Avni Dıpşov
Kafkasya Gerçeği, Ekim 1990, Sayı:2, Sayfa: 19-20-21-22
Türkiye’de kadınların fırça kullanması ve resim yapması yeni sayılır. Başlangıcı yirminci yüzyılın ilk yıllarına, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş dönemine rastlar. “Meşrutiyet” döneminden “Cumhuriyet” dönemine kadarki zaman dilimi içerisinde, güzel sanatların resim dalında yetişenleri, mesleklerinde öncü kadınlar olarak niteleyebiliriz. Ünlü kadın ressamımız Mihri Hanım da bunların başında gelir. Yaş bakımından ondan büyük olan Nuriye ve Celile hanımlar gibi, biri gravürde, diğeri pastel ve yağlıboya eser vermiş kadınlar varsa da, ilkinin yaptığı üç beş gravürden öteye bu mesleğe fazla eğilmemesi, diğerinin de tekniğinde Mihri Hanım düzeyine erişememesi açısından Mihri Hanım’ı yalnız sürgündeki Çerkeslerin değil, belki Türkiye’nin de ilk kadın ressamı olarak tanımlamak doğru olur. Mihri Hanım’a öncelik veren bir diğer faktörde Sultan Reşat döneminde kapısını ilk defa Türk ve Müslüman kızlarına açan “Kız Güzel Sanatlar Okulu”nun ilk kadın profesörü olmasıdır. İstanbul’da olduğu kadar, belki daha da fazla Roma’da, Paris’te ve yerleşip ömrünün son yıllarını geçirdiği Amerika’da pek çok ünlülerin portrelerini yapması, Mihri Hanım’ı uluslar arası nitelikte bir kadın ressam düzeyine çıkarmıştır. Araştırmalara göre Türkiye’de 32, İtalya’da 36, Fransa’da 9’u galerilerde satılmış olan 23, Amerika’da 60’ı aşkın eseri bulunmaktadır.
[metaslider id=”5752″]
Mihri Hanım, “Askeri Tıbbiye”nin ünlü hocalarından Çerkes Dr. Mehmet Rasim Paşa’nın kızıdır. Dr. Rasim Paşa, tıbbın anatomi dalındaki uzmanlığı yanında musikiden de anlayan, enstrüman çalan çok yönlü bir aydın olarak tanınır. Görevi nedeniyle kendisinden “Tıbbiye Nazırı” veya “Tıbbiye Reisi” olarak da bahsedilen Mehmet Rasim Paşa’nın Çamlıca’da bir köşkü, Kadıköy’de Bahariye semtinde bir konağı vardı. Hatta bu konağın bulunduğu sokağa bir zamanlar Dr. Rasim Paşa adı verilmişti. Ressamımız Mihri Hanım 1886 yılında işte bu konakta doğdu.
Aydın bir kişiliği olan Dr. Rasim Paşa çocuklarına batıya dönük bir eğitim verdi. Mihri’nin edebiyata, musikiye ve resme olan yetenekleri belirgin hale gelince, bunlardan ilk ikisi bir kenara itildi. Mihri’nin resme olan olağanüstü eğilimi, saray ressamı Zonaro’nun dikkatini çekmişti. Zonaro, Akaretlerdeki büyük atölyesinde küçük Mihri’ye özel dersler verdi. Zonaro’nun verdiği dersler, Mihri’de batı sanatının özlemin filizlendirdi. O günün koşulları içinde bir kızın resim eğitimi için Avrupa’ya gönderilmesi çok yadırganacak bir şey olduğundan, büyükannesinin Yeşilköy’deki evine sığınan Mihri, sahte bir pasaportla Galata’dan kalkan bir İtalyan vapuruna atladı. Bir süre Roma’daki aile tanıdıkları yanında kaldıktan sonra sanat dünyasının o zamanki merkezi sayılan Paris’e giderek eğitim ve öğrenimini orada sürdürdü. O yıllarda olduğu gibi bugün de ressamların sitesi niteliğinde olan Montparnasse’a yerleşti. Portreler yaparak hayatını kazanmaya başladı. Bu arada Sorbon’da siyasi bilimler öğrenimi görmekte olan Bursa’lı Selami Paşa’nın oğlu Müşfik Selami Bey’le tanışarak evlendi.
Balkan Savaşı’ndan sonra, Fransız’larla bir borç anlaşması yapabilmek için Paris’e giden, devrin Maliye Nazırı Cavit Bey, Osmanlı elçiliğindeki resepsiyon sırasında, Ressam Mihri Hanım’la tanıştı. Nazır, İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından batıya dönük bir eğitim sistemi uygulanırken, böylesine yetenekli bir kadından yararlanmanın gereğini, bir telgrafla Maarif Nazırına önerdi. Böylece Mihri Hanım İstanbul “Darülmuallimat” (Kız Öğretmen Okulu) resim öğretmenliğine atandı. (1913)
O yıllarda Osmanlı ülkesinde Müslüman halkın kızlarının devam ettiği en yüksek öğretim kuruluşu, Kız Öğretmen Okulu idi. Bilgi ve görgü birikimi, tatlı konuşmaları ve insancıl yaklaşımı ile Mihri Hanım, tüm öğrencileri etkileyen ve taparcasına sevilen bir öğretmen oldu. Hatta, hayata atılan öğrencileri evlenip kız çocuk doğurdukları zaman, çoğunlukla kızlarına “Mihri” adını koydular. Mihri Hanım, öğrencilerinin gözünde böylesine unutulmayan ve gönüllerde yaşayan bir kişilik kazanmıştı.
