KUZEY KAFKASYA ÖZERK CUMHURİYETLER BAĞLAMINDA RUS DIŞ POLİTİKASI

Ahmet Arkın Bölükbaşı
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı

II. Dünya Savaşı dünyayı iki kutba bölerek Soğuk Savaş ortamını doğurdu. Batı Bloku’nun lideri ABD ve Doğu Bloku’nun lideri SSCB arasındaki bu savaş Doğu Bloku’nun çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sona erdi. Dünya artık ABD’nin tek başına hakim olduğu tek kutuplu bir dönemi yaşamaktaydı.

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşü, bu topraklarda on beş bağımsız devlet ortaya çıkardı. Böylesine büyük bir parçalanma bölgesel etkileri biryana uluslararası sistemi de derinden etkileyerek dünyadaki güç dengelerini değiştirdi. Eski Sovyetler Birliği’nin mirasını devralarak ortaya çıkan Rusya Federasyonu’nun izleyeceği politikalar, belirsizliğin hakim olduğu uluslararası ortamda geleceği şekillendirmedeki etkisi bakımından oldukça önemli ve dikkate değerdi. Ortaya çıkan yeni jeopolitik durumun uluslararası ilişkilerdeki yansımalarına dair tahminler yapılmaya başlandı.

Sovyetler Birliği’nin yıkılması, mirasçısı olan Rusya Federasyonu’nu kimlik arayışına yöneltti. Rusya’nın Doğu’ya ve yakın çevresine mi yoksa Batı’ya mı yöneleceği sorunsalı farklı dönemlerde farklı politikaların izlenmesine yol açtı. Bu tartışma ülke içinde bulunan iki temel grup arasında cereyan ediyordu: Batılı değerlerin kabul edilmesi ve Batı’yla bütünleşmeyi savunan Atlantikçiler ile Rusya’nın Batı’dan uzak kendine özgü bir medeniyeti ve jeopolitik konumu olduğunu, buradan hareketle yakın çevresinde etkin olması gerektiğini savunan Avrasyacılar. Bu ortam içerisinde Rusya Federasyonu yeni siyasi arenada farklı bir dış politika arayışı içine girdi. Geçiş döneminin getirdiği zorluklarla birlikte, iç ve dış politikada yeni yöntemler uygulamaya başladı. Zira, Rusya BDT’yi kurarken, yanı başında gelişmiş bir Avrupa, Soğuk Savaş’tan galip çıkan güçlü bir ABD ve üzerlerindeki Rus baskısından kurtulmak isteyen bağımsızlığına yeni kavuşmuş Avrasya cumhuriyetleri vardı. Sınırların küçülmesiyle yaşanan bu siyasi-ekonomik-askeri değişim kimlik sorunu şeklinde ortaya çıktı ve Rusya yeni dünya sisteminde hesaba alınan bir aktör olmanın yollarını aramaya başladı.

Rusya’da iç ve dış politikada izlenen tutumlar dönemlere ve karar vericilerin değişimine göre gelişerek şekillendi. Avrasyacılık ve Batıcılık arasında yaşanan kimlik arayışı, devletin kuruluşunun ilk yıllarında Batı’dan yana tavır alınması ile bir rotaya girdi. Orta Asya ve Kafkasya’da bulunan eski Sovyet cumhuriyetleri ile ilişkilerin ihmal edildiği bu dönem 1993’te yakın çevre stratejisinin benimsenmesiyle sona erdi. Eski Sovyet sahası artık birincil önemdeydi. Rusya bu bölgede eski hakimiyetini yeniden tesis etmek istiyordu. Putin’le birlikte Avrasyacı eğilim belirgin hale geldi ancak 11 Eylül terör saldırıları Rusya’yı özellikle uluslararası güvenlikle ilgili konularda Batı ile işbirliğine yöneltti.

Rus dış politikası yakın çevreyi ihmal etmeden Batı ile ilişkileri dengeleyen ve çıkarları dikkate alan pragmatik bir niteliğe kavuştu. Rus dış politikasının şekillenmesinde Kafkasya bölgesinin önemli bir rolü vardır. Bölgenin jeopolitik konumundan kaynaklanan stratejik önemi dış politikaya yansımaktadır. Rusya’nın Kafkasya politikaları başta bölge devletleri (Türkiye, İran, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan) olmak üzere, AB ve ABD ile ilişkileri de etkilemektedir. Öyle ki, Kafkasya, zengin enerji kaynakları ve mevcut konumuyla üzerinde nüfuz mücadelesinin sahnelendiği bir coğrafyadır. Bu konumu itibariyle büyük güçleri kendisine çekmesi ve Rusya ile karşı karşıya getirmesi kaçınılmazdır. Bölgeyi hayat sahası olarak gören Rusya askeri ve siyasi anlamda kontrolü elinde tutma gayreti içindedir.Bu değerlendirmeler doğrultusunda; Rusya’nın Kafkasya politikası, (a1)
• Kafkaslar, buna bağlı olarak Avrasya’yı çıkarları doğrultusunda kontrol etmek ve ABD aleyhinde kullanmak,
• ABD’nin kendine stratejik ortak olarak seçebileceği ülkeler ile işbirliği yapmasını engellemek,
• Kaybettiği değerleri belirli bir zaman sonra, tekrar kazanmak ve eskisine nazaran daha büyük bir siyasi, ekonomik ve askeri güce sahip olarak ABD’nin karşısında yerini almak şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Bölgesel düzeyde ise; Ermenistan ile stratejik ortaklığı pekiştirmek,Gürcistan’daki etnik problemleri koz olarak kullanarak Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü tehdit etmek ve Azerbaycan’ın Hazar havzasındaki enerji kaynakları ve terminallerini kontrol altına almak maksadıyla,Dağlık Karabağ sorununun çözümü için Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı koz olarak kullanmaktır. (b2) Kuzey Kafkasya’daki problemlerin Rusya’nın bu ülkelerle ilişkilerinde etkili bir araç olduğunu söylemek mümkündür. Baskı ve müdahale amacıyla, yakın çevresindeki etnik sorunları bu ülkeler aleyhine kullanan Rusya, Kafkasya bölgesindeki kontrolü elinde tutmak istemekte ve Sovyetler Birliği döneminden gelen etkinliğini kaybetmek istememektedir.

Rus dış politikasına yansımaları açısından, Kuzey Kafkasya ve Transkafkasya’da (Güney Kafkasya) yaşanan gelişmeler birbirleriyle bağlantılı olsa da bu çalışmada özellikle Rusya Federasyonu’na bağlı yedi cumhuriyetten (Adigey, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes, Kuzey Osetya, Çeçenistan, İnguşya, Dağıstan) oluşan Kuzey Kafkasya üzerinde durularak mevcut etnik ve siyasi sorunlar incelenmiş, gereken yerlerde Transkafkasya ile ilgili sorunlara da değinilmiş ve bu çerçevede temel olarak Rus dış politikası izah edilmeye çalışılmıştır.

Bu çalışmanın amacı şu şekilde özetlenebilir: Uzun tarihi ve zengin kültürüyle Rusya dünyanın en büyük ülkelerinden biridir. Kendi içindeki sorunlara rağmen, hatırı sayılır bir ekonomiye ve askeri güce sahip olmasının yanı sıra Avrasya kıtasındaki mevcut konumu onun, uluslararası alanda önemli rol oynamaya devam edecek bir aktör olduğunu göstermektedir. Bu özellikleri dikkate alındığında Rusya gibi bir aktörün uluslararası ilişkilerinin, dış politikasının ve dış politikasını etkileyen faktörlerin incelenmesi önem kazanmaktadır. Böylece bu devletin değişen uluslararası sistem içindeki konumu ve bunun gereği olarak izlediği küresel politikalar daha iyi anlaşılacaktır.

Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. “Rusya Federasyonu’nun Siyasal ve İdari Sistemi” başlıklı birinci bölümde Rusya’daki siyasi sistemin nasıl işlediği Rus Anayasası çerçevesinde anlatılmış, yasama ve yürütme organları hakkında bilgi verilmiştir. Siyasi gelişmeler Yeltsin dönemi ve Putin dönemi şeklinde özetlendikten sonra, Putin’in iktidara gelmesiyle birlikte siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması amacıyla yapılan reformlar kısaca anlatılmıştır. Rusya’daki federal yapı ve federal unsurlarla ilgili bilgiler verilmiştir. Bu bölüm, Rus dış politikasının daha iyi anlaşılmasını sağlamak için hazırlanan, Rusya’nın iç siyasi gelişmelerinin ve idari sisteminin kısaca anlatıldığı bir bölümdür.

İkinci bölüm “Rusya Federasyonu Dış Politikası” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde öncelikle Rus dış politikasının resmi çerçevesi Rus Anayasası dikkate alınarak çizilmiştir. Dış politikanın oluşumunu etkileyen Rus düşüncesi anlaşılmaya çalışılmış ve dönemler itibariyle Rus dış politikasının incelenmesine geçilmiştir. Dönemlere göre dış politikanın izlediği seyir ve genel dış politika eğilimleri sebep ve sonuçlarıyla birlikte ele alınmış ve bu alandaki resmi belge niteliğindeki doktrinler incelenmiştir. 11 Eylül sonrası değişen uluslararası sistemin etkisiyle yeni boyutlar kazanan Rus dış politikası farklı yönleriyle irdelenmiş, dış politikaya yön veren akımlar anlatılmıştır.

“Rus Dış Politikasında Kuzey Kafkasya” adlı üçüncü bölümün başında Kafkasya bölgesi kavramı açıklanmış, bu bölgede yaşayan etnik unsurlardan söz edilmiştir. Genel olarak Kafkasya’nın jeopolitiğinden hareketle bölgedeki durum anlatılarak Rusya’nın Kuzey Kafkasya’ya yönelik politikaları ele alınmış, bölgede Rusya’ya bağlı cumhuriyetlerdeki sorunlardan bahsedilerek bunların dış politikaya yansımaları tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede; Rusya’nın Güney Kafkasya Cumhuriyetleri (Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan), Türkiye ve Batı (ABD ve Avrupa) ile ilişkilerinde, genelde Kuzey Kafkasya özelde ise uluslararası bir yönü bulunması nedeniyle Çeçen sorununun etkileri ve Rus dış politikasındaki yansımaları ele alınmıştır.

I. BÖLÜM

RUSYA FEDERASYONU’NUN SİYASAL VE İDARİ SİSTEMİ

I. Rusya Federasyonu’nda İdari Yapı

Rusya Federasyonu başkanlık sistemi ile idare edilmektedir. 1993’tekabul edilen Anayasa, ülkenin güçlü bir başkanlık altında Federal Cumhuriyet düzeninde idare edilmesini öngörmektedir. Rusya Federasyonu’nun lideri ve yöneticisi konumunda olan devlet başkanı dört yıllık bir süre için halk tarafından seçilir. Aynı kişi üst üste yalnızca iki kez seçilebilir. Devlet başkanı ülkenin iç ve dış politikasını yürüterek, izlenecek politikaları belirler.

Dokunulmazlığa sahip olan Rusya Federasyonu Devlet Başkanının; başbakanı atamak, hükümet toplantılarına başkanlık etmek, hükümeti görevden almak, üst düzey yargı ve denetim kurumlarının yöneticilerini göreve getirmek ve görevden almak, Duma’yı feshetmek, af ilan etmek gibi çok önemli yetkileri vardır. Rusya Devlet Başkanı aynı zamanda Rusya Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanıdır. (1) Rusya Federasyonu’nun temsil ve yasama organı Federal Meclis’tir. Federal Meclis, Federasyon Konseyi ve Devlet Duması’ndan oluşur. Üst meclis konumundaki Federasyon Konseyi’nde federal unsurlar temsil edilir. Konseye Rusya Federasyonu’na dahil olan birimlerin her birinden, bir kişi temsil bir kişi de yürütme organından olmak üzere ikişer temsilci girer. Devlet Duması dört yılda bir yapılan genel seçimlerle belirlenen 450 milletvekilinden oluşur. Milletvekilleri belirli bir partiden veya bağımsız olabilir. Aynı kişi aynı zamanda hem Federasyon Konseyi’nin hem de Devlet Duması’nın üyesi olamaz. Devlet Duması milletvekili, devlet iktidarının diğer temsil organlarında ve yerel özyönetim organlarında milletvekili olamaz. Federal Meclis daimi olarak çalışan bir organdır. Federasyon Konseyi ve Devlet Duması birbirlerinden ayrı toplanır. İşlev ve yetkileri açısından Devlet Duması yasama özelliği ağır basan bir meclis, Federasyon Konseyi ise danışma ve temsil özelliği ağır basan bir senato görünümündedir. (2)

Ancak son yıllarda öneminin azaldığı bir gerçektir. Federasyon Konseyi’nde Rusya Federasyonu’na dahil olan 89 idari birimden ikişer kişi olmak üzere toplam 178 üye bulunur. Son yıllarda Federasyon Konseyi’nin yetkileri azaltılırken Duma, etkinliğini artırmaktadır. Rusya’da yürütme gücü hükümettedir. Rusya hükümeti, başbakan, başbakan yardımcıları ve federal bakanlardan oluşur. Başbakan, görevine Devlet Başkanı tarafından Devlet Duması’nın onayıyla atanır. Başbakan atandıktan sonra en geç bir hafta içinde federal yürütme organlarının yapısı hakkındaki önerilerini, başbakan yardımcıları ve federal bakanların isimlerini Devlet Başkanına sunar. Hükümetin, federal bütçenin belirlenmesi, finans, kredi ve para politikasının uygulanması, sosyal yardım, sağlık, kültür, bilim gibi alanlarda tek bir devlet politikasının yürütülmesi, ülke savunmasının, devlet güvenliğinin sağlanması için önlemler alması gibi görevleri vardır. Rusya’da hükümetin, ağırlıklı olarak ekonomik yönetim organı olduğu söylenebilir. Rusya’da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay gibi yargı ve yürütme alanında kurulmuş anayasal yüksek devlet kurumları vardır. (3) Bu idari yapılanma 12 Aralık 1993 tarihli Rusya Federasyonu Anayasası ile oluşturulmuştur. Ulusal güvenlik politikalarının saptanmasında önemli bir kurum olan Güvenlik Konseyi, 1992’de Yeltsin tarafından çıkarılan Güvenlik Yasasıyla kurulmuştur. Güvenlik Konseyinin iki tür üyesi vardır. Devlet Başkanı, Başbakan, Konsey Sekreteri, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, FSB (Federal Güvenlik Servisi) Başkanı, Konsey’in sürekli üyeleridirler.

Federasyon Konseyi Başkanı, Duma Başkanı, Devlet Başkanlığı Ofis Başkanı, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, sivil savunmadan ve olağanüstü durumlardan sorumlu Bakan, Genelkurmay Başkanı, Başsavcı, Sınır Koruma Hizmeti Başkanı, SVR (Dış İstihbarat Servisi) Başkanı, Bilimler Akademisi Başkanı ile Devlet Başkanının yedi idari bölge temsilcileri ve diğer üyeler gerektiğinde Konsey toplantılarına katılırlar. Devlet Başkanı Güvenlik Konseyine başkanlık eder ve toplantıya çağırır. Güvenlik Konseyi, milli güvenlik ve dış politika konularında önerilerde bulunur, milli güvenliği sağlayan kuvvetlerin ve unsurların faaliyetlerini koordine eder, alınan kararların uygulanmasını kontrol eder. (4) Rusya 17 milyon km² lik bir alan üzerinde yetmişi aşan farklı etnik grubun yaşadığı ve anayasa ile belirlenen 89 idari birimden oluşan federal bir devlettir. Bu birimler merkeze bağlı olmakla birlikte kendi yasaları, yasama, yürütme ve yargı organları vardır. Bunların 21’i cumhuriyet, 2’si özel statü şehir (Moskova ve St. Petersburg) , 49’u eyalet, 6’sı mega bölge, 1’i özerk bölge ve 10’u özerk yöredir. Ayrıca Putin döneminde getirilen bir uygulama ile ülke 7 ayrı federal bölgeye ayrılmış ve başlarına doğrudan devlet başkanına bağlı birer vali atanmıştır. Güç odaklarını merkeze çekmeye yönelik belirlenen bu bölgeler Merkez (Moskova ve çevresi), Kuzeybatı (St. Petersburg ve çevresi), Güney (Kuzey Kafkaslar ile Don/Rostov bölgesi), Volga, Urallar, Sibirya ve Uzak Doğu olarak adlandırılmıştır. (5)

II. Rusya Federasyonu’nda Siyasi Hayat

A. Yeltsin Dönemi

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya Federasyonu’nun ilk devlet başkanı olan Boris Yeltsin 1991-1999 yılları arasında iki dönem süreyle görev yapmıştır.

Bu dönemde Rusya’da meydana gelen siyasi ve iktisadi gelişmelere yönelik yapılan araştırma ve raporların çoğunda, soğuk savaş döneminin izleri görülmektedir. Geçmişten miras kalan önyargılı yaklaşım sonucu, Rusların her yaptığı girişim, eski Rus İmparatorluğu’nun yeniden canlandırılmasına yönelik girişimler olarak kabul görmüştür. Oysa bu girişimlerin tek bir amacı vardı. ‘’Kötü gidişe son vermek ve uluslararası alanda Rusya’ya saygın bir yer kazandırmak.’’ Bu döneme damgasını vuran hareket Demokratik Rusya Hareketi’ydi. Kuruluşu 1988 yılına kadar uzanan ve liderliğini Boris Yeltsin’in yaptığı Demokratik Rusya Hareketi’nin başlangıçtaki amacı, Komünist Partisi’nin ve KGB’nin halk arasındaki itibarını düşürmek ve siyasi hayatta etkinliği azaltmaktı. Bu yıllarda Demokratik Rusya Hareketi’nin hedeflerinden biri Rus toplumunu ‘’Batı Modeli’’ çerçevesinde siyasi ve kültürel yönlerde geliştirmek, bunun için ise Batı’nın desteğini kazanmaktı. (6)

Soğuk savaşın ardından kurulan yenidünya düzeninde kazananlarla kaybedenler arasındaki fark gittikçe açılıyordu. Ya yeni düzene ayak uydurulacak ya da çöküş belirtilerine maruz kalınacaktı. Kaybedenler arasında yer alan Rusya’nın lideri Yeltsin bu durumla baş etmek için bir strateji benimsedi: Rusya’nın Batı ile hızlı bir şekilde bütünleşmesi. Bu, kendilerinin, babalarının ve büyük babalarının içinde yaşadıkları kurumların yıkılıp dağıldığı 1991 yılının o kargaşası içindeki son haftalarında hemen hemen tesadüfi olarak benimsenen bir strateji idi. Yeltsin içerde serbest piyasaya ve demokratikleşmeye, dışarıda ise ABD ile stratejik ortaklığa sarıldı. Yeltsin, oyunun yeni küresel kurallarını esasta kabullendi ve Rusya’yı bu sistemin içine mümkün olduğu kadar çabuk sokmanın peşine düştü. Ancak, Batılı politik ve ekonomik danışmanların hızlı tedbirlerine acele içinde sarılırken Yeltsin ve etrafındakiler, Batılı modellerin Rusya’nın şartlarına uydurulması ihtiyacına yeterli dikkati göstermede başarılı olamadılar. (7)

Yeltsin’in bu stratejisi 1990’lar boyunca inatla uygulandı; ulusal ve bölgesel seviyede seçimler düzenli bir şekilde yapıldı; endüstrinin %70’idevletten özel teşebbüse devredildi ve Rusya en düşük gümrük vergileriyle ölçülen dünyanın en açık ekonomilerinden biri oldu. Bununla beraber bu stratejinin başarısızlığı ortaya çıkmaya başladı: Milli gelir nüfusun üçte birini yoksulluğun içine atarak sekiz senede iyice azaldı. Liberaller bile gerekli reformların sadece yarısının yapılmasının gerektiğine inandı. Bu gerilemeye rağmen, Yeltsin dümende olduğundan politikada bir değişiklik yapılmadı. (8)

1993 yılına gelindiğinde halk Devlet Başkanı Yeltsin’e verdikleri desteği bir miktar çekti. 12 Aralık 1993 tarihinde yeni parlamento (Devlet Duması) seçimlerinde komünistler iyi oy almıştı. Reformcuların durumu ise parlak değildi. Diğer taraftan Jirinovski başkanlığındaki aşırı sağcı Liberal Demokrat Parti %25 oy almıştı. Halk gidişten memnun olmadığını seçim sonuçları ile ifade etmişti. Seçim, Rusya’nın dış politikası üzerinde etkisini hemen gösterdi.Hemen hemen bütün politikacılar milliyetçiliğe ve Batıyı eleştirmeye başladılar. Rusya’nın dış politikası özellikle komşu ülkeler söz konusu olduğunda daha saldırgan hale geliyordu. Ancak seçim sonuçlarına rağmen Yeltsin reformlara devam etmekte kararlıydı. (9) Bu seçimlerde 12 Aralık 1993tarihli anayasa da kabul edilmiştir. Yeni anayasa başkana; hükümete iki kez güvenoyu verilmemesi halinde Devlet Duması’nı feshetme, Devlet Duması’ndan geçen kanunları kabul etmeme, Parlamentoya başvurmadan resmi kararlar alabilme gibi yetkiler vererek başkanın konumunu güçlendiriyordu.

Yeltsin ve ekibi reformlar konusunda kararlı bir şekilde hareket etmelerine rağmen halkın yaşam koşullarında gözle görülür bir düzelmenin gerçekleştirilememesi, hatta koşulların giderek ağırlaşması, örgütlü suç odaklarının (Mafya) giderek Rus halkının yaşamına damgasını vurması reform karşıtı grupların işini kolaylaştırmıştı. İktisadi reformlara verilen öncelik ve izlenen siyasetler ile halkın tercihleri ayrı çizgilerde gelişmeye başlamış ve karşılaşılan sorunların çözümünde ortaya çıkan görüş ayrılıkları ülkeyi iç savaşın eşiğine kadar getirmişti. (10) Reformlara karşı olan Devlet Başkanı Yardımcısı Rutskoy ile Parlamento başkanı Hasbulatov ülkedeki kutuplaşmayı tahrik etmiş, bunun üzerine Parlamento Yeltsin’i görevden alarak yerine Rutskoy’u atamıştı. Bunun üzerine Yeltsin parlamento binasını topa tutarak Rutskoy ve Hasbulatov’u tutuklatmıştı. Bu siyasi krizde, beklenenin aksine ordu Yeltsin’i desteklemişti. 12 Aralık Parlamento seçimlerinde reform yanlılarının ağır bir yenilgiye uğramasından sonra Yeltsin, tamamen Batı yanlısı bir politika izlemenin başarı getirmediğini anlamış ve bu tarihten sonra doğu ile batı arasında orta yolu benimseyen bir anlayışa yönelmiştir. Batı yanlısı Atlantikçi grubun temsilcileri tasfiye edilmiş ve Avrasyacı söylemde bulunanlar önemli görevlere getirilmiştir.

16 Haziran 1996 Başkanlık seçimlerine çok az bir zaman kala, Rus halkı geleceğe endişeyle bakmaktaydı. Yaşam standartları Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra giderek kötüleşmişti. Halk büyük umutlar bağladığı reformların bekledikleri refahı getiremediğinden şikayetçiydi. Örgütlü suç(Mafya) oldukça yaygındı. Eski günlere duyulan özlem giderek artıyordu. Bu gelişmeler başkanlık seçimlerini daha da önemli bir hale getiriyordu. Böyle bir ortamda gerçekleştirilen seçimlerin ilk turundan, hiçbir adayın %51 oyalamaması nedeniyle sonuç alınamadı. Yeltsin %35, Zuganov %31.5, Lebed%14.9, Yavlinski %7.6, Jirinovski %6 oy almıştı. Temmuz ayında yapılan ikinci tur oylamada Yeltsin bir kez daha başkan seçildi. Ancak başkanlık Yeltsin’e pek yaramadı ve kısa süre sonra ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya geldi. (11)

1996 seçimleri, kazanmasına rağmen, Yeltsin’in taraftarlarının azaldığını göstermekteydi. Yeltsin eski çevresini uzaklaştırarak, yeni oluşan oligarşi grubunu etrafında topladı. Bazı bölge valileri ile ad hoc anlaşmalar yaparak başkanlık seçimlerini kazanmıştı. Yeltsin’in 1996 seçim kampanyasını parasal ve medya güçlerle destekleyerek kazanmasını sağlayan, böylece Yeltsin ve ailesine yakınlık kuran ve bu suretle Rus yönetimini en tepede etkileme imkanına kavuşan Oligarklar yedi grup altında toplanabilir. Bunlar Alfa, İnkombank, Logovaz, Menatep, Most, Oneximbank ve Sbs-Agro gruplarıdır. (12)

1991-1994 iktidarının birinci döneminde: Yeltsin’e güvenen Batı dünyası parlamento seçimleri öncesinde daha sağ çizgi izleyen Yeltsin karşıtlarının parlamento içinde bombalanmalarını alkışlamış ve bu yoldan demokrasinin kurulacağını sanmıştır. (13) Yeltsin idaresinin son dönemlerinde, Rusya’nın Batı ile ilişkilerindeki dengeler oldukça ilginç bir yapı arz etmekteydi. Sık sık değişen Rus hükümetleri önemli uluslararası kararlarda geleneksel Rus tavrından farklı olarak etkin olmayan bir görünüm sergilemiş, buna karşılık Batı, Yeltsin rejimine maddi, manevi destekte bulunarak ülke yöneticilerinin anti-demokratik faaliyetlerine göz yummuştur. (14)

Yeltsin yönetiminin ikinci döneminde de ekonomik ve siyasi istikrarsızlık devam etmiştir. Yeltsin’in ikinci kez seçilmesinde önemli rol oynayan oligarklar siyasete girmiş, mafyanın ortaya çıkışıyla devlet düzeni bozulmuş, ard arda gelen ekonomik krizler yaşam standartlarını düşürmüştür. Vaat edilen yaşam koşullarına ulaşılamaması hatta bu koşulların daha da kötüleşmesi sistem karşıtlarının sayısını artırmıştır. 1998’deki büyük ekonomik krizle halk tam bir yoksulluk ve sefalet içine düşmüş, IMF ile yürütülen çalışmalar nedeniyle dış yardıma olan bağlılık artmıştır. Günden güne dış borç yükünün artması,ancak bunun devlet kasası yerine özel kişilere aktarılması, devlet dışında farklı yapılar olduğunu gösteriyordu. (15)

Yeltsin, iktidarı döneminde başbakanlık görevinde sık sık değişikliğe gitmiş, 1998-1999 yılları arasında dört başbakan (Çernomirdin, Kiriyenko, Primakov, Stepaşin) atamış ve sonunda Putin’i bu göreve getirmiştir. Buradan yola çıkarak Yeltsin’in başbakanlık koltuğunu, kendisine bir halef bulmak için kullanmış olduğunu söyleyebiliriz. Yerine geçecek kişi önemliydi çünkü Yeltsin elindeki imkanları ve ayrıcalıkları kaybetmek istemiyor, kendisine bağlı bir halef istiyordu.

Yeltsin dönemi, yeni kurulmuş ve demokratik yapıya geçmeye karar vermiş bir devlet olarak Rusya’nın kendini aradığı, ülke içi ayrılıklarla uğraşıldığı, ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların yaşandığı, uluslararası alanda da prestij kaybedilen bir dönem olmuştur. Siyasi ve iktisadi alandaki başarısızlıklar nedeniyle halkın desteğini ve güvenini yitiren Yeltsin 31 Aralık1999’da devlet başkanlığı görevinden istifa ederek yetkilerini V. Putin’e devretmiştir.

B. Putin Dönemi

Yeltsin, görevinden ayrılırken yönetimi, halef olarak seçtiği Putin’e bırakmış, Putin’in vekaleten sürdürdüğü devlet başkanlığı 26 Mart 2000seçimleriyle halk tarafından onaylanmıştır. Seçimlerin ilk turundan zaferle çıkan Putin (%52.6 oy ile) Rus devletini toparlamaya yönelik uygulamalarına başlamıştır.

1952’de Leningrad / St. Petersburg Kenti’nde doğan, Leningrad Devlet Üniversitesi Hukuk Bölümü mezunu olan Putin, 1975’ten itibaren KGB’de çalışmaya başlamıştır. Leningrad Şehir Konseyi’nde danışmanlık, belediye başkan yardımcılığı gibi görevler yapan Putin, 1996’da Kremlin Sarayı Mülkiyet İdaresi Başkan Yardımcılığı’na atanmış ve bu görevini, 1997 yılına kadar sürdürmüştür. 1997 ve 1998’de Devlet Başkanlığı İdaresi Başkanı ile Devlet Başkanlığı Denetim İdaresi Başkanı olarak yapmıştır. 1998-1999yıllarında, Rusya İç İstihbarat Servisi FSB’nin başkanlığını yaparken, aynı zamanda, yeni Rusya’nın “politbürosu” olarak da adlandırılan Rusya Güvenlik Konseyi’nin sekreterliği görevini yürütmüştür. 9-16 Ağustos 1999 tarihleri arasında başbakan yardımcısı ve başbakan vekilliği, 16 Ağustos’tan itibaren de başbakan olarak görev yapmaya başlamıştır. Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in 31 Aralık 1999’da istifa etmesinin ardından 26 Mart seçimleriyle devlet başkanı seçilmiştir. (16)

Putin’i bu kadar kısa süre içinde başarıya götüren nedenlerden en önemlisi Çeçen savaşında izlediği sert politikaydı. Çeçenya’da sürdürülen savaş Putin’in Rusya’daki prestijini artırmıştı. Çeçen halkına karşı yürütülen savaş Putin için bir iç politika konusu olmuş, hatta savaş bu amaçla körüklenmişti. Böylece Rus milliyetçiliği güçlenmişti. Putin zaten seçimlerden önce Rusya’nın kurtuluşu için Yeltsin’den farklı olarak milliyetçiliğe ve devletçiliğe vurgu yapıyordu. Bu söylem Rus halkının önemli bir kesimi için bir süreliğine de olsa umut olabilmişti, zira uzun zamandır yoksulluk ve sefalete sürüklenmiş olan Rus halkı ülkeye istikrar getirebilecek güçlü bir lider imajına bel bağlamıştı. (17) İkinci Çeçen Savaşı (1999) sayesinde popülaritesi artan Putin, Çeçen savaşçılarına karşı mücadelede sert tavır içerisinde olmuş ve Rusların çoğunun düşüncesine paralel faaliyetlerde bulunmuştur. Bu amaca ulaşmak için de gerekli ısrarı sergilemiştir. Bu yüzden bazı yorumcular, halkın seçimindeki esas faktörün Putin’in kişiliği olduğunu iddia etmektedir. Putin’in Yeltsin tarafından seçilmesine rağmen karakter ve siyasi görüş yönünden Yeltsin’e zıt bir kişiliğe sahipti. Dürüst, amirlerine sadık, çok konuşmayan, sakin, kesin kararlar alan, sert şahsiyetli birisi olarak tanımlanan Putin, bu dönemde Rusya toplumunun içgüdüsel olarak aradığı başkan yapısına uymaktaydı. (18) Her halükarda, Putin’in bütünüyle anayasal kurallar çerçevesinde seçildiğini, şahıs olarak halkın geniş onayını aldığını ve seçilmesinin de politik açıdan hiçbir iktidar değişimini ifade etmediğini itiraf etmek gerekiyor. O daha çok Yeltsin’in, kazanılanı koruyacak ve Rusya’yı eski büyüklüğüne ulaştıracak olan, seçilmiş bir mirasçısı ve vasisidir. (19)

Putin’in Yeltsin’in halefi olduğu ilk kez söylendiğinde, Batıda onun da aynı yoldan yürüyeceği hesap ediliyor ve aslında böyle bir tutum batının işine de geliyordu. Oysa gerçek böyle gelişmedi. Başkan sıfatıyla Putin tarafından seçilen ziyaret güzergahının sadece Avrupa turnesinden ibaret olmayıp, Çin, Kore Halk Demokratik Cumhuriyeti, Hindistan, Moğolistan, Küba gibi ülkeleri de kapsaması Batılılarda kuşku uyandırdı. Batılı liderlerle yaptığı ilk görüşmelerde Putin bağımsız olduğunu gösterdi. Ancak bu tutum, kendisini diğerlerinden üstün gören, karşısındakini savaşa davet eden bir insanın gösterişli tutumu değildi. (20)

Putin’in karşısında bulunan görev, demokrasinin güçlendirilmesinden çok Rus devletinin yeniden inşasıydı. Putin’in mücadelesi sadece Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takip eden devlet kurumlarındaki çöküşü durdurmak için değildi. Putin’in görevi, yeni küresel çevre içinde yeni kurumlar oluşturmaktı. Sovyet kurumları çökerken, dışarıdaki dünya yerinde durmuyordu. Küreselleşmenin karmaşık dinamikleri yeryüzündeki bütün devletleri radikal reformlar yapmaya zorlamıştı. Serbest ticaretin giderek arttığı, uluslararası sermayenin hızlı bir şekilde akıp durduğu ve bilgi devriminin olduğu bir dünyada gelişmiş ülkelerin eski refah ve sanayi yönetimi fonksiyonlarını kısıtlamak ve uluslararası rekabette yer almaya dikkatlerini çevirmekten başka seçenekleri yoktu. Putin’in, iktidara geldiği ilk aylarda Yeltsin’in başlattığı ama tamamlayamadığı Rusya’yı modernleştirme görevini tamamlayacağı düşünülüyordu. (21)

Putin, reformlardan vazgeçmeden veya tamamen yeni bir istikamete yönelmeden yapacaklarını Yeltsin siyasetinin mirası üzerine inşa etmekteydi. Devlet yönetiminin güçlendirilmesi, ülkenin yasal bütünlüğünün sağlanması, siyasi parti rekabetini getirecek bir sistemin kurulması gibi Yeltsin’in çözemeden bıraktığı konular üzerine gitti. Endüstrinin özelleştirilmesi ve Batı ile işbirliği esasına dayalı dış politika gibi Yeltsin’in zamanında köklü değişikliğe uğrayan alanlara nispeten dokunmadı. Demokrasi, Pazar ekonomisi, uluslararası toplulukla ilişkiler gibi temel konularda Putin’in siyaseti, selefinin güttüğü siyasetin bir devamı niteliğindeydi. Her şeyden öte Putin’in görevi Rus devletini küresel çevrenin meydan okumalarına karşı hazır hale getirmekti. Ancak, özellikle valiler ve oligarşi ile mücadele etmek gibi, Yeltsin modelinden ayrıldığı noktalar da vardı. Yeltsin’in politik tarzı, Sovyet Komünist Partisi bürokrasisinde geçen yıllarında öğrendiği şekilde formaliteden uzak, “arka oda” usulüne uygundu. Yeltsin’in şekilci kurallara veya salara karşı alerjisi vardı, daha çok kişisel gizli pazarlıkları tercih ederdi. Bu tarzla cumhuriyetlere ve bölgelere karşı federal politikayı yürüttü ve yine bu tarzla belirli seçkinlerin eline büyük bir servetin transferi ile sonuçlanan özelleştirme programı dahil Rusya ekonomisini yönetti. Putin ise aksine“Kanunun diktatörlüğünü” tesis etmedeki ilgisini göstermek için oyunun kurallarının temiz ve açık olacağını yüksek sesle dile getirdi. Gayrı resmi kişisel ilişkilerden daha resmi kurumsal uygulamalara doğru yönetim tarzındaki bu değişim Putin başkanlığını en önemli mücadele konusudur. Başkan seçilmesinden altı ay sonra, Putin’in Rusya’yı yönetmiş olan gayrı resmi ilişkiler ağını çözmeye doğru bazı kararlı adımlar attığı görüldü. Bununla birlikte, Putin’in iktidara yükselişi büyük ölçüde bu arka oda manevralarının bir sonucuydu ve Putin’in kendisi, başkan seçilmeden ve seçildikten sonra bir süre bu tür özel ilişkilere önem verir gözükmüştü. Ancak Rus politik tarzının değişmesi kolay olmayacak, resmi düzene geçiş uzun yıllar alacaktı. (22)

1. Putin’in Reformları

Rus Milli Güvenlik Servisi FSB’nin başkanı iken, Yeltsin tarafından 16 Ağustos 1999’da başbakanlığa getirilen ve 2000 ile 2004’te üst üste iki defa devlet başkanlığına seçilen Putin’in temel misyonu, dağılma emareleri veren devleti yeniden toparlamak, Çeçenistan savaşına radikal bir çözüm bularak iç çemberdeki ayrılıkçı akımlara kesin bir set çekmek ve dışarıda Rusya’yı yeniden güçlü bir devlet konumuna yükseltmek idi. Yeltsin’in demokrasiyi kurmak ve liberal ekonomiyi yerleştirmek adına, Rusya’da sebebiyet verdiği ekonomik kaos ve sosyal çalkantı ortamında Putin, kendine yakın St. Petersburg ekibini yanına alarak, “Rusya nasıl kurtulur” sorusuna cevap bulabilmek doğrultusunda, sistemin temel aksaklıklarının giderilmesiyle işe başlamıştır. (23)

Başkan Putin, 2000 yılından itibaren başlattığı reformlar ile ülkenin Sovyetler Birliği döneminden miras, temel ekonomik ve sosyal sorunlarına“Rus modeli” yaratmak suretiyle kalıcı çözümler bulmaya öncelik vermektedir. Temel iç problemlerini çözemeyen bir Rusya’nın, tutarlı ve uzun vadeli bir dış politika izlemesi de mümkün değildir. Bu bakımdan, devletin önce ekonomiyi düzeltmesi ve enerji sektörü gelirlerinin, ekonomik dokunun yenilenmesi ile halkın refahına tahsis edilmesi önem arz etmektedir. Halkın refahının artması yoluyla, iç barışın tesisi kolaylaşacak ve ülke daha kolay yönetilebilir bir duruma gelecektir. Ancak, bütün bunların gerçekleşmesinde temel unsur, yapılan reformların halk tarafından benimsenmesidir. (24)

a. Merkezi Otorite

Rusya son yüzyılda iki kez dağılma sürecinden geçmiştir. Bunlardan ilki Çarlık Rusya’sının yıkılışı, ikincisi de SSCB’nin çöküşü olmuştur. Bu parçalanmanın sebebi, etnik ya da azınlık çatışmalarından çok, merkezi otoritenin zayıflaması olmuştur. Rusya Devleti’nin ilk Başkanı Boris Yeltsin döneminde merkezi otorite bir kez daha zayıflamış ve Yeltsin, Rusya’ya bağlı cumhuriyet ve bölgelere adeta, “alabildiğiniz kadar özgürlük havası alın” mesajını göndermişti. Hatta Brezezinsky adlı ABD’li sosyolog, Rusya topraklarının gelecekte sadece Moskova ile sınırlı kalacağını ileri sürmüştü. Ancak Putin’in devlet başkanı seçilmesiyle, Rusya’nın merkeziyetçi sisteminde büyük değişikliklere gidilmiştir. Putin ilk iş olarak daha önce 89 idari birimden oluşan Rusya’yı, yeni bir yapılandırmaya tabi tutarak federe cumhuriyet ve bölgelerin yetkilerini sınırlandırmış, tıpkı devlet kurumlarında olduğu gibi gücü tek elde toplamıştır. Putin ekonomi alanında da devletin kontrolü ele almasını sağlamıştır. (25) Putin; oligarşiye, medyaya, cumhuriyetlere ve bölgelere karşı merkezi devlet gücün yeniden tesis etmeyi taahhüt ederek işbaşına gelmiştir.

Devletin yeniden yapılanması doğrultusunda, Yeltsin döneminin“Asimetrik Federal” (26) sisteminin değiştirilmesine ağırlık verilmiştir. Eski Başbakan ve Putin’in 2000 yılındaki başkanlık yarışında en büyük rakibi olan Primakov’un “Rusya’nın birliğini muhafaza etmek için dikey devlet otoritesinin yeniden tesisi şarttır” görüşü çerçevesinde, muhalefetin de desteğini alan Putin, Mayıs 2000’de idari reformları başlatmıştır. Önce yerel parlamentoların çıkarttıkları kanunların, federal mevzuata uygunluğu şartı getirilmiş ve bölgesel ekonomik farklılıkları azaltmak amacıyla, toplanan vergilerin merkez tarafından, bölgelerin ihtiyaçlarına göre dağıtılmasını öngören yeni düzenleme yapılmıştır. Daha sonra, etnik kıstaslara göre oluşturulmuş ve kendi başlarına otonom hareket etmek alışkanlığını kazanmış olan 89 idari bölge, kurulan 7 üst bölgeye (Merkez Rusya, Kuzeybatı Rusya, Güney Rusya, Volga, Urallar, Sibirya ve Uzakdoğu Rusya ) bağlanmış ve buralara, çoğu asker kökenli, Putin’e sadakati ile tanınan süper valiler atanmıştır. Süper valilerin denetimine giren 89 bölge valisi, üst meclis görevini yapan Federasyon Konseyi Üyesi olma hakkını kaybetmiş ve kendilerine istişari mahiyetteki, Devlet Konseyi’ne üyelik imkanı sağlanmak suretiyle bu valilerin icraatları kısıtlanmıştır. (27)

Cumhuriyetler ve bölgeler üzerinde federal otoriteyi kuvvetlendirmek için kullanılan idari örgütlenmenin en çarpıcı örneği, mevcut askeri bölgelerle örtüşen yedi süper bölgeyi oluşturan bu Başkanlık Kararnamesidir. Bu yeni süper bölgelere baş yönetici olarak atananların beşinin general olması hiyerarşik niyeti açıklamaktadır. Bu idari değişikliğin başlıca gayelerinden biri bölgelerde görev yapan binlerce federal memurun, cumhuriyet başkanları veya bölge valilerinin eli altında değil federal merkezin kontrolü altında kalmasının sağlanmasıdır. Merkezi onayı gerektiren bölgesel öneriler şimdi Moskova’ya gönderilmeden önce süper bölgenin onayından geçecektir. Belki de bu yeniden idari örgütlenmenin en dikkati çeken tarafı (sınırlarının ekonomik ölçütler yerine askeri bölgelerin sınırlarına göre tespit edilmesinin dışında) merkezi otorite ile bölgeler arasında herhangi bir müzakere veya tartışma olmadan gerçekleşmiş olmasıdır. Putin yönetimi tarafından bölgeler üzerine tek taraflı olarak zorla uygulanmıştır. Ayrıca yedi federal bölgenin tam yetkili temsilcilerinin seçimi tamamen başkanın tercihi olmaktadır. Putin, merkezi devlet otoritesinin tesisi için sadece seçilmiş dahi olsa yerel yetkilileri görevden alma yetkisini üstlenmekle kalmamış, vali ve başkanları bazı yetkilere sahip olan Federasyon Konseyi’nden de uzaklaştırmış ve onları yeni teşkil edilen ve sadece tamamıyla bir danışma organı olan Devlet Konseyi’ne aktarmıştır. Rusya Devlet Başkanı bu organı aşırı merkezi baskı altında milli bir mutabakat sağlanması için kullanmayı arzu etmektedir. 22 Kasım 2000tarihinde yapılan Devlet Konseyi’nin toplantısında yaptığı konuşmada Putin;“Ortak faaliyetlerimizin en önemli kısmı iktidarın dikey yapısının güçlendirilmesidir. Bu, federal merkezin kontrolünü gerektirir. Devlet Konseyi’nin böyle bir kontrol için mükemmel bir vasıta olacağına eminim.”demiştir. (28)

Yeni oyunun kurallarını çabuk kavrayan bölgesel elit, merkezle açık bir cepheleşmeye gitmemiştir. Milli cumhuriyetlere ve diğer bölgelere gözdağı verildikten sonra, bölgeler ve hatta milli cumhuriyetler kendi mevzuatlarını federal mevzuata uyduracaklarını açıklamaya başlamıştır. Bölgelerle ilişkiler açısından Putin’in giriştiği hareket atak olarak nitelendirilse de, 1998 yılından beri izlenmeye çalışılan bölgesel politikanın bir devamıydı. O zaman da ekonomik baskı unsurlarını elinden kaçıran merkez, mahkemeleri, polisi ve diğer baskı unsurlarını kullanarak bölgeleri etkilemeye çalışıyordu. Putin, bölgesel liderlerle alakalı birtakım hukuki düzenlemelere gitmesinin yanında, bölgelerin ekonomik özgürlüklerini kısıtlama girişimlerinde de bulunmaya başladı. (29)

Alt yasama organı olan ve 2000 yılından beri Kremlin’i destekleyen,“Birleşik Rusya Partisi”nin ağırlıkta olduğu 450 üyeli Duma’nın icraatlarına yönelik, Kremlin’in denetiminin artırılması amacıyla Putin, 12 Eylül 2004’teyeni bir düzenleme yapılacağını ilan etmiştir. Buna göre, yarısı mahallen ve diğer yarısı parti listesinden seçilmekte olan Duma milletvekillerinin, bundan böyle sadece merkezdeki parti listesinden seçilmesi ve mahallen aday gösterilmemesi suretiyle, “bölgelerden gelebilecek çatlak seslerin”, Duma’dagörev yapmasının engellenmesi ve Duma’nın homojen bir yapıya kavuşturulması planlanmıştır. Aynı şekilde, mahallen seçilen ve Başkan tarafından her an görevden alınabilen 89 bölge valisinin, bundan böyle sadece Başkan tarafından atanması ve bu atamanın mahalli meclisler tarafından onaylanması öngörülmek suretiyle, “merkez”in otorite ve denetiminin taşraya taşınması hesaplanmıştır. (30)

Putin’in mahalli idareleri ve Merkez’deki Yasama Organı’nın tamamen Kremlin’e bağlanmasını öngören bu yasal düzenlemesi “terörizmle mücadele için şart” gerekçesiyle halka sunulmuştur. (31) Ancak, Rusya gibi dünyanın en büyük ve yaklaşık 70 etnik grubun bir arada yaşadığı bir ülkede, federal bir sistemde demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan mahalli idarelerin Merkez’in uydusu haline getirilmesi demokrasinin geleceği bakımından sakıncalıdır. Putin’in 12 Eylül 2004 günü açıkladığı idari reformların gerçekleşmesi durumunda, yerel yönetimler tamamen Merkez’e bağlı duruma getirileceğinden ve Federal Meclis üzerinde Kremlin’in denetim imkanları artacağından ülke içinden ve Batı’dan, bu “kanun diktatörlüğü”ne yönelik eleştiriler gelmiştir. (32) 2000 yılında Rusya’nın idari birimlerini yedi federal bölge altında toplayan ve bunların her birisine bir ‘süper vali’ atayan Putin, Eylül 2004’teki Beslan okul eyleminden hemen sonra valileri kendisinin atamaya devam edeceğini açıklamıştır. Karar antidemokratikliği nedeniyle eleştirilmiştir, ancak Putin’in bakış açısından federasyonun dağılmasına ve bölgesel ayrılıkçılığa karşı bir önlem niteliğindedir. Ekonomik açıdan bakıldığında ise Putin’in stratejisi karşılıklı faydalar çerçevesinde Moskova ile bölgeler arasındaki bağları güçlü tutmaktır. Moskova, bu doğrultuda biryandan bölgelerde Ural ve Sibirya petrollerini Vladivostok’a bağlayacak boru hattı gibi dev projeler başlatırken, diğer yandan özellikle Sibirya ve Uzakdoğu Rusya’daki bölgelerin valiliğine zengin işadamlarını atamıştır. (33)

Başkan Putin, Beslan katliamı sonrası küreselleşen ve Rusya’ya da sıçrayan terörle mücadele edebilmek için mahalli yönetimlerin ve yerel güvenlik birimlerinin Merkez tarafından denetlenmesinin gerekli olduğunu, 12 Eylül günü 89 bölge valisiyle yaptığı görüşmede açıklamıştır. Bu çerçevede, sorunlu etnik bölgelerin idaresi, doğrudan Başkanlığa bağlanmış ve güvenlik FSB’ye devredilmiştir. İlk aşamada Çeçenistan-Dağıstan bölgesine “Başkan Temsilcisi” olarak, istihbarat uzmanı Dimitri Kozak atanmış ve bölgedeki güvenlik sorumluluğu ordudan alınarak FSB’ye verilmiştir. Aynı şekilde, ülkenin gümrük kapıları ve önemli giriş noktalarındaki denetim yetkisi, FSB ile Alfa ve Vimpel gibi özel timlere devredilmiştir. Mahalli güvenlik birimlerinin, organize suç örgütleri veya terörist gruplarla olası organik bağları çerçevesinde, yetkileri kısıtlanmış ve bu birimler doğrudan FSB’ye bağlanmıştır. (34)

Putin’in güçlü devletin tesisi amacıyla başlattığı bu reformlarla yerel yönetimlerin tamamen dışlanması ve yasama organının iktidarın denetimine geçmesi halinde, Federal Sistem’in arızaya uğraması ve demokrasinin doğrudan “merkezde kilitlenmesi” kaçınılmaz gözükmektedir. Böyle bir gelişmenin ise, Rusya’nın birliği için etnik veya İslamcı ayrılıkçı hareketlerden dahi tehlikeli bir durum yaratacağı muhakkaktır. (35) İdari alandaki bu reformlar Avrupa tarafından antidemokratik bulunmakta ve Rusya’nın Avrupa için partner olma özelliğinin her geçen gün azalmakta olduğu dile getirilmektedir. Gereğinden fazla “merkezi” bulunan Rus idaresindeki bu uygulamaların geriye dönüş şeklinde yorumlanması Rusya’da demokrasinin tartışılır olduğunu göstermektedir.

b. Oligarşi

Oligarşi, sadece belirli bir zümrenin bir ülkeyi yönetmesiyle ortaya çıkan yönetim biçimidir. Genelde yönetimdeki grup, askeri, siyasi veya maddi olarak ülkenin önde gelen gruplarından birisidir.

