KAFKAS HALKLARININ SÜRGÜNÜ (İstanbulakue)

Prof. Halim Mambet
Kabardey-Balkar Üniversitesi Tarih Bilimleri Kürsüsü,
Adige Psalhe gazetesi,  27 Mart 2004
Çeviri: Ergün Yıldız

Bu gün hepimiz biliyoruz ki, 300 yıla yakın süren Kafkas Savaşları bizim açımızdan bir trajedi ile sonuçlanmıştır.

Silah ve cephane bakımından çok güçlü, asker ve malzeme bakımından tam donanımlı Çar orduları 21 Mayıs 1864 yılında Dağlıların üç yüz yıl süregelen özgürlük mücadelesine son vermiştir.

Bir Çerkes atasözü “kavganın sonu ağıttır” der.

Tıpkı bu atasözündeki gibi, bu savaşın Çerkes halkına getirdiği acı, sürgün, sefalet ve soykırımı hiç bir savaşta bir başka halkın yaşadığını sanmıyoruz.

Nüfusu milyonları bulan Adige halkından geriye, çok az sayıda insan kalmıştır.

Bu nüfusun bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı kaybolmuş, bir kısmı açlıktan hastalıktan kırılmıştır.

Sağ kalan insanların büyük bir kısmı ise Osmanlı’ya sürgün edilmiş veya kandırılarak göç ettirilmiştir.

Bu sürecin sonunda Shapsugh, Natuhaç ve Abazehlerden geriye çok az sayıda insan kalmıştır Kafkasya’da.

Adigelerin binlerce yıl yaşadıkları topraklarından zalimce sürülmeleri ve yok edilmeleri tarihin gördüğü en büyük dramlardan biridir.

Böylesine acımasız bir sürgüne ve soykırıma maruz bırakılan başka hiçbir halk yoktur tarih sahnesinde.

Tarihte böyle olayın yaşanmasına sebep olan şey nedir ?

Bu trajedide Kafkasyalıların hataları ve sorumlulukları ne kadardır?

Bu iki sorunun cevabı oldukça uzun ve kapsamlıdır aslında.

Fakat ben kendi görüş açımdan eldeki tarihi bilgilere ve belgelere dayanarak bu soruların cevabını vermeye ve bu soykırımın yaşanmasına neden olduğunu düşündüğüm sebepleri önem sıralamasına göre açıklamaya çalışayım.

1) En önemli neden Rus çarının emperyalist politikalarıdır. Bu politikaların sonucu olarak izlenen işgalci ve yağmacı yöntemlerle Kafkasya’da yaşayan halkların çar idaresi altına alınmak ve kendi istedikleri şekilde yönetilmek istenmesidir.

18.yüzyılda Kafkasya’ya yerleşen ve temelini sağlamlaştıran Rus Çarı bu dönemden itibaren politikalarını sertleştirmeye başlamıştır. Yağma işgal ve zulüm çarın yeni politikası haline gelmiştir.

Öyle ki Kafkas halklarının hiçbir isteği zerre kadar göz önünde bulundurulmamakta, tamamen güce ve işgale dayalı bir sindirme politikası izlenmektedir.

Buradaki asıl amaç, ne pahasına olursa olsun Kafkas halklarını bu topraklardan temizlemektir.

Bu amaca ulaşmak için de topraklar işgal edilmekte,bu topraklara hızla kazak yerleşimciler getirilip iskan edilmektedir.

Adigeleri topraklarından sürmek için işgal, soykırım, sürgün gibi her türlü zulmü dayatan işgalci Rus çarı ve onun ordu komutanları, Psıj nehrinin solunda kalan verimsiz, bataklık sağlıksız arazileri yeni yerleşim bölgeleri olarak önermektedirler.

Adige ileri gelenleri bu öneriyi reddederken Çar’ı ve onun komutanlarını telaşlandıracağını düşünerek Psıj nehri kıyılarına yerleşmektense Osmanlı’ya göç ederiz tehdidinde bulundular.

Oysa Çar’ın tam da istediği buydu.

Adige ileri gelenlerinden bir heyet Çar’ı ziyaret ederek topraklarında kalmaları ve Rus ordularının işgal, soykırım ve zulümlerine son vermeleri talebini ilettiği zaman Çar 2. Aleksandr’ın bu taleplere verdiği cevap “ya size gösterilen topraklara gider yerleşirsiniz veya en kısa süre içerisinde bu toprakları terk eder Osmanlı’ya göç edersiniz” olmuştur.


2)
Sürgün olayında Adige Uerk ve Pşılerinin de kısmen pay sahibi olduklarını söylemek yanılgı olmaz sanıyorum. Çünkü onlar şu an yaşadıkları topraklarda da kalsalar, Psıj ırmağı kıyılarına da göç etseler artık eski hükümranlıklarının devam etmeyeceğinin farkına varmışlardı.

