KULEDE YAŞAMAK

Doç. Dr. ENGANOY Erol Yıldır
26.11.2005

“.. Dünyada hiçbir bölgede Kafkasya’daki kadar  çok sayıda kule bir arada bulunmamaktadır.  Özellikle, Orta ve Doğu Kafkaslar ile Güney’de Gürcistan’ın Svanetya bölgesinde yoğunlaşan bu yapılar ortalama bir tahminle 1000’li yıllara uzanan geçmişleriyle  Kafkas Halklarının geçmişinde -henüz yeterince anlaşılamayan- önemli bir misyon  üstlenmiş olmalıdır.  Günümüzde bu bölgede yer alan ve Türkiye’nin yaklaşık kırkta biri kadar bir toprağı olan Çeçenya’da 2500’den fazla kule vardır. Bunların yaklaşık 200 tanesi  hala ayaktadır. Bu nedenle Çeçenya’ya dünya kule mimarisinin merkezidir demek hiç  de abartılı olmayacaktır”  

(1994 savaşı öncesine ait Vaynah Kule Araştırmaları raporu)

Aslında herkes kulede yaşar!

İnsan, gözlem-düşünce-davranış ve düş gücüyle, sadece kendi ufuklarından baktığı ve kendisinin gördüğü gerçeklerle baş başa bir ömür geçirdiği, o özel ve aynısı olmayan kulede tek başına yaşar. Kule bir anlamda, yalnızlığını paylaştığı, adeta her taşını anılarıyla üst üste yığarak oluşturduğu, bazen yüreğine, bazen ruhuna yapılan insafsızca saldırılara karşı umutsuzca savunmak için kendisini -en zor zamanlarında dahası unutmak için bir ömür verdiği o bedbaht anlarında yani- derin kuytu köşelerine çekildiği insanın kendi kabuğudur.

Malzemesi ne olursa olsun, et-tırnak-kemik-taş-toprak-ağaç fark etmez kule, kuleliğini daima yapar, hiç aksatmaz..! İçinde yaşayanını koruyarak ona yüksek, özel ve özgün bir bakış sunar. Yükseklik ve bu özel bakış açısı, zemin bakışından daha geniş, derin geniş ufuklu bir uzam gösterir daima yaşayanına. Bu ise görmek için doğan, gözlem yapmaktan hoşlananlar için büyük bir nimettir. Kuleden bakmak bu yüzden, ancak kaybettiğimizde anlayabileceğimiz türden değeri biçilemeyen bir kazançtır. Sadece aynı yöne de baktırmaz kule, insanı kaplayan her yöne dönüktür. Bu yönler sadece coğrafi yönlerden ibaret değildir. Zaman gibi soyut boyutlara da yöneliktir. Kule, bu zengin bakış açısının etkisiyle insanın en esrarengiz yanını: Düş gücünü harekete geçirerek, geçmişe ve geleceğe de derinlemesine göz atmasına zemin hazırlar. Kulede yaşayan, -yaşadığı yerin farkına varmışsa eğer- geçmişi dönüp olabildiğince saf, yalın izlemekten çekinmez. Geçmişi kendince değiştirmek yerine, ondan ders çıkararak -varsa- kendi yanlışlarını ortadan kaldırır. Bu nedenle geleceğe de umut beslemekten korkmaz. Kule, işte o anda bu farkındalığı yaşayan için“şimdi’ye dönüşmüştür. Şimdi ise insanın ayaklarını daima yere sağlam bastırır.

Kule, bir bakıma içinde yaşayanın yaşamını da sınırlar. Onu başkalarına göre daha çerçevesi çizilmiş bir alanda yaşamaya mahkum eder. Hareket alanını da sınırlamış olur böylece. Kulede yaşayan kendi içinde iniş ve çıkışları olan bir özel süreç yaşar. Harekete getirilen bu kısıtlılığa karşın kulenin düşünceye getirdiği sınırsızlık sınırsızlığın da ötesindedir.  Yükseklerden bakma yetisi de verse insana aynı zamanda kulede yaşamak zordur. Bu özelliğiyle kule, bir münzeviye yakışan tecrit sunar yaşayanına, ki adeta dervişçe yaşatır insanını. Onu, kendisiyle baş başa bırakırken, başkalarına ne kadar gereksinim duyduğunu da kavratır. Başlangıçta cezbeden bir yalnızlığın uzadıkça büyüyen anlamsızlığını, varlığın ancak paylaşıldıkça var olacağını bir kez daha hatırlatır. Kule, işte o anlarda insanın kendisine tuttuğu, ruhunun tüm mahrem derinliklerini pervasızca gösteren yalansız ve hilesiz bir aynaya dönüşür.

Kule, aynı zamanda yüksekliğiyle insanı sınar da. Kulede yaşayan insan, eğer üstün görürse bulunduğu yükseklikten dolayı daha enginlerde yaşayanlara göre kendini, kabaran kibir ve gururuna yenik düşmüştür. İşte o anda, aslında her insanın kendi kulesi olduğunu ve her kulenin de kendine has yüksekliği olduğunu unutmuştur. Kulede yaşayan bakan bir kördür artık, bulunduğu yükseklik de kirli dipsiz bir çukura dönüşmüştür. Kule, bir imtihan verdirmektedir yaşayanına. Ancak olgun bir kişilik alt edebilir gururun ve kibrin bu körlüğünü ve bir hoşgörü halatı çıkarabilir düştüğü çukurun nemli, ıslak kör karanlığından.