1914 yılında kız öğrencilerin de yüksek öğrenim görmelerine, özellikle güzel sanatlar alanında yaratıcılıklarına olanak sağlamak için bir “İnas Sanayi-i Nefise Mektebi” (Kızlar İçin Güzel Sanatlar Okulu) açıldı. O günün tutucu ortamı göz önünde bulundurularak, kızlar için açılan bu okula, bir kadın öğretmenin atanması uygun görüldü. Türk kızlarına güven veren Mihri Hanım’ın kişiliği, bu okula yüksek düzeyde bir katılım sağladı.
Küçük yaşlardan beri resme olduğu gibi şiire ve edebiyata da eğilimli olan Mihri Hanım bu konuda çalışmalarını ilerletmemiş olmakla beraber uzağında da kalmadı. Paris’ten İstanbul’a döndüğü günlerde Tevfik Fikret, Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit gibi ünlü edebiyatçıların portrelerini yaparken, renkli bir edebiyat ortamı içerisindeydi. Özellikle şair Tevfik Fikret’le olan dostluğu unutulmaz anılarla doludur. Kendisi de fırça kullanan ve portreler yapan Tevfik Fikret, Mihri Hanım’ın en güçlü tanıtıcısı ve taktircisi oldu. Fikret öldüğünde Mihri Hanım hıçkıra hıçkıra ağlayarak üzerine kapanmış ve batıda yapıldığı gibi yüzünün kalıbını almıştır.
Muhtemelen Türkiye’de yapılan ilk mask olur.
Mihri Hanım, meslektaşı ve kendisi gibi Kafkasya kökenli olan ressam Namık İsmail (Zeşo) ve Avni Lıfıj Beylerle de dostluk kurmuş ve aynı yıllarda İstanbul’da kurulmuş olan “Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti”nin üyeleri arasında bulunmuştur. Namık İsmail Bey, bu derneğin Beşiktaş’ta açtığı “Çerkes Örnek Okulu”nda resim ve Fransızca dersleri vermekteydi. Mihri Hanım, 1922 yılında Yunan ordusunun denize dökülmesinin ilhamıyla Mustafa Kemal’i mareşal üniformasıyla canlandıran bir portre de yapmış ve Çankaya’ya götürerek Başkumandana sunmuştur. Bu tablo sonradan Yugoslavya Kralı Alekdandr’a hediye edilmiş ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında kaybolmuştur. Bugün elimizde baskısı yapılan bir fotoğrafı bulunmaktadır.
Mihri Hanım, 1922 yılının sonlarında bazı kıskançlıklar ve çekememezlikler yüzünden Türkiye’yi ikinci kez terk ederek Avrupa’ya gitti. Mihri Hanım’ın Türkiye’den ve eşinden kopuşunda, eski İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenleri ile olan yakınlığı ve onlardan bazılarının takibata uğramasının kendisine kadar uzanabileceği endişesinin de rol oynadığı anlaşılmaktadır.
Mihri Hanım ikinci kez gittiği Roma’da, öğrencilik yıllarının anıları arasında, portreler yaparak, uzun süre yaşamını sürdürdü. Konu olarak daima ünlü kişileri seçti. İtalyanlar’ın milli kahramanı ve şairi Gabriel d’Annunzio’nun ve onun vasıtasıyla birkaç kez Vatikan’a kabul edilerek Papa’nın portresini yaptı. Bir Papa’nın karşısında durarak poz verdiği tek Müslüman ve kadın ressam da herhalde odur. Ne var ki, bu portre ancak, yeni Papa’nın seçimine kadar Vatikan müzesinde kaldı. Daha sonra izi ve kaydı bilinmeyecek bir köşeye atıldı.
Mihri hanın, eşinden 1922 yılının yazında boşanmıştı. Güzelliği ile ünlü olan kız kardeşi Enise Salih Hanım’ın da eşinden ayrılarak İsviçre’de Bale Sanatoryumu’nda veremden ölmesi, ardından ilk resim dersini verdiği yeğeni Hale Asaf’ın 1938’de Paris’te kanserden genç yaşta hayata gözlerini kapaması üzerine, Roma’dan sonra yerleştiği Paris’te fazla oturamadı. Ömrünün kalan kısmını bir başka dünyada, Amerika’da geçirmek istedi. Orada bir süre üniversitelerde resim profesörlüğü yaptı. Zengin Amerikan ailelerine özel resim dersleri vererek yaşamını sürdürdü. 1954 yılında acınacak bir yoksulluk içinde öldü. Kimsesizler mezarlığına gömüldü.
Tablolarının bazılarının, bir atalarının yurdundaki müzede yer alması umudu, belki onun için bir mezar taşı yerine geçebilir.