Onlar için en büyük yıkım hizmetlerindeki insanları kaybetmeleriydi. Onlar Osmanlıya göç ederek mevcut düzenlerini aynı şekilde muhafaza edebileceklerini düşünüyorlardı,bu nedenle ne yazık ki Adige Pşı ve Verklerinin bu olayda yeterinde doğru tavır aldıklarını söyleyemeyeceğim.

3) Bir kısım din adamları da ne yazık ki Adigelerin Osmanlıya göç etmeleri konusunda çok açık propaganda yapmışlar,halkı bu konuda ikna etmek için çok yoğun faaliyet içerisinde bulunmuşlardır.

4) Osmanlının kendi görevlendirdiği elçiler köy köy gezerek Adigeleri göçe ikna etmeye çalışmışlar, çok güzel ve mutlu bir gelecek tasviri içerisinde sürekli vaatlerde bulunarak halkı bu yöne kanalize etmeye çalışmışlardır.

5) İngilizler ve Fransızlar da Çerkes soykırımında Tıpkı Ruslar ve Osmanlılar gibi pay sahibidir.

Bu iki ülke bölgede bulunan adamları ve görevlileri vasıtasıyla Kafkasyalıları Ruslarla ne pahasına olursa olsun savaşın devam ettirilmesi konusunda sürekli kışkırtmışlar ve pek çok yardım vaatlerinde bulunmuşlardır.

Bu iki ülkenin tüm vaatleri sadece sözde kalmış, hiçbir zaman gerçek bir yardımda da bulunmamışlardır.

İngilizlerin Fransızların ve Osmanlıların bu faaliyetlerinin ve ilgilerinin nedeni Adigelere olan sevgi ve sempatileri veya onların özgürlük mücadelelerine olan saygıları değildi elbette.

Onların asıl istedikleri Kafkasya’yı kendi egemenlik alanları içerisine almak,Kafkas halklarını kendi ulusal çıkarları doğrultusunda kullanmaktı.

Yukarıda sıraladığımız tüm bu etkenlere rağmen, şunu çok net şekilde belirtmemiz gerekir ki Adige halkının başına gelen bu felaketin, sürgün ve soykırımın birinci dereceden sorumlusu Rus çarlığı ve onun emperyalist politikalarıdır.

Bu politikanın bir sonucudur Kafkas halkının binlerce yıldan bu yana yaşadığı topraklarından sürülüşü.

Savaşın, soykırımların açlık ve sefaletin toplu katliamların, kısacası Kafkas halklarının başına gelen bu felaketin asli nedeni, Çarların ve onların temsilcilerinin Kafkasya’da sürdürdükleri bu insanlık dışı politikalardır.

Bütün bunlara rağmen hayretler içerisinde görüyoruz ki, Adige halkının yaşadığı bu felaketten bahseden bazı Rus tarihçiler (A. M. Berje , A. İ. Zanoknikoviç, Lilov , vb.) Adigelerin anayurtlarından sürgün edilmelerinin asıl sorumlusunun Rus Çarlığı olmadığını; tam tersine bu felaketi Adigelerin kendilerinin istediğini yazıyorlar.

Emperyalist Rus Çarı’nın yağmacı vekili Fadaev’in kendi yazdıklarına göre “Psıj nehrinin diğer yakasındaki topraklara Çarlık’ın şiddetle ihtiyacı vardı, fakat Çar o topraklarda yaşayan halklara hiçbir şekilde ihtiyaç duymuyordu”

Rus Çarı’nın politikasını bu cümleden daha güzel anlatacak başkaca ne söylenebilir ki?

Herkes çok iyi bilir ki hiçbir halk doğduğu yaşadığı topraklarını kendi rızası ile terk etmez, başka topraklara başka ülkelere göç etmez. Bu tür bir yer değiştirme ancak zor kullanılarak,şiddet ve baskı yolu ile sağlanabilir. Bunun adı da sürgündür.

Zaten zorlu Kafkas savaşları ,Kafkas halklarının bu savaşlarda yitirdikleri insanlar, verdikleri mücadele bu sürgünün kendiliğinden bir göç olduğu ve Adigelerin Kendi topraklarını kendi rızaları ile terk ettikleri tezini çürütmektedir.

Buna rağmen tarihimize İstanbulakue olarak geçen bu felaketi bizzat yaşamış olan P.V.Aprelyev şöyle yazıyor bu konuda “Adigeler dindar insanlarının teşviki sonucu kendi rızaları ile ülkeyi terk ederek Osmanlı’ya göç ettiler”

A.P.Berje ise aynı konuda şöyle söylemektedir: “Er veya geç Rusya Kafkasya’yı işgal etmek zorundaydı. Burada üzücü olan şey Kafkas halklarının başkalarının yardımına ihtiyaç duymaksızın gelişmelerini ve ilerlemelerini tesis edememiş olmalarıdır.”