Rus anlayışına göre Oligarşi; sadece zengin olan insan değil, siyasetin içine giren, yasaları çiğnemek için koşullar hazırlayan, ya da Rus yasama sisteminin kusurlarından yararlanarak, toplum hesabına akla hayale sığmayan zenginliklerin yolunu açan iktidarla bütünleşen kişi demektir.Oligarşi klanına ait olanın temel özelliklerinden biri, kamuoyunu yönlendirmek amacıyla, kitlesel iletişim araçlarını ele geçirmektir. (36)

Gorbaçov’un SSCB Komünist Partisi Birinci Sekreterliği görevine seçilmesinin ardından, batmakta olan Sovyet ekonomisinin kurtarılabilmesi için yürürlüğe soktuğu liberalleşme çalışmaları ve reformlar, hızla parçalanmaya giden ülkede yeni bir sınıfı ortaya çıkarmıştır. Gorbaçov’un reformları ile başlatılan liberalleşme çalışmaları sayesinde ilk sermaye birikimlerini gerçekleştiren bu sınıf, SSCB’nin dağılmasından sonra hayata geçirilen özelleştirme sayesinde ülkedeki mal varlıklarının büyük bir kısmını çeşitli yollarla (genelde hukuk dışı) üzerlerine geçirmiştir. Başlangıçta Yeni Ruslar olarak adlandırılan bu kesimin giderek güçlenmesinden sonra Rusya’da ve Batı dünyasında SSCB’den kalma politik terminolojilere atıfta bulunurmuşçasına oligark (oligarşi yöneticisi) olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Bu sınıf Yeltsin döneminde ekonomik gücüne politik güçler de katarak Kremlin içlerine kadar girmiş ve o dönemde iyice palazlanarak güçlenmiştir. Ekonomik güçlerini Yeltsin döneminde politik alanda rahatça kullanarak bakanların ve başbakanların atanmasında kilit roller üstlenen bu sınıf, Çeçenistan savaşından, ülkenin iç ve dış güvenlik sorunlarına kadar birçok alanda da söz sahibi olmuştur. Ellerindeki maddi güçle Yeltsin’in ikinci defa seçilmesinde büyük katkıları olan bu kesim, hasta Yeltsin iktidarının son dönemlerinde yeni bir veliaht arayışına girmiştir. 1998’den başlayarak yaklaşık bir yıl içerisinde veliaht denemeleri birbirini izlemiştir. Ancak sırasıyla denenen Kiriyenko, Primakov ve Stepaşin’in başbakanlıkları Yeltsin’i ve oligarkları tatmin etmemiştir. Arayışlar sonucu bir süre önce Federal Güvenlik Servisi FSB’nin başkanlığına getirilen V. Putin önce başbakan ve sonra da veliaht olarak atanmıştır. (37)

Yeltsin’in görevini Putin’e devretmesiyle, Rusya’nın iç ve dış politikasında hızlı bir değişim süreci başlamıştır. Dışarıda Rusya bölgesel bir süper güç ve bir enerji süper gücü olma yönünde adımlar atmaya başlarken, içeride federal yapı güçlendirilmiş ve Kremlin’e yeni bir yönetim anlayışı getirilmiştir. Putin’in yeni yönetim anlayışının temelinde hiç şüphesiz ki, Yeltsin’den farklı olarak tek başına ve güçlü yönetim bulunmaktadır. Putin ilk olarak, Kremlin’i çeşitli güçlerin etkisinden kurtarmak için seçimleri bile beklemeden işe koyulmuştur. Putin’in daha seçilmeden oligarklara yönelik‘sermaye etkisini iktidara dayatanlar bir sınıf gibi davranmaktan vazgeçsinler!’sözleri o dönemde fazla ciddiye alınmamıştır. Ancak seçildikten kısa bir süre sonra Rusya’nın en büyük iki oligarkı Berezovski ve Gusinski’nin malvarlıklarına el konularak yurt dışına kaçmak zorunda bırakılması Putin’in aslında hiç de şaka yapmadığını göstermiştir. Putin’in verdiği mesaj gayet açıktır: “Ben sizin haksız yere edinmiş olduğunuz servetlerinize dokunmayacağım, siz de politikaya ve devlet yönetimine karışmaya çalışmayacaksınız.” (38) Yeltsin döneminde Rus siyasetine tepeden etki eden, istediği siyasi ve iktisadi kararları çıkarttırabilen bu oligarkların büyük bir kısmı, Putin tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Ancak Rusya’da oligarşinin tamamen sona erdiği söylenemez. Rusya’da oligarklar zaman zaman Rus siyasal sistemine eleştiriler getirseler de Başkan Putin’i hedef alan eleştirilerden kaçınmakta veya çok gerekliyse bunu medya yoluyla analistlerine yaptırmaktadır. (39)

III. Rusya Federasyonu’nda Federal Yapı

1990’larda siyasi dönüşüm geçiren ve demokratikleşen Rusya’nın totaliter bir devlet yapısından bir federasyona dönüşmesinin en önemli zorunluluğu, çözümlenmemiş‘milliyetler meselesi’ olmuştur. Bu meselenin kökleri ise tarihte yatmaktadır. Sovyet zamanındaki federalizm, milliyetler meselesinin çözümünde kullanılan araçlardan birisi olmuştur. O yıllarda ilan edilen federasyon Rusya’nın Rus olmayan halkları için düşünülmüştür. Ancak, hızla güçlenen Bolşevik idaresi için federasyon kısa zamanda bir araçtan çok, milliyetler meselesini perdeleyen bir örtü haline gelmiştir. (40)

SSCB’nin yıkılmasından sonra oluşan demokratik ortamda idari sistem hukuki açıdan olduğu gibi pratik açıdan da federal bir sisteme dönüşmek zorundaydı. Çünkü, Rusya’nın çok geniş topraklara ve çok milliyetli bir nüfusa sahip olması bu zorunluluğu gerektiriyordu. Bu milletler arasındaki bir kısım ulusların kendi milli devletlerinin kurulma planlarını yapmakta olması ve demokratik faaliyetlerin de az da olsa hareketlenmeye başlaması federasyon sistemine geçişte katalizör etkisi yapmıştır. (41)

Sovyetler Birliği’nin son yıllarında, bugünkü Rus federalizminin42köklerive aynı zamanda onun problemlerinin kökleri de atılmıştır. 20. yüzyılın başında olduğu gibi, merkezi otoritenin zayıfladığı ortamda, Rusya’nın Rus olmayan halkları harekete geçmiş ve milli kültürlerine dönüş, milli bilinçlenme hareketleriyle birlikte siyasi talepler de söz konusu olmuştur. Kağıtta otonomiye sahip olan bu halklar, gerçek otonomi için mücadeleye girişmiştir. Ancak bu mücadele daha büyük bir oyunda, SSCB ve Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin (RSFSC) siyasi elitleri arasındaki oyunda bir koz olarak kullanılmıştır. Gorbaçov başkanlığındaki SSCB merkez idaresine karşı iktidar mücadelesine girişen RSFSC başkanı Yeltsin ve ekibi, merkezi zayıflatmak amacıyla, RSFSC içindeki özerk cumhuriyetlerin yönetimlerinin egemenlik arayışlarını desteklemişlerdir. (43)

Başkan Yeltsin’in otonom cumhuriyetlere yönelik “yutabileceğiniz kadar egemenlik alın” sözleri cumhuriyetlerin egemenliklerini ilan etmesiyle sonuçlanmıştır. Otonom cumhuriyetlerin federasyon yapısı içerisinde bu şekilde ayrıcalıklı hale gelmesi kray (44) ve oblastları (45) da harekete geçirmiş ve bunların otonom cumhuriyetler ile aynı statüde federasyon birimleri olma hakkı gündeme gelmiş, bu eğilim hızlı bir şekilde gelişmiştir. Bu yeni hukuki statü önce merkez ve federe birimler arasında yapılan Federal Sözleşmelerde daha sonra da 1993 Anayasasında yerini almıştır. (46) Oblast ve okruglarda (47)ortaya çıkan kitlesel hareketler, bağımsızlık deklarasyonları veya daha yüksek statü talepleri beraberinde Rusya’nın idarî yapılanmasında değişiklikler yapılmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu gelişmeler üzerine Rusya Federasyonu, birliği oluşturan özerk cumhuriyetlerle, 31 Mart 1992 tarihinde kısaca “Federal Anlaşma” olarak bilinen, “Rusya Federasyonu İçindeki Egemen Cumhuriyetlerin İktidar Organları ile Rusya Federasyonu İktidar Organları Arasında Yetkinin Paylaşımı Hakkında Anlaşma”yı imzalamıştır. 12 Haziran 1990 Bağımsızlık Deklarasyonu, 1992’deki Federal Anlaşma ve 1993 yılında kabul edilen Anayasa Rusya Federasyonu’nun hukukî alt yapısını oluşturmuştur. (48)

Federal Anlaşmada federasyonun yönetsel hiyerarşisini yansıtan üç farklı belge imzalanmıştır: biri merkez ile özerk cumhuriyetler arasında; biri merkez ile kraylar, oblastlar ve Moskova ile Petersburg kentleri arasında; ve biri de merkez ile daha büyük kray ve oblastlara bağlı özerk oblast ve okruglar arasında. Fakat Mart 1992’den sonra Federal Anlaşma, kendi ekonomik ve siyasal faaliyetlerinde daha belirgin bir denetim hakkına sahip olan özerk cumhuriyetler ile şimdi daha doğrudan federal hükümetin yetki alanına giren kray ve oblastlar arasındaki çekişmenin bel kemiğini oluşturmuştur. Ağırlığını Rus etnik kökenlilerin oluşturduğu kray ve oblastlar federasyon içinde özerk cumhuriyetler tarafından işgal edilen ayrıcalıklı konuma tepki göstermişlerdir. (49) Anlaşmada cumhuriyetler “egemen” ve toprak bütünlükleri garanti edilen öğeler kabul edilirken kray, oblast ve diğer özerk birimlerin bütünlüklerine aynı önem verilmemiştir. Anlaşmaya göre, kray ve oblastların kendi topraklarında yasama, yürütme, yargı gibi devlet iktidarını simgeleyen organları, cumhuriyetlerin devlet organları kadar dikkate alınmamıştır. Cumhuriyetler uluslararası ve dış ekonomik ilişkilerde özgür iştirakçi olarak kabul edilirlerken kray, oblast özerk oblast ve özerk okruglar bağımlı iştirakçiler olarak kalmışlar, yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle beraber toprak, üzerinde yaşayan cumhuriyet halkının öz malı kabul edildiği halde diğerleri bu ayrıcalıktan mahrum bırakılmışlardır. (50)

12 Aralık 1993 tarihinde referandum ile kabul edilen Anayasanın 5.maddesi, idari sistemi şöyle ifade etmektedir: (51) Rusya Federasyonu, Rusya Federasyonunun eşit haklara sahip unsurları olan cumhuriyetler, topraklar, vilayetler, federal şehirler, özerk vilayetler ve özerk alanlardan oluşur. Cumhuriyet (devlet) kendi Anayasası ve mevzuatına sahiptir. Toprak,vilayet, federal şehir, özerk vilayet ve özerk alanlar kendi Tüzüklerine ve mevzuatına sahiptirler.Rusya Federasyonunun tüm unsurları, federal devlet hakimiyet organlarıyla olan karşılıklı ilişkilerinde ve kendi aralarında eşit haklara sahiptirler. 1993 Anayasası daha önceleri cumhuriyetlerle yapılan federal anlaşmaların anayasada formüle edilerek güçlendirilmesini sağlamıştır. Bu Anayasa hukuken yeni federe birimleri de içine alarak simetrik bir federal yapı (52) oluşturmuştur. Ancak kendi içinde çelişkiler de bulunmaktadır. Anayasa, 1992 Federal Anlaşmayı içermekte, egemen unsurların varlığını tanımakta ama aynı zamanda federal yasaların, egemen unsurların yasalarından daha üstün olduğunu söylemektedir. Anayasanın 5. maddesi bütün federal birimlerin eşit olduğunu söylemekte ama diğer taraftan 3.maddesi altı tip federal birim teşkil etmektedir; bunlar oblast, kray, cumhuriyet, otonom oblast, otonom okrug ve federal önemdeki kent. (53) Anayasanın 5.maddesinde yalnızca cumhuriyetler federasyon yapısı içerisinde devlet olarak tanımlanmakta, oblast ve kraylar ise idari-bölgesel yapılanmalar olarak nitelendirilmektedir. Rusya federalizminin hukuki temeli Federasyon Anlaşması ve Anayasa ile atıldıysa da, 1990’lı yıllarda Rusya’daki federasyon sistemini esas olarak belirleyen unsurlar federasyon üyeleri ve federal merkez arasında yapılan ikili anlaşmalar olmuştur. İlk anlaşma 1994 yılında Tataristan Cumhuriyeti ile yapılarak bazı sorunlar çözüme kavuşturulmuştur. Bu anlaşma, Anayasa’daki “bütün federe birimlerin eşitliği” prensibini gerçekleştirme yerine, RSFC zamanındaki “asimetrik federalizm” anlayışına dönüşe hizmet etmiştir. (54) Tataristan anlaşmasının ardından Moskova, diğer milli cumhuriyetlerle ikili anlaşma imzalama yoluna gitmiştir. Böylece milli cumhuriyetler lehine federal sistemde bir çarpıklık doğmuştur. Bu durum hem Rus bölgelerini rahatsız ediyordu, hem de Rusya’nın kurmaya çalıştığı dengeli federasyon modeline aykırıydı. Bu yüzden zamanla bu tür anlaşmalar Rus bölgeleriyle de yapılmaya başlanmıştır. Ancak bu gelişme de, ilk başta oluşmaya başlanan federasyonun dengesizliğini ortadan kaldırmamıştır. Anlaşmaların sonucunda siyasi ve ekonomik olarak daha güçlü olan Tataristan, Başkurdistan ve Saha Cumhuriyetleri, diğer cumhuriyet ve bölgelere göre daha avantajlı birer anlaşma yapmıştır. Genel olarak ise, milli cumhuriyetler bölgelere göre birçok ayrıcalık elde etmiştir. Ancak bu ikili anlaşmalar da hukuki kargaşayı ortadan kaldırmamıştır. Cumhuriyet anayasalarında Federal Anayasaya aykırı birçok madde bulunmaktadır. (55)

A. Bütçe Federalizmi

Rusya’da federasyon üyelerinin eşitsizliğinden kaynaklanan bir bütçe federalizm dengesizliği söz konusudur. Burada kastedilen, direkt merkez-bölge mali ilişkileriyle alakalı olarak genellikle bölgelerin bütçeye aktardığı vergi oranlarının farklı olmasıdır. Bu tür çarpıklığın iki önemli sebebi vardır:

1) Federasyon üyelerinin ekonomik farklılığı;
2) Bütçeler arası ilişkilerin merkezle bölgelerin pazarlığı sonucunda oluşması. (56) Rusya bütçe sisteminin önündeki başlıca problem bölgelerin ekonomik yapıları, ekonomik gelişme düzeyi ve mali imkanları açılarından önemli ölçüde farklı olmalarıdır. Bölgeler arasındaki farklılıklar bölgelerin mali imkanlarına dayanmaktadır. Rusya’da bazı bölgeler gelirlerinin %60-65’ini federal bütçeye aktarırken, bazıları ise harcamalarının %85-95’ini federal bütçe fonlarından karşılamaktadır. Bütçe federalizminin dengesizliğinin diğer sebebine, yani1990’lı yıllarda bütçeler arası ilişkilerin merkez ve bölgeler arasındaki pazarlıklarla oluşmasına gelince, doğal olarak böyle bir pazarlık oyununda bölgelerin pazarlık güçleri önem kazanır. Bölgelerin pazarlık güçleri, bölgenin ekonomik yapısı, ülke ekonomisi için ekonomik önemi, jeo-stratejik konumu veya sadece bölge valisinin etkinliği gibi aktörlere göre değişebilir. Ancak bütün bunlardan öte, Rusya bölgelerinin pazarlık gücünü daha çok etnik konular belirlemiştir. Ülkede ayrılıkçı hareketlerin ve etnik rahatsızlıkların çıkmasından çekinen merkezi yönetim, bazı milli cumhuriyetlere ‘Rus Bölgeleri’nden daha fazla ayrıcalık tanımıştır. Tehlikeli olmayan milli cumhuriyetlere de sırf statülerinden dolayı benzer ayrıcalıklar tanınmıştır. (57)

1993 Anayasasındaki federe birimlerin eşitliğinin bütçe ilişkileri itibariyle uygulandığını söylemek oldukça zordur. Zira, cumhuriyetler merkezle ikili anlaşmalar sayesinde toplanan vergilerin oldukça az bir kısmını merkezi bütçeye ödemektedirler. Bütçe ilişkileri itibariyle federal ilişkilerdeki mevcut uygulama, RF anayasasının federe birimlerin merkezle olan ilişkilerinde eşitlik ilkesini getiren 5. maddesine tamamen ters düşmektedir. Milli devlet formasyonunda olan federe birimler (cumhuriyetler ve otonom okruglar),federe merkezle olan bütçesel ilişkiler itibariyle, Rus nüfusunun çoğunlukta yaşadığı oblast ve kraylarla kıyaslandığında oldukça ayrıcalıklı bir konumda oldukları görülmektedir. Merkez tarafından bütçe yardımlarında da cumhuriyetlerin yine ilk sırayı alması bütçe ilişkileri açısından asimetrik yapının bir diğer yanını oluşturmaktadır. (58) Bütçe federalizminin milli cumhuriyetlerin lehine çarpık olmasının birçok objektif sebebi mevcuttur. Milli cumhuriyetlerin çoğunluğu ülkenin en az gelişmiş kısımlarıdır. Bu durum özellikle Kuzey Kafkasya cumhuriyetleriyle ilgilidir.

Sibirya’da bulunan milli cumhuriyetler de fakirlikle boğuşmaktadır. Kuzey Kafkasya ve Sibirya milli cumhuriyetlerinin yerli halkları geleneksel olarak tarımla uğraşmaktadır. Bu ise doğal olarak ekonomik gelişmişlik düzeyinin diğer bölgelere nazaran daha düşük olmasının bir sebebidir. Üstelik Kuzey Kafkasya gibi bölgelerde, sosyo-ekonomik gelişmenin düşük olması etnik ve dini problemleri körükleyici niteliğe de sahiptir. (59) Bu dengesiz bütçe ilişkileri, özellikle merkezi vergilerle besleyen donoristbirimlerin (60) sayısının zaman içerisinde azalmasına sebep olmuştur. Zira, etkin ve verimli çalışan birimlerin gelirleri federal merkez tarafından vergiler yoluyla merkezi bütçeye aktarılmakta, buradan da gelir seviyesinin düşük olduğu diğer bölgelere transfer edilmektedir. Diğer bir ifadeyle, bir kısım birimler ürettiğinden az tüketmekte, bir kısmı da ürettiğinden fazla tüketmektedir. Federal merkez yapmış olduğu bu dengesiz politikanın mevcut olan olumsuz neticelerini bilmesine rağmen bu politikalarına devam etmektedir. Etmektedir zira, diğer cumhuriyetlerin de yeni bir Çeçenistan olması durumundan oldukça çekinilmektedir. Üvey evlat muamelesi gören federe birim idarecileri merkezin bu gayri adil muamelelerinin düzeltilmesi gerekliliğini, dozu yavaş yavaş sertleşen oranlarda dile getirmektedirler. Öyle ki bazen bu doz üstü kapalı tehditler halini bile almaktadır. (61)

B. Federe Birimlerin Uluslararası ve Dış Ekonomik İlişkiler Kurma Yetkisi

Rusya Federasyonu’nun idari birimlerinin dış ekonomik ilişkiler kurma yetkisi sorunu tümüyle çözüme kavuşmamıştır. Rusya Federasyonu, federal devlet temel prensiplerinin oluşturulduğu bir dönemden geçmektedir. Bu temel prensipler aynı zamanda merkez ile idari birimlerin yetki sınırlarının çizilmesi süreci içinde oluşmaktadır. Bu süreç çerçevesi içinde idari birimler dış ekonomik faaliyetlerini gerçekleştirme yönünde aktif bir çaba sergilemektedir. Bu yeni eğilimlerin Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri’ndeki gelişimi aynı zamanda onların Türkiye Cumhuriyeti ile kurdukları ekonomik işbirliği çerçevesinde gerçekleşmektedir. (62)

İdari birimlerin bağımsız dış ekonomik faaliyette bulunma hakkı RF Anayasasında yer almamaktadır. Formalite açısından bu birimlerin yabancı devletlerle ekonomik ilişki kurmaya hakkı yoktur. Rusya Federasyonu yasaları idari birimlerin dış ekonomik ilişkiler kurma hakkını yabancı federal devletlerin idari birimleriyle ya da onların bazı bölgeleriyle ilişki kurma hakkıyla sınırlamaktadır. Rus Anayasası dış politika ve uluslararası ilişkiler konusunu tümüyle Rusya Federasyonu’nun yürütme alanına dahil bir konu olarak değerlendirmektedir. (71. maddenin K ve L şıkları) Ancak uluslararası ve dış politik ilişkilerin koordinasyonu, uluslararası anlaşmaların uygulanması Rusya Federasyonu ile idari birimlerin ortak yetkisine bırakılmaktadır. (72. maddenin 1. bölümünün O şıkkı) Söz konusu maddeye göre, Rusya Federasyonu bir bütün olarak uluslararası hukuk öznesidir.

Rusya Federasyonu idari birimlerinin uluslararası ve dış ekonomik ilişkilerine gelince, bu ilişkilerin kurulması yetkisi ile ilgili sorun tümüyle çözülmüş değildir. Federasyonun idari birimlerinin uluslararası ve dış ekonomik ilişkileri üzerine RF Anayasası’nın yaklaşımı konusunda resmi bir yorum yapılmamıştır. (63) RF Anayasası ile Federasyon Anlaşması arasındaki idari birimlerin yetkilerine dair söz konusu uyumsuzluk, bağımsız dış ekonomik faaliyet yürütme ve ayrıca diğer devletlerle gerekli anlaşmaları imzalama hakkı tanıyan maddelerin Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri’nin (Dağıstan Cumhuriyeti, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti) anayasalarında yer almasına yol açmıştır. Yasalardaki bu uyumsuzluk, Rusya idari birimleri ile merkezin yetkileri arasındaki sınırların çizilmesi konusundaki RF yasalarının daha geliştirilmesi yoluyla çözümlenmelidir. (64)

C. Federal Reformlar

Yeltsin’in iktidarda olduğu dönem içinde başkanın federal unsurlarla ilişkileri pazarlıklar üstüne kuruludur. (65) Bazı federal unsurlara tanınan ekonomik, siyasi ayrıcalıklar diğerlerini de harekete geçirmiş ve ülke içinde gerilimli bir havaya yol açmıştır. Çeçenistan’la süren pazarlıkların sonuçlanamaması Rusya’nın bu bölgeye müdahale etmesine neden olmuştur. Yeltsin bu dönemde, bölgelerle Başkanlık arasında iletişimi sağlamak amacıyla Başkanlık Temsilcileri atamıştır.

2000 seçimleri ile başkanlık görevine gelen V. Putin’in iç politikasının ana hatları merkezileşme, federal reform, bölgesel güçler ve bir kısım oligarşinin etkinliğinin kırılması olarak belirlenmiştir. Federal reformun araçları olarak kullanılan araçlar bilinmektedir: Rusya’nın yedi federal bölgeye bölünmesi ve bu bölgelere devlet başkanının yetkili temsilcilerinin atanmasıdır. Bu şekilde, Rusya’da ‘iktidarın dikey’ olarak tanımlanan merkezileşmenin gerçekleşmesi planlanmıştır. (66) Bu sistemin ilk çağrıştırdığı düşünce özellikle Yeltsin döneminde oluşturulmaya çalışılan demokratik sisteme karşı bir darbe olduğudur. Zira, bu sistemle birlikte oluşturulan yedi adet federal bölgenin idarecileri bölge halkı tarafından seçilmemekte, bilakis başkan tarafından atanmakta ve Rusya Federasyonu Devlet Başkanı yetkilerini doğrudan kullanmaktadırlar.

İkinci olarak, bölge valilerinin başkan tarafından teklif edilmesi ve yerel meclislerde bu adayın oylanması şeklinde özetlenebilecek bu yeni reform, Beslan’daki trajik hadiseden sonra hemen uygulanmaya başlanmıştır. Bu sistemin uygulamaya başlanmasından sonra federal birimlerin başında bulunan valiler, bir kısım medya tarafından bölgenin başı veya yöneticisi olarak lanse edilmekte ve Moskova’nın adamı olarak nitelendirilmektedirler. Putin tarafından yapılan bu iki idari reform, tamamen ülkenin bölünmez bütünlüğüne yönelik olan saldırıların ve bu husustaki tehlikelerin bertaraf edilmesi hususunda alınmış önlemlerdir. Fakat bu reformlar federal sistemdeki problemlerin çözümüne etkide bulunmamaktadır. (67) Duma’nın desteğini arkasına alan V. Putin 2000 yılından itibaren yaptığı hukuki reform girişimleriyle, geçen on yıl içinde federe birimler lehine gelişen durumu, Federal Merkez lehine çevirmeye ve federal hiyerarşiyi tekrar kurup güçlendirmeye başlamıştır. Bu bağlamda, tüm federe birimlerin anayasa, kanun ve kararnamelerinin Federal Anayasaya ve federal kanunlara uygun hale getirilmesi kararı alınmıştır. (68) Esasta söz konusu olan, Federasyon’un Cumhuriyetlerinin ve diğer hukuki objelerin Rus anayasasına ve federal güce bağlılığı ve hukuki birliğidir. Putin bu bağlamda “ülkenin, Rusya’nın bütününün yönetimi için, eylem yeteneği olan federal bir merkez” istemektedir. (69)

D. Rus Federalizminin Bugünkü Durumu

Rusya’da geçerli olan federalizm, dünyanın başka hiçbir yerinde bir araya getirilmesi başarılamayan, etnik (cumhuriyetler ve diğer özerk oluşumlar) ve idarî-bölgesel taksimat temeline dayalı devlet yapılarını üzerinde birleştirmektedir. Bu ikili yapı gerçek federalizm ile çelişmektedir. Sonuçta böyle bir devlet iç yapısı bir yandan federal merkezle cumhuriyetler arasında, diğer yandan cumhuriyetlerle oblastlar ve kraylar arasında her zaman ihtilaf doğurmakta veya mevcut ihtilafların yeniden canlanmasına imkan vermektedir. (70) Bir yanda etnik problemlerin hortlatılmaması için cumhuriyetlere ekonomik ve siyasi ayrıcalıklar sağlanmakta, diğer yanda ise ihmal edilen, Rus milletinin çoğunlukta yaşadığı oblast, kray gibi birimler küstürülmemeye çalışılmaktadır. Böyle bir politikanın uygulanmasındaki amaç yeniden bir çözülmenin veya dağılmanın önüne geçmektir. Yeltsin ve Putin’in federal sistemde uygulamış oldukları sistem adem-i merkezî – merkezî şeklinde tezat olsa da, amaç yeniden yaşanabilecek olan bir çözülmenin engellenmesiydi. (71Ancak, federal iktidar temsilci ve ideologları “Rus federalizmini” ve var olan federal problemleri merkezî iktidarın güçlenmesi açısından yorumlamaktadır. (72)

Rusya Federasyonu Anayasasında “Rusya demokratik, federal bir hukuk devletidir.” dense de, sistem henüz üniter bir devlet yapısı ile federal bir sistem arasında devamlı bir şekilde git-geller yaşamaktadır. Siyasi ve akademik çevrelerde federal yapının sağlıklı bir şekilde tamamlanmasının mümkün olamayacağı tezi savunulmaktadır. Zira, asimetrik federal ilişkiler(özellikle politik ve ekonomik açıdan) sistemi devamlı bir şekilde kemirmektedir. (73)

Anayasa’da 89 federe birimin eşit haklara sahip olduğu prensibi ilan edildiği halde Rusya’da de facto olarak asimetrik federal yapı hüküm sürmektedir. Bunun en açık örneği Tataristan ve Çeçenistan’ın “özelstatü”leridir. Rus federalizmi Anayasa ve federal kanunlardan başka Federal Anlaşma’ya ve federal organlarla federe birimler arasındaki yetki ve sorumluluklarını belirleyen anlaşmalara dayanmaktadır. Yetki ve sorumlulukların belirlenmesi ile ilgili sorunları anayasa ve yasama yolu dışında anlaşmalar yoluyla çözen Rusya dışında başka ülke yoktur. Rus federalizmi çoğu defa farklı güçlerin politik hakimiyet mücadelelerinde maşa görevi görmektedir. Bu nedenle federal ilişkileri düzenleyen kurallar bütçe ve bir dizi diğer alanlarda daha çok kağıt üzerinde kalmaktadır. Yüzlerce yıl üniter devlet olarak yaşamış olan Rusya, devamlı, federalizmi adem-i merkeziyetçi yönetime dönüştürme denemelerine sahne olmaktadır. (74)

Bugün, yeni bir yüzyılın başında Federal Rus Devleti ve Rus Federalizminin devletlilik esasları, özellikle farklı tiplerdeki federe birimler inhak ve yükümlülükleri açısından sağlam temellere oturmuş değildir. Bu manada Rusya Federasyonu’nun devletleşme sürecinin henüz dinamik olduğunu söylemek mümkündür. Üstelik bir dizi faktörün varlığı (milliyetlere dayalı ve asimetrik olarak şekillenen federal devlet yapısı, başarısız ekonomik reformlar ve federe birimler arası büyük ekonomik ve bütçesel farklılıklar, devletin milliyetlerle ilgili ve bölgesel problemlerin çözümüne yönelik kapsayıcı ve sistemli yaklaşımının olmaması, Rus olmayan bir kısım etnik gurup arasında millî bilincin yükselmesi, karar verilen iki Çeçen savaşı, özellikle etnik temelli federe birimlerde (millî cumhuriyetler ve millî özerk okruglar) “ayrılıkçı” davranış ve eğilimlerin güçlenmesi gibi) Rusya Federasyonu’nun bir millî güvenlik sorunu olduğunu göstermektedir. Ancak,SSCB örneği ile karşılaştırıldığında Rusya Federasyonu’nun federal bütünlüğünü tehdit eden gerçek bir dağılma/bölünme tehlikesi görünmemektedir. Bununla birlikte yeni federasyonun millî ve milletler politikasında kısa zamanda belirli tamamlamalar ve düzeltmeler yapılması bir zorunluluktur. (75) Zaman kaybedilmeden çeşitli alternatifler (76) dikkate alınarak,sistemin hem ‘de jure’ (hukuken), hem de ‘de facto’ (fiilen) olarak oluşturulması gerekmektedir. (77) 


BÖLÜM DİPNOTLARI:
a1) Akif KEMİK: “Kafkaslarda Türkiye-ABD İsbirligi”, Harp Akademileri Bülteni, Yıl 36, Sayı 196, (Temmuz 2000), 161.
a2) Hakan KANTARCI: Kıskaçtaki Bölge Kafkasya, ( stanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006), 111.
1) “Rusya’nın Siyasi Sistemi”, http://www.rusya.ru/tur/index/siyasiİveİidariİyapi
2) Yasar ONAY: Rusya ve Degisim, (Ankara, Nobel Yayınları, 2002), 203-204.
3) “Rusya’nın Siyasi Sistemi”, http://www.rusya.ru/tur/index/siyasiİveİidariİyapi
4) Osman Metin ÖZTÜRK: Ordu ve Politika, (Ankara, Gündogan Yayınları, 1993), 252.
5) Feryal KALKAVAN: “Rusya Federasyonu’nda Federalizm ve Ünitarizm Tartısmaları”, Degisen Dünyada Rusya ve Ukrayna, Der. Erhan BÜYÜKAKINCI, (Ankara, Phoenix Yayınları, 2004), 11.6) Fikret İ. OLGUN: “Rusya’nın Bugünkü Durumu Üzerine”, Yeni Forum, Sayı 303, (Agustos 1994), 23.
7) Peter RUTLAND: “Putin’in İktidar Yolu”, Kadim Komsumuz Yeni Rusya, Haz. Yılmaz TEZKAN, (İstanbul, Ülke Kitapları, 2001), 152-153.
8) Peter RUTLAND: a.g.m., 152-153.
9) Abdullah DEMİR: Tarihten Günümüze Rus Yayılmacılıgı ve Yeni Kurulan Cumhuriyetler,
(İstanbul, Ötüken Nesriyat, 1998), 168.
10) Yasar ONAY: a.g.e., 110.
11) Yasar ONAY: a.g.e., 114-118.
12) Fikret ERTAN: Rusya’nın Dönüsümü, (İstanbul, Kızılelma Yayıncılık, 2001), 53.
13) Hasan KÖNİ: “Günümüzde Rus Milliyetçiligi ve Sonuçları”, Avrasya Dosyası, Cilt 1, Sayı 1, (İlkbahar, 1994), 7-8.
14) Asem NAUSABAYEVA: “Yeltsin’den Sonra Putin’le Yeni Rusya”, Stratejik Analiz, Cilt 1, Sayı 1, (Mayıs 2000), 7.
15) Erhan BÜYÜKAKINCI: “Vladimir Putin Döneminde Rus Dıs Politikasına Bakıs”, Degisen
Dünyada Rusya ve Ukrayna, Der: Erhan BÜYÜKAKINCI, (Ankara, Phoenix Yayınları, 2004), 143.
16) “Vladimir Putin”, http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=387
17) Yasar ONAY: a.g.e., 141-142.
18) Asem NAUSABAYEVA: a.g.m., 169.
19) Wolfgang SEIFFERT: Vladimir V. Putin, Ed. Zerrin YILMAZ, (İstanbul, Gendas Yayınları, 2004), 32.
20) Yevgeniy PRİMAKOV: Kapalı Kutu Rusya: Üst Düzey Siyaset Koridorlarında Bir Yasam, Çev. Nuri EYÜPOGLU, (Matas Matbaası, 2002), 11.
21) Peter RUTLAND: a.g.m., 152-153.
22) Peter RUTLAND: a.g.m., 152-153.
23) Fevzi USLUBAS: SSCB’den Sonra Sıra Rusya’da Mı? Afganistan, Küresel Terör ve ABD İİmparatorlukların Bataklıgı, (İstanbul, Toplumsal Dönüsüm Yayınları, 2005), 130.
24) Fevzi USLUBAS: a.g.e., 108.
25) İlyas KAMALOV: Putin’in Rusya’sı: KGB’den Devlet Baskanlıgına, (İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2004), 117.
26) “Asimetriklik” federal devletin, kendi iç yapısı itibariyle federe birimlerinin cografî, ekonomik ve diger faktörlere baglı olarak farklı yetkilerine ve farklı statülerine müsaade edip varlıklarını kabul etmesidir. Rusya Anayasası’nda asimetrik yapıya dogrudan izin veren herhangi bir kural yoktur. Fakat anayasanın bir kısım maddelerini ve pratigi analiz ettigimizde karsımıza asimetrik bir yapı çıkmaktadır. Örnegin, ”Cumhuriyetlerin kendi anayasa ve yasama faaliyetleri vardır. Kray, oblast, federal sehirler, özerk oblast ve özerk okruglar tüzük (ustav) ve yasama mevzuatına sahiptirler (md. 5/2)” maddesiyle cumhuriyetler dısındaki diger birimler devlet olarak kabul edilmemektedirler. Bunun
bir sonucu olarak cumhuriyetler kendilerine ayrı statü garanti eden asimetrik federasyonun savunucusu olmuslardır. Bkz. Bekir DEMİR: “1990 Sonrası Rusya’sında Etno-Politik Ayrısma Süreci”, http://www.academical.org/dergi/makale/s6rusyaetnopolitik2.htm
27) Fevzi USLUBAS: a.g.e., 131-132.
28) Archie BROWN: “Vladimir Putin ve Merkezî Devlet Gücünün Yeniden Tesisi”, Kadim Komsumuz Yeni Rusya, Haz. Yılmaz TEZKAN, (İstanbul, Ülke Kitapları, 2001), 195-196.
29) Anar SOMUNCUOGLU: “Rusya Federasyonu’nda Merkez-Bölge İliskilerinin Ekonomik Boyutu”, Kadim Komsumuz Yeni Rusya, Haz: Yılmaz TEZKAN, (İstanbul, Ülke Kitapları, 2001), 34.
30) Financial Times, 13.09.2004 ve 14.09.2004.
31) Financial Times, 13.09.2004.
32) Fevzi USLUBAS: a.g.e., 132.
33) Altay ATLI: “Rusya’nın Alternatif Yatırım Haritası”, Radikal, (23 Aralık 2005),
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=173704
34) Financial Times, 05.09.2004, 14.09.2004 ve 30.09.2004.
35) Fevzi USLUBAS: a.g.e., 137.
36) Yevgeniy PRİMAKOV: a.g.e., 3.
37) Sinan OGAN: Rusya’da Siyaset ve Oligarsi, (İstanbul, ASAM Yayınları, 2003), 2-3.
38) Sinan OGAN: a.g.e., 3-4.
39) Sinan OGAN: “Rusya’da Oligarsinin Millilestirilmesi Arzuları”,
http://tr.rutam.org/content/view/29/26/
40) Anar SOMUNCUOGLU: a.g.m., 22.
41) Muhammet KARADAG: “Rus Federalizminin Tarihi Gelisimi ve Gelecegi”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1,Ed. İhsan Çomak, (İstanbul, Tasam Yayınları, 2006), 32.
42) Teorik planda Rusya federalizmi, diger ülkelerdeki federalizm modellerinden farklılıgı yönüyle önemli bir tartısma konusu olmaya devam etmektedir. Federalizm; geleneksel manada birkaç cumhuriyet, eyalet, kanton ve benzeri birimlerin tek bir devlet halinde birleserek örgütlenmeleriyle olusturdukları siyasi-idari yapıdır. Örgütlenen devlet sekline de federasyon adı verilmektedir. Federasyonun karakteri, yaratılma tarzına baglıdır. Anlasma ya da bir Anayasaya baglı olarak devletler birlesebilir. (Anlasma sadece uzlasmaya varma süreci degil, aynı zamanda hukuki bir belgedir.) 1922’de RSFSC, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Kafkasötesi Cumhuriyeti’nin kurdukları SSCB anlasmaya baglı olarak kurulan federasyonlara örnektir. Anlasma ile kurulan federasyonlar daha çok adem-i merkeziyetçidirler. Bir anayasanın kabulü ile ya da anayasada yapılan degisiklikle federasyon kurulabilir. Hindistan, Pakistan, Etiyopya ve Belçika (1993’te yapılan degisiklikle) anayasa ile kurulan federasyonlardır. Diger taraftan bir federasyon bu iki tarzın birlestirilmesiyle, yani “anayasalıanlasmalı” olarak da kurulabilir. Yeni bir federasyon kurulurken seçilen model gelecekteki federal iliskileri dogrudan etkilemektedir. 1918-1922 yılları arasında SSCB’nin büyük cumhuriyeti Rusya, uygulamada farklı olsa da biçimsel olarak özerklik temeli üzerine oturtulmus anayasal federasyon olmustur. 31 Mart 1992’de imzalanan Federal Anlasma ve 12 Aralık 1993’te kabul edilen Anayasa ile birlikte “anayasalı-anlasmalı federasyona” dönüsmeye baslamıstır.
http://www.academical.org/dergi/makale/s6rusyaetnopolitik2.htm Rus akademisyenler Rusya’daki federal sistemi açıklamak için federalizmi iki kısma ayırmaktadırlar: Birinci kısım federal devletler adem-i merkezi federasyonlardır; ikinci kısımdaki federal devletler ise merkezci federasyonlardır. Burada bahsedilen merkezi federalizm, üniter devletin birçok özelligini kendisinde toplamıs bir sistemdir. Su anki Rus federalizmini bu ikinci kısım sistem içerisine dahil etmektedirler.
43) Anar SOMUNCUOGLU: a.g.m., 23.
44) Kray: Bölge düzeyinde yönetsel birim. (Eyalet) Oblastlar gibi vali tarafından idare edilir. Kray ile oblast arasında tarihi isimlendirme farkından baska bir fark yoktur.
45) Oblast: Özerk yönetim bölgesi. (Bölge) Yeni Anayasa’ya göre Rusya Federasyonu’nda idaribölgesel bölünme esasına dayalı olarak kurulmus ve seçimle veya bazen atamayla basa gelen vali (gubernatör) tarafından idare edilir.
46) Muhammet KARADAG: a.g.m., 34.
47) Okrug: İl düzeyinde yönetsel birim. (Bölge, çevre) Daha çok kuzeyde yasayan azınlık etnik gruplar için kurulmustur, fakat hukuki statüleri diger birimler kadar belirli degildir. Genel olarak kray ve oblast sınırları içinde yer almaktadırlar. Nüfuslarının az olmasına karsın özellikle zengin yer altı kaynaklarıyla yıllarca SSCB ve simdi Rusya Federasyonu için vazgeçilmez bölgeler olmuslardır.
48) Bekir DEMİR: “1990 Sonrası Rusya’sında Etno-Politik Ayrısma Süreci”,
http://www.academical.org/dergi/makale/s6rusyaetnopolitik2.htm
49) Fahrettin ÇİLOGLU: Rusya Federasyonu’nda ve Transkafkasya’da Etnik Çatısmalar, (İstanbul, Sinatle Yayınları, 1998), 13.
50) Bekir DEMİR: a.g.m., http://www.academical.org/dergi/makale/s6rusyaetnopolitik2.htm
51) “The Constitution of the Russian Federation”, Chapter 1, http://www.constitution.ru/en/10003000- 02.htm
52) 1993 Anayasasında simetrik olarak nitelendirilen federal yapı, federal birimler arasında öngörülen farklılıklar nedeniyle uygulamada asimetrik özellikler göstermektedir.
53) Peter RUTLAND: a.g.m., 182.
54) Bekir DEMİR: a.g.m., http://www.academical.org/dergi/makale/s6rusyaetnopolitik2.htm
55) Anar SOMUNCUOGLU: a.g.m., 24.
56) Anar SOMUNCUOGLU: a.g.m., 31.
57) Anar SOMUNCUOGLU: a.g.m., 32.
58) Muhammet KARADAG: a.g.m.,36-37.
59) Anar SOMUNCUOGLU: a.g.m., 33.
60) Donorist Birimler: Moskova Sehri, Hantı Mainskiy Özerk Oblastı, Sverdlovsk, Samara, Perm, Nijniy Novgorod, Moskova Oblastları, Yamala-Nenetskiy Özerk Oblastı, Rezan Oblastı Kısmen Donorist Birimler: Saint Petersburg, Çelabinsk Oblastı, Krasnoyarsk Krayı, Tomsk, Leningrad, Yaroslav, Belgorod, Novosibirsk, İrkutsk, Omsk, Kalujk, Volgagrad, Tversk, Ulyanovsk Oblastları, Krasnodar Krayı, Udmur, Orenburg, Tulsk Oblastları
61) Muhammet KARADAG: a.g.m., 39-40.
62) S.L.LOGUNOVA: “Türkiye Cumhuriyeti İle Ticari-Ekonomik İsbirliginin Gelisiminde Rusya Federasyonu İdari Birimlerinin Rolü: Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri Örnegi”, Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya: Politik, Ekonomik ve Kültürel İliskiler, Der. Gülten KAZGAN, Natalya ULÇENKO, (İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2003), 331.
63) S.L.LOGUNOVA: a.g.m., 332.
64) S.L.LOGUNOVA: a.g.m., 332.
65) Yeltsin, kısa vadeli politikalarında yerel liderlerin destegini almak için, bazı unsurlara ekonomik ve siyasi birtakım imtiyazlar saglamıs, siyasi ve hukuki asimetrinin yanında Rusya Federasyonu ekonomik ve sosyal açıdan da asimetrik bir yapıya bürünmüstür. Baskanla unsurlar arasındaki pazarlıgın temel özelligi; her bir unsurun baskandan kopartabildigi kadar siyasi ve ekonomik imtiyaz elde etmeye çalısması, ancak pazarlıgı da fazla uzatmaması seklindedir. Bkz. İlker Gökhan SEN: Rusya Federasyonu Siyasal Sistemi, (Eskisehir, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2004), 154-156.
66) Anar SOMUNCUOGLU: a.g.m., 34.
67) Muhammet KARADAG: a.g.m., 41.
68) Bekir DEMİR: “Rusya Federasyonu Cumhuriyetlerindeki Siyasi, Ekonomik ve Etnik Yapının Federasyon Millî Güvenligi Üzerindeki Etkisi”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1, Ed. İhsan Çomak, , (İstanbul, Tasam Yayınları, 2006), 57.
69) Wolfgang SEIFFERT: a.g.e., 66.
70) Bekir DEMİR: “1990 Sonrası Rusya’sında Etno-Politik Ayrısma Süreci”,
http://www.academical.org/dergi/makale/s6rusyaetnopolitik2.htm
71) Muhammet KARADAG: a.g.m., 42.
72) Bekir DEMİR: “Rusya Federasyonu Cumhuriyetlerindeki Siyasi, Ekonomik ve Etnik Yapının Federasyon Millî Güvenligi Üzerindeki Etkisi”, 60.
73) Muhammet KARADAG: a.g.m., 42.
74) Bekir DEMİR: “1990 Sonrası Rusya’sında Etno-Politik Ayrısma Süreci”,
http://www.academical.org/dergi/makale/s6rusyaetnopolitik2.htm
75) Bekir DEMİR: “Rusya Federasyonu Cumhuriyetlerindeki Siyasi, Ekonomik ve Etnik Yapının Federasyon Millî Güvenligi Üzerindeki Etkisi”, 60.
76) Birinci alternatif, bütün federe birimlerin idari toprak yapılanması seklinde reorganize edilmesidir. Bu çözüm önerisi devlet yapısının üniter olarak formüle edilmesini gerekli kılmaktadır. İkinci alternatif, bütün federe birimlerin bagımsız devlet statüsünde kabul edilmesidir. Bu da konfederatif bir devlet yapısında söz konusu olacaktır. Üçüncü alternatif ise, bütün federe birimlerin esit haklara sahip bagımsız federe birimler olarak formülasyonudur. Bu yöntem, mevcut anayasal sistemin korunarak
yeniden yapılanması demektir.
77) Muhammet KARADAG: a.g.m., 42.


