İNANIYOR MUSUN?

Semra Ademey Gürel
13.05.2006

Evet mi?

Şimdi, sizlerden kendinizi, bir asker yerine koymanızı ve düşünmenizi rica ediyorum.

Askersiniz ve cephedesiniz. Tatbikat falan değil, tam savaşın ortasındasınız. Korumanız gereken bir vatanınız, namusunuz var. Her taraf ateş altında, karşıdan düşman askerleri geliyor ve siz siperdesiniz. Düşmanı durdurmak için siperden çıkıp, ileriye gidip, yeni siperler almak durumundasınız.

Sizi siperden çıkartıp, ileriye atacak en kuvvetli güç nedir?

– Bacaklarınıza, kaslarınıza olan güveniniz,

– Nefesinizi kontrol edecek ciğerleriniz,

– İleri atılmadan önce avazınız çıktığı kadar bağırmanız,

– Elinizdeki son model silah,

– Sizi arkada siperde bekleyen asker arkadaşınız.

Son şık için evet diyen iyi asker. Sizi o durumda hiçbir güç yanınızdaki askerden başka o hamleyi yapmaya zorlayamaz. İşte her şeyiniz, yanınızdaki asker arkadaşınızdır. Ona inanmak, güvenmek sizi ateşin tam ortasına atar.

Asker arkadaşınıza güvenemediniz mi? O zaman siperden çıkmaz düşmanın gelmesini beklersiniz yada güvenmediğiniz arkadaşınız siz çıkmış giderken kuşlara, böceklere bakma ihtiyacı duyar ise, her iki şekilde de sizin için söylenecek tek şey” ruhuna el fatiha”…

İşte budur; canı, yüreği, emeği, geleceği ortaya koyabilmek.

Kendimizi bu kahraman asker gibi düşünür isek, korumak zorunda olduğumuz namusunuz dilimiz, kültürümüzdür. Karşıdaki düşmanımız ise vurdumduymazlığımız, inançsızlığımız, sevgisizliğimizdir. Bizi harekete geçirecek en etkili güç ise yanımızdaki dostumuz, arkadaşımızdır.

Hızla ileriye atılıp, mücadele verirken eğer yanımızdaki can yoldaşımız kuşlara, böceklere bakma ihtiyacı duyar ise vay halimize…

Düşünelim bir, yarı yolda kuşlar, böcekler sevdasına can yoldaşımızı çıkmazlar içine soktuk mu? Yıllarca aynı çatı altında kıyasıya mücadele verirken etrafı seyre daldık mı? Bu durumu yaşayan sayısız insan vardır. Eminim ki bunları okuyan varsa “evet benim başıma geldi, tam ortada, orta yerde kala kaldım” diyen vardır.

Neden terk ediliriz ya da terk ederiz? Hiç şüphesiz o kişiyi gerçekten can yoldaşı olarak görmediğimiz, namusumuz dediğimiz değerlere hak ettiği sevgiyi duymadığımız içindir. Bunu durdurmanın, yarı yolda bırakmamanın yada bırakılmamanın bir çaresi var mıdır?

Bana göre tek ve en etkili çare gerçekten “amaç ve hedef” tayin edebilmek ve sonuna kadar bu iki kelimenin anlamı için uğraş verebilmektir. Eğer iki tarafta inanır ise neden yarı yolda kalınsın ki? Öyle ya amaçta bir hedef de.

Ben hamle yapmak istiyorum, daha, daha ileri gitmek uğraşmak istiyorum. Ne olur eğer amacıma, hedefime inanmıyorsan inanıyor gibi yapma. Sen yürekten inanmazsan ilk karşı duruşta beni yarı yolda, ortada öylece bırakırsın. Sonuç ne mi olur? Hem sana, hem bana “el Fatiha”…

Ben unutmamaya söz veriyorum namusum olan dilim ve kültürümü seninle var edebilmek, yaşatabilmek için. Kendime amaç ve hedef ediniyorum. Bana inanıyor musun, yürekten mi, etrafında ki kuşlar dikkatini dağıtmaz değil mi? O zaman ver elini…

İnanmıyor musun? Aman ne sen siperden çık ne ben çıkayım. Nasıl olsa sonu ölüm bırak koşup ta nefesimizi tüketmeyelim. Belki ölmeden bir atış da biz yaparız kim bilir.

Amaç; dili kültürü yaşatabilmek. Kültürü en mükemmel aktaran dile sahip çıkabilmek.

Hedef; birlik, beraberlik sağlayabilmek,

Şimdi anlıyor musun ve halen bana evet diyebiliyor musun? O zaman benden de sana sonsuza dek EVET…

İyi günde, kötü günde…