Her yerde her zaman büyük halklar küçük halkları himayelerine almışlardır. (Başka türlü söylersek içlerinde eritip yutmuşlardır. H.M.) bu sayede küçük halkların gelenekleri ve dilleri yok olsa da gelişmişlikleri ve yaşam kaliteleri yükselmektedir”

Yukarıda okuduğunuz bir kesim Rus yazarın bu tür ifadelerine rağmen, bizler Kafkas Rus Savaşları döneminde Adigelerin ve Rusların kültür düzeyini de gelişmişlik düzeyini de, Rus Çarı’nın Kafkasya’ya kültür ve gelişmişlik adına ne verdiğini de çok iyi biliyoruz.

Bu tür bir açıklamaların doğru olmadığını elbette hepimiz biliyoruz.

Kafkasyalıların yurtlarından sürgün edilmelerinin nedenini, Rus Çarı Kafkasya’ya geldiğinde ona eşlik eden general Olşevki’nin şu cümlesi çok iyi açıklamaktadır ” Adigeler tarihten bu güne üzerinde özgür ve mutlu yaşaya geldikleri bereketli topraklarını terk edip verimsiz topraklara göç etmek istemediler

İşte gerçek neden bu cümlede işaret edilendir. Adigelerin bu tür göçü istemelerini, kabul etmelerini gerektirecek hiçbir neden de yoktur.

Kaldı ki Adigeler, Rus topraklarında savaşmış değillerdir. Tek istedikleri kendi topraklarında özgürce yaşamaktı ve tüm savaşları da topraklarını ve özgürlüklerini korumak içindir.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Kafkas savaşlarının bitiş tarihi olarak kabul edilen 21 Mayıs 1864 tarihidir.

Bu tarihten sonra, bizlerin İstanbulakue olarak adlandırdığımız Adige halkının sürgünü daha da şiddetli bir hal almıştır.

Fakat Adige sürgününün başlangıcı bu tarihten çok daha öncesine dayanmaktadır.

1858 yılından itibaren Çar orduları Adige köylerini evlerini ağıllarını ekinlerini yakmaya, acımasız yöntemlerle işgallerini yaygınlaştırmaya başladılar.

Bu insanlık dışı savaş pek çok cana mal olduğu gibi, sağ kalanlar da bölgelerinden sürülerek Karadeniz kıyılarına indiriliyorlar, Osmanlı’ya göç etmeye zorlanıyorlardı.

1860 yılında Psıj bölgesindeki Rus orduları komutanı Yevdokimov savaşın kısa sürede bitirilmesini ve Kafkasya’nın işgalini sağlayacak bir plan hazırlamıştı.

Bu plana göre Adigelerin topraklarından sürülmeleri ve onlardan boşalacak bölgelere kazak köylerinin yerleştirilmeleri düşünülüyor, buna karşılık işgal edilen topraklardan sürülen Adigelerin Psıj bölgesine göç ettirilmeleri veya Osmanlı topraklarına gönderilmeleri öngörülüyordu.

Bu politikanın başlangıcı olarak, daha fazla direnç gösteren halklar arasından seçilen 10.000 kişinin Osmanlı topraklarına sürülmesine karar verildi ve bu karar uygulamaya konuldu.

1860 yılında Osmanlı’ya gönderilmek üzere bölgelerinden sürülerek Karadeniz kıyısına indirilen Adigelerin sayısı hızla artmaya başladı.

Osmanlıların bu kadar insanı topraklarına kabul etmemesi ihtimalinden endişe eden Rus Çarı ve onun Kafkasya’daki generalleri, bu ihtimali ortadan kaldıracak bir anlaşma yapmak üzere Terek bölgesi idaresinden sorumlu olan Loris Melikov’u görevlendirerek İstanbul’a gönderdiler.

Loris Melikov üstlendiği görev gereği sürgün edilen insan sayısı ne olursa olsun geri çevrilmeyeceklerine dair Osmanlılarla gizli görüşmeler ve anlaşmalar yaptı.

Osmanlı idaresinin şartı ise, sürgün edilen insanların topluca değil azar azar gönderilmeleri idi.

1863 yılında sürgün edilen insan sayısı çok yüksek rakamlara ulaşmaya başlamıştı.1858-1863 yılları arasında sadece Karadeniz’in doğusundaki limanlardan sürgün edilen insan sayısı yaklaşık 500 bin kişidir. Diğer bölgelerden ve diğer limanlardan çıkış yapan insan sayısı konusunda bir bilgi olmamakla birlikte bu sayısının da daha az olmadığı tahmin edilmektedir.

Çerkes sürgünü, Kafkasya tarihi bir yana dünya tarihinde dahi eşi görülemeyecek içler acısı bir dramdır. Tarih bu zulmün bir benzerine daha şahit olmamıştır bu güne kadar.