 

2. BÖLÜM

RUSYA FEDERASYONU DIŞ POLİTİKASI

I. Rus Dış Politikası

Rusya Federasyonu’nda yürürlükte olan 1993 tarihli Anayasa, Rus dış politikasının resmi çerçevesini şu hükümlerle çizmektedir: (1)

71. maddede Rus dış politikası ve uluslararası ilişkilerinin, savaş ve barışla ilgili uluslararası antlaşmaların ve dış ekonomik ilişkilerin Rusya Federasyonu’na ait yetkiler olduğu belirtilmiş, 72. maddede Rusya Federasyonu ve Rusya Federasyonu unsurlarının ortak yetkileri olarak Rusya Federasyonu unsurlarının uluslararası ve dış ekonomik ilişkilerinin koordine edileceği, Rusya Federasyonu’nun uluslararası antlaşmalarının yerine getirileceği belirtilmiştir.

Anayasanın 80. maddesine göre; Rusya Federasyonu Devlet Başkanı,devletin başıdır. Anayasa ve federal kanunlara göre devletin iç ve dış politikasının temel yönlerini belirler. Devletin başı olarak Rusya Federasyonu’nu ülke içinde ve uluslararası ilişkilerde temsil eder.

84. maddeye göre; Rusya Federasyonu Devlet Başkanı, ülkedeki durumla, devletin iç ve dış politikasının temel yönleriyle ilgili Federal Meclise yıllık mesaj sunar.

86. maddeye göre; Rusya Federasyonu Devlet Başkanı, Rusya Federasyonu dış politikasının yönetimini denetler. Müzakereleri yürütür ve Rusya Federasyonu’nun uluslararası antlaşmalarını, onay belgelerini imzalar. Atanan diplomatik temsilcilerin güven mektuplarını ve belgelerini kabul eder.

114. madde ise hükümet ile ilgilidir; Rusya Federasyonu Hükümeti federal düzeni yönetir. Ülke savunması, devlet güvenliği, Rusya Federasyonu’nun dış politikasının yürütülmesi yönünde önlemler alır. Rusya’nın dış politikasında, tarihten kaynaklanan “imparatorluk” ve“büyük güç” mantalitesi ile sorunları kuvvetle çözmek gibi alışkanlıkların yanı sıra, reel politikanın gerektirdiği bazı unsurların dikkatlice harmanlandığı görülmektedir. SSCB’nin dağılmasından sonra dış çemberini yitiren ve ekonomik bakımdan zayıflayan Rusya, uluslararası arenada askeri gücünü ve jeopolitik konumunu ön plana çıkartmak suretiyle, çok boyutlu bir politika izlemeye başlamıştır. Bu politikanın temel hedefleri, eşit şartlarda Batının kucağına düşmeden, Avrupa-Atlantik dünyasına yanaşmak ve Rusya’nın ekonomik ve siyasi güvenliği için SSCB ardılı devletlerde Moskova’nın nüfuzunu yeniden tesis etmektir. Bu bağlamda, dış politikada daha kuvvetli bir konuma sahip olabilmek düşüncesiyle temel iç sorunların halledilmesine öncelik verilmiştir. (2)

1990 sonrası Rusya’nın dış politikasının önünde “tarihi miras” ile ilgili önemli bir sorun vardı. SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu’nun oluşumunun ilk yıllarında eski sistemden gelenlerin, hangilerinin yeni düzene taşınması, hangilerinin değişmesi gerektiği konusu gündemi meşgul etmişti. Geçiş dönemi olan bu yıllarda, ülkenin yeni yönlerinin belirlenmesi ve yeni durumun anlaşılması için zaman gerekiyordu.1991 yılından başlayarak siyaset uzmanları Rusya’nın dış politikasını üç döneme ayırmaktadırlar. Bu dönemlerin birincisi, 1991-1993 yıllarına kadar hüküm sürmüş, bu dönemde liberal ve Batı yanlısı kişiler hükümette bulunmuş, devletin politikası tamamıyla Batı’ya endeksli bir şekilde gelişmişti.

İkincisi, 1993-1999 yılları arasında gerçekleşmiş ve ekonomik reformların başarısızlıkla sonuçlanmasına bağlı olarak Batıcı yaklaşımdan vazgeçilmiş, yakın çevre ile daha çok ilgilenilmiştir. Üçüncü dönem 1999 senesinde Putin’in devlet yönetimine gelmesiyle başlayan, iç ve dış politikalarda yapılan reformlar ve Putin’in şahsiyetine bağlı olarak Rusya Federasyonu’nun imajının düzelmeye başladığı dönemdir.

11 Eylül 2001 olaylarıyla birlikte,2001 yılından başlayarak yeni bir dönemin başladığı da söylenebilir. (3) Ülkenin dış politika öncelikleri, siyasi partiler arasında, her zaman tartışma konusu yapılmış ve genelde Batı yanlısı, Asya’ya açılmayı tercih eden Avrasyacı ve bunları meczeden pragmatist görüşler, tarihten miras kalan Slav ve Ortodoks dünyasının liderliği gibi geleneksel mülahazalarla birleştirilerek, takip edilecek rotaya ilişkin yol haritaları ortaya konmuştur. Genelde yöntemler ve yol haritaları farklı olmakla birlikte tüm siyasi parti ve grupların, çağın gerçeklerine uygun bir “Büyük Rusya”nın uluslararası ilişkilerde hakim bir aktör olarak ortaya çıkmasını arzuladığı görülmektedir. (4)

A. Dış Politikaya Yön Veren Akımlar

Rusya Federasyonu’nda dış politika, ulusal kimlik ve siyasi yapılanma konularındaki tartışmalar kabaca radikal reformcular, ılımlı milliyetçiler ve aşırı milliyetçi anti-reformcular diye adlandırılabilen üç grup arasında cereyan etmektedir. (5)

Bu grupların her birinin kendi dünya görüşlerine uygun düşen bir dış politika yönelimi ve bu doğrultuda “iç”i inşaya esas alınan bir ulusal kimlik tanımları vardır. Daha çok alt gruplara bölünebilecek bir sınıflama yapmak yerine, öngördükleri politika ve pratikteki çalışmalarını göz önüne alarak bu grupları Batı kimliğini ön plana çıkaran Reformistler/Atlantikçiler ile Doğu kimliğini ön plana çıkaran Avrasyacılar diye ikiye ayırmak mümkündür. Reformist Atlantikçiler ve Avrasyacılar, dağılma sonrası RF’nda sadece dış politika yönelimlerini etkilemekle kalmamış, dış politikanın “iç”i dizayn eden etkisinden dolayı ulusal kimlik tartışmalarının yönünü de belirlemiştir.Reformistler Batılı değerlere ve Batı’ya yönelimi temsil ederken, Avrasyacılar Doğu’ya, Rus ve Sovyet değerlerinin bir senteziyle ulusal kimlik tartışmalarına yaklaşmışlardır.

Bu bağlamda, Reformistler Batı modeline uygun, sivil, demokratik, çoğulcu bir siyasal modelle uyumlaştırılabilecek bir ulusal kimliği savunurlarken, Avrasyacılar emperyal bir kimliğin devamı olarak daha merkezci, kolektivist, misyoner ve otoriteryen eğilimlerden beslenen bir emperyal Rus kimliğine yaslanmaktadırlar. (6) Günümüzdeki temel dış politik tartışma Atlantikçiler ve Avrasyacılar arasında yaşanmaktadır.

1. Atlantikçiler

Atlantikçiler ve Avrasyacıların Batı’ya, Rus tarihine, Rus medeniyetine, jeopolitiğine ve emperyal mirasa bakışı, tehdit algılamaları tamamen birbirinden farklıdır. Bu farklılığın uzantısı olarak iki grubun dış politika yaklaşımları temelden birbirine zıttır. Atlantikçiler, Rusya’nın kaderinin Avrupa’nın parçası olmak olduğunu savunurlar. Bu görüşe göre: Rusya, demografik merkezinin Avrupa’da olması ve kültürünün Bizans’tan gelmesi nedeniyle hem coğrafi hem de kültürel olarak Avrupa’nın parçasıdır. Bu nedenle Rusya genişleyen Avrupa ile daha yakın bağlar kurmalıdır. Bu, Rusya’ya federatif yapıda da olsa milli devlet temelinde daha istikrarlı bir demokrasi sağlayacaktır. Bu arada diğer BDT üyesi ülkelerle de ekonomik işbirliği devam edecektir. Atlantikçilerin stratejik hedefini Batı tipi demokrasi oluşturmaktadır. (7)

Rusya’nın, Hıristiyan medeniyetinden türediğini ileri sürerler. Neticede onlara göre, Rusya bir Avrupa ülkesidir. Batıcılar, gerek Çarlık Rusya’sı döneminde, gerekse de Sovyetler Birliği zamanında halk, siyasal elitler ve aydınlar arasında köklü bir geleneğe dönüşmemiş, Rus kimliği ve yönelişi konusunda radikal bir seçim olarak kalmıştır. Aslında önceleri Gorbaçov’un Glastnost ve Perestroyka politikalarının yarattığı Batı’ya yeni bakış biçimi liberal Batıcıların gelişmesine zemin hazırlamıştır ve SB’nin dağılması sonrası Batıcı/Atlantikçiler özellikle dış politika yönetiminde egemen olmuşlardır. Ancak bu süreç 1993 sonrasında önemli ölçüde tıkanmıştır ve Avrasyacı görüşler egemenliği ele geçirmişlerdir. (8) Ancak Rusya’nın kültürel bakımdan Doğu’ya mı yoksa Batı’ya mı ait olduğu sorusu etrafında tartışmalar devam etmiştir. Bu soruya Atlantikçilerin cevabı Batı’dır. Atlantikçiler, Rusya’nın Batı kültürünün önemli bir parçası olduğu kanısındadırlar; Rus edebiyatı ve müziği olmaksızın Batı medeniyeti ve kültürünün eksik kalacağını vurgulamaktadırlar. Benzer bir kültürel paylaşımı Doğu toplumlarına ilişkin söylemek imkansızdır.

Rusya Federasyonu’nda tarihsel arka planı zayıf olan reformist/liberal hareket, Rus siyasi yaşamında özellikle Batılı değerleri savunmaya çalışmaktadır; demokratik ve pazar ekonomisine dayanan bir model öngörmektedir. (9) Atlantikçilerin temel dış politika yönelimi, Rusya’nın Batı ile ekonomik entegrasyonunun tamamlanması ve medeni dünyada ‘normal’ bir ülke olarak Rusya’nın yerini alması biçimindedir. Rusya’yı ‘normal’leştirmenin yolu Atlantikçilere göre ülkenin uluslararası sistemden siyasi ve ekonomik alanda izolasyonunu engellemekten geçer. Atlantikçiler Batı’yı değil, Doğu’yu tehdit olarak algılamakta, uzun dönemde Rusya’ya yönelik tehdidin istikrarsız bir bölge olan Orta Asya’dan, Afganistan’dan veya Çin’den gelebileceğini öngörmektedirler. Bu nedenle Rusya’nın Batı ittifakı içinde bir savunma politikası izlemesi gerektiğine inanmaktadırlar. (10)

Bu bağlamda, hem RF’nda hem de Orta Asya’da radikal bir İslam’ın yayılması ciddi bir tehdit olarak nitelenmektedir. Bu çerçevede Atlantikçiler, İslam’ın çevrelenmesi gerektiğini savunan bazı Batılı gözlemcilerin bakış açısını paylaşmaktadırlar. Radikal İslam tehlikesinin doğrudan ya da dolaylı olarak İran ve Afganistan gibi ülkelerden gelebileceği düşüncesinden hareketle, bölgenin güçlü devletlerinden İran’a, radikal İslam modelini ihraç edebileceği düşüncesiyle mesafeli dururken, Batı ile entegre ve laik olan Türkiye, bazı çekincelere rağmen kabul edilebilir bir ortak olarak benimsenmektedir. Rusya’nın bir Batı devleti olduğunu ifade eden Batıcı kanaat, ülkedeki çatışma durumunun güvenlik sorunlarını ön plana çıkardığını ve bu durumunda toplumun militarizasyonuna yol açtığını ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle yeni dönemde demokratik devlet kurabilmek için çatışmacı dış politikadan vazgeçilmesini savunmaktadırlar. (11)

1991 yılındaki olaylar sonrasında Rusya’nın yeni dış politikasında Batı’ya yaklaşım görülmüştür. Rusya’daki yeni demokratik güçler, özgür ve gelişmiş bir ülke kurmak için Batı ile işbirliğinin gerekli olduğu görüşünde idiler. Zira, Batı ile SSCB’nin arasında uzun yıllar devam eden çekişmenin sebebi Bolşevik ideolojisiydi. Bu nedenle Rusya’nın güçlü bir devlet konumuna gelmesi Batılılaşmasına bağlıdır. Atlantikçi görüşe göre, Rus diplomasisinin temel istikameti Batı (Batı Avrupa ve ABD) olmalıdır. Zira, Rusya tarihsel olarak Batı/Hıristiyan medeniyeti içinde yer almaktadır. Dolayısıyla, Rus uluslararası stratejisinin temel misyonu, Batı ile ortaklık kurmak ve Avrupa Birliği (AB), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), gelişmiş yedi ülkenin oluşturduğu G-7 gibi Batılı ekonomik, politik, askeri örgüt ve kuruluşlara katılmak olmalıdır. Bu düşüncenin en önde gelen temsilcilerinden biri olan Kozirev’e göre, “Rusya, piyasa ekonomisine sahip, tanınmış demokratik devletler kulübüne, eşitlik esasına dayalı olarak katılmalıdır.” Batıcılara göre, bu gibi ortaklıklar Rusya’da gerçekleştirilecek reformlar için güçlü bir uluslararası destek kaynağı olacaktır. Daha çok, Rusya’nın iç reformlarıyla ilgilenen, eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin de iktidar döneminin başlarında bariz bir Batıcı olduğunu göstermiştir. Batıcılara göre, Rusya’nın gelecekteki gücü, klasik ‘büyüklük’ ölçüleriyle değil, ‘halkın refah düzeyi’ ile ölçülecektir. Onlara göre, Batı, bundan böyle Rusya için artık bir düşman değildir; olsa olsa Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında etkinlik kazanan bir kalkınma modelidir. (12)

Batıcılığın esası, demokratikleşme, ideolojiden arınma ve silahsızlanma çerçevesinde Rusya’yı ekonomisi gelişmiş ve istikrarlı siyasi, sosyal sisteme dönüştürerek, Batı’nın eşit haklara sahip ortağı haline getirmek olarak açıklanmaktadır. Batıcılar, pazar ekonomisi ve demokrasiye Batı modeli ve yardımı olmadan geçmenin mümkün olmayacağını savunmaktadırlar ve Rusya’nın, Batı’nın siyasi ve ekonomik kuruluşlarına hızla entegre olması taraftarıdırlar. Ancak Rusya’nın tek taraflı olarak Batı’ya ve Batı gelişme modeline yönelişi saf bir romantizm olarak değerlendirilmektedir. Çünkü, Batı modeli reformların bu ülkedeki etkisi zayıf kalmıştı ve Rus ekonomi reformuna kısıtlı olarak destek sağlayabildi. (13) Rusya Federasyonu’nun ilk yıllarında yönetim Batıcı/Atlantikçi diye adlandırılan ekibin eline geçmişti. Bu ekibin başı Yeltsin, en önemli unsurları ise Dışişleri Bakanı Kozirev ile Başbakan İgor Gaydar olmuşlardır.

Batıcıların hedefi, Rusya Federasyonu’nda Batı tipi demokratik değerleri, insan haklarını kabul eden ve hukukun üstünlüğüne inanan bir hukuk devletini kurmak, serbest piyasa ekonomisini kurarak hızla kalkınma sürecine sokmak ve G-7’lerin sekizinci üyesi yapmak olmuştur. Batıcıların Batı’ya verdikleri bu öncelik Rusya Federasyonu’nun dış ilişkilerinde de kendini göstermiş, Kozirevdaha Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üyelerini ziyaret etmeden, Batılı ülkeleri ziyaret etmesi ilgi çekici olmuştur. Batıcıların Orta Asya Cumhuriyetlerini Rusya’ya yük olarak gördükleri gözlenmiştir. (14) Yeni dönemde Rusya açısından en önemli tehdit olarak algılanan ve ulusal kimlik/milliyetçilik tartışmalarını da çok yakından etkileyen NATO’nun genişlemesine genelde olumlu yaklaşmışlar, Yeltsin döneminin politikalarını desteklemişlerdir. (15)

Atlantikçilerin Rusya’nın yeni dönemde karşılaştığı sorunlara karşı Batı’dan siyasi ve ekonomik destek beklemesi, fakat desteğin istenilen düzeyde gerçekleşmemesi hayal kırıklığı yaratmıştır. Batılı devletlerin ve ABD’nin NATO’nun genişlemesine verdiği destek, Rus diasporasının haklarının garanti edilememesi ve Batı’nın hala Rusya’ya karşı duyduğu güvensizlik Rusya’da Batıcı söylemlerin zayıflamasına neden olmuştur.Atlantikçiler, ancak 1991’den 1993’e kadar Rus siyasi yaşamında etkin olabilmişlerdir. (16) Rusya Devlet Başkanı V.Putin’in de, Batıcı ekolden olmasa bile, zaman zaman Batı taraftarı politikaları desteklediği bilinmektedir. Bunun temelde iki olası sebebinin olduğu iddia edilmektedir: Putin’in ‘tepkisel anti-Amerikanizm’i reddetmesi (Rusya’nın terör karşıtı kampta yer alması bunun iyi bir göstergesi olmuştur) ve analizci Pavel Felgenhauer’ın da belirttiği üzere, Batının pek çok açıdan sempatisini kazanmaya çalışması (zira, ülkede basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar ve temel insan hakkı ihlalleri devam etmekte ve pek sağlam bir görüntü vermeyen seçim sistemi hala varlığını sürdürmektedir). Putin, bu bağlamda daha çok Batı Avrupa ile işbirliğine ağırlık vermiştir. Bu çerçevede; Kaliningrad’ın (17) geleceği, uzun vadeli enerji projeleri, AB genişleme süreci, ileri teknoloji yenileme projeleri, ortak bir ekonomik bölgenin şekillendirilmesi gibi konularda Batı Avrupa ile işbirliği yapılmasını desteklemektedir. (18)

2. Avrasyacılar

90’lı yılların başından itibaren strateji uzmanları arasında popüler olan Avrasyacılık, bağımsızlığın ilk yıllarında Atlantikçi dış politikanın yürürlükte olması nedeniyle ön planda olmazken, 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren, sadece Jirinovsky gibi aşırı tiplerin savunduğu bir görüş olmaktan çıkmış, resmi politika niteliğini kazanmıştır. Bunun nedenlerini anlamak için Avrasyacılık akımının temel felsefesini anlamak gerekmektedir. Avrasyacılara göre, Rusya jeopolitik ve kültürel açıdan ne Avrupalı, ne Asyalıdır, kendine özgü farklı bir Avrasyalı kimliği vardır. Bu kimlik, Rusya’nın Orta Avrupa’yla Pasifik Okyanusu arasındaki kara kütlesi üzerindeki benzersiz kontrolünün mirasıdır; Moskova’nın dört yüzyıl boyunca süren doğu yayılmasıyla oluşturduğu yayılmacı devletin mirasıdır.

Bu yayılma Rusya’ya büyük bir Rus olmayan ve Avrupalı olmayan nüfusu asimile etmiş, böylece de tek bir Avrasyalı siyasal ve kültürel kişilik yaratmıştır. (19) Avrasyacılık konsepti genel anlamıyla Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra meydana gelen statükonun devamını sağlamak, bu statükonun değiştirilmesine yönelik düzenlemeleri önlemek, kendi lehine yeni düzenlemeler yaparak belirli bir zaman süreci içinde yeniden yapılanmasını tamamlamak, demokratik, millî ve modern bir devlet kimliği kazanmak, müteakiben oluşturduğu BDT üzerinde artan gücünü tekrar kullanmak, Ortadoğu’da kaybettiği etkinliği tekrar kazanmak için stratejik girişimlerde bulunmak, Avrupa’da genişleyen işbirliği imkanlarından yararlanmak, Avrasya bölgesinde mevcut potansiyel patlama noktalarını çıkarları doğrultusunda kontrol etmek ve ABD aleyhinde kullanmak, ABD’nin kendisine stratejik partner olarak seçebileceği ülkeler üzerindeki çıkarlarını tehlikeye düşürecek gelişmeleri engellemek ve sonuçta kaybettiği değerleri belirli bir zaman sonra tekrar kazanmak ve eskisine nazaran daha büyük bir siyasi, ekonomik ve askerî güce sahip olarak ABD’nin karşısında yerini almak olarak tanımlayabiliriz. Bunun için Rusya, Çin’in önderliğinde oluşturulan Şangaybeşlisi’ne katılmış, Almanya ve İran’la olan ilişkilerini de arttırmıştır. (20)

Batıcılar,mevcut durumun kabul edilerek ABD ve Batı ile ilişkilere ağırlık verilmesini, Avrasyacılar ise, Rusya’nın ‘Yakın Çevresi’ndeki etkinliğini tekrar kurması ve kendi önceliğini yeniden tesis etmesini savunmaktadırlar. Dugin’e göre;“Rusya’nın jeopolitik ve jeo-stratejik egemenliği için gereken, sadece kaybedilen ‘yakın çevre’nin yeniden kazanılması ve Doğu Avrupa ülkeleri ile müttefiklik ilişkilerinin yeniden tesis edilmesi değil, aynı zamanda kıtasal Batı(öncelikle, Amerika güdümlü NATO’nun Atlantikçi himayeciliğinden kurtulmaya meyleden Fransız-Alman Bloku) ve kıtasal Doğu ( İran, Hindistan ve Japonya) devletlerinin Avrasya stratejik bloğuna dahil edilmesidir.” (21) Avrasyacılık hareketi içinde çok farklı alt gruplaşmalar meydana gelmiştir. Hareketin içinde jeopolitikçiler, monarşistler, Rus Ortodoks kilisesi, aşırı milliyetçiler, Stalinciler gibi alt gruplaşmalar mevcuttur. (22) Geniş bir koalisyonun olması nedeniyle birçok konuda fikir ayrılıkları bulunan bu gruplar; Rusya’nın ‘özel’liği, Batı’nın ‘öteki’liği, Rusya’nın emperyal vizyonu ve kimliği, jeopolitik ‘merkezliliği’ ve tehdit algılamaları konusunda benzer görüşleri paylaşmaktadırlar. (23)

Avrasyacılık Rus fikir tarihinde Batıcılık ve Slav milliyetçiliğinden farklılıklar göstermektedir. Avrasyacılar asıl karşıtları olarak Batıcıları görmekte ve Rusların, Doğu ve Batı medeniyetlerinden farklı olarak kendilerine has özellikleri olan bir millet olduğunu savunmaktadır. (24) İdealist bir tutumdan yana olan Avrasyacılar, konu Batı ile ilişkiler olduğunda ilişkilerin‘dostluk’ değil, ‘çıkar’ prensibine göre düzenlenmesini savunmaktadırlar. Gorbaçov’un yaptığı şekilde Batılılaştırma girişimi pek çok komünist ve milliyetçi için Rus kültürel ve tarihsel mirasına ihanet olarak değerlendirilmektedir. (25) Ruslar, Avrasyacılığı olumlu sonuçlanamayan Batı ile entegrasyon maceralarına bir alternatif olarak görmektedirler.

Ayrıca, Avrasyacılık bir tür Mesihlik misyonu da taşıyor ki, bu Rus İmparatorluğu’nun genişlemeye başladığından bu yana fethettiği yerlere medeniyet götürme iddiası ile de uyuşmaktadır. (26) Avrasyacılar, Ortodoksluk ve jeopolitik konumundan dolayı Rusya’nın özgün bir uygarlık olduğuna inanırlar. Anglo-Sakson medeniyetinin aksine dayanışmacı ve toplumcudurlar. Onlara göre devlet toplumsal yaşamın temel dayanağıdır. Atlantikçilerin aksine Avrasyacılar Rus dış politikasının kurtuluşçu/Mesihçi bir yön taşıması gerektiği kanısındadırlar. Rus dış politikasının arkasında fırsatçı bir pragmatizm değil, ‘Rus ruhunun derinliklerini’ yansıtan bir idealizm olmalıdır. (27) Batı’ya katılımı Rusya’nın ruhani varlığının inkarı olarak değerlendiren Avrasyacılar, Rusya’nın organik bir toplum yaratma çabalarının sürekli olarak dış güçler (Batı) ya da dış güçlerin içerideki işbirlikçileri (Batıcılar/Atlantikçiler) tarafından engellenmeye çalışıldığını öne sürmekte, böylece ‘Rus’luğun, bir kültür, medeniyet ve kimlik olarak dış tehditlere maruz kaldığı endişesini ifade etmektedirler. Sürekli bir tehdit ile karşı karşıya olma durumu da, kaçınılmaz olarak ‘ayakta kalmak’ güdüsünü öne çıkarmakta ve bu da Rus emperyal milliyetçiliğini kamçılamaktadır. (28)

Avrasyacılar, Rus ulusal çıkarlarının korunabilmesinin, uluslararası sistemde Rusya’nın konumunun yeniden tanımlanmasına ve SSCB’nin dağılması sonucu sarsılan siyasal ve askeri gücün restore edilmesine bağlı olduğunu öne sürmektedirler. Esas olan etik değil, güçtür ve güç jeopolitik bakışı gerektirir. Dolayısıyla Avrasyacıların bakış açısında Rusya’nın jeopolitik gerçekliğine sıkça vurgu yapılmaktadır. Avrasyacılar, Rusya’nın büyük bir güç olarak, yakın çevresindeki nüfuzunun ekonomik, siyasi ve askeri alanda devam ettirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Rusya’nın eski Sovyet toprakları üzerinde doğal bir nüfuzu vardır ve bu sürmelidir; aksi halde Rusya’nın işi zorlaşacaktır. Avrasyacılara göre Rusya, uluslararası konjonktür çerçevesinde bölgesel çıkarlarını maksimize edebilmek için gerektiğinde Çin, Hindistan, İran gibi ülkelerle stratejik işbirliğine yönelebilmelidir. Ayrıca İslam olgusuna da Batılılardan farklı olarak ‘çevrelenmesi gereken bir düşman’ olarak bakmamaktadırlar. Gerek RF gerekse eski Sovyet cumhuriyetlerindeki Müslüman toplumları ‘emperyal bir bütünün’ parçası olarak nitelemek suretiyle dışlayıcı olmayan bir tutum almaktadırlar. (29)

Rusya’nın içinde ve dışında yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmeler Avrasyacılar diye adlandırılan grubun güçlenmesine neden olmuştur. Avrasyacı grubun milliyetçi söylemi 1993’ten itibaren Rus siyasi yaşamında etkin olmaya başlamıştır. Bu kriz ortamı, Batı’ya açık, demokratik bir pazar ekonomisi olma hedefini ve söylemini etkisiz kılmış; ayakta kalma sorunu öncelik kazanmıştır. 1991-1993 yılları arasındaki geçiş sürecinde kimlik krizi tahrik edilerek ‘emperyal ulusal kimlik’in canlanmasının zemini oluşmuştur. (30) Rusya’da 1998’deki finansal kriz, Batı ile ekonomik entegrasyondan yana olanların konumlarını iyice sarsmıştır. Yeltsin’in gücünün son dönemde iyice azalması ve iktidarı, süresi dolmadan Putin’e devretmesi, Putin’in Batı ile ilişkilerde mesafeli tutumu, Batıcı Atlantikçilerin yönetim içindeki etkinliklerini tamamen tüketmiştir. Dışişleri ve savunma elitleri arasında 1990’larınbaşındaki görüntünün aksine, Avrasyacılar egemen bir görüntü sergilemeye başlamışlardır. Ancak Rusya’yı Batıya entegre etmek isteyen siyasal hareketlerin hala mevcut olduğu söylenebilir. (31)

1991-1996 yılları arası Rus dış Politikası incelendiğinde Batı ile Doğu yada Avrupa ile Asya arasında bir salınımın varlığı dikkat çekecektir. Bu salınımı bir bakıma Rusya’nın tarihten bugüne taşıdığı daha genel bir siyasal kültürün,bir siyasal kimlik sorununun tezahürü olarak değerlendirmek de mümkündür.Gerek Çarlık Rusya’sında, gerekse Bolşevik Rusya’sında Rus kültürünün Asyalı veya Avrupalı kökenlerinin vurgulanması entelektüel yaşamda iki ayrı gelenek olarak hep varlığını sürdürmüştür. Batıcılık ve Slavcılık akımlarında ifadesini bulan bu kültürel gerilim, Avrasyacılık ideolojisine de temellik etmiştir. Bu düşünsel arka plan, Rus kültürünün ayrılmaz bir unsuru olarak, Rus politik elitinin dünya görüşünü derinlemesine etkilemiştir. Bu kimlik sorunu dış politikaya tercüme edildiğinde, Avrupa’dan Asya’ya uzanan geniş bir coğrafya üzerinde Rusların hakim olduğu devletlerin doğudan ve Batı’dan sürekli bir tehdit unsuru hissetmelerine neden olmuş ve coğrafyanın dayattığı bu sorunların ancak doğuya ve batıya doğru sürekli genişleyen bir nüfuz alanı yaratarak aşılabileceği düşüncesinin hakim olduğu bir politik refleks yaratmıştır. Bu politik refleks, izlerini bugün de sürdürmektedir. (32)

Putin döneminde Avrasyacılık giderek güçlenmiştir. Bunun en iyi örnekleri, Putin’in doğu ülkelerine yaptığı ziyaretlerde görülebilir. Özellikle, Çin ile karşılıklı işbirliğinin artırılmasına yönelik adımlar, Hindistan, Türkiye ve diğer ülkelerle iyi ilişkiler kurulması dikkat çekicidir. Rusya Federasyonu, büyük hedefleri olan fakat, bu hedeflere ulaşmada ekonomik gücü henüz yetersiz kalan bir ülkedir. Bu durum, onu çok boyutlu bir dış politika izlemeye itmektedir. Avrasyacılığın Rusya’daki başarısı, Rusya’nın ekonomik ve politik düzlemlerdeki dönüşümlerine bağlı olduğu kadar Fransa, Almanya, Japonya, İran ve Türkiye gibi Avrasyacılığın Atlantik karşısında destekleyicisi konumunda olabileceği düşünülen ülkelerin Avrasyacılık konusundaki yaklaşımlarına ve Atlantik karşısındaki tutumlarına bağlıdır. (33)

II. Dış Politikada Yeltsin ve Putin Dönemi

1991 sonrası Rusya’yı dış politika açısından kabaca iki döneme ayırmak mümkündür: Yeltsin dönemi Rus dış politikası ve Putin dönemi Rus dış politikası…

A. Yeltsin Dönemi

Rus Dış Politikası Soğuk Savaş döneminin, temelde ABD ile rekabete dayalı dış politikanın sona ermesinden sonra yeni bir oluşum içine giren Rus dış politikası çok yönlü olarak gelişmiştir. Bağımsızlıkla birlikte hızlanan ekonomik ve siyasi dönüşüm süreci dış politika alanında da kendini göstermiştir. Yeltsin tarafından Dışişleri bakanlığına getirilen Kozirev, dış politikanın temel ilkesini Batı’yla entegrasyon ve tüm yönleriyle ortaklık olarak ilan etmiş, yeni dış politikayı eskisinden ayıran en temel unsurun ideolojiden arındırılmış olması olduğunu açıklamıştır.

Kozirev’e göre eski rejim sosyalist ve kapitalist olarak dünyayı iki kampa bölmeye devam ediyor ve hala komünist toplumun kurulmasına inanıyordu. Bu nedenle de çatışma ve mücadele kaynağı idi.Bundan sonra çatışmalardan uzak, dış dünya ile uyumlu bir dış politika prensibi benimsenmeliydi. (34) Rusya, kaynak yetersizliği dolayısıyla, SSCB’den arta kalan global aktivitelerini iyice azaltmalı ve bazı üniversal iddialarından tamamen vazgeçmeliydi. Bu amaçla, Rusya’nın dış politika ve ulusal güvenlik yaklaşımlarında radikal değişiklikler yapılmalıydı. Her şeyden önce, SSCB’nin“ideolojik Mesihçiliği”nden vazgeçilmeliydi. Ancak bu şekilde demokratik reformların gerçekleşmesi sağlanabilir ve Rusya’nın ulusal uyanışı mümkün olabilirdi. (35)

Rusya Federasyonu’nun dış politikasında, Batıcı kadroların belirleyici olduğu 1991-93 devresinde Moskova, NATO’nun doğuya doğru genişlemesi sürecine karşı koymaktan kaçınmıştır. Zira, Batıcılar Rusya’nın da NATO’ya üye olabileceğini düşünmekteydiler. Onların gözünde, NATO ittifakı Avrupa ve Atlantik ötesi güvenliğinin sağlanması için önemli bir araçtır. NATO ve AGİK, Vancouver’dan Vladivostok’a kadar olan bölgede uluslararası istikrarı garanti edecek yeni bir Avro-Atlantik topluluğu oluşturmak üzere bütünleşmeliydiler. (36) Rusya’nın, Batı ile bütünleşerek yeni dünya düzeni içinde yerini alabileceği fikrinin ağır bastığı bu dönemde eski birlik cumhuriyetleriyle ilişkiler geri planda kalmıştır. Ancak Rusya Federasyonu’nun bağımsızlığının ilk yıllarında Batı yanlısı nitelik taşıyan Rus dış politikası, 1993 yılının ortalarından itibaren giderek artan bir şekilde sertlik kazanarak eski Sovyet sahasına odaklanmıştır. Rusya, benimsediği “yakın çevre” stratejisi doğrultusunda eski Sovyet topraklarını kendi sorumluluk sahası olarak ilan ederek, Batı’yı da bunu tanımaya davet etmiştir. Rusya’nın “Monroe doktrini” olarak adlandırılan bu çağrıya, Batı doksanlı yılların ortalarına kadar Rusya’nın “yakın çevredeki” operasyonları ve askeri müdahalelerine sessiz kalarak üstü örtülü bir şekilde olumlu yanıt vermiştir. (37)

1993’te Kozirev’in etkinliğiyle kabul edilen Dış Politika Konsepti, bazı bölgesel öncelikler getiriyordu. Bu çerçevede, eski birlik cumhuriyetleriyle olan ekonomik ve askeri bağlar güçlendirilmeli, BDT’nin dış sınırları korunmalı ve hukuki dayanakları oluşturulmalı, eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaşayan Rusların hakları korunmalıydı. Burada hedeflenen, BDT ülkelerinin Sovyetler Birliği’nin dağılmasından yararlanmak isteyen güçlerin kontrolüne geçmesini engellemekti. Güvenliğin sağlanması, ekonomik ve stratejik çıkarların korunması amacıyla SSCB ardılı ülkeler yeniden Rusya’nın nüfuz bölgesine dahil edilmeliydi.1993 yılından itibaren Rus dış politikasının yeni eğilimi iyice netlik kazanmıştır. Eski Sovyet sahasında hamiliğini vurgulayan bu yeni yaklaşım, Batı ile işbirliğini tamamıyla terk etmeden geleneksel ulusal çıkarlar doğrultusunda artan bir şekilde Rusya’nın BTD’ye yönelmesini öngörüyordu.

Eski Sovyet sahası hayati çıkarlar bölgesi ilan ediliyor ve BDT’nin güçlendirilmesi Rus dış politika öncelikleri arasında ilk sıraya yerleştiriliyordu. Dünya kamuoyu ise, eski Sovyet topraklarında Moskova’nın “özel rolü ve sorumluluğu”nu tanımaya davet ediliyordu. (38) Rusya’nın dış politikadaki yeni yaklaşımını, yakın çevre politikası ve hedeflerini Nisan 1993’te yayınlanan Dış politika Konsepti ile Kasım 1993’teki Savunma Doktrini açıkça ortaya koymuştur. RF’nun yeni dönemde değişen dış politika yönelimlerini ve güvenlik algılamalarını yansıtan ve formüle eden Dış Politika Konsepti, uluslararası sistemle entegre olmuş bir Rusya’nın hem demokratik bir ülke olacağını hem de ulusal güvenliğini etkin bir şekilde sağlayacağını vurgulamaktadır. Konsept, uluslararası alanda büyük güç olan Rusya’nın global ve bölgesel güvenliğin sağlanmasında sorumluluklar üstlenmesini önermektedir. Ayrıca sorunların çözümünde güç kullanmak yerine siyasi ve diplomatik yöntemlerin kullanılmasını öngören Konsept, iki kutuplu uluslararası sistemden çok kutupluluğa yönelmenin ülkeler arasında işbirliğini arttıracağını, böylesi bir uluslararası ortamda makul savunma politikalarının ve silahsızlanmanın işlerlik kazanabileceğini belirtmektedir.

Dış Politika Konsepti her ne kadar Reformist ve Avrasyacıların uzlaştığı bir metin olsa da, uluslararası politikaya bakışta ve tehdit algılamalarında reformist görüşlerin ağır bastığı anlaşılmaktadır. Rusya’nın süper güç statüsünü kaybettiği kabul edilmesine rağmen, Rusya hala global çıkarları olan bölgesel büyük bir güç olarak tanımlanmaktadır. Batı ülkeleriyle yakınlaşmanın ve ekonomik, siyasi işbirliğinin önemine değinildikten sonra, bölgesel dış politika önceliklerine yer verilmekte ve bu doğrultuda özellikle ‘yakın çevre’de ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda Rusya’nın daha aktif bir rol üstlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. (39)

Yeni Rusya’nın ‘Near Abroad’ diye adlandırılan yakın çevre politikasının ana hedefi Rusya’daki çözülmeyi durdurmak ve gidişi geri çevirmekti. (40) 1993 Savunma Doktrini, savunma alanındaki işbirliğinde, önceliği BDT ülkelerine ve BDT içindeki kolektif savunma mekanizmalarına vermiştir. BDT ülkelerinde mevcut olan veya bu ülkelerin karşılaşmasının muhtemel olduğu yerel silahlı çatışmaların, RF için en önemli tehdit niteliği taşıdığı belirtilmiştir. Bu ifadeler, RF’nun yakın çevresine yöneldiğini, burayı kendi ulusal güvenlik sahası olarak değerlendirdiğini ortaya koymaktadır. (41) Öte yandan, Doktrinde, eski Sovyetler Birliği topraklarını tek bir stratejik alan olarak muhafaza etme,RF sınırlarını ileriden savunma ve yakın çevre bölgelerine gerektiğinde askeri müdahalede bulunma politikaları için kendi içerisinde hukuki bir dayanak oluşturulma çabaları da görülmektedir. Doktrinin diğer bir özelliği de, açıkça belirtilmemiş olmasına karşılık, Türkiye’nin gerek Kafkasya ülkeleri, gerekse Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerinin, Rusya’nın çıkarlarıyla çatışmasından dolayı hedef olarak alınmış olmasıdır. Doktrinde, Türkiye’yi bu bölgelerden uzak tutucu bir dizi önlemlerin geliştirildiği görülmektedir. (42)

Doktrin Rusya’nın ulusal güvenliği açısından, yakın çevrede ‘özel sorumluluk’ üstlenmesine vurgu yapmış ve Rus azınlığın haklarını garanti altına almayı taahhüt ederek, bölgede yapacağı olası müdahaleleri meşrulaştırmaya ve böylece siyasi/askeri nüfuzunu pekiştirmeye çalışmıştır. Yakın çevrede yaşayan Rus azınlığın haklarıyla ilgili yapılan bu geniş yorum, gerçekte Mesihçi Rus kimliği ve kültürünün, askeri doktrin ve uygulamalarına yansıtılmasından başka bir şey değildir. (43) Rusya’nın dünya politikasına büyük bir güç olarak eşit haklarla aktif bir şekilde katılması gerektiğinin vurgulandığı her iki belgede de yakın çevreyle ilgili aynı ifadeler yer almaktaydı. Bu belgelerde özet olarak, “Rusya’nın büyük bir güç olarak kendisi için hayati öneme haiz olan yakın çevredeki milli çıkarlarını koruma hakkı bulunduğu” ilan ediliyordu. BDT coğrafyasında süren çatışmalara dikkat çekilerek BDT’nin dış sınırlarının korunması, yeni bağımsız cumhuriyetlerdeki Rus askeri varlığının sürdürülmesi, Rusya dışında kalan soydaşların haklarının savunulması bu belgelerde milli çıkarlar olarak sıralanıyordu. Eski Sovyet sahasının bütünlüğünün korunması Rusya’nın dış politika öncelikleri sıralamasında en başta geliyordu. Bu şekilde Rusya’nın BDT ülkelerini kendi etki sahasında tutma isteği resmen açıklanıyordu. (44)

Bu çerçevede yakın çevredeki askeri üslerin korunması için girişimler başlatılmış;diğer cumhuriyetlerdeki Rus azınlığın haklarıyla ilgili çıkışlar yapılmış;Azerbaycan, Gürcistan ve Moldova’ya baskı ve müdahaleler olmuş; BDT’nin hukuki yapısı ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Bosna-Hersek sorunu, NATO’nun genişlemesi ve Rusya’nın Batı karşıtı ülkelere silah satışı gibi konularda Batı ile Rusya arasında ciddi ihtilaflar yaşanmakla birlikte, Rusya bu dönemde bir yandan Batı ile işbirliğini de sürdürmüştür. 1994 yılı içerisinde; Haziran’da NATO ile “Barış İçin Ortaklık” Anlaşması, Temmuz’da AB ile Ekonomik İşbirliği Anlaşması, Eylül’de ise ABD ile işbirliği anlaşması olmak üzere üç önemli ortaklık anlaşması imzalanmıştır. Ayrıca, Temmuz1994’teki G-7 zirvesinde Rusya Federasyonu görüşmelere davet edilmiştir. (45) 1993-94 yıllarından itibaren Rus dış politikası üç sac ayağı üzerinde şekillenmiştir:

a) BDT’yi bir yandan siyasi ve askeri bir ittifaka zorlarken, diğer yandan da AB benzeri bir yapıya büründürmek,
b) Batı ile ilişkileri dengelemek üzere Çin’le yakınlaşmak,
c) Orta Doğu’da etkin bir politika izlemek üzere ABD ile sorunlu ülkelerle ilişkileri geliştirmek. (46) 1993 yılıyla başlayan Rus dış politikasında görülen değişimin nedenleri; Batı’nın eylemlerinden güvenilir bir ortak olmadığının görülmesi, NATO’nun genişlemesinin Rusya’nın güvenliği açısından tehdit niteliğinde yorumlanması, Batı’dan gelen ekonomik yardımların istenen düzeyde olmaması, Batı’nın Rusya’nın yakın çevresine ilişkin uygulamalarına destek vermemesi olarak sayılabilir. NATO’nun genişlemesi, NATO’nun Yugoslavya’ya müdahalesi ve Çeçen Savaşı Rusya’nın Batı ile ilişkilerinin bozulmasında ve güvenlik politikalarındaki yönelimin değişmesinde önemli rol oynamıştır.

