlenmelere ve genişlemelere neden oluyordu. Bu da sürülebilir arazilerin gelişimine olanak sağlıyordu. Bitkilerin evcilleştirilmesi bunun için önemli bir kanıttı. Dilbilimsel ve arkeolojik verilere baktığımızda büyükbaş hayvan yetiştirmek ÖHA nüfusunda büyük bir öneme sahipti. Doğal göç ve göçebelik belirtileri ele geçmiştir, tıpkı Hurrilerin ETR kültürel alanlarında olduğu gibi. Bitki yetiştirmenin önemi M.Ö. 4000’in sonlarında anlaşılabilmişti. Kuzey Kafkasya’dan olan bu hareketlenmeler dağ eteklerinde gerçekleşmiştir. Yurtları olacak bölgeye yeni gelenler getirildi. İlk göç dalgası Dniepel-Donet bölgesindeki Sradg-Stog kültürünün olduğu alana ve çağdaşlarının olduğu noktalara olmuştur. Örneğin aşağı Mikhaylovka gurubu milattan önce 5500’lerde gelmiştir.
Böylece Pontik-Hazar alanlarında tarım yaygınlaşmış, hüküm sürmeye başlamıştır. Yeni gelenler hayvan yetiştiriciliği ve bakır işçiliğine izin vermediler. Yeni gelenler hızlı bir şekilde, steplere ve ovalara gittiler. Burada atın önemi büyüktür. İlk defa M.Ö. 5000’lerde evcilleştirilmiştir.
Daha sonra Pontik-Hazar Proto Hint-Avrupa yurdunda at biniciliği ortaya çıktı. Yaygın kalıntılarda iki tekerlekli at arabası ve dört tekerlekli araçlar bulundu. Tahtadan araçlar M.Ö. 4500’lerde bulundu. Kuzey İtalya ve Avrupa’daki Carpatian Havzasında ve Pontik-Hazar bölgesindekilerle, Kuzey Avrupa’daki TRB kültürü ile Yamnaya’dakilerle çağdaştır. Buradan çıkan sonuç, araçlar altı kütüklü kızaklardan tekerlekli kızaklara doğru evrimleşmiştir. (Piggott 1983) Tarımsal gereklilikler tek tek yerleşkeleri çevreleyen geniş tarım alanları olduğunu gösteren tekerlekli araçların gelişmesinde ana itici güç olmuştur.