Rus çarı ve onun insanlık dışı uygulamalarını yürüten komutanları, çaresizlik ölüm sefalet azap ve işkenceden ibaret yöntemleri ile sürgün seçeneğinden başka hiç bir alternatif bırakmamışlardır Adige halkına.

Adige halkı bu sürgün esnasında öylesine büyük bir sefalete ve insanlık dışı uygulamalara mahkum edilmiştir ki, o dönemde insanlarımızın yaşadıkları açlık hastalık ve çaresizlik hakkında yazılanları okurken bu gün hala insanın gözleri dolmakta yüreği burkulmaktadır.

O dönem yazılan pek çok kaynağa göre yurtlarından sürülen insanlar diz üstü çöküp toprağı öpmekte, gözyaşları içerisinde zorla gemilere bindirilerek gönderilmektedirler.

Gözü dönmüş Rus ordularının zorla kıyılara sürdüğü insanlar, çoğu zaman gemileri beklerken yanlarındaki erzağı da tüketmekte çaresizlik içerisinde ölümle yüz yüze beklemek zorunda kalmaktadırlar.

Zorlu kış şartlarına uygun kıyafetleri erzakları olmadığı için, bu şekilde pek çok insanımız Karadeniz kıyısında açlık ve hastalıkların pençesinde can vermiştir.

Savaşta görev almış olan bir Rus görevli bizzat şahit olduklarını daha sonra şöyle anlatmaktadır: “İnsanın tüylerini diken diken eden bir sahne hiç gözlerimin önünden gitmiyor: pek çoğu çocuk, kadın ve yaşlı insanlardan oluşan cesetler ortalığa dağılmış bir haldeydi ve bu cesetlerin çoğunu köpekler parçalamışlardı.

İnsanlar açlık ve hastalıktan o kadar bitkin düşmüşlerdi ki çoğu yaşarken köpeklere yem olmama gayreti içerisinde can derdine düşmüştü.

Sağ kalanlar ölenleri düşünecek ve mezar kazıp onları gömebilecek durumda değillerdi. Onları bekleyen son da bundan pek farklı değildi”

Zavallı insanların karşı kıyıya ulaşmaları çok büyük tehlikelerden tesadüfen kurtulabilmelerine bağlıydı. Öncelikle bindirildikleri gemilere olması gerekenin bir kaç katı para ödemek durumunda kalan insanlar bu yetmez gibi 30 kişilik teknelere bile 100-150 kişi doldurulmak suretiyle taşınmaya çalışılıyor, çoğu kez bu şekilde tıka basa doldurulan gemiler ilk fırtınada denizde batıyordu.

Gemi personeli adım atacak yer bulamadığı için insanların üzerine basarak yürüyorlardı çoğu zaman.

Ambarlara doldurulan insanlara neredeyse soludukları hava bile yetmiyordu. Pek çoğu bu sağlıksız koşullarda zaten güçsüz olan bedenlerini ayakta tutmakta zorlanıyor, fenalaşıyor hastalanıyorlardı.

Bu insanların akıbeti ise belliydi: Denize atılmak.

Bu koşullar içerisinde sağ kalmayı başarıp Osmanlı topraklarına ulaşabilen insanların sonu da pek iyi olmadı, hatta sürüldükleri topraklardakinden çok daha kötü durumlara düştüler ne yazık ki.

Kafkasya’da bulunan Osmanlı elçilerinin daha önce vaad ettikleri cennetin yerine açlık, sefalet ve ölüm bekliyordu onları.

Ne Osmanlı sultanı ne de onun idarecileri bunca insana yeni bir yaşam sunabilecek, onları iskan edebilecek bir hazırlık veya plana sahip değillerdi.

Hal böyle olunca, zorlu yaşam koşulları karşısında zaten hasta ve perişan bir halde olan insanların çoğu daha fazla dayanamamış ölümler günden güne artarak sürmüştür Osmanlı topraklarında da.

1871 yılında çıkan Vsemirniy Puteşestvennik (Dünya gezgini) gazetesinin yazdığına göre bu sürgün esnasında yollara düşürülen her 3 Çerkes’ten 2’si yaşamını yitirmiştir.

Batum şehri çevresinde karaya çıkan ve bu civara yerleşen kafiledeki
22  bin
kişiden sağ kalanların sayısı 7 bindir ; yine Samsun şehri çevresine yerleşen 30 bin kişilik bir başka kafileden sağ kalanların sayısı 100 kişidir.

A.P.Berge’in yazdığına göre Samsun ve Trabzon çevresine getirilen göçmenlerden ortalama olarak her gün 180 ile 250 arasında insan yaşamını yitirmektedir ve bu insanların durumu gerçekten yürek yaralayıcıdır.