Rusya’nın yeni dönemde, Batı ile ilişkilerini iyileştirmesine rağmen, NATO’nun Rusya sınırlarına doğru genişlemesi, Rus kamuoyunda Batı sorunsalının yeniden alevlenmesine ve Rusya’nın yeniden Batı tarafından ’çevrelendiği’ tezinin açığa çıkmasına yol açmıştır. Bu durum, NATO genişlemesini ulusal güvenliğe tehdit olarak algılayan Batı karşıtı milliyetçi güçlerin iç ve dış politikadaki etkinliğini artırmanın yanı sıra, Rusya’da askeri reformların ertelenmesine, Batı’ya baştan beri karşı olan askeri bürokrasinin söylemlerinin güçlenmesine neden olmuştur. (47) Birçok Rus demokratı da NATO’nun genişlemesinin Rusya’nın Avrupa dışında bırakılması, siyasal olarak aforoz edilmesi ve Avrupa uygarlığının kurumsal çerçevesi içindeki üyeliğe layık görülmemesi anlamına geleceğinden korkuyorlardı. NATO’nun genişlemesi Rusya’yı soyutlamak, onu dünyada yalnız ve çeşitli düşmanlarının saldırısına açık bir halde bırakmak şeklindeki uzun geçmişli Batı politikasının zirvesi olarak gösteriliyordu. (48)

Ayrıca NATO’nun Kosova nedeniyle Yugoslavya’ya karşı müdahalede bulunması, Rus güvenlik ve dış politikası açısından önemli bir başka dönüm noktasıdır. Moskova, Kosova örneğinde olduğu gibi, bir ülkenin iç çatışmasına müdahalenin kolaylaştırılmasına karşı çıkmış, bu modelin Çeçenistan nedeniyle kendi topraklarında yinelenmesinden endişe duymuştur. NATO’nun genişlemesi Rusya’nın Batı tarafından dışarıdan ‘çevrelendiğini’ öne çıkarırken, Çeçenlerin merkeze direnişi ve Çeçen Savaşı da federal yapıdaki iç sınırları ve iç tehditleri sorgulanır duruma getirmiştir. Bu bağlamda, Rusya’nın güvenliğine yönelik tehdit algılaması hem iç hem dış düşmanı kapsar hale gelmiştir. (49) Yeltsin iktidarının 1996-99 yılları arasındaki döneminde, Ortadoğu ve Çin işlerinden sorumlu eski istihbarat şefi Yevgeni Primakov’un 1996 Ocak ayında Batı yanlısı ve yumuşak dış politika yürütmekle Duma tarafından eleştirilen Kozirev’in yerine Dışişleri Bakanlığı’na atanması, Rus dış politikasındaki dönüşün önemli bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.

1996 yılında Yevgeni Primakov’un Dışişleri Bakanlığına gelişiyle başlatılan bu yeni dönemde Rus dış politikası Amerikan hegemonyasına başkaldıran, idealize ettiği çok taraflı bir dünya düzeni içinde Avrasya süper gücü olma hedefi doğrultusunda gelişmiştir. (50) Bu dönemde dış politikaya egemen olan Primakov Doktrini, özünde Rusya’nın sadece bir gücün kontrolü altındaki tek kutuplu uluslararası düzenine karşı önleyici rolü üzerine kurulmuştur. Primakov’un çeşitli konuşma, mülakat, makale ve basın konferanslarında Soğuk Savaş sonrası dönemi dünyasını ABD, Rusya (BDT ülkeleriyle birlikte),Avrupa Birliği, Çin, Japonya, ASEAN ve Latin Amerika olarak sınıflandırmıştır. Primakov’un dünya görüşü içinde fiili egemen rolüne rağmen ABD tek süpergüç olarak kabul edilmemektedir. Primakov’un çok kutuplu sistem modelinde ABD’nin uluslararası gücünü sulandırma çabası vardır.

Model Rusya-Çin stratejik işbirliğine İran’ın da ortak alınarak karşı kutup oluşturmayı öngörmektedir. Primakov bu işbirliğinin Körfezde ve Tayvan boğazında ABD’ye meydan okuyabileceğini savunmuştur. Orta Asya ve Kafkasya’nın Rusya’nın etki alanında kalmasını isteyen Primakov, BDT ülkelerinin Rusya’ya entegre olmasını, Beyaz Rusya ile ittifakı desteklemiş ve Rusya’nın eski Sovyet mekanında güç kullanmasını savunmuştur. (51) Primakov’un dışişleri bakanlığı döneminde Rusya, çok kutuplu dünya düzeninde Avrasya kutbu olarak sesini yükseltmiş ve Washington’dan uzaklaşmıştır. Primakov döneminde Rus dış politikası ülkenin Batı dünyasına hızla entegre olmasını hedefleyen ‘liberal enternasyonalist’ karakterini geride bırakarak, dünya siyasetinde önemli bir konum kazanmayı hedefleyen ve milli çıkara dayalı bir yapı kazanmıştır. Bu dönemde ABD ve Batılı güçler ‘yakın çevre’de etkinliklerini giderek hissettirmeye başlamışlardır. Buna tepki olarak Primakov, ABD’yi dengeleyici adımlar atmıştır. Dönemin başlıca dış politika gelişmeleri şunlar olmuştur: Rusya- İran yakınlaşması; Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın dahil olduğu Şangay Beşlisi’nin kurulması; Rusya’nın G-7’ye dahil olması; Almanya ve Fransa ile başlatılan Avrupa troyka oluşturma girişimidir.Tüm bu girişimler Rusya’nın ısrar ettiği çok kutuplu ve adil uluslararası sistemde Avrasya kutbu olarak konumunu sağlamlaştırmaya yönelik adımlardı. (52)

Primakov, ‘Atlantikçiler’ olarak adlandırılan grubun Rusya’nın yüzünü Batıya dönmesi, AB ve NATO ile sıkı işbirliğine gitmesi yönündeki stratejilerini terk ederek, önceliği Orta Asya’ya veren ve Çin ile işbirliğini öngören ‘Avrasyacı’ görüşü Moskova’nın genel politikası olarak yürürlüğe koymuştur.Moskova’nın bugünkü dış politikasına damgasını vuran da temelini bu görüşten alan, Yeltsin tarafından imzalanmasının ardından Vladimir Putin’in kesin olarak yöneldiği ‘yakın çevre doktrini’dir. Doktrin ile Rusya, eski birlik üyelerini bir araya toplamak ve enerji kaynakları üzerinde kontrolü sağlamayı temel hedef olarak görüyordu. Bunun dışında Rusya özellikle Hazar Enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara kuzeyden, kendi petrol şirketleri kanalıyla gitmesini ve Gazprom’un dünya enerji sektörünü elinde tutmasını istiyordu. Primakov’un jeopolitik koordine sisteminin dikey hattı Rusya – İran -Hindistan’dan geçerken, yatay hattı ise Japonya, Güney Kore, Çin, Rusya -muhtemelen Ukrayna- Batı ülkelerini kapsıyordu. Sistemin merkezinde oturan Rusya, en önemli enerji hatlarını elinde tutarak hem BDT ülkelerini kendisine bağlıyor, hem Uzakoğu’dan Batı’ya ve güneyden kuzeye mal ve hizmet transferinden yararlanmayı öngörüyordu. (53) 1996’da dışişleri bakanı, 1998’de de başbakan olan Primakov, görevinin sona erdiği 1999 ortalarına kadar dış politikada belirleyici olmuştur. Primakov’un dış politikası hem Batı’da hem de ülke içinde Avrasyacı olarak değerlendirilmiştir. Gözü kapalı Batıcılığı eleştirerek, Rusya’nın örtüşen çıkarlarına yönelik ilişkiler kurması gerektiğini savunmuş ve BDT’ye özel bir önem vermiştir. Batı ile ilişkilerin pragmatik bir nitelik kazanması, bu dönemin sonunda Rusya’nın, NATO ve ABD’den tehdit algılamaya başlamasına neden olmuştur.

B. Putin Dönemi Rus Dış Politikası Ağustos 1999’da başbakanlığa getirilmesinin ardından, 31 Aralık1999’da Yeltsin’in devlet başkanlığı koltuğunu kendisine devretmesiyle Rusya’da yeni bir dönem başlamış oldu: Putin dönemi.Putin dönemi Rus dış politikası üç aşamada ele alınabilir. Buna göre önceleri ulusçu harekete önem verilmiş, daha sonra devlet başkanı olmasıyla birlikte tamamen Avrasyacı yaklaşım benimsenmiş ve devletin merkezileştirilmesine hız verilmiştir. Son olarak 11 Eylül sonrasında da Batılı ülkelerle işbirliği hızlandırılmış ve Avrasyacı söylem kısmen yumuşatılmış, araya Atlantikçi paradigmadan da tozlar serpiştirilmiştir. (54) Putin, başlangıçta iç güvenlik harekatı içerisinde Çeçenistan’a karşı uyguladığı sert ve tavizsiz politika ile ulusal çıkarların korunmasını ön planda tutmuştur. Moskova’nın merkezi otoritesinin yeniden güçlendirilerek, periferinin bağımsız politikalar üretmesinin etkisiz hale getirilmesini amaç edinmiştir. Bu siyasal amaç doğrultusunda, asli sonuç olarak iç cephenin dağılma tehdidinin marjinalize edilerek, dış dünyaya karşı daha bağımsız politikaların üretilebilmesini hedeflemiştir. (55)

Hemen her alanda Rusya Putin’le birlikte bir merkezileşme sürecine tanık olmuştur. Devletin sermaye ile ilişkileri yeniden devlet lehine düzenlemeye tâbi tutulurken aynı zamanda federatif düzeyde de bir merkezileşmeye gidilmiş, otonom cumhuriyetlerin yetkileri azaltılmıştır. Putin başkan olduktan hemen sonra iç politika alanında her tür muhalefete karşı sert bir politika izleyeceğini ve dış politikada da savunmacı bir pozisyondan daha agresif bir pozisyona kayacağına dair bütün işaretleri vermiştir. (56) Rusya’da güçlü devlet ve Rusya’nın yeniden eski gücünü kazanması gerektiğine dair söylemlerle iktidara gelen Putin, Ocak 2000’de ulusal güvenlik doktrini, Nisan 2000’de askeri doktrin ve Temmuz 2000’de yeni dış politika doktrinini kabul ederek yeni yönetiminin temel politikalarının esaslarını ortaya koymuştur.

1. Ulusal Güvenlik Doktrini

10 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe giren Ulusal Güvenlik Doktrini (57) dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde dünya toplumu içinde Rusya’nın yeri, ikinci bölümde Rusya’nın milli menfaatleri, üçüncü bölümde Rusya’nın milli güvenliğine yönelik tehditler, son bölümde de milli güvenliğin sağlanması üzerinde durulmaktadır. Doktrinde, Rusya’nın çok kutuplu bir dünya ideolojisinin geliştirilmesini kolaylaştırılacağı; karmaşık uluslararası duruma ve iç sorunlarına rağmen, hatırı sayılır ekonomik, teknolojik, askeri potansiyeli ve Avrasya kıtasındaki eşsiz konumu itibariyle dünya işlerinde objektif olarak rol oynamaya devam edeceği belirtilmektedir.

Uluslararası toplumu ilgilendiren konularda Rusya’nın görmezden gelinmesi eleştirilmekte ve BDT’ye özel önem verildiğini belirten ifadeler kullanılmaktadır. Bireyin, toplumun ve devletin çıkarlarının birlikte gözetileceğinin öngörülmesi, Rusya’daki ideolojik değişimin somut bir ifadesidir. Demokrasi, insan hakları, hukuka bağlılık, serbest piyasa ekonomisi, yabancı sermaye, yerel yönetimler konularında içerdiği kimi ifadeler nedeniyle oldukça liberal bir yaklaşımın ürünü olduğu izlenimini veren doktrinin, aynı zamanda hemen hemen bu alanların hepsinde merkezi idarenin güçlendirilmesi gerektiği tezini işlemesi, ortaya karma bir model; sosyal güvenlik yanı ihmal edilmemiş bir model çıkarmaktadır. Bu, Rusya’nın içinde bulunduğu ve yaşadığı değişim sürecine uygun bir model olarak gözükmektedir. (58)

2. Askeri Doktrin

21 Nisan 2000 tarihinde benimsenen Askeri Doktrin, 1993 askeri doktrininin yerini almıştır. Her iki doktrin de benzer özellikler taşımaktadır.1993 doktrini ile yürürlükteki doktrin karşılaştırıldığında iki husus dikkati çekmektedir. İlki, askeri yapılanmanın sivil otoriteye bağlı olduğunun öngörülmesi, diğeri de stratejik nükleer silahların daha çok öne çıkarılmış olmasıdır. Doktrinde hem Batı’ya yöneliş hem de eski günlerin özlemi vardır. Ancak, 1993 doktrini ile karşılaştırıldığında, RF’nun dış politikasının biraz daha netleşmiş ve buna paralel olarak dış politika araçlarının öne çıkarılmış olduğu görülmektedir. Bütün bunlara bakarak, doktrinin şekillenmesinde Devlet Başkanı Putin’in kişiliğinin etkisi olduğunu belirtmek mümkündür. (59) Doktrinde, stratejik çıkarları açısından BDT bölgesini ulusal güvenlik sahası olarak değerlendiren RF, çıkarlarını tehdit altında hissettiği her durumda, bölgeye askeri müdahalede bulunma hakkını da ilan etmektedir.

RF, dış güçleri ’ulusal güvenlik sahası’ olarak nitelediği yakın çevreden uzak tutabilmek için, nükleer güce başvuran ilk taraf olmamak taahhüdünden vazgeçerek caydırıcı bir politikayı amaçlamıştır. Dolayısıyla, yeni askeri doktrin sayesinde Rusya hem bölgede varlığını kurumsallaştırmakta hem de başka ülkelerin bölgede nüfuz kurmasına engel olmaya çalışmaktadır. RF bunlara ek olarak tıpkı Sovyet döneminde olduğu gibi ihtiyaç duyduğu ‘dış sınır’lara BDT aracılığıyla tekrar kavuşmaktadır. (60) 3. Dış Politika Doktrini2000 yılında açıklanan yeni “Dış Politika” kavramı ile Rusya, 21.yüzyıldaki dış politika önceliklerini saptamayı amaçlamıştır. Böylece Rusya’nın eski dönemlerde olduğu gibi bir ‘Süper Güç’ olmasa da ‘Büyük’ ve‘Etkili’ bir devlet olması gerektiği vurgulanmıştır. Moskova’nın, uluslararası sistemin ABD ekseninde tek kutupluluğa doğru gitmesinin kendi ulusal çıkarlarına bir tehdit olacağını düşünerek (61) hareket ettiği görülmektedir. Çokkutuplu sistem yaklaşımı içerisinde aktif bir dış politika izlenmesi ve bu noktada Batılı kurumlarla nitelikli ilişkilerin geliştirilmesi esas alınmıştır. Bununla beraber, Avrasyacı yaklaşımın bir uzantısı olarak, büyük güç söylemini benimseyen ya da bölgelerinde güç odağı durumundaki devletlerle(ABD, AB, Çin, Hindistan, v.s.) ikili düzeyde özel ilişkilerin geliştirilmesine önem verilmiştir. (62)

Doktrinde ekonomik çıkar ve araçların dış politikada temel öncelikler ve araçlar olacağı açıkça ifade edilmiştir. Enerji politikaları ile boru hatları stratejilerinin merkezi karar alma organlarınca belirlenmesi, söz konusu sektörün dış politika aracına dönüştürülmesinden önce gerçekleştirilmesi için gerekli hale gelmiştir. Nitekim Putin döneminde Gazprom’un ekonomik aktör olarak özerkliği sınırlandırılmış ve dış politikadaki etkinliği azaltılmıştır. (63) Yeni Rus güvenlik ve dış politika doktrinleri ile resmen öne çıkarılan ekonomik çıkarların, Rus dış politikasına yansıtılması çerçevesinde, enerji faktörünün avantajlı ve etkin bir duruma getirilmesi Rus dış politikasında yeni bir dönemin başladığını göstermektedir. Bunun anlamı, Rusya’nın dış politikasında enerji faktörünün en etkin araç olarak önümüze çıkmasıdır. Dünya enerji rezervleri ve ihracat payı bakımından çok önemli güç konumunda bulunan Rus enerji sektörünün etkinliğinin Rus dış politika uygulamalarına başarıyla yansıtıldığı görülmüştür.

Türkmenistan’la doğal gaz anlaşması, Rusya’nın Hazar bölgesinde aktifleşme söylem ve politikaları,Türkiye ile Mavi Akım projesindeki işbirliği, Avrupa ile ilişkilerde enerji faktörünün öneminin artması, hep bu çerçevede değerlendirilebilir. (64) Çok kutuplu bir dünyanın savunulduğu doktrinde Rusya, gerçek potansiyele sahip bir Avrasya gücü olarak tanımlanmakta ve jeopolitik önemi vurgulanmaktadır. Dış politikada güvenlik, askeri ve ekonomik faktörlerin önemi üzerinde durulmakta ve ülke dışında bulunan Rus haklarına ilişkin koruyucu tutum görülmektedir. BDT ile ilişkiler bölgesel öncelikler kapsamında ele alınmakta, Rusya Federasyonu’nun eski Sovyet bölgesinde etkin olması gerektiği belirtilmektedir. NATO konusunda ise, genişlemeden duyulan rahatsızlık vurgulanmaktadır. Doktrin, ABD ve AB ile ilişkilere önem vermektedir. Ancak ABD’nin öne çıkmasından, BM Güvenlik Konseyi’nin onayı olmadan girişilen operasyonlardan duyulan rahatsızlık da vurgulanmaktadır. Çok kutuplu dünya sisteminden yana olunması, bu rahatsızlıktan ileri gelmektedir. BM’nin yeniden yapılandırılması konusundaki ifadeler ile, BM Güvenlik Konseyi’ne veto hakkına sahip yeni üyelerin alınması yolundaki ifadeler de buna işaretletmektedir. (65)

Dış politika kavramı ve askeri doktrin Rusya’nın yakın çevrede nüfuz arayışının stratejik dayanakları niteliğindedir. Bu iki kavramda yeni döneme ilişkin Rusya’nın ‘grand stratejisini’ görmek mümkündür. Buna göre Rusya, hem Batı ile büyük güç statüsünü kaybetmeden pragmatik ve eşit bir ilişki istemekte, hem de Avrasya’da ayrıcalıklı bir rol hedeflemektedir. Sonuç olarak, dış /bölgesel/güvenlik politikaları ile Rus ulusal kimliği ve milliyetçiliğini şekillendiren askeri doktrin ve dış politika kavramları reformist ve Avrasyacılar arasında özellikle yakın çevrede uygulanacak politikalar açısından bir uzlaşıya varıldığını göstermesi açısından önemlidir. (66)

III. 11 Eylül Sonrası Rus DışPolitikası

11 Eylül hadiseleri ve arkasından yaşanan gelişmeler Rusya Federasyonu’nun dış politika ve güvenlik doktrinlerinde geleneksel çizginin sınırlarını oldukça zorlayacak nitelikte değişikliklere yol açmıştır. Artık,Rusya’nın uluslararası bir güç olmadığının, en azından uluslararası bir güç olmanın ekonomik altyapısını karşılamaktan uzak olduğunun farkına varan Putin, Rusya’yı global arenadan çekerek, bölgesel ve/fakat enerji eksenli etkin bir güç haline dönüştürme yolunda çalışmalara başlamıştır. Bu çerçevede Moskova, ABD ile yakınlaşarak genelde Batı dünyası ile bütünleşme politikaları takip etmeye başlamıştır. Politik olduğu kadar ekonomik gerekçelere de dayanan bu kararla Rusya, en azından bir süreliğine küresel iddialarından vazgeçtiğini ortaya koymuştur. (67)

Rusya, küresel politikalardan vazgeçtikten sonra ilk iş olarak yakın çevresine yönelmiştir. Bu çerçevede Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri ile ilişkilerini ekonomik ve askerî bazda geliştirmeye başlamıştır. Dünyada çok kutuplu bir yapı oluşturmak amacıyla AB, AGİT, Avrupa Konseyi gibi örgütlerle ve başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. Rusya’da 11 Eylül’e ilişkin olarak iki görüş belirmiştir. Resmi görüşe göre11 Eylül, geçmişteki zorlukları ve çatışmaları geride bırakıp Batı’ya tam entegrasyon için benzersiz bir fırsattı. Bunun aksini savunanlar ise, ABD’nin Rusya’nın dominant olduğu eski Sovyet sahasına yerleşerek burada varlığını güçlendirmeye başladığından hareketle, 11 Eylül’ün Rus dış politikası çıkarları açısından faydadan çok zarar getirdiğini savunmuştur. (68) Putin, halkı karşı olmasına rağmen ABD ile ters düşmeme, Orta Asya ülkeleri üzerinde etkisini sürdürme, BDT sınırlarını daha iyi kontrol etme, Çeçenistan sorunu dolayısıyla maruz kalınan iç ve dış baskıyı azaltma, NATO ile yeni perspektifler oluşturma gibi nedenlerle ABD’yle yardıma ve işbirliğine gitmiştir. (69)

11 Eylül’den sonra küresel düzeyde dış politikasında en radikal değişimi yaşayan ülkelerden biri olan Rusya’da Başkan Putin, iç politikada önemli riskler alarak terörizme karşı savaşta ABD’ye tam destek sağlamış ve Batı ile Avrasyacılık arasında bir eksene oturtulmaya çalışılan Rusya’nın yönü, 11Eylül’den sonra Batı ile bütünleşmeye ve bu anlamda ABD ile müttefikliğe doğru çevrilmiştir. ABD ile hızlı başlayan balayı bu ülkenin Orta Asya’da birbiri ardına askerî üsler edinmesiyle neticelenmiştir. Ancak bir taraftan Rusya içerisinde yükselen Batı karşıtı söylem ve diğer yandan da ABD’den umulanın bulunamaması, Moskova’da ABD’ye verilen desteğin sorgulanmasına ve Kremlin’in dış politika alternatiflerini açık tutmasına sebep olmuştur. (70) NATO ve Rusya 11 Eylül’den sonra aralarındaki geniş işbirliğine yeni bir hız ve yön kazandırmak için bazı adımlar atmışlardır. NATO-Rusya Konseyi’nin kurulması bu adımlardan biridir. Terörizme karşı birlikte hareket etme prensibiyle görülen bu yakınlaşma Rusya’nın NATO’ya girme ihtimalini gündeme getirmiştir. (71)

11 Eylül’den sonra NATO Müttefikleri ve Rusya,ortak tehditlerle karşı karşıya olduklarını ve artık NATO’nun genişlemesi gibi konularda tartışmaya devam edemeyeceklerini anlamışlardır. (72) Yeniuluslararası düzende, terör karşıtı bloklaşma çabalarından uzaklaşacak bir Rusya’nın tek başına kalabilme riski, Putin’i aktif bir politika izlemeye yöneltmiştir. Ancak bu olumlu hava, Rusya’nın NATO’nun genişlemesi ile ilgili görüşlerinden vazgeçtiği anlamına gelmemektedir.11 Eylül saldırılarının ardından ABD ve müttefiklerinin ‘uluslararası terörizme’ karşı açtığı savaş ve yeni tehdit algılamalarının şekillenmesi dünyanın Çeçenistan’da yaşanan savaşa bakışı üzerinde de etkili olmuştur.Bu çerçevede Çeçenistan Savaşı’nın uluslararası terörizm kapsamında mı,yoksa bağımsızlık mücadelesi olarak mı değerlendirilmesi gerektiği tartışması Vladimir Putin’in başarılı propaganda savaşı sayesinde dondurulmuştur. (73) PutiPutin, 11 Eylül’den sonraki televizyon konuşmasında “Çeçenistan’daki olayların uluslararası terörizmle mücadelenin dışında olduğu düşünülemez” diyerek bu cumhuriyete yönelik operasyonlarına meşruiyet zemini bulmaya çalışmıştır. (74)

11 Eylül sonrası süreçte, Çeçen sorununun toplum ve devlet içindeki algılamalarında eski önemini yitirmesiyle birlikte, Rusya’daki ulusçu söylemlerin ağırlıklarının azalması gündemdedir. Bu açıdan bakıldığında, devletin ve toplumun genel ilgilerinin yeniden dış dünyaya yöneltilmesi sözkonusu olacaktır. Çeçen sorunu merkezi devletin yeniden oluşturulması içinen önemli argüman olarak gündemde tutulmaya çalışılsa da, ekonomik reformların sürdürülebilmesi için dış etkenlerin katkısının sürmesi şarttır. (75) İki bloklu yapının yıkılması ile 11 Eylül arasında geçen zaman zarfında ABD’nin Rusya Federasyonu ile ilişkileri; Kafkasya ve Orta Asya’da birlikte davranma, Avrupa ve Balkanlar’da Rusya’nın ABD’siz davranmasına engel olma ve Ortadoğu’da ABD’nin birincil güç olmasını kabul etme çizgilerinde geliştirilmiştir.

11 Eylül’ün hemen sonrasında Afganistan’a yapılan müttefikler müdahalesi sırasında, Rusya Federasyonu-ABD ilişkilerinde henüz açığa çıkmamış bazı paradoksal durumlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Afganistan’a yapılan müdahalenin “terörizmle mücadele” -özellikle radikal İslâmi terörle mücadele- konsepti çerçevesinde Rusya Federasyonu ile ABD’nin politikalarında önemli bir örtüşme sağlanmıştır. Ancak, mücadelenin yöntem ve taktikleri konusunda aralarında görüş ayrılıkları doğmaya başlamış, ABD, Afganistan müdahalesinin meşruiyetinin sağlanması sırasında yanına aldığı Rusya’ya, Afganistan’ın yeniden yapılandırılmasında aynı oranda yer vermemiş ve dolayısıyla dünya politikalarında Rusya ile birlikte davranmama olasılığını açığa çıkarmıştır.

ABD’nin Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlar’da askeri bakımlardan kalıcı pozisyonunu sürdüreceğinin ve Rusya Federasyonu’nun da bu bölgelerde kendisinden bağımsız bir güç olmasına yanaşmayacağının açıklık kazanması, Rusya Federasyonu’nu AB’nin özellikle ABD’ye karşı temkinli davranan iki çekirdek ülkesi durumundaki Fransa ve Almanya ile yakınlaşmaya itmiştir. (76) Irak harekatı konusunda da Rusya başlangıçta ABD’yi desteklemiş ancak savaştan sonra Irak’ta yeni düzeni kuran ABD olduğu için bundan rahatsızlık duymuş, ABD’nin Irak harekatından sonra Orta Asya ve Kafkasya’ya kalıcı bir şekilde yerleşmesinden endişe etmiştir. (77) Bugün Rusya, terörizmle mücadele edilmesi gerektiğini savunmakta ancak bunun ABD’nin yaptığı gibi tek taraflı olarak yapılmaması gerektiğine inanmaktadır. Uluslararası güvenliğin giderek tehdit altında bulunmasından ve istikrarın yok olmasından endişelenmekte, bunun engellenmesi için uluslararası terörizmi ve kitle imha silahlarını önleyecek uluslararası bir birlik oluşturulması gerektiğine inanmaktadır. Bunun da ancak uluslararası arenada kabul gören bir çözümle ve uluslararası hukukun kurallarına göre yapılması gerektiğini savunmaktadır. Rusya’ya göre küreselleşen dünyada tek taraflı tutumlar sorunları çözmek yerine daha da derinleştirecektir. (78)

Putin yönetimin 1999’dan 11 Eylül’e kadarki dönemdeki dış politikasında Avrasyacı yaklaşımın ciddi bir ağırlık noktası olduğu görülmektedir. Ancak, 11Eylül’den sonra ABD ile işbirliği sürecine giren Putin yönetimin bu retoriği önemli ölçüde geri plana ittiği veya en azından sık sık kullanmamaya dikkat ettiği görülmüştür. Fakat, özellikle son birkaç yıldır Rusya-ABD ilişkilerinde“zorunlu balayının” sona erdiği yönünde işaretler görülmektedir. Bu gelişmeye paralel olarak, Putin yönetimin de Avrasyacılığın temel söylemlerinden olan çok kutuplu dünya, ABD hegemonyasına karşıtlık benzeri unsurlara sıkça yer verdiği görülmektedir. (79) Öyle görünüyor ki, siyasi güçlerin merkezi eğilimlere çekilmesinin sağlanması ve Atlantikçilik-Avrasyacılık sentezinin Rus dış politikasının temellerine uyarlanması, Putin döneminin en belirgin özellikleri olacaktır.

IV. Putin’le İkinci Dönem

14 Mart 2004 tarihinde yapılan Başkanlık Seçiminde Putin ikinci kez %71,1 oy oranı (80) ile dört yıllık süre için Rusya Federasyonu devlet başkanı seçilmiştir. Seçimlerden önceki yıl, ekonomi ve dış politikada Putin’in zaferler elde ettiği bir yıl olarak tarihe geçmiştir. Petrol fiyatları çok yüksek olduğu için petrol ülkeye para kazandırmış, bunun sonucunda da ekonomide Putin’in devlet başkanı olduğu 1999 yılından itibaren gözlemlenen canlılık devam etmiştir. (81)

11 Eylül terör saldırıları ve takip eden Afganistan ve Irak işgalleri sırasında petrol piyasalarında görülen dalgalanmaları Rusya’yı yeniden ekonomik ve siyasi bir güç haline getirmiştir. Petrol fiyatlarındaki artış Rusya’nın keyfini artırıyor, Amerikalıları ise rahatsız ediyordu. Doktorasını enerji endeksli dış politika üzerine yapan Başkan Putin, Rusya’yı yeniden bir süper güç yapacak politikaları keşfetmişti: Petrol vanalarını elinde tutmak. Tabii bunun için önce oligarklardan kurtulması gerekiyordu. Moskova kısa zamanda petrol şirketlerini devlet kontrolüne almayı başardı. Yeni merkezileşme hamlesini enerji bağlantılı diğer dev şirketler izledi. Putin’in2004 yılında büyük halk desteğiyle ikinci kez devlet başkanı seçilmesi merkeziyetçi politikalar için ekstra bir destek sağladı. (82) Putin’in ikinci başkanlık döneminde hem AB’nin hem de NATO’nun tarihindeki en büyük genişlemesi gerçekleşmiştir. Aralarında Estonya, Letonya, Litvanya’nın da bulunduğu yedi ülke NATO’ya üye olmuştur. Putin, bu genişlemenin yeni güvenlik tehditlerine cevap vermediğini söyleyerek genişlemeye sıcak bakmadığını ifade etmiş, AB’nin genişlemesinden sonra ise AB ile Rusya arasındaki işbirliğinin geliştirileceği açıklanmıştır.

Bu olaylar karşısında Rusya’nın sergilediği tutum Rus dış politikasında on yılı aşkındır devam eden Avrupa merkezli, Batıcı pragmatik yaklaşımı ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım içerisinde eski Sovyet coğrafyası münhasır bir yere sahiptir ve önceliğini her zaman korumaktadır. (83) Bu dönemde meydana gelen en önemli olaylardan biri Eylül 2004’teKuzey Osetya’nın Beslan kasabasında yaşanan okul baskınıdır. Şamil Basayev liderliğindeki gruplar tarafından gerçekleştirilen bu terör eylemi Rus güvenlik güçleri tarafından kanlı bir şekilde neticelenmiştir. Dünyaya uluslararası terörizm kapsamında lanse edilen Beslan katliamının ardından Rusya, 11 Eylül sonrası ‘terörizmle savaş’ bağlamında Bush’un ortaya koyduğu önleyici saldırı doktrinini sahiplenmiştir. Putin’in bu olayı, Kafkasya’da denetimi ele almak için bir fırsat olarak değerlendirdiği söylenebilir. Zira Putin, Beslan’daki olayların ardından merkeziyetçiliği güçlendirici planlarını devreye sokmaya başlamıştır. Beslan trajedisi aynı zamanda bir çok komplo teorisini de gündeme getirmiştir. Zira, bu terör eyleminin ardında çok sayıda ucu açık soru bulunmaktadır. (84) “Beslan aslında Rusya’nın, Gürcistan’ın ya da ABD’nin komplosuydu” (bunlardan birinin ya da birkaçının) ya da “bu devletlerin herhangi birinin işbirliği ile gerçekleşti” şeklinde yorumlar yapılmaktadır. Rusya çok yönlü dış politika stratejisinin gereği olarak, ABD ile ilişkilerini geliştirme yolunda ilerlerken, Şangay İşbirliği Örgütü gibi kurumlar aracılığıyla da, ABD’nin bölgede daha fazla yayılmasının gerekçelerini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Kuzey Osetya’nın Beslan kentinde yaşanan terör eylemi sonrasında RF de tıpkı ABD gibi petrol coğrafyasına ve kalpgaha (85) daha fazla hakim olabilmenin avantajını yakalamıştır. (86)

V. Rus Dış Politikasında Enerji Faktörü

Rusya, enerji kaynakları bakımından dünyanın en önemli ülkelerinden biridir. (87) SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya, artık uluslararası bir süper güç olmadığından hareketle yeni politikalar benimsemiş ve sahip olduğu zengin enerji kaynakları sayesinde bölgesel bir enerji süper gücü olma yolunda bir politika benimsemiştir. Dünyanın en önemli enerji rezervlerinden birine sahip Rusya’nın dış politikasında enerji unsurunu çok etkin stratejik araç olarak öne çıkarma yolunda hareket ettiğini söylemek mümkündür. Putin liderliğindeki Rusya, petrol ve doğalgazı etkin bir şekilde dış politika silahı olarak kullanmaktadır. İran’dan Filistin’e, Kafkaslardan Ukrayna’ya kadar pek çok bölgede Batılı ülkelerin politikalarına ayak direyen Rusya yeni bir enerji süper gücü olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun anlamı, Rusya’nın dış politikasında enerji faktörünün en etkin araç olarak önümüze çıkmasıdır. Rusya, Avrasya’da yeniden yükselişe geçen bir güç olma özelliğini giderek geliştirirken, küresel enerji dengeleri içindeki rolünü de artırmaktadır.

Rusya kendisini en büyük enerji ülkesi olarak tanıtmaktadır, petrol ve doğalgaz üretimi bakımından sırayla dünyanın ikinci ve birinci konumunda olduğunu iddia etmektedir. Rusya geleceğe yönelik, enerjiye dayanarak belli ülkeler ve bölgeler üzerinde etki yaratabilmenin zeminini hazırlamaya çalışmaktadır. Sovyetler dönemindeki askerî süper güç yıkılmıştır, Başkan Putin’in stratejisi ise enerji süper gücü yaratmaya çalışmaktır. Rusya’nın küresel çapta enerji vasıtasıyla siyasî etki yaratmaya çalıştığı aşikardır. (88) ABD Başkanı George Bush’un 1992’de dile getirdiği yenidünya düzeninde rekabet, ekonomik çıkarların başat unsura dönüşmesi anlayışına dayanmaktadır. Son on yılda, özellikle Batı devletleri tarafından meşru bir rekabet anlayışı olarak öne çıkarılan ekonomik çıkarlar mevcut uluslararası ilişkiler sistematiğinde meşru mücadele aracı olarak görülmektedir. Yeni Rus ulusal güvenlik ve dış politika doktrinleri de, bu ekonomik çıkar rekabetini temel alarak, jeo-stratejiden jeo-ekonomiye doğru değişimi benimsemiştir. (89)

Bu çerçevede Rusya, öncelikli olarak eski SSCB bölgesinde etkin olma ve bölge ülkelerini enerji açısından kendisine bağımlı kılmak istemektedir. Böylece bölgede ABD denetiminin yeterince gelişmesi engellenmiş olacak, elindeki enerji kozu sayesinde Rusya, Ortadoğu ve Kafkasya bölgesinde çıkarlarını koruyabilecektir. Nitekim Rusya bunu uygulamış ve 2005 yılı sonunda Ukrayna’ya verdiği gazı keserek bir bakıma ‘turuncu devrim’i (90) cezalandırmıştır. Rusya’nın doğalgaz vanalarıyla oynaması bir anda bütün Avrupa’da tedirginliğe yol açmıştır. Rusya gücünü denemiş ve ümit ettiğinden bile daha güçlü olduğunu öğrenmiştir. Bu olaydan sonra akla şu soru geliyordu: Rusya bir enerji süper devleti olarak uluslararası politikada kendisini nasıl konumlayacaktı? Putin’in bu soruya cevabı 22 Aralık 2005’teki güvenlik toplantısında yaptığı konuşmayla gelmiştir.

Putin Rusya’nın dünya siyasetinde aktif ve en üst düzeyde rol alması gerektiğinin altını çiziyordu. Bu yer alma da postmodern dünyanın belirlediği parametreler üzerinden değil, Rusya’nın en iyi bildiği Soğuk Savaş parametreleri üzerinden olacaktı. Putin’in dünya politikasında aktif rol alma projesi önce yakın çevrede bulunan ve bir zamanlar Sovyetlerin kontrol ettiği ülkelerin iç ve dış politikalarına hükmetmeyi gerektiriyordu. Rusya bunu kendi federasyonu içinde ayrılıkçı politikalar güden azınlıkların hızla bastırılması ve komşu devletlerin Rusya’ya enerji kaynakları açısından bağımlı oldukları dersinin verilmesi yoluyla gerçekleştirecekti. (91) Rus dış politikası V. Putin liderliğinde pragmatist bir anlayıştan hareketle ciddi taktiksel manevra hüviyetleri kazanmaktadır. Artık Rusya’nın ne ordusu,ne de nükleer kabiliyetleri ama sahip olduğu muazzam enerji kaynakları dış politikasının en önemli enstrümanı olma yoluna girmiştir. Ukrayna ile yaşanan “gaz krizi” ve sonrasında Ukrayna iç siyasetinde yaşanan sıkışmalar, Bağımsız Devletler Topluluğu’na üye devletlere düşük bir ücretle satmış oldukları doğal gazın fiyatını yükseltme gayretleri ve buna karşı bu devletlerde oluşan istikrarsızlık işaretleri Kremlin’in hala bu coğrafyada etkili bir aktör olduğunun işaretlerini vermiştir. (92) Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde Rus dış politikasında stratejik araç değişiminden söz etmek mümkündür. Yeni Rus güvenlik ve dış politika doktrinleri ile resmen öne çıkarılan ekonomik çıkarların, Rus dış politikasına yansıtılması çerçevesinde, enerji faktörünün avantajlı ve etkin bir duruma getirilmesi Rus dış politikasında yeni bir dönemin başladığını göstermektedir. (93)

VI. Yeni Dünya Düzeninde Rusya ve Rus Dış Politikası

Putin yönetimindeki Rusya Federasyonu’nun dış politikası pragmatik kararlarla yürütülmektedir. Rusya Federasyonu dış politikada çok taraflı, dengeli siyaset sürdürme taraftarıdır. Dış politikadaki öncelik BDT ülkelerine verilmekte, Batı yönündeki öncelik Avrupa devletlerine, özellikle Almanya ve Fransa’ya verilmektedir. Dünyada büyük güç olan ABD’nin de önemli bir devlet olduğu kabul edilmektedir. Batı’ya karşı bir denge oluşturmak amacıyla İran, Çin ve Hindistan ile ilişkilere de önem verilmektedir. Putin’in ardından Rus dış politikasının yönünün ne olacağı merak konusudur. İkinci dönem görev süresi 2008 Mart ayında dolacak olan Putin, ‘anayasa engeli’ (94) nedeniyle adaylığının söz konusu olmadığını açıklamıştır. Bu açıklama, Putin’in halefinin kim olacağı tartışmalarını başlatmıştır. Rusya dış politikada önceliği, ‘arka bahçesi’ olarak gördüğü BDT ülkelerine vermekte ve bunu doktrin ve belgelerde dile getirmektedir.

Son yıllarda Gürcistan’da ve Ukrayna’da meydana gelen politik gelişmeler ve “renkli devrimler” Rusya’yı, eski-Sovyet coğrafyasında yürüttüğü politikalarını ciddi bir şekilde gözden geçirmeye itmiştir. Gürcistan’da Batı yanlısı Saakaşvili yönetiminin iktidara gelmesi neticesinde, Rusya’nın bütün çabalarına rağmen Ukrayna’da “turuncu devrim” sonrası Moskova karşıtı Yushenko’nun iktidara gelmesi sonucunda Rusya stratejik olarak iki önemli bölgede yenilgiye uğramıştır. Güney Kafkasya’da da Rusya’nın stratejik müttefiki olan Ermenistan’da Batı yanlısı güçler günden güne güçlenmektedirler. Bu gelişmeler Moskova’da ciddi tartışmalara neden ve ülkedeki bir çok uzman Rus dış politikasının başarısızlığının arkasında yatan nedenler üzerinde ciddi bir şekilde düşünmeye başlamışlardır. (95) Günümüzde Rusya, dış politikayı yürütmede belirli imkanlara sahiptir. Mesela, BM’de daimi konsey üyeliği, nükleer silahları, büyük toprağı, kayda değer doğal kaynakları, eğitilmiş nüfusu buna örnek olarak gösterilebilir. Rusya’nın özel jeopolitik konumu vardır.

Dünya haritasında merkezi pozisyona sahiptir, bu bölge bazen ‘kara merkezi’ (heartland) olarak da adlandırılmaktadır. Batı kısmıyla Avrupa’ya, doğusuyla Asya’ya çıkmaktadır. Fakat bununla birlikte, devletin ulusal çıkarları net olarak kurulmamış ve Rusya’nın dış politikasının da henüz oluşma sürecinde olduğu söylenebilir. Rusya Anayasasında dış politikanın esas yönleri ise; siyasi, ekonomik ve başka dış amaçlara ulaşmak için askeri güç kullanmayı reddetmek, hiçbir devleti düşman olarak görmemek, ülkenin egemenliğinin ve bütünlüğünün korunmasını başlıca ulusal çıkar olarak görmek şeklinde gösterilmektedir. Bununla birlikte, Batı ve BDT ülkeleri ile güvenilir ilişki kurmak, aynı zamanda Ortadoğu, Güney ve Güneybatı Asya devletleri ile ilmi, kültürel ve eğitim alanlarında ortaklık kurmak, Batı ile Asya’nın birleştiricisi rolünü üstlenmek, ülkenin öncelikli dış politik yönelimlerini oluşturmaktadır. Rusya Federasyonu dışında yaşamakta olan 20-25 milyon etnik Rus azınlığın haklarının korunması da dış politikanın önemli konularından biridir.