Alman bilimadamı ve etnograf F.Kanits’in yazdığına göre, Osmanlı topraklarından Kıbrıs adasına yerleştirilmek üzere gemilerle götürülen
2 bin 100
kişiden 1 bin 300‘ü daha denizdeyken hayatını kaybetmiştir.

Öyle ki, denize atılan ve daha sonra suyun üzerine vurmuş olan bu cesetleri izleyerek geminin izlediği rotayı rahatlıkla görebilirdiniz.

Osmanlı kıyılarında ise ölümler o kadar artmıştı ki artık cesetler gömülmez olmuştu;ekmek insan sayısına göre dağıtıldığı için ölüleri yerleştirildikleri korunaklardan çıkartmıyorlar, ölüler ile sağlar bir arada yatıyorlardı.

Osmanlılar bu sürgünlerin harp yeteneklerini çok iyi biliyorlardı,bu nedenle onların arasından asker seçerek ordunun asker ihtiyacını karşılamağa karar verdiler.

Orduya girmenin şartı evli ve aile sahibi olmamaktı,bu nedenle bir kısım insanlar çaresizlik içerisinde eşlerini konaklara hizmetçi çocuklarını evlatlık vererek onların açlıktan ve yokluktan ölümünü önlemeye çalışıyorlar kendileri de gidip orduya yazılıyorlardı.

Kafkas sürgününün tarihi bu gün bile hala tam olarak yazılmış değildir.

Bu konuda Kaberdey-Balkar Bilimler Enstitüsü ve Kaberdey-Balkar Üniversitesi ortaklaşa uluslar arası bir konferans düzenlemişlerdir. Katılımcılar bu toplantının önemine dair konuşmalar yapmışlar sürgün trajedisi hakkında çeşitli bilgiler vermişlerdir.

Bu konuda iki noktaya vurgu yapmak gerektiği kanaatindeyim.

Birinci olarak sürgün Kafkasya’nın her bölgesinde aynı şiddette yaşanmamıştır. Örneğin Kafkasya’nın doğusundaki halklar zor kullanılarak bölgeden çıkartılmışlarsa da 1859 -1865 yılları arasında bir kısım Kaberdeyler, Çeçenler, Asetinler zor kullanılmadan kendi istekleri ile bölgeyi terk etmişlerdir.

Kendi istekleri ile cümlesini açıklamak gerekirse: 18.yy sonlarına doğru Rus Çarı bütün kuzey Kafkasya’yı kendi hükümranlık alanı içerisinde görmeye başlamıştır. Bu yaklaşımın yansımaları olarak, bölgede kendi yönetimini ve kendi mahkemelerini kurmuş bölgede yaşayan halkların yaşayışlarına geleneklerine müdahale etmeye pek çok halkın topraklarının bir kısmını alarak kazak köyleri kurmaya, kazakları bölgeye yerleştirmeye başlamıştı.

Daha net bir şekilde söylemek gerekirse bölge halklarının tüm özgürlüklerini gasp etmiştir.

Bu durumu kabul etmeyen halklar ayaklanmışlar fakat güçlü çar orduları ile baş edemedikleri için yenilmişlerdi.

Bu yenilgiyi ve baskı yönetimini sindiremeyen birkaç bin insan Osmanlı topraklarına göç ettiler.

Örneğin Kaberdey bölgesinden 15 binin üzerinde insan Osmanlı topraklarına göç ettiler. Kendi istekleri ile ayrılanlar derken kastettiğim işte bu şekilde giden gruba giren insanlardır.

Fakat bu şekilde göç eden insanların da olması Rus Çarı’nın Adige halkını Psıj bölgesine zorla göç ettirmek istediği ve bunu kabul etmeyen halkları ve diğer Kafkas halklarını zalimce yöntemlerle topraklarından sürdüğü gerçeğini değiştirmez.

İkinci olarak Rus Çarı her ne kadar Adigelere Psıj bölgesine yerleşmeleri teklifini getirmişse de, onun ve bölgedeki temsilcilerinin asıl planı bu halkı bölgeden sürerek Osmanlı topraklarına göç ettirmekti.

O dönemde bölgede faaliyet gösteren ve halkın Osmanlı topraklarına göç etmeleri konusunda propaganda yapan Osmanlı elçilerine hiçbir şekilde müdahale edilmemiş, bölgede serbestçe faaliyet göstermelerine Çar idarecileri tarafından göz yumulmuştur.

İsteseniz de istemeseniz de Psıj bölgesine göç ettirileceksiniz diyemezler miydi Adige halkını süngü zoruyla Karadeniz kıyısına süren Rus generalleri?

O kadar insanın ölümüne neden olan Çar, istese Adigelerin Osmanlıya gitmesine engel olamaz mıydı ?

Sayıları yüzleri bulan köyleri yakan, yaşlı çocuk ve kadınları öldüren çar ve onun generalleri ellerindeki askeri gücü kullanarak buna engel olabilirlerdi elbette. Fakat onların asıl istedikleri buydu zaten.

Psıj bölgesi zaten Adige toprağıydı, fakat bölgenin yaşam koşulları açısından elverişli olmaması nedeni ile yerleşim yok denecek kadar azdı.

Bunu bile bile o bölgeye yerleşilmesi dayatmasının arkasında yatan asıl neden sürgüne temel hazırlamak,halkın kabul etmeyeceği bir öneri ile Osmanlı topraklarına göçün yolunu açmaktı.

Bunun bir başka delili ise Loris Melikov’un İstanbul’a gönderilerek Osmanlı idarecileri ile sürgün edilenlerin kabulü konusunda yaptığı görüşmelerdir.

O dönem Rusya’nın Osmanlı’daki görevlilerinin tümü, sürgün edilenlerin kabulü ve geri çevrilmemeleri konusunda görüşmeler yapmışlar çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Hatta bir kısım Adige’nin Psıj bölgesine yerleşmeyi kabul etmeleri ihtimalini tamamen ortadan kaldırmak için Osmanlı topraklarına gidecek her aileye maddi yardımda bulunulacağı ve Karadeniz’i aşmaları için gereken gemilerin temin edileceği vaat edilmiş fakat her iki konuda da pek bir yardımları görülmemiştir.

Bütün bu faaliyetlerin yanı sıra Rus Çarı adına bölgede gizli faaliyet gösteren bir kısım insan da Adigelerin göçe ikna edilmeleri konusunda ellerinden geleni yapmışlar, bu amaca hizmet için yoğun çaba içerisinde olmuşlardır.

Örneğin Shapsughlar arasında oldukça büyük itibarı olan İshak efendi bu tür örtülü faaliyetlerde bulunan insanlardan birisidir.

Yine Natuhaçlar arasında bu tür bir ileri gelene tüm Natuhaçları Osmanlıya göç etmeye ikna etmesi karşılığında iki bin altın vaat edildiği bilinmektedir.

Arşivlerde Adigelerin Osmanlı topraklarına gönderilmelerini önlemeye yönelik tek bir belge bulunamamıştır bu güne kadar.

Bu konuda Y.Abramov çok doğru bir tespit ile şöyle yazmıştır : “Hiç şüphesiz Rus idarecileri Adigeleri bölgeden çıkartarak Osmanlıya göndermek için ellerinde geleni yapmışlar, onların ülkeden gidişlerini kolaylaştırmak için pek çok faaliyette ve vaatlerde bulunmuşlardır. Bunun yanı sıra bölgede aynı amaca hizmet için bulunan Osmanlı elçilerinin çalışmalarına da göz yummuşlar bu faaliyetlerin engellenmesi yönünde hiçbir çaba göstermemişlerdir”

Bölgeden sürülen Adigelerin ve diğer halkların, tarlaları evleri, ekinleri bahçeleri, hayvanları ve benzeri tüm mal varlıkları geride kalıyordu. Eğer bu bir gönüllü göç olsaydı en azından insanların geride bıraktıkları bunca maddi değerin karşılığı olarak giden insanların koşulları biraz olsun kolaylaştırılmaz mıydı ?

Elbette ki, bu bir göç değildi ve Kafkas halklarının tümü birden yok olsa Çarlık’ın umurunda bile olmayacaktı. Çünkü onların nazarında Kafkas halkları insan bile değillerdi.

Kafkasya’yı işgal edebilmek için bölge halklarının üçte ikisini öldürüp yok etmek gerektiğini, ancak bu şekilde geriye kalanların diz çöküp teslim olacakları tespitini yapan ve bu doğrultudaki politikalarını acımasızca uygulamaya koyanlar aynı insanlar değil midir?

Yine bir örnek verecek olursak 1861 yılında bölgede uygulamaya konulacak olan toprak reformu söylentileri üzerine bir grup soylu dönemin bölge idarecisi V. Orbelyani’ye başvurarak 442 ailenin bölgeden göç etmek ve Osmanlı topraklarına gitmek istediğini bildirdiler ve bu ailelerin belgelerinin hazırlanması, kendilerine izin verilmesi için başvuruda bulundular.

Böyle toplu bir göç hareketinden telaşlanan bölge yöneticisi bağlı bulunduğu general Yevdokimov’a başvurarak bu hareketin diğerlerine de örnek olabileceği, bölgede toplu bir göçün ortaya çıkabileceği endişelerini ileterek ne yapılacağı hususunda bilgi ister.

Bu başvuruya general Yevdokimov’un cevabı şöyledir : “Hiç telaş etmeyiniz, belirtilen sayının iki katı insan göç etse de bizim için bir kayıp söz konusu değildir.

Bu hareketin yaygınlaşıp tüm halkın bölgeyi terk edebileceği endişeniz ise tamamen yersizdir, çünkü zaten bizim istediğimiz budur. Bu sayede başımızı ağrıtan bir halktan tümüyle kurtulmuş oluruz.”