Kendi çıkarlarını koruyarak küreselleşme sürecinin sorunlarını çözmede faal hareket etmesinin gerekli olduğu söylenmektedir. (96) Putin yönetiminde Rus dış politikasının pragmatik bir seyir alması Moskova-Ankara ilişkilerinin yumuşamasında önemli rol oynayan diğer bir etmen olmuştur. Putin yönetiminde Rusya, Türkiye ile ilişkilere artan bir seyirde önem vermeye başlamıştır. 2001 yılında iki ülke “Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı” imzalamıştır. (97) Bu çerçevede, Avrasya bölgesinde karşılıklı işbirliği ve görüş alışverişinde bulunulacağı belirtilmiş ve ekonomik ilişkilerin artırılması konusunda hemfikir olunmuştur. Bu belge iki taraf arasında karşılıklı güvenin artırılması bakımından da önemlidir. İlişkilerin boyutu rekabetten ziyade işbirliğine kaymış durumdadır. Rusya Türkiye’yi bölgesel bir güç olarak değerlendirmekte ve karşılıklı ziyaretler yoluyla ilişkilerde güçlenme görülmektedir. Rusya Federasyonu, dış politikasında çok yönlü prensibi uygulayarak, dünya düzeninin tek kutuplu şekil almasına karşı çıkmaktadır. Bununla birlikte küreselleşmenin de kaçınılmaz olduğunu kabul ederek, oluşacak çok kutupluya da çok merkezli uluslararası sistemin uygulanmasına katkıda bulunmayı planlamaktadır. Oluşacak bu yenidünya düzeninde Rusya, eskisi gibi olmasa da önemli güç merkezi halini almasını hedeflemektedir. Bunun için geleceğe yönelik politikalarında ülkenin iç düzenini geliştirerek, dış politikada başta ekonomik çıkara önem vererek, Rusya’nın ulusal menfaatleri gereğince politikalar yürüteceği anlaşılmaktadır.

BÖLÜM DİPNOTLARI:
1) 
The Constitution of the Russian Federation, http://www.departments.bucknell.edu/russian/const/constit.html
2Fevzi USLUBAS: SSCB’den Sonra Sıra Rusya’da Mı? Afganistan, Küresel Terör ve ABD
İmparatorlukların Bataklıgı, (İstanbul, Toplumsal Dönüsüm Yayınları, 2005), 138.
3) Assem NAUSHABAYEVA: Degisen Uluslararası Dengeler Baglamında Rusya Federasyonu’nun Dıs Politikası, Doktora Tezi, (Ankara, 2005), 275.
4) Fevzi USLUBAS: a.g.e., 138.
5) Galina STAROVOİTOVA: “A Democratic House of Cards, Transitions”, Cilt 5, Sayı 6, 1998, 35-36’dan naklen Zeynep DAGI, Ulusal Kimlik Baglamında Rus Milliyetçiligi ve Rus Dıs Politikası,Doktora Tezi, (Ankara, 2001), 133.
6) Zbigniew BRZEZINSKI: The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic
Imperatives, (New York, Basic Books, 1997), 109-111.
7) Zbigniev BRZEZENSKİ ve Paige SULLİVAN (Ed.): Russia and the CIS: Documents, Data andAnalysis, M.E.Sharpe, (New York, CSIS, 1997), 3’ten naklen Fırat PURTAS, Rusya Federasyonu Ekseninde Bagımsız Devletler Toplulugu, (İstanbul, Platin Yayınları, 2005), 160.
8) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: Rusya Ülke Analizi, (İstanbul, TİM Yayınları, 2005), 11.
9) Vera TOLZ: “Forging the Nation: National Identity and Nation Building in Post-Communist
Russia”, Europe-Asia Studies, Cilt 50, Sayı 6, 1998, 1004-1012’den naklen Zeynep DAGI, Ulusal Kimlik Baglamında Rus Milliyetçiligi ve Rus Dıs Politikası, Doktora Tezi, (Ankara, 2001), 135.
10) Ilya PRIZEL: National Identity and Foreign Policy, (New York, Cambridge University Pres,
1998), 243.
11) Zeynep DAGI: “Rusya’nın Güvenlik Politikası ve Türkiye”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ed. Refet YİNANÇ, Hakan TASDEMİR, (Ankara, Seçkin Yayınları, 2002), 245.
12) Ömer Göksel İSYAR: Bölgesel ve Global Güvenlik Çıkarları Baglamında Sovyet-Rus Dıs
Politikaları ve Karabag Sorunu, (İstanbul, Alfa Yayınları, 2004), 10-11.
13) Assem NAUSHABAYEVA: a.g.e., 246.
14) Ümit ÖZDAG: “SSCB’den Rusya Federasyonu’na”, Avrasya Dosyası, Cilt 3, Sayı 4, (Kıs 1996), 172.
15) Ilya PRIZEL, a.g.e., 243.
16) Zeynep DAGI: Kimlik, Milliyetçilik ve Dıs Politika: Rusya’nın Dönüsümü, (İstanbul, Boyut
yayıncılık, 2002), 155.
17) Kaliningrad (eski Königsberg), Rusya Federasyonu’nun, Rusya ile sınırı olmayan, Litvanya ile Polonya arasında Baltık Denizi kıyısında bir topragıdır. Nüfusunun yüzde 80’i Almandır. 1990 sonrasında SSCB’nin dagılmasına ragmen Kaliningrad özerk (oblast) bir bölge olarak Rusya Federasyonu’na baglı kalmıstır. Kaliningrad, SSCB sonrasında cografi olarak Rusya’dan ayrılmasına ragmen Rusya’ya baglıdır. Fakat Rusya ile karadan baglantısı yoktur. Bölge jeopolitik ve ticari önemi dolayısıyla baslı basına bir öneme haizdir. Rusya’nın Baltık Filosu burada bulunmaktadır. Bölge yogun askeri nüfuslu bölgelerden biridir. Bunun yanında AB’nin doguya genisleme sürecinde Rusya ile AB arasındaki enönemli sorunlardan biri olarak kendiliginden ortaya çıkmıstır. Sorunun gündeme gelmesi ise Avrupa’nın genisleme stratejilerinden dolayıdır.
18) Ömer Göksel İSYAR: a.g.e., 13.
19) Zbigniew BRZEZINSKI: Büyük Satranç Tahtası: Amerika’nın Önceligi ve Bunun Jeostratejik Gerekleri, Çev. Ertugrul DİKBAS, Ergun KOCABIYIK, (İstanbul, Sabah Kitapları, 1998), 100.
20) Ekrem ÜNKARACALAR: “21. Yüzyılda Rusya ve Dıs politikası”, (3 Temmuz 2006),
http://www.haberrus.com/?pid=3349&Keyword=ekrem
21) Aleksandr DUGİN: Rus Jeopolitigi: Avrasyacı Yaklasım, Çev. Vügar İMANOV, (İstanbul, Küre Yayınları, 2003), 10.
22) Zeynep DAGI: a.g.e., 158.
23) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: a.g.e., 12.
24) Christian F. WEHRSCHUTZ: “Rus Fikriyatının Parçası Olarak Avrasyacılık”, Menfaatler
Çatısması Ortasında Türkiye, Haz. Yılmaz TEZKAN, (Ankara, Ülke Kitapları, 2000), 89.
25) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: a.g.e., 13.
26) İhsan ÇOMAK: “Rusya, Putin ve Avrasyacılık”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1, Ed. İhsan
ÇOMAK, (İstanbul, Tasam Yayınları, 2006), 98.
27) Sergei STANKEVİCH: “Russia in Search of Itself”, The National Interest,
(Summer 1992), 47.
28) Renee de NEVERS: “Russia’s Strategic Renovation”, Adelphi Paper, 289, (London, The
International Institute for Strategic Studies, 1994), 5-6.
29) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: a.g.e., 13.
30) Renee de NEVERS: a.g.e., 6.
31) Zeynep DAGI: a.g.e., 157.
32) Nadir ÖZBEK: “Rus Dıs Politikasında Yeni Yönelimler ve Türk Cumhuriyetleri”, Avrasya
Dosyası, Cilt 3, Sayı 4, (Kıs 1996), 9.
33) Utku YAPICI: “Avrasyacılık-Atlantikçilik İkileminde Rus Dıs Politikası: Putin Çok Boyutlu
Uygulamalara Yöneliyor”, Cumhuriyet Strateji, Sayı 16, (18 Ekim 2004), 9.
34) Fırat PURTAS: Rusya Federasyonu Ekseninde Bagımsız Devletler Toplulugu, (İstanbul, Platin Yayınları, 2005), 136.
35) Ömer Göksel İSYAR: a.g.e., 11.
36) Ömer Göksel İSYAR: a.g.e., 11.
37) Fırat PURTAS: “Hazar Bölgesi’nde Rekabetin Yeni Boyutu: Silahlanma Yarısı”, (1 Ekim 2004), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=21&kat=32
38) Fırat PURTAS: a.g.e., s.141
39) Zeynep DAGI: “Rusya’nın Güvenlik Politikası ve Türkiye”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ed. Refet YİNANÇ, Hakan TASDEMİR, (Ankara, Seçkin Yayınları, 2002), 178-180.
40) Mediha AKARSLAN: Degisen Dünya Dengeleri: Rusya Federasyonu Yakın Çevre Politikası ve Türk Cumhuriyetleri, (İstanbul, Ezgi Kitabevi Yayınları, 1994), 149.
41) Osman Metin ÖZTÜRK: Rusya Federasyonu Askeri Doktrini, (Ankara, ASAM Yayınları, 2001), 36.
42) Yasar ONAY: “Türkiye-Rusya İliskilerinde NATO Gölgesi”,  http://www.tusiad.org/yayin/gorus /32/html/ sec9.html
43) Zeynep DAGI: a.g.m., 182.
44) Osman Metin ÖZTÜRK: a.g.e., 36.
45) Fırat PURTAS: a.g.e., 146.
46) Nadir ÖZBEK: a.g.m., 9.
47) Zeynep DAGI: a.g.m., 185.
48) Zbigniew BRZEZINSKI, a.g.e., 94.
49) Zeynep DAGI: a.g.m., 186.
50) Fırat PURTAS: a.g.m., http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=21&kat=32
51) Nazım CAFERSOY: “Rusya’da (Yeni) Avrasyacılık Akımı”, (28 Aralık 2005),
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44
52) Fırat PURTAS: a.g.e., 171-172.
53) Mirza ÇETİNKAYA, Müslim YAGİBEKOV: “Eski Süpergücün Yeni Düsleri”, Aksiyon, Sayı 316, (23 Aralık 2000), http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=13557
54) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: a.g.e., 16.
55) Mesut Hakkı CASIN: Rus İmparatorluk Stratejisi, (Ankara, ASAM Yayınları, 2002), 326.
56) Evren BALTA: “Çöküsten Kaosa Rusya, ABD ve Kafkasya Üçgeni”, Birikim, Sayı 186,
http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=168&dyid=2844
57) Bkz. “Rusya Federasyonu’nun Milli Güvenlik Konsepti”, Kadim Komsumuz Yeni Rusya, Haz. Yılmaz TEZKAN, (İstanbul, Ülke Kitapları, 2001), 212-223.
58) Osman Metin ÖZTÜRK: a.g.e., 27.
59) Osman Metin ÖZTÜRK: a.g.e., 49.
60) Zeynep DAGI: a.g.m., 191-192.
61) Zeynep DAGI: a.g.m., 281.
62) Erhan BÜYÜKAKINCI: “Vladimir Putin Dönemi Rus Dıs Politikasına Bakıs: Söylemler, Arayıslar ve Fırsatlar”, Degisen Dünyada Rusya ve Ukrayna, Der. Erhan BÜYÜKAKINCI, (Ankara, Phoenix Yayınevi, 2004), 160.
63) Erhan BÜYÜKAKINCI: a.g.m., 161.
64) Nazım CAFERSOY: “Enerji Diplomasisi: Rus Dıs Politikasında Stratejik Araç Degisimi”, (2 Ocak 2006), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=27&yazi=709
65) Osman Metin ÖZTÜRK: a.g.e., 33.
66Zeynep DAGI: a.g.m., 192.
67) Sinan OGAN: “2004 Yılı Türk Dıs Politikasında Rusya-Ukrayna Bölgesi ve 2005 Yılı
Beklentileri”, (1 Aralık 2004), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=2&yazi=24
68) Bobo LO: Vladimir Putin and the Evolution of Russian Foreign Policy, (London, The Royal
Institute of International Affairs, Blackwell Publishing, 2003), 115-116.
69) Fatma TASDEMİR: “Taliban Bağlamında Bölgesel ve Küresel Güvenlik Sorunları Üzerine
Degerlendirme”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, a.g.e., 294.
70) Sinan OGAN: “Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz”, (16 Mayıs 2006),
http://www.netpano.com/haber/705/M%C3%BCcadelenin/Yeni/Rekabet/Alan%
C4%B1/Karadeniz
71) Bkz. Zaman Gazetesi, “Rusya NATO’da…Tekrar Düşünün!”,  http://arsiv.zaman.
com.tr/ 2001/12/04/strateji/strateji.htm
72) Lord ROBERTSON: “NATO’nun Dönüsümü”,
http://hq.nato.int/docu/review/2003/issue1/turkish/art1.html
73) Gökçen EKİCİ: “Moskova Eylemi ve Rusya Federasyonu’nun Çeçenistan Politikasına
Yansımaları”, Stratejik Analiz, (Aralık 2002), http://www.asam.org.tr/temp/temp246.pdf
74) Fehim TASTEKİN: “Savas Yorgunu Bir Ülke”, (Ekim 2001),
http://www.kafkas.org.tr/ajans/SavasİyorgunuİCecenya.htm
75) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: a.g.e., 17.
76) Beril DEDEOGLU: “Çatısma-Uzlasma İkilemi Çerçevesinde Rusya Federasyonu – Amerika
Birlesik Devletleri İliskileri”, 2023, Yıl 3, Sayı 33, (15 Ocak 2004),
http://www.2023.gen.tr/ocak2004/3beril.htm
77) İlyas KAMALOV: Putin’in Rusya’sı: KGB’den Devlet Baskanlıgına, (İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2004), 146.
78) Rouben AZİZİAN: “A Marriage of Convenience: Russia and U.S. Foreign Policy”, Asian Affairs, 30, 2, (Summer 2003), 157.
79) Nazım CAFERSOY: “Rusya’da (Yeni) Avrasyacılık Akımı”, (28 Aralık 2005),
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44
80) “Putin İkinci Kez R.F. Devlet Baskanı”, http://www.rusyaofisi.com/secim2004.htm
81) İlyas KAMALOV: a.g.e., 143.
82) Faruk AKKAN: “Yeni Süper Enerjik Güç”, Aksiyon, Sayı 588, (13 Mart 2006),
http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=23561
83) Fırat PURTAS: a.g.e., 185.
84) Bkz. Fikret ERTAN: “Beslan Soruları”, Zaman, (3 Eylül 2005), http://www.zaman.com.tr/webapptr/ yazar.do?yazino=207075
85) İngiliz Jeopolitik Ekolü’nün temsilcisi Sir Halford Mackinder (1861-1947), dünya coğrafyasına politik ve özellikle dünya hakimiyeti açısından değerlendirme çalışmasına girmiş ve bu çalışmaları ile “Kara Hakimiyet Teorisi”ni geliştirmiştir. Mackinder, yeryüzünde bir tek büyük kara parçasının olduğunu kabul eder. Bu, “Dünya Adası-World Island” adını verdiği Avrupa-Asya-Afrika kıtalarıdır. Rusya’nın bulunduğu orta bölge “Heartland-Kalpgah”tır. Mackinder, teknolojideki ve ulaştırma imkanlarındaki gelişmeler nedeni ile mücadelelerin denizlerde değil, kıtalarda olacağını söylemiş; Rusya cografyasını ve bu cografya içinde yer alan ve ‘dünyanın en büyük dogal kalesi’ olarak tanımladığı Kalpgah’ı öne çıkararak, Dogu Avrupa’ya hükmedenin Kalpgah’a, Kalpgah’a hükmedenin, Dünya Adası’na, Dünya Adası’na hükmedenin ise dünyaya egemen olacagını iddia etmistir. Halfrod J. Mackinder’in jeopolitik konsepti öncelikle Kalpgah’a, yani Avrasya’nın merkezi ‘konumu’na egemen olmaya dayandırılmıstır. Kalpgah’ın ‘konumu’na dayanarak ve Kalpgah’a hükmederek Avrasya ve dünya egemenligini amaçlayan jeopolitik konsept günümüzde, ‘Avrasyacı’ görüs olarak kabul edilmekte ve genelde ‘Atlantikçi’ jeopolitigi karsılamak ve dengelemek amacı ile gündemde tutulmaktadır.
86) A.Serdar ERDURMAZ: “ABD’nin Kafkaslar’daki Hedefleri”, Cumhuriyet Strateji, Yıl 1, Sayı 46, (16 Mayıs 2005), 19.
87) Rezervleri bakımından Rusya, dünya dogal gaz rezervlerinin %32,9’na (en büyük), petrol
rezervlerinin % 4,7’sine, kömürün %15,9’na, hidroenerji kaynaklarının %6,1’ne ve özel enerji
kaynaklarının (odun, hayvan kalıkları, bataklık kömürü) %7,1’ne sahiptir. Üretimi itibariyle
Rusya’nın dünyadaki payı, dogal gazda %23,7, petrolde %8,8 ve kömürde %5,4’dür. Dünya
Bankası’nın verilerine göre Rusya’nın 1998 yılında dünya ihracatındaki yeri petrolde %7, dogal gazda %56 ve kömürde %2,1 oranında olmustur. Rusya, dünyanın en büyük enerji üreticilerinden biri olmanın yanısıra, dünya enerji tüketiminde %7’lik paya sahiptir. Rusya’nın ihracat gelirlerinde %45 ve devlet bütçesi gelirlerinde % 39’luk bir paya sahip olan enerji sektörü en önemli ekonomik güç olarak öne çıkmaktadır. Bkz. “Russian Federation Energy and Envirorment Review”, 88) Erkin EKREM: “Rusya-Ukrayna Dogalgaz Krizi ve Çin”,
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=723&kat=29
89) Nazım CAFERSOY: “Enerji Diplomasisi: Rus Dıs Politikasında Stratejik Araç Degisimi”,
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=27&yazi=709
90) Gürcistan’da “Kadife Devrim” olarak adlandırılan rejim degisikliginin birinci yıldönümünde, bu defa Batı ile Rusya arasında önemli bir tampon bölge olan Ukrayna’da tartısmalı bir seçim sonucunda halk ayaklanmaları gündeme gelmistir. Bu halk hareketi sonucunda Ukrayna’da devrim gerçeklestirilmis ve ülkede Batı yanlısı Viktor Yusenko iktidara getirilmistir. Yusenko ve taraftarlarının turuncu kaskollarla meydanlarda boy göstermesi sebebiyle Ukrayna devrimine “Turuncu Devrim” adı verilmistir.
91) Faruk AKKAN: a.g.m., http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=23561
92) Ömer KOCAMAN: “Rusya’nın Ermenistan Politikasında Degisim Sinyalleri: Tek Boyutlu
Siyasetten Çok Boyutlu siyasete Mi?”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1,Ed. İhsan ÇOMAK, (İstanbul, Tasam Yayınları, 2006), 256.
93) Nazım CAFERSOY: “Enerji Diplomasisi: Rus Dıs Politikasında Stratejik Araç Degisimi”, (2 Ocak 2006), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=27&yazi=709
94) 1993 tarihli Rusya Federasyonu Anayasası’nın 81. maddesi aynı kisinin üst üste iki dönemden fazla devlet baskanlıgı yapamayacagını söyler.
95) Ömer KOCAMAN: “Rusya’nın Ermenistan Politikası: Tek Boyutlu Siyasetten Çok Boyutlu
Siyasete Dogru”, (18 Subat 2006), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=7&yazi=797
96) A.A.RADUGİN: Politologiya, (Moskova, 2003), 330-331’den naklen Assem NAUSHABAYEVA, Degisen Uluslararası Dengeler Baglamında Rusya Federasyonu’nun Dıs Politikası, Doktora Tezi, (Ankara, 2005), 265.
97) Ömer KOCAMAN: “Rusya’nın Ermenistan Politikasında Degisim Sinyalleri: Tek Boyutlu
Siyasetten Çok Boyutlu siyasete Mi?”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1,Ed. İhsan ÇOMAK, (İstanbul, Tasam Yayınları, 2006), 249.


 

3. BÖLÜM

RUS DIŞ POLİTİKASINDA KUZEY KAFKASYA

I. Kafkasya Kavramı

Kafkasya bölgesi; Rusya Federasyonu’nun hakimiyetinde olan Kuzey Kafkasya ile, üç bağımsız cumhuriyetin yer aldığı Transkafkasya (1) (Güney Kafkasya)’dan oluşur. Kuzey Kafkasya; doğuda Hazar Denizi, batıda Karadeniz ve Azak Denizi, kuzeyde Maniç Nehri ve bataklıkları, güney doğuda ise Samur Nehrinin Hazara döküldüğü yerden, İngur Nehrinin Karadeniz’e döküldüğü noktaya kadar uzandığı kabul edilen hat ile çevrili coğrafi bölgeye denir. (2) Arapların ‘Mavera-i Kafkasya’, Avrupalıların ‘Transkafkasya’ ve Rusların ‘Zakafkasya’ olarak bahsettikleri Kafkasya, Büyük Kafkas Sıradağlarının güneyinde yer alan tarihi bir bölgedir. Siyasi ve coğrafi bakımdan genel olarak, ‘Sirkafkasiyon (Circarucasie)’ ve ‘Transkafkasya (Transcaucasie)’şeklinde ikiye ayrılan Kafkasya bölgesinin doğusu Asya, Batısı ise Avrupa kıtaları içinde ele alınmaktadır. (3) Genel olarak Kafkasya bölgesini, Kuzey ve Güney Kafkasya olarak ikiye ayırma eğilimi vardır. (4)

Transkafkasya (Kafkasya ötesi) olarak adlandırılan Güney Kafkasya ülkeleri Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’dan oluşmaktadır. Kuzey Kafkasya, Kafkasya dağlarının kuzeyinde bulunur ve büyük kısmı Rusya Federasyonu sınırları içindedir. Burada Rusya’ya bağlı yedi cumhuriyet bulunmaktadır. Bunlar Adigey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar, Kuzey Osetya, İnguşya, Çeçenistan ve Dağıstan’dır. Abhazya ve Güney Osetya fiziki olarak Kuzey Kafkasya’da yer alırlar, ancak siyasi olarak Gürcistan’a bağlıdırlar. 23 Haziran 2000 tarihli yasayla Rusya Federasyonu yedi bölgeye ayrılmış ve Kuzey Kafkasya Federe bölgesinin adı Güney Bölgesi olarak değiştirilmiştir. Söz konusu idari değişiklik öncesi, Rusya Federasyonu’nun idari yapısında, Kuzey Kafkasya’nın kuzey sınırını Rostov vilayetinin kuzeyinden geçen Don nehri oluştururken, söz konusu bölgeye eski idari birimler yanında Kalmukya Cumhuriyeti ve Volgagrad Vilayeti bağlanmıştır. Böylece, ‘Kuzey Kafkasya’ terimi ortadan kaldırılıp, ‘Güney Rusya’ terimi benimsenerek bölgenin adı Ruslaştırılmış ve bölgenin coğrafi alanı Rusya Federasyonu’nun içine doğru büyütülerek Rus nüfusun yerel halklara oranı artırılmıştır. (5)

A. Kafkasya’nın Etnik Yapısı Kafkasya coğrafyasına hakim olan dağlık yapı, tarih boyunca bölgenin siyasi ve etnik yapısının şekillenmesinde çok önemli rol oynamıştır. Etnik yapı itibariyle, dünyanın en karmaşık bölgesi olan Kafkasya, bu durumunu coğrafyasının, geçit vermez dağlarından ve onların aralarında yer alan, derin vadilerden oluşmasına borçludur. Arazinin dağlık olması sebebiyle, tam egemenlik kurulamayan bu bölge, tarih boyunca sürekli olarak, doğudan batıya doğru göç eden pek çok etnik grubun sığınma yeri olmuştur. Dağların ulaşımı engellemesi, bu farklı etnik grupların kaynaşmasına ve/veya birbirleri üzerinde tahakküm kurarak zayıf unsurların asimile edilmesine mani olmuştur. (6) Karşılaştırma yapmak gerekirse Kafkasya’nın etnik karışıklığı ilk bakışta Balkanlara ve Afganistan’a benzemektedir. Ancak gerçekte Kafkasya bu bölgelerden son derece karmaşık bir etnik ve sosyal yapıya sahiptir. Halkları ve dilleri sınıflandırmak için kullanılan kriterlere göre Kafkasya’da her biri farklı dil ya da diyalekte sahip elli kadar etnik grup gösterilebilir. (Azeriler,Ermeniler, Gürcüler, Çeçenler yerli milletlerdir.) Ayrıca Kuzey Kafkasya’da eski zamanlardan beri yaşayan bir düzine kadar etnik grup vardır. Bu etnik gruba Abhazlar ve çeşitli Çerkes alt grupları, Çeçenlerin kuzenleri olan İnguşlar ve Avarlar, Lezgiler ve Dağıstan’daki diğer gruplar dahildir. (7)

Kuzey Kafkasya’daki etnik gruplar; Türk, İran dilli ve İbero-Kafkas (Yafet) gruplarıdır. Türkler; Kumuk, Karaçay, Balkar (Malkar), ve Nogaylardan oluşur. İran dilli halklar ise Ossetin ile Tatarlardan oluşur. En büyük ve en karmaşık grubu ise İbero-Kafkas (Yafet) ailesi teşkil eder. Bunlar Gürcülerin dahil olduğu Güney (Hartvel-Kartvel), Kuzey-Batı (Abhaz-Adige) ve Kuzey-Doğu (Çeçen-Dağıstan) gruplarıdır. (8) Kuzey Kafkasya’nın en kalabalık grupları; Çeçenler, Türkler ve Çerkeslerdir. (9) Bu grupların hepsi Kafkasya’nın etnik karışımını oluşturur.Etnik bilinç bütün Kafkasya’da çok güçlüdür ve her etnik grubun kendi anadiline bağlılık oranının yüksekliği ortak bir özelliktir. (10) Kuzey Kafkasya halklarında , aşırı bir mensubiyet (aidiyet) duygusu ve ırkçılık vardır. Hiçbir dağlı, etnik kimliğinin yanı sıra ikinci bir değer ölçüsünü kabul etmez. (11)

Kuzey Kafkasya halklarını pek çok ortak değer birleştirir. Onların boy ve soy yapısına dayanan özerkliği ile ortak yaşamı, Sovyet sistemi tarafından hiçbir zaman parçalanamamıştır. (12) Sovyet sistemi istemeyerek etnik bilinci teşvik etmiştir. Sistemin çöküşü bu bilinci daha da artırmıştır. Ne olacaklarını bilmeyen etnik gruplar ve onların liderleri, gelecekleri konusundaki hassasiyetleri dolayısıyla etnik dayanışma yoluna dönerek, güvensizliklerini gidermeye çalışmışlardır. (13) Etnik mozaiğinin çeşitliliği, kültürel ve sosyal yönden son derece önemli bir zenginlik oluşturmakla birlikte, bu farklılık tarih boyunca, bölge içi ve dışı güçlerin iktidarı ele geçirmek için istismar ettikleri bölgenin bir zaafı özelliğini de almıştır. (14) Farklı kökenden gelen bu grupların bölgede iç içe yaşaması aralarında etnik çatışmaların çıkmasına da yol açmaktadır. Bu durum, genel olarak Kafkasya coğrafyasını istikrarsız ve dolayısıyla müdahaleye açık bir konuma getirmektedir.

II. Kuzey Kafkasya

A. Kuzey Kafkasya’nın Jeopolitik Önemi

Jeopolitik yönden Kafkasya’nın coğrafi konumu, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının arasına girmiş olan ve beş bin kilometre uzunluğunda bulunan Akdeniz-Ege Denizi-Boğazlar ve Marmara Denizi-Karadeniz-Azak Denizi gibi birbirlerine bağlı iç denizlerin vücuda getirdikleri bir su koridorunun ucunda,aynı zamanda Hazar Denizi vasıtasıyla da doğuya ve Orta Asya’ya bağlanmış bir vaziyettedir. (15) Bu durumda Kafkasya, kuzey-güney, doğu-batı yollarının birleştiği bir bölge özelliği kazanmaktadır. Kafkasya’nın bu coğrafi konumu etnolojik oluşumlara ve gelişmelere, tarihin akışına çok etkili olmuştur. Bu nedenle Kafkasya önemini her devirde korumuştur. (16)

Kafkasya bir bütün olarak ele alındığında, dünyada çok az bölgede bulunan doğal zenginliklere sahiptir. Hem kendisi münhasıran zengin bir petrol havzasıdır hem de Basra Körfezini kontrol eden stratejik bir konuma sahiptir. (17) Kafkasya’nın tarihî coğrafyası ve jeopolitik önemi, bölgenin stratejik önemini artırmaktadır. Kafkasya’nın bu önemi, tarihte icra ettiği önemle paralellik arz eder. Geçmişte yaşanan olaylar veya Kafkasların çevresindeki güç merkezlerinin, birbirlerine karşı takip ettikleri politikalar bugün için de aynen geçerlidir. (18) Kafkasya Rusya için Avrupa ile Orta Asya arasında bir geçiş köprüsü olmasının yanı sıra, Karadeniz ve Hazar denizine kıyısının olması sebebiyle Rusya’nın Karadeniz – Boğazlar – Akdeniz yolu ile Süveyş Kanalına inebilmesine imkân sağlaması yönünden de, Rusya’nın stratejik menfaatleri açısından son derece önemli bir jeopolitik bölgedir. Rusya’nın hâlihazırda Karadeniz kıyısında küçük bir çıkış noktasının bulunması sebebiyle, Kafkasya’da etnik Rus nüfusunun çoğunlukta olduğu Krasnodar, Rostov veStavropol bölgelerinde istikrarlı yapının korunması Rusya’nın menfaatleri açısından önem taşımaktadır. Kafkaslarda meydana gelebilecek büyük bir etnik çatışma ve savaş halinde Rusya’nın Karadeniz’e çıkış noktasını kaybetmesi durumunda, Karadeniz – Boğazlar – Akdeniz – Süveyşkanalı yolu ile sıcak denizlere çıkma imkanı ortadan kalkacak ve Rusya dünya pazarlarına ürün ihracında büyük zararlara ve kayıplara uğrayacaktır. Karadeniz ve Kafkasların özel jeostratejik konumu sebebiyle Rusya’nın Kafkasya’yı ve dolayısıyla Karadeniz’e çıkış noktasını elinde bulundurması ona büyük kolaylık ve imkan yaratmaktadır. (19)

Rusya, Karadeniz’e Türkiye’ye, İran’a ve bu bölgeler üzerinden Ortadoğu ve Akdeniz’e açılması için stratejik ve jeopolitik açıdan çok önemli gördüğü, bundan da öte, ekonomik açıdan yaşamsal çıkar alanı ilan ettiği Kafkasya bölgesinde kontrolünü ve nüfuzunu artırma çabası içindedir. (20) Kafkasya’nın giriş kapısı durumunda olan Kuzey Kafkasya, bölgenin kontrolünü sağlayabilecek, asıl stratejik öneme haiz olan kritik arazi kesimi özeliğini taşır. Kuzey Kafkasya’yı elinde bulunduran güç, Transkafkasya üzerinde kontrol sağlamak için büyük avantaj sağlar. Rusya da bu bağlamda, Kuzey Kafkasya’yı elinde bulundurma gayreti içerisindedir. Hazar Denizi’nden Karadeniz’e kadar uzanan Kuzey Kafkasya, bu mücadelenin jeostratejik hedefi olagelmiştir. (21) Kuzey Kafkasya’nın etnik mozaiği ve nispeten küçük alanda farklı etnik grupların ve dil ailelerin komşuluğu Kuzey Kafkasya’nın önemini artıran bir unsurdur. Rusya’nın güney hatlarında yer alan Kuzey Kafkasya ülkenin Hazar ve Kara Deniz’e çıkışını sağlamaktadır. (22) Kuzey Kafkasya’nın Batı ve Doğu Avrupa ülkeleri için günümüz jeopolitik önemi enerji güzergahlarına bağlıdır. (23)

B. Rusya’nın Kuzey Kafkasya Politikası

Kafkasya üzerinden Türkiye ve İran’a, buradan Ortadoğu ve Akdeniz’e uzanan Rusya, 1991’deki kayıplarına yenilerini eklemek istememektedir. Çeçenistan’ı kaybetmemek için bütün insan hakları ve uluslar arası anlaşmaları hiçe sayarak verdiği savaş ortadadır. Rusya, Estonya-Letonya-Litvanya ile batıya olan deniz bağlantısını, Ukrayna-Moldova ve Gürcistan ile Karadeniz’e olan bağlantısının önemli bir kısmını 1990 sonrası dağılma sürecinde kaybetmiştir. Rusya, Putin ile birlikte yeni kayıplar yaşamak değil kaybettiklerini geri alma arayışını sürdürmektedir. Bu arayış Rusya açısından Kuzey Kafkasya’yı sürekli göz önünde tutma zorunluluğunu beraberinde getirmektedir. (24) Ancak bir gerçek vardır ki, Putin ile başlayan yeni bir“Sovyetleşme” dönemi yaşanmaktadır. Yani, tüm otoritenin merkezde toplandığı, federal cumhuriyetlerin nispi bağımsızlıklarının giderek sınırlandırıldığı bir yönetim biçimi, adım adım uygulanmakta ve bunun için her fırsat değerlendirilmektedir. (25)

Dikkat edilmesi gereken husus, Kuzey Kafkasya’nın Rusya ülke toprakları içinde yer alması ve dolayısıyla sözü edilen bölgenin onun güvenliği için hayati olduğu gerçeğidir. (26) Rusya Federasyonu Kuzey Kafkasya’yı Rusya’nın stratejik çıkarları açısından birinci derecede öncelikli stratejik bölge olarak nitelendirmektedir. Kafkasya’yı Rusya’nın arka bahçesi olarak mütalaa ederek bölgedeki nüfuz ve etkinliğini artırmaya çalıştığını her fırsatta ifade etmektedir. (27) Rusya’nın Kuzey Kafkas bölgesi, Rusya’nın Avrupa kısmındaki Müslüman cumhuriyetler ve hatta Ukrayna (Kırım-Tatar) gibi ülkelere etkisi büyüktür. (28) Aşırı dinci akımların tehlikeli şekilde bölgede yayılması Rusya’nın işini zorlaştırmaktadır. Rusya her zaman yumuşak karnı olarak gördüğü Kafkasya’yı kontrol altında tutabilmek için, her türlü fırsatı kullanmıştır. Rusya Federasyonu merkezinin eskiye özenle, güçlü bir merkezi yönetim oluşturmak adına, Moskova’nın çıkarlarını hep ön planda tuttuğu bir sır değildir. Kuzey Kafkasya’ya bakışı ise, tümüyle güvenlik ve kontrolü ön planda tutar şekilde gelişmiştir. Bölgenin ekonomik gelişimini sağlayacak politikaları üretmek yerine, oluşumunu körükledikleri başarısız yönetimlere destek vermek, bölgedeki yerli halkların her türlü gelişimini engellemek ve bu uygulamalara karşı çıkanlara ön yargılı yaklaşmak gibi politikalar uygulamışlardır. Çeçenistan’daki uygulamalarında uluslararası savaş kurallarını ihlal ederken,her fırsatta insan haklarını çiğnemekten kaçınmamışlardır. (29)

Rusya, Kafkasya bölgesinde; bölge kaynakları üzerindeki tekelini kaybetmemek için siyasi, askeri, diplomatik her türlü aracı kullanmaktadır. Bu düşünce çerçevesinde oluşturulan yakın çevre politikasının uygulanışına da bakılacak olursa bunu açık bir şekilde görürüz. Bu çerçevede Rusya; bölge devletlerini BDT çatısı altında toplamak, iç işlerine müdahale ederek istikrarsızlığı artırmak, askeri işbirliği yaparak Rus askerlerini bölgeye yerleştirmek, etnik çatışmaları körüklemek ve Kuzey Kafkasya’da Vahhabilerle geleneksel İslamcıları çatıştırmak şeklinde politikalar izlemektedir. (30) Kuzey Kafkasya, Hazar havzasını, dolayısıyla Orta Asya’yı Karadeniz’e, oradan da Avrupa’ya bağlayan transit yolların üzerinde bulunmaktadır. Bu nedenle askeri harekat açısından son derece önemli bir bölgedir. (31) ArtıkRusya, Güney Kafkasya’da istediği kadar silah ve asker biriktirememekte, silah ve askerleri Kuzey Kafkasya’da yığınak yapmaktadır. Kuzey Kafkasya yerel gerginliğini bahane ederek Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’nın (AKKA) silah limitlerine uymamakta ve bu limitleri aşmaktadır. (32) AKKA gereği yapması gereken kuvvet indirimlerini ve birliklerini geri çekme işlemlerini türlü bahaneler uydurmak suretiyle geçiştirmeye çalışmakta, bölgedeki askeri varlığını devam ettirmenin yollarını aramaktadır. (33)

Bu durum Türkiye ve birçok Batı ülkesi tarafından güvenlik, istikrar ve barış açısından bir tehlike olarak görülmektedir. Bu askeri yığınağın asıl amacı Kuzey Kafkasya’yı kontrol etmek ve yeni bir sınır çizmektir. (34) Kafkasya’nın geleceği uzun süreli bir belirsizliğe mahkûm görünmektedir. Kuzey Kafkasya ise, Rus gücünün kuzeye hapsedilmesinde bir bariyer olarak kullanılmakta, cahil bıraktırılan Çeçen halkı bölgenin silahlı gücü olarak Ruslarla savaşırken, güney Kafkasya’da İsrail (35) ve ABD (36) etkisinin yayılmasını kolaylaştırmaktadır. Batılı bilim adamları Kuzey Kafkasya’yı bir bariyer olarak tanımlarken, Çeçenleri de bu engelin askerleri olarak göstermektedirler. Yüz yılı aşkın bir süredir devam eden bu durumun günümüzde de süreceği anlaşılmaktadır. Hazar bölgesinin yeni bir çekişme alanı olarak öne geçmesiyle çatışmaların daha da süreceği ve diğer bölgelere de yayılacağı söylenebilir. (37) Rusya Federasyonu Kafkaslarda, özellikle Kuzey Kafkaslarda etnik çatışmaların çıkmasını önlemek için gereken tedbirleri alırken, Transkafkasya’da etnik çatışmaları körüklemekte, en azından kontrollü tahrikler yapmaktadır. Cumhuriyetlerin içinde ve kendi aralarında sorun çıkması, sonra bu sorunların merkezi yönetim tarafından çözülmesi, cumhuriyetlerin yöneticilerine yetki ve sorumluluk paylaşımına ilişkin yeni önerilerde bulunması, Moskova ile cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin genel seyrini belirlemektedir. RF geçmişte olduğu gibi bugün de kendisine bağlı etnik gruplara destek vermek suretiyle, bağımsızlık için ayaklanabileceğini düşündüğü toplulukları kontrol altına almaya çalışmaktadır. (38)

Rusya’nın Transkafkasya’da körüklediği ve desteklediği etnik ayrımcılık silahı, yakın bir gelecekte ABD ve diğer güç merkezleri tarafından Kuzey Kafkasya başta olmak üzere, RF’nun diğer bölgelerindeki özerk cumhuriyet ve özerk bölgelerde de kendisine karşı uygulanacaktır. (39) Rusya’nın Kuzey Kafkasya politikasına karşı radikal bir görüş Orta Asya ve Kafkasya uzmanı Boris Sokolov’a aittir. Boris Sokolov’a göre; (40) SSCB’ninyıkılmasıyla jeopolitik durum tamamen değişmiştir. Kafkasya Ötesi cumhuriyetler bağımsızlıklarını kazanmıştır. Ermenistan dışında Gürcistan ve Azerbaycan ile ilişkiler soğuktur. Kafkasya Ötesi, Türkiye’ye karşı mücadele ve Karadeniz ile sıcak denizlere inmedeki köprü görevini çoktan yitirmiştir. Bunun en belirgin göstergesi, Türkiye’nin artık Rusya’nın potansiyel düşmanı olmaktan çıkmasıdır. Dolayısıyla günümüzde Kuzey Kafkasya bölgesi Rusya’nın Kafkasya Ötesi’ne ulaşması bağlamında stratejik önemini kaybetmiştir. Ekonomik açıdan da söz konusu cumhuriyetlerin büyük değer arz etmediğini belirten Sokolov’a göre, bölge açısından en kötüsü neredeyse Kuzey Kafkasya’nın bütün dağlık bölgelerinin bir iç savaş halinde olması ve bölgenin Rusya içinde kalmasının ancak yüz binlerce askerî ve polis güçlerinin bulunması sayesinde mümkün olmasıdır. Bu nedenlerle Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri’nin Rusya Federasyonu içinde kalmalarının rasyonel bir nedeni yoktur. Sokolov, Rusya’ya yönelen Kuzey Osetya ve Adigey Cumhuriyeti dışında kalan cumhuriyetlere bağımsızlıkları verilerek Moskova’nın omuzlarından bu ağır yükün atılması gerektiğini savunmakta,bugün olmasa bile uzak bir gelecekte Rusya’nın kaçınılmaz olarak Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri’nden çekileceğini iddia etmektedir.