Açık şekilde görülmektedir ki, çar yönetiminin başından beri planladığı şey Adigeleri bölgeden atmak,bölgenin kontrolünü tamamıyla ele geçirmektir.

Dönemin çar yönetimi ve onun bölgedeki idarecileri bu amaçlarına ulaşabilmek için mevcut bütün yöntemleri denemişler ve uygulamaya koymuşlardır.

Ayrıca ele alınması gereken bir başka konu da Kafkas halklarının sürgününde Osmanlı imparatorluğunun rolüdür.

Osmanlı imparatorluğu kendi çıkarları gereği Kafkas halklarını Ruslarla aralıksız savaş halinde tutabilmek için sürekli kışkırtmış,yardım eder görüntüsü altında sürekli bölgede karışıklıklar yaratarak çatışmaları körüklemiştir.

Osmanlı yönetimi başlangıçta sürgün edilenlere yardım vaadinde bulunmuş olmasına karşın, zaman içerisinde gelen insanların çokluğu karşısında daha önce verdiği sözleri yerine getirmemiş vaat ettiği yardımı aksatmaya başlamış,aynı zamanda gelen insanları kendisi için de bir tehdit olarak görmeye başlamıştır.

Gelen insanların büyük çoğunluğunun yaralı yorgun hastalıklı ve güçsüz düşmüş çaresiz kimseler olmasından istifade ile, bölgede daha önce elçileri aracılığıyla yürüttüğü propagandalarda vaat ettiklerinin hiç birisini yerine getirmemiş,kendisine güvenen bu insanları çaresiz bir şekilde ortada bırakıvermiştir.

Gelenler daha önce bu konuda kendilerine söz verilmiş olmasına rağmen Samsun ve Trabzon bölgelerinde iskan edilmek istenmemiş, gelen insanlar yönetimin uygun gördüğü bölgelerde her yüz aileye bir aile hesabı ile yerleştirilmişlerdir.

Buradaki amaç, gelen Kafkas halklarının topluca bir bölgede ve bir arada bulunmalarını yönetimin kendisi açısından riskli görmesidir.

Ayrıca bu tür dağınık bir iskan sürgünlerin kısa sürede asimile edilmeleri amacına da daha uygun düşmektedir.

Osmanlılar o dönemde çok büyük bir alana yayılmış olan topraklarında Adigeleri dağınık bir şekilde yerleştirerek iskan ettiler.

Adigeler Suriye, Ürdün, Filistin, Lübnan, Balkanlar, Girit ve daha pek çok bölgede dağınık şekilde yerleştirildiler.

Adigelerin bir arada bulunmaması,herhangi bir bölgede belirgin bir güç oluşturmaması için azami özen gösterildi bu iskan esnasında.

Büyük umutlar bağlanan Osmanlı imparatorluğu savaş yorgunu, aç sefil çaresiz insanlara önemli bir yardımda bulunmadığı gibi, onları yukarıda belirttiğimiz şekilde darmadağın etmiştir.

Nerede Hıristiyan bir topluluk varsa Adigeleri onların arasına yerleştiren yönetim, bu toplulukları Adigelere yardım etmekle yükümlü kılarak bir başka sürtüşmeye zemin hazırlamıştır.

Osmanlı iskan politikası ve yerleştirildikleri kurak verimsiz topraklardaki olumsuz yaşam koşulları da pek çok Adige’nin yaşamına malolmuştur.

Bütün bu örnekler bir araya getirildiğinde Rus Çarı’nın Adige halkını yok etme politikasına Osmanlı sultanlarının da çeşitli şekillerde katkıları olduğunu söylemek pek de abartı olmaz sanıyorum.

Yine bir örnek daha: Emperyalist Rus Çarı’nın vekilleri ve bu yağmacı politikalarının uygulayıcıları sürekli olarak, top tüfek ve ezici bir askeri güce dayanarak Kafkas halklarına medeniyet getirdiklerini,dağlıları çalışan üreten ve kendi emeği ile yaşayan topluluklar olarak eğittiklerini iddia ettiler.

Tabii ki, gerçeği bilen insanlar için bu sözler ancak bir masaldan ibarettir.

Bu olayı daha doğru bir biçimde değerlendiren Y. Abramov bu söylenenlerin gerçekle hiç bir ilgisi olmadığını belirterek “Dağlılarla biz Rusları kıyaslayacak olursak tembel, kültürsüz ve barbar olan bizleriz” diyerek; savaş süresince Dağlılara ait kültürel birikimin tamamen yok edilmesi yanı sıra Batı Kafkasya’da pek çok bölgenin de boşaltılarak değerlendirilmeden öylece terk edildiğini, dağlıların yüzyıllardır üzerinde yaşayıp ekip biçtikleri tarlaların bağ ve bahçelerin harap edildiğini yazıyor, Nalçik’te bizzat şahit olduğu ve Hatokşokue’nin bağ ve bahçelerine verilen zararı anlatıyor.