C. Rusya Federasyonu ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri

1. Genel Değerlendirme

Kuzey Kafkasya’daki ülkelerin kaderi haline gelen az gelişmişliğin yanı sıra, kötü yönetimlerin, yolsuzlukların, baskıların halkı bezdirmesi ve çaresiz bırakması, bu çaresizliğin de insanları yeni maddi ve manevi arayışlara yöneltmesi kaçınılmazdır. Kafkasya’da ve diğer Müslüman toplulukların yaşadığı ülkelerde, daha çok İslam’a yöneliş vardır. Ancak bu alanda etkinlik, siyasal İslam çizgisinde ve fundamantalist eğilimli gruplarda olmaktadır. Geri kalmış ve bunalımlı toplumlarda var olan fakirlik ve etnik farklılıklarla harmanlanan dini eğitimler, ortaya fanatik İslamcı-milliyetçi oluşumları çıkarmaktadır.Şu anda Kuzey Kafkasya, merkezden baskıya tabi yönetimler,ideolojik boşluk, İslamiyet’in canlanması, fundamantalizmin egemenliği, çok yoğun işsizlik, kargaşa, etnik milliyetçiliğin yarattığı gerilimler ve terörizm gibi olumsuz etkilere açık bir ortamda varlığını sürdürmektedir. (41) Kuzey Kafkasya’da dört ana unsurun etkileşimi görülmektedir. Bunlar: Milliyetçilik ve aşiret hisleri, toprak talepleri, İslam ve Rus karşıtı eğilimlerdir. (42 Kuzey Kafkasya’daki Müslüman Türk kökenliler tamamen kuşatılmış durumdadır ve ekonomik bakımdan daha da fakirleşmeye mahkum edilmişlerdir. (43) Bu bölgedeki halkın çoğunluğu Müslüman’dır. Kuzey Kafkasya’da milliyetçilikten doğan ayrılıkçı eğilimler vardır. Bunlar henüz lokalizedir. Ancak ileride bir bloklaşma ile sonuçlanabilecektir. Bu da RF’nun çıkarlarını ve hatta toprak bütünlüğünü tehdit edecektir. Ancak özerk bölgelerin, her birisinde bulunan ‘Rus azınlık’ (44) daima hesaba katılması gereken bir unsur olacaktır. (45)

2. Kuzey Kafkasya’da Etnik Çatışmalar

Kafkasya’daki etnik çatışmaların en büyük sebebi Çarlık Rusya’sının Kafkasya’da uyguladığı ‘böl ve yönet’ politikasının Sovyetler Birliği tarafından da aynı şekilde uygulanmasıdır. 1917 Bolşevik ihtilalından sonra Kafkas halklarını suni bir şekilde bölen ve aralarına sınırlar koyan Sovyet hükümeti Kafkas halkları arasındaki etnik çatışmaların baş provokatörüdür. Bugün de Rusya Federasyonu’nun aynı politikayı izleme yolunda olduğu gözlenmektedir. Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan özgürlük ortamı ve genel asayişsizlik de Kafkas halkları arasındaki milliyetçi hareketleri güçlendirmiş ve etnik çatışmaların kızışmasına sebep olmuştur. (46) Komünist dönemde, özellikle Stalin döneminde izlenen maksatlı iskan politikaları ve oluşturulan suni cumhuriyetlerde öyle nüfus kombinezonları oluşturulmuştur ki, Kafkasya adeta bir “etnik mayın tarlası” haline getirilmiştir. (47)

RF’nun eski SSCB toprakları üzerindeki Rus nüfuzunu devam ettirebilmesi kendi siyasi birliğinin geleceği üzerinde de belirleyici bir etken olacaktır. Kuzey Kafkasya’da Özerk Rus Cumhuriyetleri arasında gelişen sorunlar ve gittikçe artan radikal İslamî akımlar bu bölgeyi milli menfaatleri ve siyasal istikrarı bakımından RF için BDT ülkelerinden daha önemli hale getirmiştir. Bölgede sadece Çeçenistan anlaşmazlığı değil, Karaçay-Çerkesya, Kabardey-Balkar, Kuzey Osetya, İnguşya ve diğer yerlerde de birçok anlaşmazlık konuları mevcuttur. (48) Doğudan batıya doğru sıralarsak Dağıstan, Çeçenistan, İnguşetya, Kuzey Osetya, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes, Adigey’de yaşanan etnik problemler şöyle özetlenebilir:

a. Dağıstan

Etnik yapı açısından Kafkasya’nın en karmaşık bölgesi olan Dağıstan’da değişik dil ve lehçelerde konuşan otuzdan fazla etnik grup yaşamaktadır. Sovyetler Birliği döneminde bu etnik grupların sayısı konuştukları lehçelerin birleştirilmesiyle ona indirilmiştir. Dağıstan’daki bu on etnik grubun genel nüfusa oranları şu şekildedir: Avar %27.2, Dargı %15.6, Kumuk %12.9, Lezgi%11.3, Lak %5.1, Tabarasan %4.3, Nogay % 1.6, Rutul %0.8, Agul %0.8,Tsahur %0.3. (49) Dağıstan’da etnik gruplar arasındaki çatışmalar, Kuzey Kafkasya’nın diğer bölgelerine göre uzun süredir azalmış olsa da, bu çok etnili Müslüman cumhuriyette yaygın şiddet potansiyeli vardır. Toprağın sınırlı, doğum oranının yüksek olması da yerli etnik gruplar arasındaki ilişkileri karmaşıklaştırmaktadır. (50) Doğalgaz zengini Dağıstan’da patlak vermiş bir etnik olay yoktur ama bu potansiyel hep mevcuttur. Toprak zenginliğinin ve siyasi gücün paylaşımı, Lezgi, Kumuk, Dargi, Nogay ve Tabasaranlar arasında etnik sürtüşmeleri kışkırtmaktadır. Bu gruplar Avar yoğunluğa karşı çıkıp ‘siyasi otonomi’ istemektedirler. Hepsi kendi milli politikasını savunmakta ve bu grupların tamamı tepeden tırnağa silahlanmış durumdadır. (51)

Dağıstan’ın Rusya’nın en yoksul bölgelerinden olması da bölgede gerilimi artıran bir başka nedendir. Özellikle son yıllarda Dağıstan’da şiddetin arttığı görülmektedir. Bunun tek bir sebebi de yoktur şüphesiz. Bölge uzmanları etnik sürtüşmelerden mafya hesaplaşmalarına, komşu Çeçenistan’dan kaynaklanan silahlı grupların eylemlerinden bunlarla işbirliği yapan yerli grupların saldırılarına, siyasi ve ekonomik çıkar kavgalarından yönetimin yanlışlarına kadar birçok sebebi şiddetin artmasına bağlamaktadır. (52) Dağıstan halkları Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte etnik çatışma tehlikesinin içine girmiştir. Etnik gruplar arasındaki gerilimin sebebi ise Sovyetler Birliği döneminde Moskova’nın Dağıstan’da uyguladığı yanlış göç ve toprak politikasıdır. (53)

Sistemli bir şekilde devam ettirilen göç hareketleri neticesinde Dağıstan’ın başkenti Mohaçkala’da Avarların ve Dargıların çoğunlukta olması cumhuriyetin politik ve ekonomik yönetiminin de bu halkların mensuplarının ellerinde toplanmasına yol açmıştır. Dargı ve Avarların Kumuk arazilerini işgal etmeleri Kumuklarla Avarlar arasında etnik çatışma tehlikesine yol açmıştır. Bu olay aynı zamanda Avarlar ile Dargıların etno-politik birliğinin oluşmasını sağlamıştır. Laklar da bu etno-politik birliğe girmişlerdir. Böylece Avar, Dargı ve Lakların toplumsal ekonomik çıkarlarının birleşmesi ve cumhuriyetin iktidar mekanizmasının bu üç etnik grubun elinde toplanması bu etno-politik birliğin Dağıstan’da egemen bir tabaka oluşturmasını sağlamıştır. Avar-Dargı-Lak halklarının oluşturduğu etno-politik birlik Lezgileri de sosyo-ekonomik baskı altına almıştır. Lezgilerle Avar-Dargı-Lak halkları arasında etnik çatışma tehlikesi vardır. (54) Dağıstan’da ortaya çıkan en ciddi etnik çatışmalardan biri Lezgilerle ilişkilidir. Lezgiler, Azerbaycan’da bulunan Lezgilerle birleşme isteğindedirler.Lezgi milli hareketinin örgütü Sadval (55), Dağıstan ve Azerbaycan’daki Lezgi topraklarını birleştirerek Büyük Lezgi devletini kurma amacındadır. (56) Azerbaycan’da yaşayan Lezgilerin de Dağıstan’da yaşayan Lezgilerle birleşme çabası içinde örgütlendikleri dikkati çekmektedir. Azerbaycan’daki Lezgilerin ayrılıkçı hareketleri Rusya tarafından kullanılmakta ve desteklenmektedir. Zira Ruslar Lezgiler vasıtasıyla Azerbaycan üzerindeki baskısını artırmaktadır. (57)

Dağıstan’ın etnik mozaiği, bu cumhuriyetteki ayrılık hareketlerine özel şeklini vermiştir. Ayrılıkçı ve bölücü olarak adlandırılan hareketler İslamî-siyasi ekstremizm-Vahhabizm şeklinde ortaya çıkmışlardır. (58) Vahhabilerhareketi 80’li ve 90’lı yılların eşiğinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Vahhabilerin toplam sayısının az olmasına rağmen, onların ülkedeki siyasal proseslere gösterdikleri etkiler önemli boyut kazanmaktadır. Birincisi onlar iyi derecede silahlanmış bulunuyorlar ki, bu da dağ halk nüfusunu kendi güvenlikleri için silahlanmaya teşvik ediyor. İkincisi, Vahhabilerin geleneksel İslami ruhaniliğe yönelttiği eleştiriler bu dini gruplar arasındaki şiddetli düşmanlığı körüklemekle kalmıyor, daha da tehlikelisi geleneksel İslam taraftarlarını daha radikal hale getiriyor. (59) Dağıstan’da dini motivasyonlardan hareket ederek ideolojik tabanı Vahhabilik olan bir mücadele başlatılmaya çalışılmaktadır. Uzun süreden beri Dağıstan’da faaliyet gösteren Vahhabiler toplum içinde belli ölçüde kök salmayı başarmışlardır.Şimdi ise silahlı mücadele vererek bağımsız bir şeriat devleti kurmak istemektedirler.

Dağıstan’da geleneksel olarak hakim olan sünni tarikat yapılanmaları ise bu mücadelenin tamamen dışında ve karşıdır.Dağıstan’da mücadele Vahhabi guruplarla, Dağıstan’ın yerel/Dağıstanlı idaresi arasında gerçekleşmektedir. Yani bir iç savaş durumu söz konusudur. (60) Dağıstan yönetilmesi çok zor bir bölgedir ve Rusya da bu işte bugün çok zorlanmaktadır, bölgede huzuru, güvenliği ve istikrarı sağlamak için büyük çabalar sarf etmektedir. Bu çabaların içinde en başta askerî yollara başvurmayı planlamaktadır. Nitekim, bu çerçevede Rusya, Dağıstan’ın Botlik bölgesinde yakın zamanda özel bir dağ komando tugayı kurup burada konuşlandırmak için hazırlık yaparken, aynı tip bir tugayı da Karaçay-Çerkes bölgesi için düşünmektedir. Rusya ayrıca Dağıstan’daki FSB varlığını da takviye ederken bölgeye takviye askerî birlikler de sevk etmektedir. Rusya esasen çoktandır Dağıstan’daki karışıklık ve bununla ilgili gelişmelerden derin endişe duymaktadır. Bu endişe zaten Başkan Putin’in Güney Federal Bölgesi Yetkili Temsilcisi Dimitri Kozak’ın basına da yansıyan gizli raporunda açıkça dile getirilmektedir. Bu raporun bir yerinde Kozak, ‘Olaylar kontrol dışına çıkabilir ve Dağıstan parçalanma tehdidi ile karşı karşıya kalabilir’ denmektedir. (61) Raporda, dini grupların yerel idareler düzeyinde etkilerinin artmasının, ‘şeriat bölgelerinin’ oluşmasına sebep olabileceği de kaydedilmektedir. (62) Moskova Dağıstan’ın ikinci bir Çeçenistan olmasından endişe etmektedir. Bu anlamda Avar, Dargi ve Lakları potansiyel tehlike olarak gören Moskova, ülkede yaşayan diğer etniklerle bunlar arasında ciddi bir rekabet yaratarak hiçbir zaman Moskova ile uğraşacak vakitleri olmasını istemeyecektir. (63)

b. Çeçenistan

Çeçenistan’a baktığımızda burada karşımıza kozların açıktan açığa paylaşıldığı “sıcak” bir bölge çıkmaktadır. Çeçen problemi, Rusya’daki diğer anlaşmazlıklardan farklı olarak etnik, siyasî ve ekonomik karşıtlıkların ve çıkarların birbirleriyle ne kadar yakın ve sıkı ilişkide olduklarını göstermiştir. Ayrıca Rusya’nın temel değişim sürecindeki farklı yönlerde dalgalanmalar, milliyetler arası ilişkiler, federalizmin gelişmesi ve ekonomik reform politikalarındaki tutarsızlık en açık biçimde Çeçenistan sorununda ortaya çıkmışlardır. Esasında Çeçenistan’ın bağımsızlık idealinin aktüellik kazanması ve bu hedefe ulaşma yolunda bütün katmanlarıyla birlikte Çeçen toplumunun mobilizasyonu için gerekli olan ortamı Federal Merkez kendi eylemleriyle hazırlamıştır. (64) SSCB’nin dağılmasından sonra RF’nun girdiği demokrasi, serbest pazar ekonomisi ve ulusal devlet yapısına geçiş sürecinde Kafkasya bölgesindeki eski SSCB ülkeleri ve özerk yönetimler RF’nun egemenliğinden kurtulmak için zaman zaman çatışmalara yol açan girişimlerde bulunmuşlardır.

Rusya,1991’de bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan’a askeri harekatı 1994’tebaşlatmıştır. Ticaret, tarım, doğal kaynaklar, turizm, askeri konularda RF açısından büyük önem taşıyan Kuzey Kafkasya’da bulunan Çeçenistan’ın stratejik konumu müdahale kararının alınmasında etkili olmuştur. Bunun yanında Rusya, Çeçenistan’daki bu bağımsızlık girişiminin diğer bölgelere sıçramasını engelleyerek bu kötü örneği silme amacıyla hareket etmiştir. (65) 1996 yılına kadar süren ve I. Çeçen Savaşı olarak adlandırılan çatışmalar Hasavyurt Antlaşması’nın imzalanması ile sona ermiştir. Çeçenlerin önemli kazanımlar elde ettiği bu antlaşma ile Ruslar bölgeden çekilmiştir.RF’de meydana gelen bombalamalardan ve işlenen suçlardan sorumlu tutulan Çeçen lider Basayev’in RF’na karşı direnişi Dağıstan’a taşıma girişimleri üzerine, RF 1999 sonbaharında Çeçenistan’a ikinci bir askeri müdahalede bulunmuştur. (66)

Rusya, Şamil Basayev’in Dağıstan’a saldırısı karşısında meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia etmek ve Rusya Federasyonu’nda ardı ardına patlayan bombalardan ‘uluslararası terörizmin destekleyicisi’ olarak gördüğü Çeçenistan’ı sorumlu tutmak suretiyle bu savaş ilanını uluslararası kamuoyunda haklılaştırmaya çalışmıştır. Kuzey Kafkasya’da askeri operasyonlar başladıktan sonra siyasi arenaya çıkan, başkan vekili ve Yeltsin’in halefi Vladimir Putin, “yeniden büyük güçlü Rusya” sloganı ile ifade ettiği güç politikasının ilk sinyallerini Çeçenistan operasyonu ile vermiş, bu kararlı tutumuyla kamuoyunu etkileyerek 26 Mart 2000’deyapılan başkanlık seçimlerinden galip çıkmıştır. (67) Putin’in, ikinci Çeçenistan savaşını Kuzey Kafkasya’ya çekidüzen vermek için sopa olarak kullandığını söylemek mümkündür. RF gerek I. Çeçenistan Savaşı gerekse II. Çeçenistan Savaşı’nda doğabilecek tepkileri önlemek amacıyla propaganda kampanyalarını,’Çeçenlerin haydut ve El-Kaide bağlantılı radikal İslamcı teröristler olduğu’ üzerine kurmuş ve bağımsızlık taleplerini geri planda tutmayı başarmıştır.

Bu propaganda savaşı, Putin iktidarı döneminde çok daha yoğun ve başarılı şekilde yürütülmüştür. Örneğin Putin, Rus-Çeçen Savaşı’nın amacını ‘Çeçenistan Cumhuriyeti’nde anayasal düzenin yeniden tesisi’ olarak gösterirken, Çeçenistan’da yürüttüğü savaşı da ‘anti-terörist operasyon’ olarak adlandırmıştır. Rusya Federasyonu’nun Çeçenlere karşı yürüttüğü propaganda savaşının bu denli başarılı olmasının en önemli nedenlerinden birisi ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırıları ve arkasından gelen ‘uluslararası terörizme karşı global savaş’ olmuştur. Saldırının yaşanmasının ardından ABD’ye ilk destek Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’den gelmiş ve Çeçenistan sorununu gündeme getirerek ‘Rusya terörizmin ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir.’ açıklamasını yapmıştır. Putin, Çeçenlerin bağımsızlık taleplerini dikkate almadan Çeçenistan’ı da ‘uluslararası terörizme karşı savaş’ kapsamı dahiline almak istemektedir. (68)

3 Eylül 2004 tarihinde Kuzey Osetya’da meydana gelen kanlı Beslan okul baskını olayı, Rusya için 3 Eylül tarihinin, ABD’nin 11 Eylül sonrasında yaşadığı gibi yeni bir dönemin başlangıcı olacak gibi gözükmektedir. Bölgedeki Çeçen-Rus mücadelesi 450 yıldır sürüyor olsa da, yakın dönem itibariyle 1991 yılında başlayan çatışmalar oldukça kanlı geçmiştir. Rus ordusunun ağır silahlarla giriştiği güç mücadelesi karşılığında Çeçenler bazı radikal grupların da yardımıyla Rusya’ya yönelik eylemlerde bulunmuşlardır. Bu saldırıları, uluslararası kamuoyuna terörizm olarak kabul ettirmeye çalışan Rusya için Beslan baskını iyi bir argüman olmuştur. Putin, şimdiye kadar BM’de Çeçenlerle ilgili herhangi bir karar alınması aşamasında engelleme politikası uygularken, birden Beslan olayıyla ilgili olarak BM’den karar çıkartılması için girişimde bulunmuştur. Bu girişim, Rusya’nın Çeçen terörünün uluslararası terörizm kapsamında değerlendirilmesi için arkasına BM’nin desteğini alarak, daha baskıcı politikalar uygulamak için dayanak oluşturmaya çalıştığı yolunda yorumlara neden olmaktadır. (69)

Derin bir arka plana sahip olan Rus-Çeçen mücadelesi Rusya Federasyonu’nun gerek iç siyaseti gerekse dış siyasetinin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilebilir. Öyle ki Çeçenistan sorunu Rus devlet adamları tarafından gerektiğinde bir amaç gerektiğinde ise bir araç olarak kullanılmaktadır. (70) Çeçenistan’ın kuzey sınırları boyunda, Stavropol Kray’da yaşayan Kozaklarla Çeçenlerin arası soğuktur. Kuvvetli bir ihtimal olmasa da kışkırtmalarla çatışmaya dönebilecek bir potansiyel vardır. Ayrıca, Çeçen nüfusun yoğunlukta olduğu Dağıstan’ın Hasavyurt kasabası da, bölgedeki Çeçenlerin kasabanın kendi topraklarına dahil olması gerektiğini iddia etmeleri sebebiyle potansiyel bir problem durumundadır. (71)

c. İnguşetya

Yaklaşık 300 binlik nüfusunun yanı sıra neredeyse bir o kadar da Çeçen mülteciyi barındıran İnguşetya Cumhuriyeti’ndeki en önemli sorun Prigorodni bölgesi ile ilgili İnguş-Oset anlaşmazlığıdır. Osetler ile İnguşlar arasındaki toprak anlaşmazlığının nedeni, 1944’deÇeçenler ve İnguşların Kazakistan’a sürülmelerinin ardından Çeçen- İnguş topraklarının Kuzey Osetya, Dağıstan ve Gürcistan arasında paylaştırılmasına dayanmaktadır. Toprak anlaşmazlığının esas nedeni ise Prigorodni (Rusça banliyö demektir) bölgesidir. 1944’de Kuzey Osetya’ya bırakılan bölge, 1957’den sonra da İnguşlara geri verilmemiştir. Buna rağmen önemli bir İnguş nüfus Prigorodni’ye yerleşmiştir. 1992’de İnguşların Çeçenlerden ayrılmasının ardından tarihi topraklarının üçte birini oluşturan bu topraklar daha da önemli hale gelmiş ve bir mücadele başlamıştır. Kuzey Kafkasya’nın nüfus yoğunluğu en fazla olduğu Prigorodni, İnguşlar için cumhuriyetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmiştir. Böylece 1992’desilahlı çatışma baş göstermiş, 30.000 ile 60.000 arasında İnguş bölgeyi terketmek zorunda kalmıştır.

Sovyet döneminin bürokratları olan Alexandre Dzassokhov’un K.Osetya’da ve Murat Ziazikov’un İnguşetya’da iktidara gelmeleri ilişkilerin yoluna girmesine ve birçok İnguş’un Prigorodni’ye dönmelerine olanak sağlamıştır. İki taraf arasındaki problem Prigorodni’nin statüsü konusunda da sürmektedir. Oset Yönetimi, Prigorodni’nin federal yönetime devredilmesi tartışmaları karşısında böyle bir gelişme halinde Kuzey Osetya’nın Rusya Federasyonu’ndan ayrılacağını bildirmiştir. Ne yazık ki bu kırılgan ortam 2004’deki Beslan olaylarıyla (Beslan saldırısında İnguş militanlar ağırlıklıydı) yeniden gerilmiş ve Rusya’nın kontrolünde iki ülke arasındaki sınır kapatılmıştır. (72) İnguşetya’da durum özellikle 2004’ün başından beri oldukça problemlidir. İşsizlik, yolsuzluk ve Moskova’nın sertlik politikasının yanı sıra, Prigorodni bölgesinden gelen ve görünüşe bakılırsa geri dönüşlerine izin verilmeyecek olan göçmenlerin durumu da Moskova’ya karşı olumsuz görüşleri güçlendirmiş durumdadır. İnguşetya’da politik cinayetler, gerilla saldırıları ve ufak çaplı bombalı eylemler 2005 yılı boyunca da devam etmiştir. Bu bölgede asıl endişe verici durum Beslan olaylarından sonra Prigorodni problemi yüzünden sorunlu olan Oset- İnguş ilişkilerinin daha da gerginleşmiş olması ve patlamaya hazır bir görüntü çizmesidir. (73)

d. Kuzey Osetya

Günümüzde Osetler ikiye bölünmüş durumdadır. Büyük Kafkas Dağlarının kuzeyindeki Osetler RF’na bağlı Kuzey Osetya Cumhuriyeti’nde, diğerleri de Gürcistan’a bağlı Güney Osetya özerk bölgesinde bulunmaktadırlar. Kuzey Osetya Kafkasya’dan Kafkas Ötesine giden yolda stratejik bir öneme sahiptir ve daima Rusya’nın bölgedeki güvenilir kalesi olmuştur. Geçmişte Osetler komşu Kafkas halklarından çok Rus yönetimine yatkın olduklarını kanıtlamışlardır. (74) Osetler çoğunluk itibariyle Ortodoks Hıristiyan’dır. Bu yüzden tarih boyunca Ruslarla hep sıcak ilişki içinde olmuşlardır. Rusya Kafkasya halklarının arasını bozmak ve kışkırtmak amacıyla bazı sosyal ve dinî farklılıkları gündeme getirecek ve eski müttefiki Osetleri bölgesel kışkırtma mekanizması olarak kullanabilecektir. Günümüzde Kuzey Osetya Rusya Federasyonu’nun en sadık cumhuriyetlerinden biri olarak Rus ordusu için bölgede kalkan görevi yapmaktadır. (75) Rusya, kuzey ve Güney Osetya’nın birleşmesini desteklemektedir. Çeçenistan’a yapılan harekatta, Rusların en önemli üslerinden birisi Kuzey Osetya’daydı. Kuzey Osetya’nın dini yapısı da (Halkının % 70’i Ortodoks Hıristiyan) önemli bir nokta olarak dikkat çekmektedir. Osetlerin İnguşlar ile Prigorodni anlaşmazlığı olduğunu belirtmiştik. Bunun yanı sıra Güney Osetlerin Kuzey Osetya ile birleşme çabaları vardır.

Bu durum Gürcistan’ı rahatsız etmektedir. Güney Osetya’nın Gürcistan’a karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi umutsuzlaşmaya başladıkça Güney’de yaşayan Osetler Kuzey’deki akrabalarının yanına geçmeye çalışmaktadır. Bu durum, ekonomik anlamda bunalmış olan Kuzey Osetya için olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Güney Osetleri için Rusya Federasyonu’na katılmak şu anda yaşamda kalmanın tek yolu gibi görünmektedir. Bir tarafta sırtını Amerikan desteğine yaslayan Gürcistan, diğer tarafta dış dünyaya açılan tek kapı ve etnik akrabaları ile tek yolu Rusya… Güney Osetya egemen güçlerin arasında oynanan oyunun en talihsiz figüranlarından birisidir. Uluslararası hukuk ve güç kavgasında Rusya’nın veya Amerika’nın üstünlüğü Güney’de yaşayan Osetlerin geleceğinin göstergesi olacaktır. (76) 2004 yılında kanlı bir şekilde biten okul baskını Kuzey Osetya’nın Beslan kasabasında gerçekleşmiştir. Bu olayın ardından Rusya, Kafkasya bölgesindeki hareketlerini meşrulaştırma amacıyla olayı uluslararası terörizm kapsamına almak için adımlar atmış, kamuoyu desteğini almaya çalışmıştır.

e. Kabardey-Balkar

Kuzey Kafkasya’daki birçok cumhuriyette görülen sorun burada da yaşanmaktadır. Ülkede %45’lik çoğunluğa sahip Kabardeyler ile %10’luk bir nüfusa sahip Balkarlar arasında ülkeyi, iktidarı ve yaşamı paylaşmakta önemli sorunlar görülmektedir. Kabardey-Balkar tüm Kafkasya’da olduğu gibi her an bir etnik çatışmayı alevleyebilecek mayınlarla doludur. Bu mayınlar ‘böl-parçala-yönet ve zamanı gelince birbirine kırdır’ın ruhuna uygun olarak Sovyet liderleri tarafından ustalıkla döşenmiştir. Batı ve Osmanlı literatürüne ‘Çerkesler’ diye giren Adigeler, en az 5-7 bin yıllık vatanlarında Bolşevik ihtilalı sonrası kurulan üç cumhuriyete yani Adigey, Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes’e pay edilmiştir. Şimdi Kabardeyler, yüzde 45’lik nüfuslarıyla Kabardey-Balkar’ın egemen etnik öğesidirler ve Çerkeslerin çoğunlukta olduğu tek cumhuriyet Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’dir. Kabardey-Balkar’da 900 binlik nüfusun yüzde 30’unu oluşturan ‘etkisiz’ element Ruslar bir yana asıl etnik kırılma noktasında yüzde 10’la Balkarlar vardır. (77)

Balkarlar da tıpkı Çeçen ve İnguşlar gibi 1944 yılında Sibirya’ya sürülmüş, 1957 yılında da geri dönmüşlerdir. Geri döndüklerinde eski topraklarının tamamını alamadıklarını ve Kabardeylerce siyasi ve kültürel baskı altında tutulduklarını iddia eden Balkarlar, kurdukları Töre adlı teşkilatla (Bu teşkilat 1996 yılında Kabardey yönetimi tarafından kapatılmıştır.) ‘haklarını’ alma mücadelesine girişmişlerdir. (78) Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra her iki halk devletsel bağımsızlık ve cumhuriyetin bölünmesinde ısrar etmişlerdir. Ancak sınır belirlenmesi ile ilgili görüşlerde birbirlerinden çok uzaklaşmaktadırlar. Her iki halk da dış desteği birbirine taban tabana zıt iki yönden aramaktadır: Kabardeyler, Kafkas Dağlı Halklar Konfederasyonu’na angaje olmuşlar ve Gürcistan’a karşı Abhazya’nın tarafında savaşmışlardır; buna karşın Balkarlar Türk nüfuzunun taahhüdünden bahsetmektedir. (79)

Ancak Cumhuriyetin ikiye bölünmesi fiilen mümkün görünmemektedir. Bugün Kabardey-Balkar Cumhuriyetinde eşit statüye sahip oldukları iddia edilen Kabardey ve Balkar (Malkar) halkları arasında tam bir eşitsizlik söz konusudur. Cumhuriyetin yüzde 45’ini oluşturan Kabardeyler meclisin yüzde 70’ine sahiptirler ve kendi halklarının lehindeki her türlü karar ve kanunu kolayca çıkartmaktadırlar. Cumhuriyetteki önemli kurumlar ve üst düzey görevler Kabardeylerin elindedir. (80) Balkarlar iktidardan dışlanmış olmaktan ve fırsatlardan eşit derecede yararlanamamaktan şikâyetçidirler. Yoksulluğun yanı sıra işsizlik de Balkarlar arasında oldukça yaygındır.

Balkarlılar, Kabardey’den Karadeniz’e kadar Çerkes (Adige) devleti kurma ideali peşinde olan Kabardeylerin diğer Çerkeslerle siyasi, kültürel ve etnik birlik kurmaları karşısında Karaçaylılar ile siyasi ve etnik birliği oluşturma çalışmalarına girmişlerdir. Bu arada Kabardeylerin baskısı karşısında Çeçenlerin desteğini yanlarında bulmuşlardır. Bölgelerinin doğusundaki bazı toprakların Osetler tarafından işgal edilmesi üzerine Osetlerle çatışan Balkarlıların yardımına İnguşların koşması Karaçay-Balkarlılar ile Çeçen- İnguşlar arasındaki dayanışmayı güçlendirmiştir. Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde yaşamakta olan iki bin civarındaki Ahıska Türkü de Kabardeylerin ağır siyasi, ekonomik ve etnik baskısı altında yaşamaktadır. Bugün Ahıska Türkleri zaten çaresiz durumda olan Balkar Türklerinin himayesine sığınmışlardır. Kabardey-Balkar Cumhuriyetindeki etnik ve siyasi gerilimin yakın gelecekte çözüme kavuşması zor görünmektedir. (81)

f. Karaçay-Çerkes

Karaçay Çerkes’de nüfusun yüzde 42’sini Ruslar, yüzde 31’iniKaraçaylar ve yüzde 9’unu Çerkesler oluşturmaktadır. (82) Kalan kısımda da Abhaz ve Nogay gruplar yaşamaktadır. Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde etnik ayrımcılık, Kafkasya’daki diğer cumhuriyetlere nazaran azdır ve diğer bölgelere göre sükunetini korumaktadır. Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde keyfi olarak parçalanmış halklar modelinin tekrarlandığı görülür. Karaçaylar Balkarların akrabasıdır ama buna karşın Kabardeylerle akraba olan Çerkeslerle birlikte yaşamaktadırlar. (83) Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyetlerinin kurulması sırasında Sovyetler ‘böl ve yönet’ politikasını uygulamaya dikkat etmiştir. Dil, tarih, kültür ve etnik köken açısından aynı halk olan Karaçay-Balkarlılar suni bir biçimde ikiye parçalanmıştır. Sovyetler aynı şekilde kendilerine Adige adını veren Çerkes halkını da üç ayrı özerk cumhuriyet ve bölgeye ayırarak(Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes, Adigey) onların da ileride birleşme tehlikesini önlemeyi planlamıştır. Böylece Çerkeslerin iki kabilesi olan Kabardey ve Besleneyler Karaçay-Çerkes idaresine, Karaçaylıların bir parçası olan Balkarlılar da Kabardeylerin büyük kısmı ile birleştirilerek kurulan Kabardey-Balkar idaresine bağlanmıştır. (84)

Sovyet sonrası dönemde burada karışıklıklar baş göstermiştir. Karaçayların ayrı bir devlet kurma girişimleri karşısında Çerkesler de girişimlerde bulunmuşlar ve 1991’de Dünya Çerkes Birliği adlı örgütü kurmuşlardır. Bu örgütün amacı, Adige, Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar Cumhuriyetleri’nde yaşayan Çerkesleri tek bir bayrak altında toplayarak Adige Devleti’ni kurmaktır. Bu gelişmeler etnik gerilimi artırmış ancak 1992’dekiParlamento seçimlerinin ardından ortam yatışmıştır. İkinci gerginlik 1999’dakiKaraçay Vladimir Semionov ile Çerkes Stanislav Derev arasındaki başkanlık seçimleri sırasında ortaya çıkmıştır. Semionov’un kazanması üzerine ciddi gerginlikler görülmüştür. Yeltsin, yaşanan olaylar üzerine 23 Mayıs 1999’daülkenin statüsünü değiştirerek doğrudan başkanlık kontrolü altına almıştır. Daha sonra Başbakan Putin devreye girmiş ve Moskova’nın girişimleriyle her halkın 3 temsilcisinin bulunacağı 15 kişilik bir Danışma Konseyi oluşturulmuştur. Bu konseyin çalışmaları ile ülkede istikrar sağlanabilmiş ve Aralık 2000’de Parlamento seçimleri gerçekleştirilmiştir. 73 milletvekilinin 31’i Karaçay, 25’i Rus ve 7’si Çerkes’tir. 2003’de yapılan başkanlık seçimlerini Karaçay Mustafa Bardyev kazanmıştır. (85) Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nin Rusya’dan ayrılması fikri geniş toplumsal tabanı olan bir fikir değildir. Rus dilli nüfusun nispi çoğunluğu ve etnik mozaik yapısı bu cumhuriyette ciddi ayrılıkçı eğilimlerin ortaya çıkmasına engel olmaktadır. (86)

g. Adigey

Rusya Federasyonu’na bağlı Krasnodar eyaleti içinde yer alan Adige Cumhuriyeti, Slav kökenli nüfusun çoğunlukta olduğu bir Kafkas cumhuriyetidir. (%68 Rus, %23 Adige) Adige Cumhuriyetinde politik ve idari mevkiler Adigelerin hakimiyetinde olmakla birlikte etno-politik durum (87) kararlıbir yapı göstermektedir. (88) 19. yüzyılda Çarlık Rusya’sı ile yaşanılan savaş sonrası nüfusunun yüzde 95’ini soykırım ve zorunlu göçten oluşan etnik temizlik ile kaybeden Adigeler, küçük cumhuriyetlerinin yeni bir çatışma karşısında tamamen silinebileceğinin farkındadır. Bu nedenle Adigey yönetimi, Rusya’nın federatif yapısını savunarak bağımsızlığını güçlendirmek çabasındadır. Adige aydınları, Adigey’in yaklaşık 1/3’ünü oluşturan Adige halkının geleceği için tartışılmaz koşul olarak belirttikleri eşit temsil sisteminin yeterli olamayacağını görmektedirler. Bu nedenle Adigey hükümeti, Adigey dışındaki Adigelerin ülkeye yerleşebilmeleri için yasal düzenlemeleri ve örgütlenmeleri gerçekleştirmektedir. (89)

‘Büyük Çerkesya’ devletini kurma ideali peşinde olan Adige teşkilatları Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar cumhuriyetlerinde yaşamakta olan Adigeler (Çerkesler) ile birlikte Abhazları da kapsayan ‘Büyük Çerkesya’ devletinin hayali peşindedirler. Adigeler bu devletin sınırları içine Karadeniz kıyısında yaşamakta olan Shapsughları ve Kuzey Osetya’ya bağlı Mozdok şehrindeki Hıristiyan Kabardeyleri de dahil ederek Kabardey’den Karadeniz’e kadar olan bölgede ‘Büyük Adigey (Çerkesya)’ devletini oluşturma çabasındadırlar. Adigeler bu stratejilerinin önünde bir engel olarak duran demografik sorunları, ülkeye diasporada yaşamakta olan Adigeleri getirip yerleştirerek ve nüfus dengesini kendi taraflarına çevirerek aşmayı düşünmektedirler. (90) Adigey Cumhuriyeti’nin ortadan kaldırılmasına yönelik girişimler son yıllarda daha sık gündeme gelmektedir. Kremlin yönetimi Adigey’i tasfiye ederek uzun dönemde bölgede başağrısı yaratabilecek muhtemel bir “Adige sorunu”nu da kontrol altına almaya çalışmaktadır.

Nitekim Putin’in Rusya Federasyonu içindeki bölgelerin sayısını azaltma politikası, Kuzeybatı Kafkasya’da bulunan Krasnodar Eyaleti’ne kadar ulaşmıştır. Krasnodar eyalet yöneticileri Adigey Cumhuriyeti ile birleşme konusunu tartışmaya başlamıştır. Bu tartışmalarla birlikte, devlet başkanlığı seçimleri sırasında yaşananların da etkisiyle siz konusu durum Adigey’de mitinglere, etnik ve siyasi gerilime neden olmuştur. (91) Adigey Cumhuriyeti Kafkasya’da yaşanan çatışmaların dışında kalabilmiş bir istikrar bölgesidir. Ancak, Adige-Slav geriliminin tırmanabileceği noktalar ve Putin yönetiminin Kuzeybatı Kafkasya’da bulunan Adigey Cumhuriyeti’nin ortadan kaldırılmasına yönelik girişimleri Kuzeydoğu’dan,(Dağıstan, Çeçenistan, İnguşetya, Kuzey Osetya) sonra Kuzeybatı Kafkasya’da da (Adigey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar) siyasi tansiyonun yükselmesine yol açmaktadır. Adigey’in mevcut siyasi statüsünün korunup korunmayacağı, Kuzeybatı Kafkasya’da istikrarın geleceğini belirleyecektir. Adigey’in Adige kimliği çerçevesinde devlet yapısını oluşturmasına Slav kökenli örgütlerin gösterdiği tepkilere Moskova’nın desteğinin ne düzeyde olacağı istikrarın geleceği için kilit noktadır. (92)

BÖLÜM DİPNOTLARI:
1) 
Ruslar bu bölgeye Kafkasya Ötesi anlamında Zakavkaz demektedirler. Bu kavram, bölgeye yönelik Rusya merkezli bakıs açısı ile bakıldıgı izlenimi vermektedir.
2) Ali ÇUREY: “Bilinen Dünyanın Bilinmeyen Ülkesi: Kuzey Kafkasya ve Çerkesler (1)”, Kafkasya Yazıları Dergisi, Yıl 2, Sayı 5, (Sonbahar, 1998), 57.
3) B.Zakir AVSAR: “Kafkasya-Rusya Federasyonu ve Türkiye”, Yeni Türkiye,Yıl 3, Sayı 16, Türk Dünyası Özel Sayısı II, (Temmuz-Agustos 1997), 1875.
4) Doç.Dr.Ufuk TAVKUL, Kafkasya’nın, “Kafkas Halkları” adı verilen Adige, Abhaz-Abazin,
Kabardey, Karaçay-Malkar, Oset, Çeçen-İngus ve Dagıstan halklarının yasadıgı etnik ve kültürel cografyanın adı oldugunu söyler. Kafkas halkları yüzyıllar boyunca aynı cografyada benzer tarihî, etnik ve sosyo-kültürel sartlar altında birbirlerinden etkilenmisler ve birbirleriyle karısarak akraba topluluklar haline gelirken ortak bir Kafkas kültürü etrafında birlesmislerdir. Bu bakımdan, Kafkasya halkları toplumsal yapı ve kültür açısından Kafkas Ötesi milletlerinden oldukça farklı özellikler tasımaktadırlar. Tavkul’a göre; tarihî, etnik ve sosyo-kültürel sınırlar açısından ele aldıgımızda bu bölgeyi Kuzey Kafkasya-Güney Kafkasya biçiminde degil, Kafkasya – Kafkas Ötesi biçiminde tanımlamak ve degerlendirmek dogru olacaktır. Bkz. Ufuk TAVKUL: “Kafkasya’nın Cografi Konumu ve Stratejik Önemi”, http://www.circassiancanada.com /tr/arastirma/0090
İkafkasyaninİcografiİkonumuİve.htm
5) Hasan KANBOLAT: “Gürcistan – Ukrayna – Karadeniz Üçgeni Arasında Kuzeybatı Kafkasya, Kabardey – Balkar’dan Sonra Sıra Karaçay-Çerkes’te mi?”, Stratejik Analiz, Cilt 6, Sayı 70, (Subat 2006), 90.
6) Savas YANAR: Türk-Rus İliskilerinde Gizli Güç Kafkasya, (İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2002), 28.
7) Paul B. HENZE: “Kafkasya’da Çatısma: Geçmis, Sorunlar ve Gelecek İçin Öngörüler”,
http://www.bkd.org.tr/analizİac.asp?id=2
8) Nadir DEVLET: “Kuzey Kafkasya’nın Dünü Bugünü”, Yeni Türkiye, Yıl 3, Sayı 16, Türk Dünyası Özel Sayısı II, (Temmuz-Agustos 1997), 1926.
9) Hakan KANTARCI: Kıskaçtaki Bölge Kafkasya, (İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006), 39.
10) Paul B. HENZE: a.g.m., http://www.bkd.org.tr/analizİac.asp?id=2
11) Ali Faik DEMİR: Türk Dıs Politikası Perspektifinden Transkafkasya, (İstanbul, Baglam Yayıncılık, 2003), 97.
12) Christian NEEF: Kafkasya: Rusya’nın Kanayan Yarası, Çev. Özalp GÖNERALP, (İstanbul, Yenihayat Yayınları, 2004), 23.
13) Paul B. HENZE: a.g.m., http://www.bkd.org.tr/analizİac.asp?id=2
14) Ali Faik DEMİR: a.g.e., 70.
15) Ufuk TAVKUL: “Tarihi ve Etnik yapısıyla Kafkasya”, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl 3, Sayı 16,(Temmuz-Agustos 1997), 1898.
16) Hakan KANTARCI: a.g.e., 61.
17) Sönmez CAN: “Jeopolitik Açıdan Kafkasya”, Avrasya Dosyası, Rusya-Kafkasya Özel, Cilt 3, Sayı 4, (Kıs 1996), 209.
18) Osman Metin ÖZTÜRK: Rusya Federasyonu Askeri Doktrini, (Ankara, ASAM Yayınları, 2001), 7- 8.
19) Ufuk TAVKUL: Etnik Çatısmaların Gölgesinde Kafkasya, (İstanbul, Ötüken Yayınları, 2002), 17- 18.
20) Yelda DEMİRAG: “Kafkasya’da Türk ve Rus Politikası”, Stratejik Analiz, Cilt 4, Sayı 40, (Agustos 2003), 79-80.
21) Sönmez CAN: a.g.m., 209.
22) Aydın İBRAHİMOV, Mustafa MUTLUER: “Kafkasya’da Desintegrasyondan Bütünlesmeye Dogru Gelismeler ve Türkiye’nin Rolü”, http://www.circassiancanada.com/tr/arastirma/0086 İkafkasyadaİdesintegrasyondanİbutunlesmeyeİd ogru.htm
23) Alexandre TOUMARKİNE: “Geçmiste ve Günümüzde Kuzey Kafkasya’nın Jeopolitik Önemi”, 2023, Sayı 31, (Kasım 2003), 40.
24) Fehim TASTEKİN: “Kafkasya’nın Zor Ekonomi-Politigi”, Kafkas Vakfı Bülten Dergisi,
http://www.kafkas.org.tr/hakkinda/bulten/bultenİ8İkafkasyaninİzorİekonomiİpolitigiİ.htm
25) Kafkas Dernekleri Federasyonu, “Nalçik Olayları ve Düsündürdükleri”, (Kasım 2005),
http://www.circassiancanada.com/tr/arastirma/0104İnalcikİolaylarininİdusundurdukleri.htm
26) Ömer Göksel İSYAR: Bölgesel ve Global Güvenlik Çıkarları Baglamında Sovyet-Rus Dıs
Politikaları ve Karabag Sorunu, (İstanbul, Alfa Yayınları, 2004), 71.
27) Savas YANAR: a.g.e., 73.
28) Y.Mihayloviç LUZHKOV: Tarihin Tekrarı: 21. Yüzyılın Toplumu ve Rusya’nın Gelecegi,
(İstanbul, Bilimsel Yayıncılık, 2003), 174.
29) Kafkas Dernekleri Federasyonu, Nalçik Olayları ve Düsündürdükleri, (Kasım 2005),
http://www.circassiancanada.com/tr/arastirma/0104İnalcikİolaylarininİdusundurdukleri.htm
30) Yelda DEMİRAG: a.g.m., 80.
31) Coskun SAHİNOGLU: “Türkiye ve Rusya Federasyonu Açısından Kafkasya ve Orta Asya’nın Önemi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 85, (Subat 2004), 119.
32) Alexandre TOUMARKİNE: a.g.m., 40.
33) Coskun SAHİNOGLU: a.g.m., 119.
34) Alexandre TOUMARKİNE: a.g.m., 40.
35) Prof. Dr. Anıl Çeçen’e göre; “Kafkasya’nın gelecegi Ortadogu’ya dogru kayarken, Kuzey Kafkasya’nın konumu degismektedir. Hâlen devam eden Çeçen Savası’nın sürmesinde İsrail lobilerinin destegi artık açıga çıkmıstır. Büyük İsrail projesinin, Ortadogu sonrasındaki ana hedefi Kafkasya’yı ele geçirmektir. Gelecegin petrol ve dogal kaynaklar bölgesi olarak öne çıkmakta olan Hazar havzasının yeniden Ruslar’a bırakılması ya da Avrupa ile Asya’nın büyük ülkesi olan Çin’in kontrolü altına geçmesini önlemek için kesinlikle Kafkasya’nın Büyük Ortadogu bölgesinin içine alınması gerekmektedir. İsrail Büyük Ortadogu yapılanmasının sınırları içerisinde Kafkasya’yı da denetimi altına alacaktır. Çeçen savası ile Rusları Kafkasya’nın kuzeyinde oyalayan İsrail lobileri Ruslar’ın yeniden Gürcistan üzerinden Güney Kafkasya’ya dönmelerini engellemektedirler. Budurumda Kafkasya Kuzey ve Güney olarak yeniden ikiye bölünmekte ve gelecekte Kafkasya’nın
bölgesel bir bütünlüge kavusmasına izin verilmemektedir.” Bkz. Anıl ÇEÇEN: “Büyük Ortadogu ve Kafkasya”, 2023, Sayı 31, (Kasım 2003), 36-37.
36) Amerika’nın Kuzey Kafkasya’ya nasıl baktıgını, ona ne kadar önem verdigini belirlemek güçtür. Amerika Hem Bakü-Ceyhan’dan geçen Dogu-Batı enerji güzergahını desteklemekte hem de Rusya’nın enerji hatlarının güvenliginin saglanmasının da önemli oldugunu açıklamaktadır. “Kuzey Kafkasya’da demokratiklesme bir ön sarttır ve kendi politikasının bir unsurudur” demektedir. Bkz. Alexandre TOUMARKİNE: “Geçmiste ve Günümüzde Kuzey Kafkasya’nın Jeopolitik Önemi”, 2023, Sayı 31, (Kasım 2003), 40.
37) Anıl ÇEÇEN: “Büyük Ortadogu ve Kafkasya”, 2023, Sayı 31, (Kasım 2003), 37.
38) Hakan KANTARCI: a.g.e., 187.
39) Hakan KANTARCI: a.g.e., 189.
40) Boris SOKOLOV: “Kafkasları Düsmana Verecekler”, Çev. İlyas KAMALOV, Stratejik Analiz, Cilt 7, Sayı 74, (Haziran 2006), 69-71.
41) Kafkas Dernekleri Federasyonu, Nalçik Olayları ve Düsündürdükleri, (Kasım 2005),
http://www.circassiancanada.com/tr/arastirma/0104İnalcikİolaylarininİdusundurdukleri.htm
42) Georgiy CANGAVA: “Kuzey Kafkasya Tarih Tekrarlanır Mı?”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 60, (Ocak 2002), 105.
43) Hakan KANTARCI: a.g.e., 193.
44) Rusya, Kuzey Kafkasya’daki Rus nüfusunu, kendi ekonomik ve siyasi menfaatlerine uygun oldugu için korumaktadır. Bir bakıma neredeyse ekonomik ve siyasi haklarını yitiren göçmenler, Rus tutucu blogunun itici güçleri haline getirilmektedir. Öte yandan, Rusya’nın maddi yardım yapamamasına ve mevcut ekonomik baglantılarını gelistirememesine ragmen buralarda gelecege yönelik olarak kendi haklarını koruyacak topluluklara sahip olmasının önemli bir anlamı vardır. Bkz. Georgiy CANGAVA: “Kuzey Kafkasya Tarih Tekrarlanır Mı?”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 60, (Ocak 2002), 106.
45) Hakan KANTARCI: a.g.e., 188.
46) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 60-61.
47) Akusba EROL: “Kafkasya’da Etnik Sorunlar”,
http://www.kafkas.org.tr/bgkafkas/etniksorunlar.html
48) Coskun SAHİNOGLU: a.g.m., 117.
49) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 149.
50) Fahrettin ÇİLOGLU: Rusya Federasyonu’nda ve Transkafkasya’da Etnik Çatısmalar, (İstanbul, Sinatle Yayınları, 1998), 72.
51) Akusba EROL: a.g.m., http://www.kafkas.org.tr/bgkafkas/etniksorunlar.html
52) Fikret ERTAN: “Dagıstan’da Neler Oluyor?”, http://www.usakgundem.com/haber.php?id=1289
53) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 150.
54) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 152.
55) Sadval, bagımsız bir “Lezgizistan Devleti” kurulması amacıyla, 1990 yılında Rusya
Federasyonu’nun destegiyle Dagıstan’da kurulmustur. Örgüt, Azerbaycan’ın kuzeyindeki Kusar, Kuba, Haçmaz, Gebele ve diger kuzey illerinde yasayan Lezgi etnik grubu menseili olup, bugüne kadar Azerbaycan’da, Ermeniler dısında terör saldırısı düzenleyen tek örgüt olma özelligini tasımaktadır. Kurulusundan bugüne Ermenistan tarafından desteklenen örgüt, tek hedefinin, Kuba, Kusar ve Haçmaz illerinin Azerbaycan’dan silah gücü ile koparılması ve Dagıstan’da yasayan Lezgilerle birlestirilmesi oldugunu açıklamaktadır. Bkz. Sabahattin TALU: “Gizli Servislerin Lezgizistan Faaliyetleri”, Global Yorum, (17 Ekim 2006),
http://www.usakgundem.com/haber.php?id=8113
56) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 159.
57) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 162-63.
58) Bekir DEMİR: a.g.m., 65.
59) V.A. TISKOV, E.I.FILIPPOVA: Eski Sovyet Ülkelerinde Etnik İliskiler ve Sorunlar, (Ankara, ASAM Yayınları, 2001), 14.
60) İhsan ÇOMAK: “Dagıstan: Kafkasya’da Yeni Bir Filistin Mi Doguyor?” , (27 Eylül 2005),
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=512&kat=8
61) Fikret ERTAN: “Dagıstan’da Neler Oluyor?”, http://www.usakgundem.com/haber. hp?id=1289
62) “Olaylar Kontrol Edilemez Boyutta”, Tercüman, (11 Temmuz 2005).
63) Cem KUMUK: Kafkasya Aydınlık Günlerini Arıyor: Neredesin Prometeus?, (İstanbul, Alfa Yayınları, 2004), 301.
64) Bekir DEMİR: a.g.m., 53.
65) Hasan KANBOLAT: “Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası ve Çeçenistan Savası”, Avrasya Dosyası, Cilt 6, Sayı 4, (Kıs 2001), 169.
66) Hakan KANTARCI: a.g.e., 80.
67) Zeynep ÖZBEK: “90’larda Çeçen Bagımsızlık Mücadelesi”, http://cecenistan.ihh.org.tr/arolus/bagimsizlik/index.html
68) Gökçen EKİCİ: “Kafkasya Üzerinde Dönen Küresel Politikalar ve Çeçen Eyleminin Yansımaları”, 2023, Sayı 20, (15 Aralık 2002), 67-68.
69) Hakan KANTARCI: a.g.e., 80.
70) Gökçen EKİCİ: a.g.m., 68.
71) Akusba EROL: a.g.m., http://www.kafkas.org.tr/bgkafkas/etniksorunlar.html
72) Bkz. V.A. TISKOV, E.I.FILIPPOVA: a.g.e., 45-56.
73) Selim PERÇİNEL: “Kuzey Kafkasya’da Terör ve Savas: Çeçenistan Savası Yayılıyor Mu?”, http://www.kafkasyaforumu.org/martnisanİcecenistan2.htm
74) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 91.
75) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 92.
76) Cem KUMUK: a.g.e., 295-297.
77) Fehim TASTEKİN: “Kafkasya’nın Yeni Alev Topu Kabardey-Balkar”, Radikal, (24 Ekim 2005), http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=167883
78) Akusba EROL: a.g.m., http://www.kafkas.org.tr/bgkafkas/etniksorunlar.html
79) Christian NEEF: a.g.e., 39.
80) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 182.
81) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 183.
82) Fahrettin ÇİLOGLU: a.g.e., 88.
83) Christian NEEF: a.g.e., 42.
84) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 171.
85) Ali Faik DEMİR: “Sorunlar Dagı Kafkasya Kesismesinde Çatısmalar ve Türkiye’nin Güvenligi Açısından Önemi”, http://209.85.135.104/search?q=cache:SP5qpbLgyCUJ:
www.harpak.tsk.mil.tr/duyurular/SEMPOZY UMİMARTİ2006/01İALIİFAIKİDEMIR.doc+sorunlar+da%C4%9F%C4%B1+ kafkasya&hl=tr&ct
=clnk&cd=6
86) Bekir DEMİR: a.g.m., 65.
87) Adige Cumhuriyet’i nde temel seçimli ve atamalı görev yerlerini titüler etnik grubun üyeleri (Adigeler) isgal etmektedir. Yüksek devlet görev yerlerine gelme gibi bir kısım münferit hallerde ise etnik esitlik ve kota (kontenjan) prensipleri geçerlidir. Bkz. Bekir DEMİR: “Rusya Federasyonu Cumhuriyetlerindeki Siyasi, Ekonomik ve Etnik Yapının Federasyon Millî Güvenligi Üzerindeki Etkisi”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1, Ed. İhsan ÇOMAK, 8İstanbul, Tasam Yayınları, 20069, 65.
88) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 184.
89) Hasan KANBOLAT: “Rusya’da Federatif Yapıya Getirilen Kısıtlamalara Geçis Sancılarında Adigey Cumhuriyeti Örnegi”, Stratejik Analiz, Cilt 2, Sayı 15, (Temmuz 2001), 52.
90) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 185-188.
91) Hasan KANBOLAT: “21 Mayıs 1864 Anılırken Adigey Cumhuriyeti Tarihe Mi Karısıyor?”, Stratejik Analiz, Cilt 7, Sayı 73, (Mayıs 2006), 13.
92) Hasan KANBOLAT: a.g.m., 13.


 

4. BÖLÜM

III. Kuzey Kafkasya’daki Sorunların Rus Dış Politikasına Yansımaları

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, bölgenin uluslararası rekabet ve etki alanına açılması, bölge sorunlarına da uluslararası bir boyut kazandırmıştır. Avrasya coğrafyasında sorunların “uluslararasılaştırılması” nüfuz arayışlarını teşvik etmekte, Rusya’nın bölgedeki inisiyatif alanını daraltmaktadır. Dağılma sonrası ortaya çıkan etnik, dinsel veya sınır kökenli çatışmalarda (Dağlık Karabağ, Çeçenistan, Abhaz sorunlarında olduğu gibi) uzlaşıya varabilmek ve Rusya’ya karşı bir denge sağlayabilmek için, bölge ülkeleri AGİT’in ve NATO’nun arabuluculuğunu istemişlerdir. Bu dönemde NATO ve AB’nin genişlemesiyle Avrupa güvenliğinin ve gündeminin bir parçası olan bölge sorunlarının hızla uluslararası bir boyut kazanması Rusya’nın tepkisine neden olmuştur. (93)

Bu durum, Rus dış politikasının, sorunların seyrine göre etkilenmesini beraberinde getirmiştir. Kuzey Kafkasya ve Transkafkasya’daki sorunlar birbiriyle ilişkilendirildiğinde bunların birbirini etkilediği ve sebep-sonuç ilişkisi etrafında cereyan ettiği görülür. Yaşanan problemlerin Rusya Federasyonu’nun dış politikasını ve uluslararası ilişkilerini etkilemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla Rusya Federasyonu’nun kendi egemenlik alanında bulunan ancak birçok sorunu barındıran Kuzey Kafkasya’daki gelişmeler öncelikli olarak bölge ülkelerini, özellikle de Transkafkasya adı verilen bölgede bulunan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ı etkilemektedir. Bölgesel çatışmalardan kaynaklı, Rusya’nın Türkiye’ye yönelik dış politikasında da değişimler görülmüştür. Bölgedeki etnik çatışmalar Batılı ülkelerin buraya müdahalesini kolaylaştırmakta, Rusya ile Batı’nın karşı karşıya gelmesine neden olmaktadır.

Bugün, Kuzey Kafkasya Rusya’nın egemenlik sahası içinde bulunmaktadır. Bu nedenle bu bölgede yaşanan problemlerin, Rusya’nın iç güvenlik meselesi olarak görülmesi gerektiği düşünülebilir. Ancak, bölgenin en ciddi sorunu olarak kabul edebileceğimiz Çeçen sorunu, Rus dış politikasını önemli derecede etkilemiş, Rus askerî gücünün, merkezi oluşturan güçlü devletler ve bölge ülkeleri tarafından algılanışını değiştirmiş, bölgesel ve küresel dış politikada atılacak adımları belirlemede etkili olmuştur. Batı ve‘yakın çevre’ ülkeleri de buna karşılık olarak Kafkasya’ya yönelik politikalarında değişikliğe gitmişlerdir. Özellikle Çeçen sorununun uluslararası hale gelmesi ve Rus dış politikasını yönlendirmedeki etkisi nedeniyle bu çalışmada bu konu üzerinde daha fazla durulacaktır. Zira, Çeçen sorunu Rusya’nın Güney Kafkasya ülkeleri ve Türkiye ile ilişkilerinin yanı sıra Batı ile ilişkilerini de etkileyerek izlenecek dış politikayı şekillendirmiştir.

A. Kuzey Kafkasya’daki Sorunların Yakın Çevredeki Etkileri

Coğrafi açıdan bakıldığında Kuzey Kafkasya, Transkafkasya’ya açılan bir kapı niteliğindedir. Kafkasların dağlık coğrafi yapısı, bölgede çok az alternatif yolun ve ulaşım ağının bulunmasına imkan sağlamaktadır. Kafkas sıradağları Kuzey Kafkasya ile Transkafkasya’yı, dolayısıyla Rusya Federasyonu ile Gürcistan ve Azerbaycan’ı birbirinden ayırırken, birbiriyle ilişkili bölgeler arasında direkt ulaşıma imkan vermemektedir. Örneğin birbirine komşu olan Gürcistan’a bağlı Abhazya Özerk Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu’na bağlı Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti arasında doğrudan ulaşım sağlayacak bir karayolu bulunmamaktadır. Kuzey Kafkasya’dan Transkafkasya’ya sıradağların üzerinden aşarak geçebilen iki karayolundan biri, Kuzey Osetya’dan Güney Osetya’ya ulaşımı sağlayan Daryal geçididir.

Bu yol Rusya Federasyonu’ndan Gürcistan’ın başkenti Tiflis’e ulaşımı sağlamaktadır. Dağıstan’dan Azerbaycan’a ulaşımı sağlayan Derbend geçidi ile de Rusya ve Kafkasya’dan Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye ulaşmak mümkündür. (94) Dolayısıyla, bu durum “Kuzey Kafkasya’yı elinde bulunduran gücün, Güney Kafkasya üzerinde kontrol sağlamak için büyük avantaj sağlayacağı (95)” görüşünü coğrafi açıdan da anlamlı hale getirmektedir. Sovyetler Birliği’nden kopan cumhuriyetlerden oluşan yakın çevre, değişik ülke gruplarından oluşmaktadır. Batı, Orta Asya, Kafkasya olarak üçe ayrılabilen yakın çevrede Rusya’nın dış politikalarında da farklılıklar görülmektedir. Rusya’nın yakın çevresinin batısında yer alan eski Sovyet cumhuriyetlerine kıyasla güneyde yer alan Kafkasya ve Orta Asya’ya askerî-siyasi nüfuz kurma çabalarının yoğunlaştığı söylenebilir. Bunda, bu bölgenin doğal kaynaklar açısından Rus ekonomisi için inkar edilemez öneminin yanı sıra RF’nun söz konusu bölgede daha rahat hareket edebilmesinin de önemli payı bulunmaktadır. Batı’nın ve ABD’nin özellikle Ukrayna, Moldova ve Baltık devletlerine verdiği destek, onları Rusya karşısında daha güçlü yapmakta, Rusya da bu ülkelerle ilişkilerinde Batı’yı hesaba katmak zorunda kalmaktadır. (96) Rusya 1991-1993 yılları arasında Atlantikçi görüşlerin etkisiyle yüzünü Batı’ya dönmüştü. Ancak bu politikanın, ülkede siyasi ve ekonomik istikrar yerine sorunlara yol açması bölgeye yönelik politikanın değiştirilmesine neden olmuştur. Rusya kendi sorunlarıyla uğraşırken ABD, Türkiye ve İran gibi ülkelerin bölgeye ilgisi de bunda etkili olmuştur. Avrasyacı kadroların da öne çıkmasıyla yakın çevre politikası benimsenmiştir.

1993 yılından itibaren belirgin biçimde ortaya konan yeni dış politika,‘Yakın Çevre’ doktrini ile kendini SSCB’nin tek yetkili varisi sayan Rusya’nın; Gürcistan, Azerbaycan ve Çeçenistan’a müdahale ederek bu hakkını pratiğe dökme gayretine girmesine sebep olmuştur. Bir bütün olarak ele alındığında 1993 tarihli belge, yine aynı tarihli ‘Yakın Çevre Doktrini’, 10 Ocak 2000tarihinde kabul edilen Rusya Federasyonu’nun Ulusal Güvenlik Doktrini ve 21 Nisan 2000 tarihli Yeni Askerî Doktrini, geleneksel Rus dış politikasının çağdaş koşullara uygun biçimde biçimlendirilmesinin sonucu ortaya çıkmıştır. (97) Yakın çevre RF’nun kendini güvende hissedebileceği ikinci bir sınır vazifesi görmektedir. Ancak, bölgedeki etnik ve dinsel kökenli gerginliklerin ve sınır çatışmalarının federasyona sıçrama olasılığı RF’de dağılma korkusunu artırmaktadır. Dağılma korkusu, Rusya’nın iç ve dış politikasını radikalize eden bir faktör olarak karşımıza çıkmakta ve dış tehdit olgusuyla birleştiğinde daha da yoğunlaşmaktadır. Yakın çevrenin sınırlarını kendi savunma stratejisi için veri alan Rusya, bölgede yaşayan Rus azınlığın haklarını korumak ve radikal İslam’ın yayılmasını önlemek gibi dış politika öncelikleri ve söylemiyle yakın çevre üzerindeki denetimini mümkün kılmaktadır.

Dolayısıyla, Rusya bu yöntemlerle bölgede askeri ve siyasi nüfuzunu tesis edip özel sorumluluklar üstlenerek dağılma psikozunu aşmayı ve emperyal ulusal kimliğini pekiştirmeyi hedeflemektedir. (98) RF’nun Kafkasya politikası, Rus dış politika doktrinlerindeki temel değişmelerden büyük oranda etkilenerek oluşmuştur. RF’nun 1994’ten itibaren Kafkasya politikasında büyük ölçüde sertleşme olmuştur. Bu sertleşme ve aktif dış politika arayışları aslında, Rus dış politikasının geleneksel ana hedefleri olan; sıcak denizlere inmek, Ortodoks halkın birliği ve Rus milliyetçiliği, ekonomik çıkarlar, petrol boru hatları, Hazar Denizi’nin statüsü de dikkate alınarak yeniden üretilmesiydi. (99)

Rusya yönünden Transkafkasya’yı önemli kılan hususlardan biri güney yönünden güvenliğinin sağlanmasıdır. Rusya, kendine tarih boyunca rakip olan ve tehdit oluşturan İran ve Türkiye ile arasında Transkafkasya’yı, tampon bir bölge (güvenlik koridoru) olarak görmektedir. RF’nun, Transkafkasya’daki çatışmaların kendi topraklarına sıçrayıp bütünlüğünü tehdit etmesi için yeterli nedenler vardır. Bu bölgedeki sorunlu alanlardan ikisi RF ile sınırdaştır. Güney Osetya ve Abhazya, Gürcistan’a bağlı özerk bölge ve cumhuriyet olmalarına rağmen RF’na dahil olmak istemektedirler. Ayrıca, Kuzey Kafkasya halkları bu sorunlu bölgeler ile iç içedir. Nitekim, Çeçenistan Federasyon Antlaşmasını imzalamayarak bağımsızlığını ilan etmiştir. RF, Transkafkasya’da oluşan bu sorunlar yumağının kuzeyi etkilemesi gibi istenmeyen bir durumun, zincirleme reaksiyon ile tüm bölgeyi sarmasından endişelenmektedir. RF, Transkafkasya’da sınırlar ve sorunlar açısından statükonun devamından yana bir politika izlemektedir. Yani bir anlamda, istikrarlı istikrarsızlığı (100) korumak istemektedir. (101) Çeçenistan’da veya genel olarak Kuzey Kafkasya’da varlığını sürdürebilmek için, Transkafkasya ülkelerini sıkıca kontrol altına almak gereği yüzyıllardır Rus politikalarının temel önceliklerinden birini oluşturmuştur.Ancak, Azerbaycan ve Gürcistan Rus etkisine girmekten kaçındıkça, Rusya’da bölgedeki bu merkezkaç devletleri kendisine bağlayabilmek için pek çok meşru ve gayrı meşru yollara girişmiştir. Bütün bunlara ilaveten, Kuzey Kafkasya’ya silahlı güçlerini yerleştirerek bölgedeki bağımsızlık hareketlerini bastırmak ve böylece Trans-Kafkasya’nın kuzeyinde kendisine karşı bir güvenlik kuşağının ortaya çıkmasını engellemeyi amaçlamıştır. (102)

1992’denitibaren Güney Kafkasya’daki yeni devletlerden, Almanya’dan, Baltıklar’dan ve Orta Asya’dan geri çekilen birliklerin silah, teçhizat ve personeli Kuzey Kafkasya’ya yerleştirilmiştir. Bölgede konuşlu birliklerin eski nesil silah ve teçhizatı Rusya’nın kuvvet indirimleri safhasında Avrupa’dan çekilen daha modern silah ve teçhizatla değiştirilmiştir. Kuzey Kafkasya’da yeniden yapılanma faaliyetlerine paralel olarak Güney Kafkasya’da konuşlu kuvvet grubu bölgede kalmaya devam etmektedir. Rusya Federasyonu “güney sınırlarımız boyunca Ermeni-Azeri, Gürcü-Oset, Gürcü-Abhaz gibi bölgesel çatışmalar Rusya Federasyonu’nun güvenliğini tehdit etmektedir. RF topraklarında Çeçen, İnguş, Osetler ayrılıkçı eylemleriyle mevcut tehdidi tırmandırmaktadırlar; Kafkaslar bölgesindeki çatışmalar, bölücülük, köktendincilik ve iç karışıklıklar RF topraklarına sıçrayabilir. Kuzey Kafkasya’da devam eden iç ve dış karışıklıkları önlemek ve ayrıca köktendinciliğin yarattığı tehdide karşı koymak için, RF bölgede önemli oranda askeri varlığa ihtiyaç duymaktadır.” bahaneleriyle AKKA’nın değiştirilmesini veya tavanlarının kaldırılmasını talep etmekte, tavanların şimdiki durumda kalması halinde ise AKKA’ya uymayacağını açıkça ifade etmektedir. (103) Dolayısıyla, Rusya stratejik açıdan bölgedeki geleneksel hareket tarzlarından birini tekrarlamaktadır. Buna göre, Rusya Kuzey Kafkasya’da güçlü olabilmek için, destek ve dayanak noktası olarak Transkafkasya’da sağlam temeller bulmak durumundadır. O halde Kafkasya’yı güney ve kuzey olarak değil de, genel bir bütün ya da bir birim olarak ele almak; bunun yanında Kafkasya’yı BDT içinde entegre bir bölge olarak değerlendirmek Rusya’nın çıkarlarına uygun olacaktır. Bu da en azından Rusya’nın gözünde Transkafkasya’nın Kuzey Kafkasya’ya bağlı olma durumunu sembolize edecektir. Bu durum esasında üstü örtülü olarak Transkafkasya’nın bir Rus nüfuz alanı olduğunun altının çizilmesi anlamına gelmektedir. (104)

B. Çeçen Sorununun Yansımaları

1991 yılında bağımsızlık ilanında bulunan Çeçenlere karşı askeri harekat1994’te başlamıştır. Kanlı çatışmaların ardından 1996 yılında Hasavyurt Antlaşması imzalanmış ve Çeçenler önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Ancak Çeçen lider Basayev’in Rusya’ya karşı direnişinin devam etmesi, Rusya’da meydana gelen bombalama ve suçlardan Çeçenlerin sorumlu tutulması ve direnişin Dağıstan’a sıçrama endişeleri gibi sebeplerle 1999’da Çeçenistan’a ikinci harekat başlamıştır. Putin’in iktidara gelişiyle, yeniden dağılmanın önüne geçmek amacıyla merkezi otoritenin güçlendirilmesi çabası içine girilmiştir. Putin, Çeçenistan’a karşı sert ve tavizsiz bir politika uygulamış, ulusal çıkarların korunmasını ön planda tutmuştur. Bu suretle ülke içinde siyasal, askerî ve ekonomik gücü kontrol edebilmeyi hedefleyen Putin, geri plandaki Tataristan ve Başkurdistan gibi özerk bölgelerin bağımsızlık arayışlarının da ciddi anlamda caydırılmasını hedeflemiştir. Rusya Federasyonu’nun birliğini korumada kilit bölge Çeçenistan, Dağıstan ve İnguşetya’dır.

Bu kesimde radikal İslam’ın galip gelmesi veya Moskova’nın zafiyet göstermesi halinde, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti ve Gürcistan’a bağlı Abhazya’nın da burada ortaya çıkabilecek İslami antiteye katılması, daha sonra da Tataristan, Başkurdistan ve Kırım’ın ivmesi yükselen bu İslami dalgadan etkilenmesi muhtemeldir. Uluslararası terörizm ve El Kaide ile Çeçenistan’daki İslami faaliyetler irtibatlandırılmakla birlikte, Batı’nın Çeçenistan meselesinde Moskova’nın yanında yer almadığı, bu nedenle de Beslan katliamı sonrası Putin’in ABD’yi ‘bölgedeki cihadi gruplara ve terörizme destek vermekle’ suçlayacak kadar eleştirilerini tırmandırdığı görülmektedir. (105) Çeçenistan ve Dağıstan bağımsız hale gelirlerse stratejik dağlık konumları sayesinde, Rusya’nın Transkafkasya’daki olaylara karışmasını engeller ve Rusya’nın bölgedeki gücünü azaltırlar. Çünkü Kuzey Kafkasya her zaman için Rusya’nın en önem verdiği bölge olmuştur ve Rusya’nın ihtişamı Kafkasların yıkıntıları üzerinde kurulmuştur. (106) Eğer Kafkasları ve Ortaasya’yı kontrolü altına almak istiyorsa, Rusya’nın mutlaka Çeçenistan üzerinde jeopolitik egemenlik kurması gerekmektedir. Rusya’nın Çeçenistan üzerindeki egemenliğini kaybetmesi, Kafkaslardaki, özellikle de çoğunluğun Müslüman olduğu bölgelerdeki milliyetçi güçlere çok büyük cesaret verecektir.Kuzey Kafkasya’daki Dağıstan, İnguşya, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes,Adigey ve Azerbaycan cumhuriyetlerinin nüfusunun büyük kısmı Müslüman’dır. Eğer bu cumhuriyetler bir Kuzey Kafkasya kanadı oluştururlarsa, Hıristiyan cumhuriyetler olan Ermenistan ve Gürcistan’ı Rusya’dan ayıracak bir Müslüman kuşak meydana getirirler. Böylesi bir gelişme Ermenistan ve Gürcistan’ı sadece Kuzey Kafkas komşularına değil, batılarındaki ve güneylerindeki büyük Müslüman devletler olan Türkiye ve İran’a da bağımlı kılar. (107) Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan üzerinde belirli bir kontrol tesis ettikten sonra, öteden beri kendisi için sorun olan Kuzey Kafkasya ve Çeçenistan üzerinde kontrol kurma çabalarına ağırlık veren RF, bu girişimlerini uluslararası kamuoyuna “bölgedeki milliyetçi ve dinî radikalizmi kontrol etme ve bölgede istikrarı sağlama çabaları” olarak açıklamıştır. (108)

Gerçekte kendisi tarafından desteklenen Kafkasya’daki dondurulmuş istikrarsızlıktan yararlanan RF’nun “Yakın Çevrede Barışve İstikrar Oluşturma” çabaları yönünde bölgedeki müdahaleleri, Rusya ile bazı alanlarda çıkar ilişkileri bulunan Batılı ülkeler tarafından da anlayış ve destek ile karşılanmıştır. Başta ABD olmak üzere, Batılı ülkelerin bu tavırlarından güç ve cesaret alan RF, bölgede de facto olarak elde ettiği avantajlarını uluslararası alanda yasallaştırma yoluna gitmiştir. (109) Çeçenistan’a müdahalesini haklı göstermek adına Avrupa’ya, “ biz sizin, uyanan İslam fundamentalizmine karşı güvenceniz ve tehlikeyi göğüsleyecek tampon bölgesiyiz, o halde yanımızda ve arkamızda olmalısınız” diyerek, Batının korkulu rüyası olan İslam tezini işlemeyi bilmiştir. (110) Çeçenistan’da sürdürülen savaş sırasında ordunun sivil hedefleri bombalanması, Grozni gibi önemli kent merkezlerinin havadan yoğun bombardımana tutularak yüzlerce sivilin ölümüne sebebiyet verilmesi, savaşta esirlere Cenevre Sözleşmesi’nin (111) hükümlerinin uygulanmaması ve Gizli Polis’in sivil halk üzerindeki baskısı gibi nedenlerle Moskova; Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, BM İnsan Hakları Kuruluşu gibi uluslararası teşkilatlar tarafından eleştirilmektedir. Avrupalı liderler ise bu konuda ‘real politik’in bir gereği olarak genelde susmayı veya genelde Washington’un yaptığı gibi konunun Rusya’nın bir iç meselesi olduğunu belirtmek suretiyle, Moskova’yı rahatsız edebilecek davranış ve eleştirilerden kaçınmaktadırlar. (112)

Putin’in kararlı tutumu ile özellikle AB, Avrupa Konseyi ve ikili ölçekte Batı tepkileri sonuçsuz kalmış, RF birlikleri sivillere karşı geniş çaplı insan hakları ihlallerine de sebep olarak Çeçenistan üzerinde hakimiyet kurmayı kısmen de olsa başarmışlardır. Çeçen direnişçilerin faaliyetleri bölgenin kırsal kesiminde sürmekte, zaman zaman Rus şehirlerinde de terör eylemleri biçiminde kendini göstermektedir. Ancak müdahaleleri meşrulaştırmak ve uluslararası arenada haklılığını göstermek için şehirlerdeki terör olaylarının Rus gizli servislerince yapıldığı da belirtilmektedir. (113) Bugünkü gelişmeler kapsamında; RF Çeçenistan üzerinde tam hakimiyet kurmaya çalışarak, ülkesinin yeni bir dağılma süreciyle karşı karşıya kalmasını engellemeye çalışmaktadır. RF, Çeçenistan ile aynı özelliklere sahip 19 özerk cumhuriyetin de harekete geçmesi durumunda topraklarının%28’ini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu durum RF’nun yeniden dağılması, toprak açısından daha da kuzey çekilmesi ve iç devlet durumuna düşmesi, Karadeniz ve Hazar Denizi ile irtibatının neredeyse tamamen ortadan kalkması ve bu bağlamda, bu bölgedeki hakimiyet ve nüfuzunu ABD’ye kaptırması anlamına gelmektedir. (114) Rusya açısından olay yalnız Çeçenistan değildir. Sorun tüm Kuzey Kafkasya’nın elde bulundurulmasıdır. Gerek Çarlık Rusya’sı gerekse Sovyet Rusya ve bugünkü Rusya yüzyıllarca her ne pahasına olursa olsun Karadeniz’i, Hazar Denizi’ni kontrol eden ve Büyük Petro ve haleflerinin telkinlerine göre Rusya’yı Akdeniz sahillerine ulaştıracak ve elde bulundurduğu zaman kendisini Türkiye ve İran’a karşı avantajlı duruma getirecek olan Kafkasya’nın ele geçirilip muhafazası için çalışmışlardır. Hazar Denizi’nden Karadeniz’e kadar uzanan Kuzey Kafkasya bu mücadelenin jeo-stratejik hedefi olagelmiştir. (115) Kafkasya’daki Müslüman unsurlar arasında RF’na karşı ortaya çıkacak bir bloklaşma, Rusya’nın bölge ile doğrudan bağlantılı ekonomik ve siyasi çıkarlarını ve toprak bütünlüğünü tehdit edecektir. Buna karşı Rusya, bölgedeki devletlerin ekonomik kalkınmaları ve bağımsızlıklarının etkili şekilde gelişmesini ve bölgedeki petrolün geçerli ve karlı ihraç yollarını engelleyen Kafkasya’daki ‘dondurulmuş istikrarsızlık’ durumundan faydalanarak ve bunu teşvik ederek sorunu kendi arzuladığı şekilde bir çözüme ulaştırma çabası içinde olmuştur. (116)

I. Güney Kafkasya (Transkafkasya) Bölgesi

Orta Asya’daki geri çekilişin aksine, Rusya’nın Kafkasya’daki hızlı Amerikan hamlelerinin ilk şokunu atlatması uzun sürmemiştir. Bunda Rusya Federasyonu’nun güvenlik algılamasında Kafkasya’nın Orta Asya’ya göre, başta Çeçenistan sorunu olmak üzere, daha öncelikli bir yere sahip olmasının payı büyüktür. Hem ‘yakın çevre’sindeki otoritesini yeniden tesis etmek, hem kendisi için stratejik ve ekonomik önemi büyük olan bir bölgede kontrolü tam olarak kaybetmemek isteği ve hem de Kuzey Kafkasya’da güvenlik ve istikrarın korunması için Güney Kafkasya’nın öneminin bir kez daha ortaya çıkması; içeriğinde değişmeler olsa dahi, Rusya Federasyonu’nu, ABD’nin dış politikada dikkatini Irak’a yoğunlaştırması fırsatından da istifade ederek,Güney Kafkasya’da politik ataklar yapmaya sevk etmiştir. (117)

Rusya açısından Kuzey Kafkasya ve Transkafkasya’daki Rus kontrolüne dayalı istikrar ve güvenlik, birbiriyle sıkı sıkıya bağlantılı gibi gözükmektedir.Rusya için bu iki bölge arasında nasıl bir öncelik-sonralık ilişkisinin olduğunu tespit etmek pek kolay değildir. Ancak, SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya Çeçenlerin bağımsızlık isteklerini göz ardı ederek, bir müddet tüm enerjisini Transkafkasya’da kontrolü yeniden kurma yönünde harcamıştır. (118) Güney Kafkasya’daki Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın bağımsızlığı ve gelecekteki güvenliği Kuzey Kafkasya ile politik olduğu kadar ekonomik yönden de sıkı sıkıya bağlıdır. Bu devletlerden biri bağımsızlığını kaybederse diğerleri de bundan etkilenecektir. (119) Rusya, Azerbaycan ve Gürcistan ile ilişkilerinde Çeçen direnişçileri destekledikleri iddiasıyla bu ülkelerdeki etnik ve siyasi sorunları körükleyerek bölgesel hakimiyetini sürdürmek istemektedir. Ermenistan ile de yakın ilişki içindedir. Rusya kendi egemenlik alanında bulunan Kuzey Kafkasya bölgesinde ayrılıkçı hareketleri bastırma politikası izlerken, Transkafkasya’da tam tersi bir yaklaşımla hareket etmektedir. Uluslararası terörizme karşı savaştığını söyleyerek Çeçenler vasıtasıyla bölge ülkelerine baskı yapmaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılışı ve BDT’nin kuruluşundan beri, Azerbaycan ve Gürcistan Rus otoritelerinin gözünde iki merkezkaç ülke durumundadır. Rusya bu iki ülkede de etkinlik kurmakta zorlanmaktadır. Azerbaycan ve Gürcistan’ın temel dış politik yönelimleri ise tepkisel bir şekilde tamamen Batıya doğru olmuştur. Öte yandan, Ermenistan bu iki ülkeden farklı olarak bağımsızlıktan hemen sonra, Rusya’ya yönelmek zorunda kalmıştır. Burada, Ermenilerin Ruslarla tarihi müttefik olduklarını da hatırlatmakta yarar vardır. (120)

a. Gürcistan

Kafkasların üç bağımsız devletinden biri olan Gürcistan; hem Karadeniz’e, hem Türkiye’ye, hem Rusya’ya ve hem de Azerbaycan ile Ermenistan’a sınırları bulunan bir ülke sıfatıyla Orta Asya ve Avrupa arasında tam anlamı ile bir kapı/köprü özeliği taşımaktadır. RF’nun de bu durumun farkında olmasından dolayı bölgedeki askeri varlığını türlü bahaneler ile sürdürmeye çalıştığı görülmektedir. BDT vasıtasıyla ‘Yakın Çevre Doktrini’ni uygulamaya çalışması, Kafkasya’yı arka bahçesi olarak görmesi, Gürcistan’daki askeri üslerini kapatmamakta direnmesi, Ermenistan ile ilişkilerini çok sıkı tutması ve bu bölgede askeri güç bulundurması bu yaklaşımını açıkça ortaya koymaktadır. Rusya’nın bu politikalarının temel amacı Kafkasya ve Orta Asya kapılarını Türkiye’ye kapatmak, kendi etkisini ve kontrolünü sürdürmektir. (121) Bütün Kuzey Kafkasya’yı ve doğal olarak Çeçenistan’ı dünyaya bağlayan kapı Gürcistan’dır. Rusya Çeçen direnişini Gürcistan boyutunda da çevrelemek ve yok etmek istemektedir. Bütün bu sebeplerden ötürü Rusya, Gürcistan’ı kontrol altında tutmak istemektedir. Bu maksatla Gürcistan’da mevcut problemleri körüklemekte, ABD-AB-Türkiye cenahına karşı RF-Ermenistan birliği ile cevap vermeye çalışmaktadır. (122)

RF başlangıçta BDT’ye katılmakta isteksiz olan Gürcistan’da Abaza, Acara, Ermeni ve Lezgi gibi etnik sorunları istismar ederek siyasi ve ekonomik baskı uygulamış, Gürcistan’ı birliğe katılmaya mahkum etmiştir. Gürcistan’da bulunan Güney Osetya aslında Kuzey Kafkasya’nın bir parçasıdır ancak bölünmüş durumdadır. Abhazya ve Panki vadisi sorunu da Rusya-Gürcistan ilişkilerinde Kuzey Kafkasya bağlantılı sorunlardır. Gürcistan, izlediği Batı yanlısı dış politika gereği NATO ve AB üyeliği için çalışmaktadır. Bu çerçevede, toprak bütünlüğünü sağlamak için Abhazya, Acaristan ve Güney Osetya sorunlarını çözüme kavuşturmak amacıyla ülkesinden Rus askerlerinin çıkmasını ve askeri üslerin boşaltılmasını istemektedir. (Abhazya ve Güney Osetya bölgesinde Rus Barış Gücü, Acaristan ve Cevahiti’de Rus üsleri bulunmaktadır.) Bu durum Rus-Gürcü ilişkilerinde gerginliklere yol açmakta, ABD’nin de bölgeye girişi için bir fırsat yaratmaktadır.

1. Abhazya Sorunu

Abhazya sorununun temelinde, Gürcistan sınırları içinde bulunan ve coğrafi olarak Kuzey Kafkasya’nın bir parçası olan, Abhazya Özerk Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olma isteği bulunmaktadır. (123)

Sovyetler Birliği devrinde Karadeniz kıyısında Gürcistan’a bağlı özerk bir cumhuriyet olan Abhazya, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Gürcistan’dan tek yanlı bağımsızlık ilan etmiştir. Bunun üzerine, Gürcü kuvvetlerinin Abhazya’nın başkenti Sohum’a girmesi ve buna Abhaz kuvvetlerinin cevap vermesiyle patlak veren Gürcistan-Abhazya ihtilafı topyekun savaşa dönüşmüştür. Bu savaş bir yıldan fazla sürerek 30 Eylül1993 tarihinde Gürcü kuvvetleri ile Gürcü nüfusunun Abhazya’yı terk etmesiyle sonuçlanmıştır. Savaşta iki taraftan yaklaşık yedi bin kişi hayatını kaybetmiş, iki yüz elli bin Abhazyalı Gürcü yerinden edilmiş kişi haline gelmiştir. 1992-93 savaşı, Abhazya açısından sadece büyük bir sosyal ve ekonomik yıkımı getirmekle kalmamış, Gürcistan ile yeniden bir araya gelme seçeneğini de büyük ölçüde ortadan kaldırmış görünmektedir. (124)

Çatışmalar sırasında Kuzey Kafkasya’nın özerk cumhuriyetlerinin Abhazlar lehine RF’na baskıda bulunması, RF’nun konuya müdahalesine Gürcistan ile ilişkilerin gerginleşmesine neden olmuştur. (125) Abhaz-Gürcü sorunu günümüzde de devam etmektedir. Abhazların bağımsızlık talepleri, federasyon ya da konfederasyon istekleri Gürcistan tarafından kabul edilmemektedir. Bunun dışında Abhaz-Gürcü savaşı sırasında Abhazya’dan göç eden Gürcülerin geri dönüşüne ilişkin sorunlar davardır. Önceleri, Gürcistan üzerindeki nüfuzunu devam ettirmek istemesi nedeniyle Abhaz yönetimini destekleyen RF, muhtemel bir bağımsızlığın emsal teşkil edebileceği endişesiyle son zamanlarda, Gürcistan sınırlarının içinde yer alacak bir çözümün daha uygun olacağını dile getirmektedir. Bu bağlamda RF Devlet Başkanı Putin, Abhazya’daki sorunu Gürcistan’ın bir iç sorunu gördüklerini, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünden yana olduklarını, RF’nun başka bir ülkenin topraklarında çatışmaya girmeye niyeti olmadığını, Abhazya’daki RF birliklerinin çekileceğini, sadece sınır birliklerinin takviye edileceğini beyan etmektedir. (126)

2. Güney Osetya Sorunu

Osetya, coğrafi olarak Kafkas sıradağları tarafından ve siyasi olarak dabu bölgeyi ele geçiren Rus çarlarının, ülkenin güneyini Gürcistan’ın yönetimine sokmalarından beri bölünmüş bir ülkedir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kuzey Osetya, Rusya Federasyonu’nu oluşturan cumhuriyetlerden biri olurken, Güney Osetya, Gürcistan’ın bir parçası olarak kalmıştır. (127) Güney Osetya’nın Gürcistan’dan ayrılarak Kuzey Osetya ile birleşme isteği, Rusya’nın da bu anlaşmazlıkta Osetlerin yanında yer alması Gürcistan ile gerginliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Oset-Gürcü anlaşmazlığı halen çözüm beklemektedir. Rusya da bu sorunu Gürcistan üzerinde denetim kurmak için kullanmaktadır. Güney Osetya ile Gürcistan arasındaki gerginlik, 1989’da Güney Osetya’nın Sovyet Rusya içinde Kuzey Osetya ile birleşme isteği nedeniyle başlamıştır. Gürcistan’ın 1990 yılında bağımsızlığını ilan etmesiyle Güney Osetya’nın özerkliği kaldırılarak Tiflis’e bağlanmış, bunun üzerine çatışmalar başlamıştır. Rusya’nın desteğiyle Osetler lehine sonuçlanan çatışmalar birçok Oset ve Gürcünün mülteci durumuna düşmesine sebebiyet vermiştir. Ancak bu çatışmalar herhangi bir çözüm getirmemiştir.

Bugün, Güney Osetya Tiflis’in fiilî egemenlik alanı dışında yaşamını devam ettirmektedir. Fiilî durum Güney Osetya’nın genel olarak RF, özel olarak ise Kuzey Osetya ile entegrasyonuna olanak tanımaktadır ki, bu da Oset milliyetçiliğinin en temel hedefidir. Güney Osetya’nın Gürcistan dahilinde herhangi bir perspektifine inanmayan Güney Osetya yönetimi, Kuzey Osetya ile fiilî birleşmişliği hukukileştirmeye çalışmaktadır. Fakat bu konudaki nihaî söz sahibi RF, Osetya’nın bu arzusuna sıcak bakmamaktadır. Her şeyden önce Güney Osetya’nın ilhak edilmesi, uluslararası sisteme bir meydan okuma anlamına gelir ki, RF bunu yapacak güç, imkan ve kabiliyetten yoksundur. Öte yandan, iki Osetya’nın birleşmesi durumunda, Rusya’nın kontrol etmekte zorlandığı Kuzey Kafkasya’da ortaya daha büyük ve güçlü bir Osetya çıkabilecek ve ileride bağımsızlık arayışına girebilecektir ki, bu da RF açısından istenen durum değildir. Ayrıca birleşme durumunda RF, Gürcistan’a karşı kullanmakta olduğu önemli bir aracı da kaybetmiş olacaktır. (128) Gürcistanise Osetya’nın bağımsızlığını kazanması veya Rusya’ya bağlanması durumunda başta Acar ve Abhazlar olmak üzere ülkedeki diğer etnik azınlıkların da ayaklanacağından endişe etmektedir. Benzer bir endişe yaşayan Rusya için Güney Osetya’da yaşanacak bir nüfuz kaybı kısa zamanda toprak kaybına dönüşebilir. Dahası ABD’nin Karadeniz Havzası’nda güç depoladığının farkında olan Rusya yeni bir çevreleme politikasının kurbanı olmak istememektedir. (129)

3. Panki Vadisi Sorunu

Amerikan askeri varlığının Orta Asya’da ilk kez ‘yakın çevre’sine yerleşmesine direnemeyen Moskova, Kafkasya’da da geri adım atmış ve böylece 11 Eylül sonrasında Kafkasya, ABD ve Rusya arasında zımnen Kuzey ve Güney Kafkasya olmak üzere iki etki alanına bölünmüştür. Kuzey Kafkasya, Rus hâkimiyet alanında bırakılırken (ki Kuzey Kafkasya’yı oluşturan yedi cumhuriyet zaten Rusya Federasyonu içerisinde yer almaktadır), Güney Kafkasya’ya Amerikan askeri varlığı yerleşmeye başlamıştır. Gürcistan’ın kuzeydoğusunda, Çeçenistan sınırında yer alan Panki Vadisi’nde Kaide militanlarının bulunduğu iddiasına dayanarak (bugüne kadar bu iddiayı destekleyen bir kanıta rastlanmamıştır) 200 Amerikan askeri eğitmeni Gürcistan’a gelmiş ve Gürcü ordusunu eğitmeye başlamıştır. (130) Panki Vadisi Gürcü-Çeçen sınırında 65 km. uzunluğa sahip ve Tiflis’in190 km. Kuzey Doğu’sundadır. Vadide 8-12 bin Çeçen mülteci yaşamaktadır. Rusya, gerek 1. Çeçen savaşında (1994-96), gerekse 2. Çeçen savaşında(1999-…) bu vadide Çeçen direnişçilerin bulunduğunu iddia ederek vadiye müdahale etmek istemiştir. Gürcistan buna izin vermezken Rusya, 2000-2002yılları arasında vadiyi belli aralıklarla bombalamış ve Rus-Gürcü gerginliğinin artışına sebep olmuştur. (131)

Gürcistan, özellikle İkinci Çeçenistan Savaşı’ndan sonra Rusya’nın askeri ve siyasi baskılarına maruz kalmıştır. Çeçen militanların Gürcistan’ın Panki Vadisinde toplandıklarını ve Rusya’ya karşı düzenlenen askeri operasyonların buradan yönetildiğini iddia eden Rusya, Panki Vadisine askeri operasyon düzenlemek için Gürcistan’ı ikna etmeye çalışmış ancak başarılı olamadıktan sonra Gürcistan sınırlarında denetimi arttırmış ve Gürcistan vatandaşlarına vize uygulamasını getirmiştir. Özellikle Panki Vadisi sorunu gündeme taşındığı zaman ABD, bu konuda Gürcistan’ı siyasi ve askeri açıdan desteklemiş, Rusya’yı ciddi bir şekilde uyarmıştır. (132) RF’nu Gürcistan konusunda asıl rahatsız eden Panki Vadisi’nde barındığı iddia edilen Çeçenler değil, Gürcistan’ın Rusya Federasyonu’nu bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne karşı bir tehdit olarak algılaması ve bu tehdidi bertaraf etmek için olabildiğince Rus nüfuz alanından uzaklaşmaya çalışması; Türkiye, ABD, Avrupa devletleri ile yakın ilişkiler geliştirmesi ve NATO’ya üyeliği hedeflemesidir. Ancak Rusya Federasyonu var olan Çeçenistan sorununu Gürcistan üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanabilmektedir. Rusya ve Gürcistan arasında ABD’nin de müdahil olduğu krizde amaç Panki Vadisi’nde var olduğu iddia edilen Çeçenler değildir.Çeçenistan sorunu RF’nun Gürcistan konusunda rahatsızlığını dile getirmek için bir araç olarak kullanılmaktadır. (133)

b. Azerbaycan

Rusya’nın Azerbaycan’a yönelik dış politikası yakın çevre stratejisi bağlamında değerlendirilmelidir. Buna göre, Azerbaycan Rusya’nın hakim konumda olmak istediği Transkafkasya ülkelerinden biridir, önemli petrol rezervlerine sahiptir. Ermenistan’la Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ sorununda Rusya’nın taraf olması, ilişkileri etkilemektedir. Çeçen sorunu da ilişkilerde rol oynamış bir argümandır. Birinci Rus-Çeçen savaşı (1994-1996) boyunca Rusya Çeçenlerin Azerbaycan tarafından desteklendiğini iddia etmiş; Azerbaycan ise bunu reddetmiştir. İlişkilerde Çeçenistan boyutunun veya bütünlükle Kuzey Kafkasya boyutunun yeniden gündeme gelmesi, Ağustos 1999’daki Dağıstan olaylarının ve ardından, Rusya’nın uluslararası terörizmle mücadele gerekçesini kullanarak Çeçenistan’a saldırmasıyla başlamıştır.

Bu dönemde Rusya bir yandan Azerbaycan’dan uluslararası terörizmle mücadelede destek isterken, öte yandan Azerbaycan’ı Çeçenlere destek verdiği gerekçesiyle suçlamıştır. Azerbaycan’ın Dağıstan’da savaşan Vahhabilere silah sattığı da iddia edilmiş, sınır kontrolleri artırılmıştır. Kuzey Kafkasya’daki bu gelişmeler Rusya’da yaşayan Azerilere baskı yapılmasına neden olmuştur. Azerbaycan’ın Çeçenlere yardım ettiği ve yardım koridoru rolü oynadığı yönündeki açıklamalar 2000 yılında gerginliği tırmandırmıştır. Rusların Çeçenistan’daki askeri başarıları, Azerbaycan’ın yardım iddialarını kesin bir dille reddetmesi ve BDT çerçevesinde ilişkileri geliştirme girişimleri sonucu Kuzey Kafkasya olayları nedeniyle iki ülke arasında artan gerginlik azalmaya başlamıştır. (134) Dağıstan’da bulunan Lezgilerin Azerbaycan’daki Lezgilerle birleşerek Büyük Lezgi devleti kurma amaçları da Rus-Azeri ilişkilerini etkileyen bir konudur. Bu amaçla Sadval örgütü kurulmuştur. Azerbaycan’daki Lezgilerin birleşmeye yönelik hareketleri Rusya tarafından Azerbaycan’a karşı kullanılmıştır. Ermenistan da Karabağ dışında ikinci bir cephe açma amacıyla Azerbaycan’daki Lezgileri kışkırtıcı faaliyetlerde bulunmuştur.