Aynı yağma ve talanı Adigelerin sürüldüğü bölgelere yerleştirilen kazaklar da uygulamışlardır.

Tuhaf olan şey ise bir kısım Rus yazarın ve tarihçinin bunca yağma, talan, baskı ve soykırıma rağmen şaşılacak şekilde kendilerinin medeni ve kültürlü, dağlıların ise eğitimsiz, kültürsüz ve tembel olduklarını iddia edebilmeleridir.

Evet Adigelerde okumuş eğitimli insan sayısı azdı,fakat kültür dediğimiz şey sadece eğitim ve bilim değildir.

Adigeler tarımda,hayvancılıkta,altın ve gümüş işlemeciliğinde, giysi üretiminde ve metal işlemeciliğinde,

toprağın işlenmesinde geleneklerinde,ahlaki eğitimlerinde,komşu topluluklarla ilişkilerinde ve ticarette,dürüstlük erdem ve insani gelişimde çocuk eğitiminde Ruslardan ve diğer halklardan aşağı değillerdi o dönemde.

Bu gün bile gerek Türkiye’de, gerek Ürdün’de, Suriye’de, İsrail’de ve diğer yaşadıkları bölgelerde Adigeler kültürel ve sosyal alanda içerisinde yaşadıkları halkların hiç birisinden daha aşağı konumda değiller.

Elbette amacımız hiç bir halkı küçümsemek veya aşağılamak değil.

Bizim amacımız hakkımızda söylenen ve gerçekle hiç bir ilgisi olmayan iftira ve yalanlara cevap vermektir.

Rus Çarı’nın yağmacı işgalci politikaları Adige halkını pek çok ülkeye dağıtmış, paramparça etmiştir ne yazık ki.

Bu gün halkımızın büyük çoğunluğu Türkiye’de (5 Milyon civarında) yaşamaktadır.

Suriye’de 120 bin, Ürdün’de 90 bin, Mısır’da 30 bin , Amerika’da 6 bin, Libya’da 350 bin civarında.

Bunların yanı sıra Almanya, Yugoslavya, Hollanda, Fransa ve daha pek çok ülkeye dağılmış durumdadır Adige halkı.

Şunu çok iyi anlamamız gerekir ki, Adigeler bu insanlık dışı sürgünü ve soykırımı yaşamamış olsalardı bu gün Kafkasya’daki Adige sayısı 18 Milyon’un üzerinde olacaktı.

Bir başka sorunun cevabını da çok iyi anlamamız gerekiyor : Osmanlı’ya gitmeden kendi yurtlarında yaşama imkanı var mıydı Adigeler için?

Evet. Eğer Rus Çarlığı’nın saldırısına insanlık dışı muamelelerine, uzun yıllar süren savaşlara maruz kalmasalardı Adigeler hiç bir yere gitmez bu gün Kafkasya’da yaşıyor olurlardı.

Bu gün gelinen sonuçtan çok daha iyiydi Psıj bölgesine yerleşimin kabul edilmesi, sonuçta orası da Adige toprağıydı.

Fakat o günün koşulları içerisinde böylesine uzun vadeli bir öngörü yapabilecek, bereketli Osmanlı topraklarına sürgün gitmektense kendi verimsiz topraklarımızda yaşamak iyidir diyebilecek bir önderliğe sahip olamadı Adige halkı.

Osmanlı topraklarında anladılar Adigeler bu hatalarını.

Daha sonraları pek çok aile geriye dönmek için başvurmuşsa da bunların hiç birisi kabul edilmedi

1864 yılında Shapsugh ve Natuhaçlardan oluşan 200 aile İstanbul’daki Rus konsolosluğuna başvurarak Kafkasya’ya geri dönmek istediklerini bildirdiler.

Yine 1872 yılında 8.500 aile aynı taleple başvuruda bulundu. Bu aileler geri döndürüldükleri takdirde her nereye yerleştirilirlerse kabul edeceklerini beyan ediyorlardı.

Fakat bu başvurular Rus Çarı’na ulaştığında; başvuru dilekçelerinin üzerine Çar şu notu düştü : “Geri dönüş söz konusu bile edilmemelidir” Oysa o tarihlerde Adigelerin sürüldükleri topraklar, Psıj bölgesindeki topraklar ve daha pek çok yer hala bomboş duruyordu.

Bu gün gelinen noktada ortaya çıkan belgeler ve tarih kaynakları çok net göstermektedir ki,  Adigeleri Kafkasya’dan Rus Çarı sürmüştür.

Özgürlüğüne düşkün ve kendisine itaat etmemekte direnen bu halkı bölgeden çıkartmak için ne gerekiyorsa yapmıştır Çar yönetimi.