Rusya-Azerbaycan ilişkilerinde temel sorunlardan biri de Dağlık Karabağ sorunudur. Ermenilerin çoğunlukta olduğu bu bölge 1998 yılında Ermenistan’a bağlanmak istemiş ancak Azerbaycan’ın bunu reddetmesiyle çatışmalar başlamıştır. 1991’de Azerbaycan’ın Karabağ’ın özerklik statüsünü feshedip doğrudan merkeze bağlaması üzerine bölgede yaşayan Ermeniler bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bu gelişmeler Azeri-Ermeni savaşını başlatmış ve Ermeniler Azeri topraklarının bir kısmını ve Dağlık Karabağ bölgesini işgal etmişlerdir. Savaş sırasında Ermeniler Rusya ve İran’ın desteğini almışlardır. Günümüzde, Azeri topraklarının yüzde yirmisi Ermenistan işgali altında bulunmaktadır. Türkiye’nin de içinde yer aldığı Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu çözüm arayışlarına devam etmektedir. Rusya’nın Dağlık Karabağ uyuşmazlığında daha çok Ermeni tarafını desteklemesinin ardındaki önemli bir sebep de Çeçenistan sorunuydu. Zira, Moskova gerek Çeçenistan’da hakim olabilmek gerekse Transkafkasya’da daha da güçlenebilmek için Ermenistan gibi güvenilir bir müttefiki sıkı bir şekilde etkisi altına almaya çalışmalıydı. Rusya benzer bir amacı Azerbaycan ve Gürcistan’a karşı da gütmüştür. (135) Eğer Dağlık Karabağ sorunu çözümlenirse Rusya’nın Transkafkasya’da ve dolayısıyla Kuzey Kafkasya’da etkinlik sağlayabilme ve bunu devam ettirebilme şansı iyice azalacaktır.

Bu durumda, Rusya’nın Kafkasya’daki ‘donmuş istikrarsızlıklardan’ fayda sağlayabildiği iddia edilebilir. (136) Aksi halde, Rusya’nın en başta Ermenistan’daki askeri varlığının gerekçesi büyük ölçüde ortadan kalkmış olacaktır. Dikkat edilirse; Rusya Ermenistan’daki askeri varlığına dayanarak Cevahetya (Cevahati) aracılığıyla Gürcistan’ı, Dağlık Karabağ ile Nahçıvan aracılığıyla da Azerbaycan’ı kontrol edebilme imkanına sahiptir. (137) Dağlık Karabağ sorununun çözümü için Ermenistan’a baskıda bulunabilecek tek ülke Rusya’dır. Rusya’nın bunu yapmaması ve sorunun çözümünde ABD’nin devreye girmesi Rusya’nın bölgedeki etkisini sınırlandırıcı bir faktördür. (138)

c. Ermenistan

Güney Kafkasya Cumhuriyetleri içinde Rusya’nın stratejik ortağı konumunda olan Ermenistan, konumundan dolayı Rusya için önemlidir. Kuzey-güney ekseninde Rusya ile İran bağlantısını sağlarken, doğu-batı ekseninde de enerji kaynaklarının aktarımında bir geçiş bölgesi niteliğindedir. Güney Kafkasya bölgesinde etkinliğini kaybetme kaygısı taşıyan RF, bunu önleyebilmek için en sadık müttefiki olan Ermenistan’a ekonomik ve siyasi destek vermektedir. Azerbaycan ve Gürcistan’ın Batı’ya yönelişi nedeniyle, bölgede Rus hegemonyasının devamını sağlamakta araç olabilecek tek ülke Ermenistan’dır. Bu ülkede bulunan askeri varlığı, RF’nun Azerbaycan ve Gürcistan üzerinde baskı yapmasını sağlamakta ve Güney Kafkasya’daki etkinliğini sürdürmesine yardımcı olmaktadır.

11 Eylül terör eylemleri ve onu izleyen gelişmeler tüm uluslararası sistemi olduğu gibi Rusya’nın politikalarını da etkilemiştir. 11 Eylül sonrası gelişmeler bir yandan Rusya’nın Kuzey Kafkasya’da Çeçenistan’da daha rahat hareket etmesini sağlarken, Güney Kafkasya Cumhuriyetleri üzerinde etkisinin azalmasına neden olmuştur. Ancak, Ermenistan üzerindeki Rusya etkisi ise, hem askeri hem politik, hem de ekonomik alanda devam etmektedir. Ermenistan’da Rusya’yı ülkenin hamisi ve güvenliğinin garantisi olarak gören çevrelerin varlığı, Rusya’nın bu ülkeye etkisini kolaylaştırırken, Rusya’da da tarihsel olarak Ermenistan’ı müttefik gören bakış açısı, belki Rusya’nın çıkarına da aykırı olacak şekilde Kafkasya’da Ermenistan lehine bir politika izlenmesine neden olmaktadır. Ancak, Kafkasya’daki genel istikrarsızlık ve etnik temelli çatışmalar, hem Rusya’nın bölgeye yönelik politikasını etkilemiş ve aynı zamanda Rusya için bir araç olmuş, hem de Rusya-Ermenistan ilişkilerini etkilemiştir. (139)

Ermenistan ve Rusya’nın çeşitli vesilelerle dile getirdikleri stratejik işbirliği Ermenistan’dan daha çok Rusya’nın çıkarlarına hizmet etmektedir. Rusya, Ermenistan’ı bölgedeki askeri üssü, Azerbaycan ve Gürcistan’a baskı aracı olarak kullanmaktadır. (140) Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, bağımsızlığını ilan eden cumhuriyetler dışında kalan diğer özerk bölgelerde hakimiyetini devam ettirme ve toprak bütünlüğünü koruma politikası izleyen Rusya’nın, Kafkasya’da bağımsız ülkelerin toprak bütünlüklerini tehlikeye sokucu bir politika izlemesi çelişkilidir. Rusya bu çelişkiyi Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tehdit eden Dağlık Karabağ çatışmasında Ermeni Kuvvetlere destek vererek de sergilemiştir. (141) Dağlık Karabağ sorununun çözümünde Rusya kilit rol oynamaktadır. Sorunun çözülmesi Kafkasya’daki istikrar açısından önemlidir. Bölgede şu an Ermenistan-Rusya- İran ve Türkiye-Azerbaycan kutuplaşması sürmektedir. Rusya’nın stratejik ortaklık çerçevesinde desteğini alan Ermenistan’ın komşu ülkelerle ilişkileri de yayılmacı niteliktedir. Azerbaycan ile Karabağ sorunu dışında, Gürcistan ile Cevaheti bölgesinde yaşayan Ermenilerin ayrılıkçı eğilimleriyle ilgili sorunlar mevcuttur.

Ayrıca Türk-Ermeni ilişkileri de Ermenistan’ın toprak talepleri ve soykırım iddiaları nedeniyle kopuktur. Azerbaycan ve Gürcistan’ın, Rus hakimiyetinden kurtulup Batı ile bütünleşme amacı doğrultusunda hareket ettiği düşünülürse önümüzdeki dönemde Rus-Ermeni ortaklığının devam edeceği söylenebilir. Rusya yine bu ortaklığı kullanarak bölgedeki etkinliğini sürdürme çabası içinde olacaktır. Ancak, burada ABD’nin bölgeye girmesiyle Rusya’nın hareketlerini kısıtlaması söz konusu olabilir. ABD için Güney Kafkasya ülkelerinin bağımsızlığı önemlidir. Rusya Kuzey Kafkasya’nın güvenliği gerekçesiyle Güney Kafkasya’ya hakim olmak isterken bunu Ermenistan üzerinden yapmaya devam edecektir.2. Türkiye Türkiye, Transkafkasya ülkeleri ile siyasi ilişkilerini geliştirmeye gayret ederken, Kuzey Kafkasya’da daha çok Rusya’yı karşısına almak istemeyen bir politika takip etmiştir. Resmi ağızlardan, Kuzey Kafkasya’daki bağımsızlık hareketlerine destek vermemekte ve bunları Rusya’nın iç sorunu şeklinde ifade etmektedir. (142) Türk-Rus ilişkilerinde Rusya’yı en çok rahatsız eden öğe, Türkiye’nin, kendi nüfuz alanında ABD’nin çıkarlarına hizmet ediyor olma kuşkusudur. (143) Kuzey Kafkasya ile ilgili olarak Türk-Rus ilişkilerinin tansiyonunu zaman zaman artırıcı sorun Çeçen sorunu olmuştur. Özellikle, 1994–1996dönemindeki ilk savaş sırasında bu tansiyon önemli ölçüde artmıştır.

Türkiye’nin resmi Çeçen politikası sorunun Rusya’nın toprak bütünlüğü içinde barışçıl vasıtalarla çözülmesi olmuştur. Ancak zaman zaman Türkiye’de bulunan Çeçen asıllı diasporanın örgütsel ve bireysel faaliyetleri ilişkilerin tansiyonunu artırmıştır. (144) Dağıstan, Çeçenistan ve Osetya gibi daha küçük özerk cumhuriyetler üzerinde, Rusya’nın insan hakları ihlallerine varan egemenlik politikaları, Türkiye’de rahatsızlık yaratmış, özellikle bu coğrafyanın Türkiye’deki diasporası, Rusya’nın Kuzey Kafkasya politikalarını gündeme getirmiştir. 1990’ların özgür ortamının etkisiyle Türkiye’de, birçok Kafkas diaspora toplum dernekleri sivil inisiyatiflerini güçlendirmiş ve Rusya aleyhinde söylemler geliştirmiştir. Bu oluşumlar devlet ve sivil toplum seviyesinde lobi faaliyetleri yapmışlardır. (145) Ancak Türkiye, Rusya’nın tepkisini çekmemek için resmi olarak, Rusya Federasyonu’nun toprak bütünlüğünden yana olduğunu, Çeçen sorununu Rusya’nın iç sorunu olarak gördüğünü ve barışçı yollardan çözülmesini istediğini açıklamıştır. Buna karşın resmi olmasa da Türk halkının Çeçenlerden yana olması ve Çeçenlere verilen zımni destek Rusya’da rahatsızlık yaratmıştır.

Rusya’nın da Türkiye’ye karşı PKK kartını kullanması nedeniyle 1990’lı yıllar boyunca ilişkilerde gergin dönemler yaşanmıştır.1999’da başlayan ve zaman zaman süren sıcak çatışmalar sırasında ise Çeçen sorununun ilişkilerin tansiyonunu fazla etkilemediğini söylemek mümkündür. Bunda Türkiye yönetiminin ülke içindeki Çeçen diasporasının faaliyetlerini önemli ölçüde kısıtlayıcı önlemler almasının yanı sıra, Rusya ile terörizmle işbirliği sürecini sık sık yenileyici söylem ve eylemlerde bulunmasının da rolü vardır. (146) Tarihî, kültürel ve dinî bağlara rağmen Türkiye, Çeçenistan’ı daha çok Rusya’nın bir iç meselesi olarak görmüş ve Çeçen milliyetçiliğini körükleme yolları aramamıştır. Her ne kadar bir kısım gayri resmi gruplar Çeçen direnişçilere para ve yardım göndermişse de, 2001yılında Çeçen sempatizanlarının İstanbul Swisshotel’de ele geçirilmesinden beri, Türkiye Çeçen militan grupların faaliyetlerini engellemek için sıkı önlemler almaktadır. Türkiye’nin Çeçenistan konusunda kendini dizginlemesinin sebeplerinden biri, şüphesiz Moskova’nın Kürt meselesini istismar etmesi endişesidir. (147) Çeçenistan konusu bugün Türk-Rus ilişkileri içerisinde mutlaka aşılması gereken bir ‘psikolojik bariyer’ konumundadır. Başkan Putin’in belki de başarısız olduğu tek konu olan Çeçenistan, Rusya ve Kremlin ekibi için büyük önem arz etmektedir. Bu sebeple, dolaylı veya dolaysız bu konu ile ilgisi olduğu düşünülen bütün ülkeler Rusya için doğal bir tehdit algılaması içerisine girmektedir. Ancak 11 Eylül ile birlikte Türk-Rus ilişkilerinde Çeçenistan sorununda bir yakınlaşma sağlanmıştır. (148) 16 Kasım 2001tarihinde ABD’de Türkiye ve Rusya Dışişleri Bakanları “Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı” çerçevesinde terörizmle ortak mücadele kararı almışlardır. Bu karar ile bölgeye yardım yapan kuruluşların faaliyetleri kısıtlanmıştır. Erdoğan hükümeti Batı ile paralel olarak Rusya ile de ilişkileri geliştirmeye yönelmiştir.Bu sürecin devamı olarak Putin Türkiye’ye resmi ziyarette bulunmuş, ziyaret öncesi Türk polisi Çeçenleri gözaltına almış ve ziyaret sonucu iki ülke arası ilişkiler “Çok Boyutlu Stratejik Ortaklık” seviyesine çıkarılmıştır. (149)

3. Batı

ABD ve Avrupa’nın Rusya’nın Kuzey Kafkasya bölgesindeki karışıklıklara nasıl yaklaştığı ve buna bağlı olarak da Rusya’nın Batı ile ilişkilerindeki Kuzey Kafkasya faktörü özellikle Çeçenistan sorununda kendini göstermektedir. Batılı devletler, Çeçenistan’daki çatışmalarda sivil halkın zarar görmesi, insan hakları ihlallerinin yapılması gibi sebeplerle zaman zaman Rusya’ya yönelik eleştiriler getirmişseler de bunlar daha ileri bir boyuta taşınamamıştır. Rusya ise bu eleştirilerden dolayı Batılı devletleri iç işlerine karışmakla suçlamıştır. Zira, Çeçenistan sorunu Rusya’nın bir iç meselesidir. Rusya’da başlangıçta Batı eğilimli bir dış politika izlenmiştir. NATO’nun genişlemesi, NATO’nun Yugoslavya’ya müdahalesi ve Çeçen Savaşı gibi sebepler Rusya’nın Batı ile ilişkilerinin bozulmasında ve güvenlik politikalarındaki yönelimin değişmesinde etkili olmuştur. NATO’nun Kosova nedeniyle Yugoslavya’ya karşı müdahalede bulunması, Rus güvenlik ve dış politikası açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Moskova, Kosova örneğinde olduğu gibi, bir ülkenin iç çatışmasına müdahalenin kolaylaştırılmasına karşı çıkmış, bu modelin Çeçenistan nedeniyle kendi topraklarında yinelenmesinden endişe duymuştur. (150)

2001 yılına kadar Batının Çeçenistan konusunda Rusya’ya yönelik eleştirileri sürmüş ancak bunlar sözde kalmış, herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Çeçen yönetiminin uluslararası dikkat ve destek çekme çabası içine girmesine rağmen, Batılı güçler Çeçenistan’a açık destek vermemiş ve insani müdahalede bulunmamıştır. Bunun ana sebebi ise, Rusya’nın askerî, özellikle nükleer gücüdür. (151) Rusya, Kuzey Kafkasya’da dağlık bölge üzerindeki egemenliğini her ne pahasına olursa olsun elinde tutmaya çalışmaktadır. Bunun için Çeçenistan’da binlerce askerinin ölümünü göze almış ve en sıkışık günlerinde milyarlarca doları harcamıştır. Kuzey Kafkasya’daki hâkimiyet Güney Kafkasya, Türkistan ve Orta Doğu’daki Rus nüfuzunun teminatı olduğu gibi, Rusya Federasyonu’nu dağılmaktan koruyan kale-zırh durumundadır. Bu politika, Rusya’nın değişmeyen bundan sonra da değişmesi beklenmeyen stratejilerindendir. AB ve ABD açısından, Kuzey Kafkasya’nın Ruslara bırakılması bir zorunluluktur. Dağılan bir RF’nun, her hâlükârda bu ülkelerin çıkarlarını da tehdit edeceği kabul edilir. Sınır ötesinde yani Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’da Rusya’nın kontrollü varlığı hiç olmamasından daha iyidir. Çünkü böyle bir Rus nüfuzu, Gürcistan ve Azerbaycan’ın daha fazla ABD ve AB’ye yaklaşmasını sağlamaktadır. (152)

a. ABD

ABD yönetimi, Rus-Çeçen çatışmasının tam bir savaşa dönüştüğü Aralık1994’ten beri Rusya’nın dehşet verici insan hakları sicilinin bütünüyle farkında olmasına rağmen, bu krizi sorgulama adına çok az şey yapmıştır. Rusya’nın Çeçenistan’a yönelik acımasız saldırılarını kınamada isteksiz davranmış, Rusya’nın parçalanmasının ulusal güvenliğini tehlikeye soktuğunu düşünmüş ve bağımsız bir Çeçen ulus devletinin kurulmasını dış politika çıkarlarına uygun bulmamıştır. ABD dış politika yapımcılarına göre Çeçenistan’ın bağımsızlığı, Rusya’daki diğer etnik azınlıkların da bağımsızlıklarını talep etmelerine yol açacak bir domino etkisi oluşturacaktır. Bu ise halihazırda etnik, dini ve politik bakımdan hassas olan bölgede istikrarı tehlikeye atacaktır. (153) 2001 yılına gelinceye kadar ABD, Çeçenistan konusunda Rusya’ya karşı etkili olabilecek bir tavır takınmayı reddetmiştir. ABD’ye göre, Çeçen bağımsızlık hareketi ‘yasal değildi’ ve bu yüzden Rusya kendi toprak bütünlüğünü korumak mecburiyetindeydi. ABD her ne kadar Rusya’nın toprak bütünlüğünü sağlama çabalarını desteklese de, Rusya’yı insan haklarını ihlal ettiğinden dolayı kınamayı da ihmal etmemiştir. Endişeler özellikle Rus ordusunun yaptıklarıyla ilgiliydi. ABD, Rusya’yı uluslararası hukuku, Helsinki Nihai Senedi, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) ait çeşitli sözleşmeleri ihlal etmesi nedeniyle defalarca uyarmış ancak, ABD’nin Çeçenistan’daki kötü muamelelerine yönelik olarak Rusya’yı uyarması mevcut durumu pek değiştirmemiştir. ABD, Rusya’nın Çeçenlere yönelik kötü muamelelerini azaltmak için kayda değer bir adım atmamıştır.

Genel olarak, bu dönemde, ABD politikalarının Rusya’nın Çeçenlere karşı aşırı ayrımcı ve kışkırtıcı muamelesi üzerinde çok önemli bir etkisi olmamıştır. ABD, çatışma boyunca Rusya ile olan çift taraflı görüşmelerine devam etmiştir. Rusya, ne iktisadi ve siyasi yaptırımlara uğramış ne de BM, AGİT ve AK (Avrupa Konseyi) gibi uluslararası aktörler tarafından sıkı takip altına alınmıştır. Avrupa’nın yanı sıra ABD de, Rusya’nın Çeçenistan’daki ihlallerine tatmin edici bir karşılık verememiştir. (154) ABD’nin 11 Eylül’ü, uluslararası terörizm tehdidine karşı Putin ve Bush hükümetleri arasında yeni bir yakınlaşmanın zeminini hazırlamıştır. ABD tek taraflı güç kullanarak müdahale stratejisini kendi ülkesinin yaşadığı acı üzerinde meşrulaştırmıştır. Dünyada “terörizme” karşı tek taraflı güç kullanımı meşrulaşırken, Rusya da Çeçen sorununu dünya kamuoyuna bir “terör” sorunu şeklinde göstermeyi başarmış ve dünyanın diğer devletlerinden Çeçenistan’da uyguladığı politikalara karşı “onay” almıştır. (155) Çeçenistan ve ayrılıkçı terör konusunda Batı’dan ve ABD’den şimdiye kadar destek bulamayan Rusya, 11 Eylül terör saldırılarının ardından istediği konjonktürü yakalamıştır. Bu anlamda, İslami teröre karşı işbirliği Rusya ve ABD’nin çıkarlarını uyumlaştırmış, Rusya Çeçenistan sorununda ve yakın çevresinde istediği özgür manevra gücüne kavuşmuştur. (156)

Kasım 2003’te Moskova’da gerçekleşen tiyatro baskını, terörizmin dünya gündemini işgal ettiği bir dönemde gerçekleştiğinden, bu olay bütün dünya tarafından bir terörist faaliyeti olarak kabul edilmiş ve dünyanın dört bir köşesinden Moskova’ya destek yağmıştır. Uzun süreden beri, Çeçenistan -* sonra, belki de bu harekatlarda Rusya’nın tam desteğini alamadığı için tutumunu bir kere daha değiştirmiştir. Nitekim 2004 yılının Ocak ayında Moskova’yı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Powell, içinde Çeçenistan konusunun da bulunduğu, Rusya’ya yönelik ağır eleştiriler dile getirmiştir. (157) Yine de ABD’nin bu konudaki tavrında bir değişiklik olmamıştır. Çeçen eylemlerin El Kaide ile ilişkilendirilmesi çerçevesinde İslami terörün karşısında yer alan bir duruş sergileyen ABD, Çeçenistan’daki soruna Rusya’nın iç meselesi olarak bakmış ve teröre karşı işbirliği anlayışıyla hareket ederek Rusya’nın bu konudaki insan hakları ihlallerine karşı sessiz kalmıştır.

b. Avrupa

Kafkasya’nın güvenlik sorunları sadece bölgedeki ülkelerin gündemini işgal etmemekte, son yıllarda bölgede cereyan eden olaylar ve gelişmeler AGİT’in ve dolayısıyla da Avrupa’nın ilgisini ve müdahalesini beraberinde getirmektedir. (158) Bölgede demokrasiyi savunan Avrupa, var olan etnik-politik ve sosyal sorunların barışçı yollardan çözülmesini istemektedir. Avrupa’nın en büyük komşusu Rusya’nın istikrarlı yapısı Avrupa güvenliğine de yardımcı olacaktır. Rusya’nın kuzeyindeki Kafkasya, Roland Goetz’in belirttiği gibi Rusya ile aralarındaki bağlar açısından ve AB’nin sorunsuz bölgeler oluşturma çabaları açısından da önem verilen bir bölgedir. Goetz bölge hakkında , “Avrupa’daki en istikrarsız ve tehlikeli bölge” açıklamasını yapmıştır. Burada bahsedilen sadece Çeçenistan değil tüm Kuzey Kafkasya’dır. (159) Avrupa Birliği, sosyal güvenlik, uyuşturucu ticareti, terörizm ve benzeri yerel problemleri Rusya ile ortaklaşa çözmek istemektedir. Ancak, bu çabalar henüz kayda değer bir gelişme göstermemiştir.

Rus-Çeçen savaşının başladığı 1994 yılından bugüne kadar Avrupa, konuyla ilgili sert çıkışlardan kaçınmış, eleştirilerini fazla ileri gitmeden belirtmiş ve genel olarak suskun bir politika izlemiştir. Bunun altında Rusya’yı darıltmama amacı vardır. Avrupa Konseyi, AGİT, BM gibi uluslararası örgütler de insan hakları ihlallerine karşı tepkisiz bir tavır sergilemişler, gösterilen tepkiler ise zayıf ve etkisiz girişimler olarak kalmıştır. Çeçenistan’da bir hukuk devleti bulunamayışının demokratik bir toplum oluşmasına engel olduğu, korku, fakirlik, organize suçlar ve savaştan çıkar elde eden kişilerin bulunduğu bir toplumda demokratik kurumların sağlam olamayacağından hareketle bölgeye birtakım yardımlarda bulunulmuştur. Avrupa’nın bölgeye yönelik etkisi ekonomik ve sosyal yardımlar yapmaktan öteye gidememiştir. AB için asıl önemli olan Avrupa’ya ulaşan enerji hatlarının güvenliğidir. Bu güvenliği tehdit eden unsurlar ise etnik çatışmalar ve ülkeler arasındaki rekabettir. AB’nin bölgedeki çatışmalarla ilgilenmesi ve bunların çözümünü istemesi bu kaygıdan ileri gelmektedir.

Çeçenistan konusundaki AB politikası, “halkın desteklediği, Rusya’nın toprak bütünlüğüne saygı duyan siyasal bir çözüm” formülüyle açıklanmaktadır. Fakat Avrupa hükümetlerinin Çeçenistan’da siyasal çözümü destekledikleri konusunda ciddi şüpheler vardır. (160) Siyasal çözüm isteği zaman zaman Rusya-Avrupa ilişkilerini gerginleştirse de Avrupa’nın bu konuda etkin bir tavır ortaya koyamayışı Rusya’nın hareketlerinde önemli bir değişikliğe yol açmamış, Rusya Çeçenistan konusunda belirlediği politikayı izlemeye devam etmiştir. 2004 yılının Aralık ayında Rusya Devlet Başkanı Putin, Almanya’yı ziyaretinde Alman Başbakanı Gerhard Schröder ile görüşmüş, bu görüşmenin en dikkat çekici sayılabilecek boyutunu ise Çeçenistan konusunda yapılan açıklamalar oluşturmuştur. İki liderin ortak basın toplantısında Schröder,Kuzey Kafkasya’da durumun ikili görüşmelerde gündeme geldiğini, konunun Rusya-AB diyalogu bakımından önemli olduğunu, siyasal çözümün yanı sıra bölgenin sosyo ekonomik gelişiminin de zaruri olduğunu vurgulamış ve sorunun çözümüne Almanya ve AB’nin yardımcı olabileceğini belirtmiştir.

Buna karşılık Putin de, Çeçenistan’da savaşın üç sene önce sona erdiğini,fakat bunun orada sorunların bulunmadığı anlamına gelmediğini belirtmiştir.Putin, bölgede yeterince sorunlarının olduğunu ve Rusya’nın bu konuları partneri AB ile görüşmeye ve çözüm için işbirliğine istekli olduklarını açıklamıştır. Tarafların yaptığı açıklamalar her iki ülkenin Çeçenistan konusundaki resmi politikalarının bir anlamda dışına çıktığı anlamına gelmektedir. Çeçenistan sorununda Almanya’nın bugüne kadarki resmi politikası, konuyu Rusya’nın iç işi olarak görmek ve üçüncü bir ülke olarak müdahale etmemek biçiminde formüle edilmiştir. Almanya, Rusya’yı gücendirmemek için Çeçenistan konusunu fazla gündeme getirmemiş, Schröder ise bu bölgedeki gelişmelerin kapalı kapılar ardından görüşülmesinden yana tavır koymuştur. İlk kez Çeçenistan konusu kamuoyu önünde açıkça dile getirilmekte ve hatta Rusya’ya işbirliği önerilmektedir. (161)

Putin-Schröder görüşmesi sonrası yapılan Çeçenistan konulu açıklamalardan hareketle bazı çıkarımlar yapmak mümkündür. İlk olarak, daha önce Çeçenistan konusunun yabancı bir devletle hiçbir biçimde müzakere edilmesine yanaşmayan Putin yönetimi bu konuda yumuşamış gözükmektedir. Rusya konunun Almanya ve AB ile görüşülmesine razı olduğunu açıklamaktadır. İkinci olarak, konunun ikili diyaloglarda ele alınışında tarafların sosyo ekonomik alanda işbirliği yapmaya hazır olduğu şimdiden söylenebilir. Putin’in açıklamalarına bakıldığında, Rusya’nın sorunun siyasal boyutunun diyaloga dahil olmasına açıkça karşı çıkmadığını, hatta “bölgedeki bütün sorunları diyalog konusu yapmaya açık olduğu” demeciyle siyasi boyutlu diyaloga rıza gösterdiğini bile söylemek mümkündür.

Sonuç olarak, Çeçenistan konusunda Putin ve Schröder’in karşılıklı açıklamalar ve Rusya-AB arasında bu konuda geliştirilecek diyalog, sorunun çözümü açısından önemli bir açılım olabilir. (162) Son dönemlerde uluslararası örgütler çerçevesinde Avrupa’nın konuya yaklaşımına bakılırsa, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (PACE) Çeçenistan’a yaptığı son ziyarette (Aralık 2006) Avrupa’nın Kuzey Kafkasya ve özellikle Çeçenistan konusundaki görüşlerinin önemli ölçüde değiştiği belirtilmiştir. Bugün artık kimse “Çeçen kurtuluş savaşçıları” gibi romantik ifadeler kullanmamaktadır ve kimse Rusya’nın Çeçenistan’daki egemenliğine karşı gelmemektedir.

Çeçenistan’daki PACE komisyonunun başkanı Andreas Gross, “bölgede olumlu değişiklikler olmaktadır. Gelişimi ve güvenliğin arttığını görebiliyoruz.” demiştir. Gross ayrıca bölgedeki barış girişimlerinin sadece ekonomik yapılanmayla sınırlı kalmaması gerektiğini ve Moskova, Berlin ya da Grozni’deki otoritelerin eleştirilerinin masaya konmasının daha olumlu olacağını belirtmiştir. Avrupa’nın Kuzey Kafkasya hakkındaki bugünkü görüşleri 1990’ların ortalarında oluşan görüşlerle birleştirilmiştir. 1990’lardaolduğu gibi hala militanlarla görüşmelerin yapılmasını istemektedirler. Ancak bu, Rusya için Çeçenistan’ın politik, kurumsal ve yönetimsel yasama yeteneğini yasal olarak tanımak anlamına gelecektir ki Rusya’nın böyle bir tutum izleyeceği şu anda mümkün görünmemektedir. (163) Hem ABD hem de AB ülkelerinin Çeçenistan politikasını belirleyen unsurlar arasında ekonomik çıkarlar öncelikli bir yere sahiptir. ABD ve Avrupa hükümetlerinin ortak savunma, güvenlik ve enerji gibi konularda Rusya ile olan siyasi ve ekonomik ilişkileri, onları Rusya ile insan hakları konusunda karşı karşıya kalmaktan her zaman alıkoymuştur.

IV. Kafkasya’nın Geleceği

Enerji zenginliği ve Batı’ya enerjilerin nakledilmesindeki jeopolitik öneminin yanı sıra etnik çatışma bölgeleri istikrarsız yapısıyla Kafkasya, bölge dışı güçleri kendisine çekmekte ve yeni bir rekabet alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. AB’nin ve ABD’nin Kafkasya’ya ilgisi artarak devam edecektir. Önümüzdeki dönemde bölgede özellikle Rus-Amerikan rekabetinin artacağı söylenebilir. ABD’nin bölgeye olan ilgisi 11 Eylül sonrasında terörle mücadele kapsamında yeni bir şekil ve yön almıştır. 2002’de açıklanan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Karadeniz ve Hazar bölgeleri sadece petrol rezervleriyle değil; Hindistan, Pakistan ve Güney Doğu Asya pazarlarına açılmak için de önemli olarak kabul edilmiştir. Afganistan’dan Gürcistan’a kadar bulunan ABD askeri mevcudiyeti bölgedeki ABD etkisini arttırmaktadır.

ABD’nin temel amacının bölgedeki güç dengesini kendi lehine çevirmek ve Rusya’nın bölgedeki siyasi, ekonomik ve askeri etkisini azaltmaktır. Diğer önemli amaç SSCB’nin dağılması sonrası ortaya çıkan devletleri Euro-Atlantik bloğuna bağlamaktır. Bunun sonucunda ABD’nin ve müttefiklerinin baskın jeopolitik güç olarakbölgede ortaya çıkması bölgedeki güç dengelerini değiştirmektedir. (164) ABD son dönemlerde Karadeniz’i bölgede etkin olma amacıyla kullanmak istemektedir. Türkiye ve Rusya bunu istememelerine rağmen Bulgaristan, Romanya, Gürcistan, Ukrayna gibi ülkeler buna sıcak bakmaktadır. Rusya açısından; ABD Karadeniz vasıtasıyla Rusya Federasyonu’nun “yumuşak karnı” Kuzey Kafkasya’yı kolaylıkla kontroledebilir, bu bölgelerde birtakım provokasyonlara girişebilir. ABD’nin bölgeye gelişi Ukrayna, Gürcistan ve Moldova gibi ülkelere kendine “güven ve cesaret” getirerek Rusya karşısında seslerini daha fazla yükseltmelerine sebep olabilir. (165)

11 Eylül’den sonra küresel düzeyde dış politikasında en radikal değişimi yaşayan ülkelerden birisi de Rusya olmuştur. Başkan Putin iç politikada önemli riskler alarak terörizme karşı savaşta ABD’ye tam destek sağlamış ve Batı ile Avrasyacılık arasında bir eksene oturtulmaya çalışılan Rusya’nın yönü, 11 Eylül’den sonra Batı ile bütünleşmeye ve bu anlamda ABD ile müttefikliğe doğru çevrilmiştir. ABD ile hızlı başlayan balayı bu ülkenin Orta Asya’da birbiri ardına askerî üsler edinmesiyle neticelenmiştir. Ancak bir taraftan Rusya içerisinde yükselen Batı karşıtı söylem ve diğer yandan da ABD’den umulanın bulunamaması, Moskova’da ABD’ye verilen desteğin sorgulanmasına ve Kremlin’in dış politika alternatiflerini açık tutmasına sebep olmuştur. (166) Bölgede ABD’nin Gürcistan’a büyük destek vermesinden Rusya oldukça rahatsızdır. Şangay İşbirliği Örgütü aracılığıyla ABD ile rekabete başlamıştır. Rusya’nın bölgedeki önceliklerini sıralamak gerekirse politik, ekonomik, askeri hakimiyetini devam ettirmek; Karadeniz ve Kafkasya devletlerinin dış politikasını Rus çıkarları doğrultusunda kontrol etmek ve özellikle de Türkiye, ABD ve Batının etkin olmalarını engellemektir. (167) Bölgede meydana gelebilecek olaylar ve uluslararası gelişmelerin etkileri, Rusya’nın bu hedeflerini gerçekleştirmede başarılı olup olamayacağını gösterecektir. Ancak gerçek olan, Kafkasya’nın yeni bir mücadele ve rekabet alanı olarak karşımıza çıkacağıdır.

SONUÇ

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra onun mirasçısı Rusya Federasyonu uluslararası arenaya çıkmıştır. Ancak Soğuk Savaşın kaybeden tarafı olan Ruslar, ABD etkisine giren bir dünya ile karşılaşmışlardır. Yeni kurulan bu devletin nasıl bir dış politika izleyeceği tartışılırken Rusya, kendi iç sorunlarıyla uğraşmış ve dış politikası belirsiz bir dönem geçirmiştir. Eski siyasi ve askeri gücünün elinde olmadığının farkındalığı ile hareket etmiş ve bu sorunları Batı ile bütünleşerek aşabileceği düşüncesiyle Batıcı bir dış politika anlayışı içine girmiştir. Batıcı/Atlantikçi kadronun yönetimde egemen olduğu bu dönemde demokrasi, serbest piyasa ekonomisi, dışa açılma gibi Batı kaynaklı değerler benimsenmiş ancak Sovyet modelinden yeni çıkmış bir devlet olarak Rusya Federasyonu’nun bunları sindirmesi ve uygulaması mümkün olmamış, istenen düzelme sağlanamamıştır.1993’ten itibaren Rus dış politikası, eski Sovyet bölgesini yakın çevresi ilan ederek önceliğin buraya verilmesi tezini temel alan Dış Politika Konsepti çerçevesinde biçimlenmiştir.

BDT ülkeleri ile ilişkilerin geliştirilmesi, yakın çevredeki Rus azınlığın haklarının korunması konuları 1993 Savunma Doktrini’nde de öncelikler olarak sıralanmıştır. Bütün bunlar Rusya’nın yakın çevresinde yeniden nüfuz sahibi olma çabalarıydı. ‘Arka bahçe’ mantığı ve‘Rus İmparatorluğu’ düşüncesi bu bölgedeki egemenliğin yeniden kurulmasını gerekli kılıyordu.Avrasyacı görüşün etkisinde gelişen Rus dış politikası Putin döneminde de bu niteliğini sürdürdü. Batı ile ilişkileri bozmadan BDT’ye ağırlık veren pragmatik dış politika anlayışı, 11 Eylül 2001’deki terör saldırılarından sonraBatı ile teröre karşı sıkı işbirliği gereğini beraberinde getirdi. Rusya bu ortamın etkisiyle Çeçen sorununu uluslararası terörizm şeklinde yansıtarak Batı’dan destek aldı ve Çeçenistan’da daha serbest hareket etmeye başladı.Çeçenistan aracılığıyla bölge ülkelerine baskı yapan, Türkiye’ye karşı PKK kozunu gösteren Rusya, 11 Eylül’den sonra terörizme karşı işbirliği çerçevesinde ABD ile ittifak içinde olduğu için, ABD’nin bölgeye girişine ve yerleşmesine ses çıkaramadı.

Rusya’nın Kafkasya’daki ve Orta Asya’daki kontrolünü zayıflatan bu durum önümüzdeki dönemde bu bölgenin, iki güç arasında rekabete ve nüfuz mücadelesine sahne olacağını göstermektedir.Rusya’nın Kafkasya’nın tamamına hakim olabilmesi için Kuzey Kafkasya’da fiilî olarak var olması gerekmektedir. Bu bölgede etkinliğini sağlayamazsa yeni bir dağılma tehdidiyle yüz yüze gelebilir. Etno-politik sorunlardan kaynaklanan çatışma potansiyeli ve istikrarsızlığın sürmesi Rusya’nın yakın çevresindeki mevcudiyetini tehlikeye düşürecektir. Bölgedeki sorunları dış politika aracı olarak kullanan Rusya, Batılı güçlerin bölgeye girişiyle bu sorunların kendisine karşı kullanılabileceğini göz önüne almalıdır. Rusya’nın Kafkasya’daki konumu ve bu bölgede hakimiyetinin devam etmesi son derece önemlidir. Genel bir eğilimle Kafkasya bölgesi kuzey ve güney olarak ikiye bölünerek incelenir. Kafkas sıradağlarının kuzeyinde yer alan kısım, Kuzey Kafkasya, Rusya Federasyonu’na bağlı yedi cumhuriyetten oluşan bir bölgedir.

Güney kısımda ise bağımsız Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan bulunmaktadır. Bu iki bölge arasında kesin bir çizgi koymak mümkün değildir çünkü her iki kısımda yaşanan sorunlar da birbiriyle bağlantılıdır. Bölünmüşlüğün getirdiği bu durum Sovyet dönemi politikalarının bir sonucudur ve halen çözüm bekleyen sorunlar mevcuttur. Jeopolitik açıdan Rusya’nın Kafkasya’ya giriş kapısı durumunda olan Kuzey Kafkasya’da elinin güçlü olması Transkafkasya’daki kontrolüne büyük avantaj sağlar. Bugün Rusya Federasyonu sınırları içerisinde yer alan Kuzey Kafkasya, farklı etnik kökenden gelen insanların bir arada yaşamak zorunda bırakıldığı ve sürekli çatışma potansiyeli barındıran bir bölgedir. Sosyal ve ekonomik olanakların kısıtlı olması da bu çatışma potansiyelini tetikleyici bir durumdur. Rusya’nın ‘böl ve yönet’ politikalarının doğurduğu bu sonuç Rusya’nın güvenliğini de önemli ölçüde etkilemektedir.

Bölgedeki çatışmalar ülkedeki istikrarı bozabilir ve yeni bir dağılma sürecine yol açabilir. Bu açıdan Rusya’nın bu bölgedeki ayrılıkçı hareketleri baskı altında tutmak istemesi anlaşılabilir. Rusya’nın bölgeye yönelik politikasını büyük ölçüde güvenlik sorunları belirlemektedir. Arka bahçesi olarak gördüğü ülkeler üzerindeki kontrolünü devam ettirme düşüncesiyle askeri açıdan bölgeyi kullanmaktadır. Dağılma sonrası bağımsızlığını alan ülkelerden çekilen askeri varlığı Kuzey Kafkasya’ya aktarılmıştır. AKKA çerçevesinde oluşturulan tavanlar konusunda bölge ülkeleriyle karşı karşıya gelmesine rağmen, Kuzey Kafkasya’daki güvenliği sağlama bahanelerini ileri sürmüştür. Rusya’nın asılamacı Kuzey Kafkasya vasıtasıyla tüm Kafkasya’yı kontrol edebilmektir. Bunu yapabilmek için de öncelikle bu bölgedeki bağımsızlık hareketlerini bastırarak istikrarı sağlaması gerekmektedir. Bu sayede, Rus dış politikasının temel düşüncesi olan yakın çevrede hakim olma arzusunu gerçekleştirme imkanına kavuşacaktır.

Rusya’nın Kafkasya politikasını oluştururken kuzey ve güneyi bir arada değerlendirdiğini ve bölgeyi bir bütün olarak gördüğünü söylemek mümkündür. Rusya açısından Güney Kafkasya’daki etkinliği, Kuzey Kafkasya’daki güvenliğini sağlamaktadır. Sağlanan güvenlik Rusya’ya enerji kaynaklarında ve nakil yollarındaki avantajının sürmesi anlamına gelmektedir. Kuzey Kafkasya’daki etnik çatışmalarda ayrılıkçı gruplara baskı uygulayan Rusya, konu Gürcistan ve Azerbaycan olduğunda bu ülkelerdeki etnik çatışmaları, müdahale ve baskı aracı olarak kullanmaktadır. Kuzey Kafkasya’daki etnik sorunlar özetle şöyle sıralanabilir: Dağıstan,çok sayıda etnik unsuru barındırdığı için kendi içinde çatışma potansiyeli hepvardır. Fakirlik, işsizlik gibi sebeplerle gruplaşmalar meydana gelmektedir. Dağıstan’da bulunan Lezgilerin, Azerbaycan’da yaşayan Lezgilerle birleşme amacı vardır. Rusya bazı dönemlerde Lezgileri kullanarak Azerbaycan’a baskı yapmıştır.

Dağıstan’da Vahhabilik hareketi de giderek güç kazanmaktadır. Bu cumhuriyette Sünni yönetimle Vahhabiler arasında bir iç çatışma yaşanmaktadır. Radikal İslam’ın bölgede yerleşmesi Moskova tarafından da istenmeyen bir durumdur. Kuzey Kafkasya’da var olan sorunlar içinde en dikkati çeken Çeçenistan’daki sorundur. Rusya için Çeçenistan stratejik açıdan önemlidir. Petrol rezervleri ve enerji transferindeki konumu nedeniyle elde tutulması Rusya için hayati önemdedir. Burada Rusya’ya karşı alınacak bir zafer hem diğer etnik unsurlara olumsuz örnek olması hem de Rusya’nın yakın çevredeki etkinliğini azaltması nedeniyle istenmeyen bir durumdur. Bun edenle Rusya’nın Çeçen sorununda ve genel olarak Kuzey Kafkasya’da sorunları askeri ve siyasi yollarla bastıran, kendi egemenliğinden taviz vermeyen bir politikası vardır. İnguşetya’nın en önemli sorunu Kuzey Osetler ile arasındaki Prigorodni anlaşmazlığıdır. Bu toprakların aidiyeti iki taraf arasında çatışmalara yol açmış ancak tam olarak çözülememiştir. Buna bir de göçmen sorunu eklenmiştir. Beslan olaylarından sonra İnguş-Oset ilişkileri gerginleşmiştir.

Kuzey Osetya Cumhuriyeti Rusya’ya yakınlığı ile bilinmektedir. Osetler kuzey ve güney Osetleri olarak bölünmüş durumdadırlar. Gürcistan’ın Güney Osetya özerk bölgesinde yaşayan Osetler Kuzey Osetya ile birleşip RF’na katılmak istemektedirler. Bu durum Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü tehdit etmekte, Osetlere destek vermesi nedeniyle Rusya ile gergin ilişkilere yol açmakta ve Gürcistan’ı Batıya yaklaştırmaktadır. Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde yönetim ve devletin işleyişi konusunda Kabardeyler ve Balkarlar arasında anlaşmazlık vardır. % 45 nüfus oranıyla devlet yönetiminde söz sahibi olan Kabardeyler, farklı etnik kökenlerden gelmeleri nedeniyle Balkarların tepkisini çekmektedir. Kabardeylerin diğer Çerkeslerle birleşerek büyük Çerkes devleti kurma amaçları, Balkarları aynı etnik kökenden geldikleri Karaçaylar ile bir olma arzusuna itmektedir. Rusların çoğunlukta olduğu Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde, Karaçaylar ve diğer Çerkeslerle birleşmek isteyen Çerkesler arasında gerginlikler yaşanmıştır. Karaçaylar ile Balkarlar aynı etnik kökenden gelmelerine rağmen Sovyet politikaları gereği bölünmüşlerdir.

Adigeler büyük Çerkes (Adige) devleti kurma idealini, Kabardeyler ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde yaşayan Çerkesler ile birleşerek gerçekleştirmek istemektedirler. Bunun yanı sıra diğer cumhuriyetlerle kıyaslandığında etnik çatışma açısından sakin bir bölge olduğu söylenebilir. Kuzey Kafkasya bölgesindeki bu sorunların Rusya Federasyonu sınırları içinde cereyan etmesi bunu Rusya’nın bir iç sorunu olarak görmemiz gerektiği anlamına gelmemelidir. Zira, bölgede Rus dış politikasını etkileyen gelişmeler olmakta, Rusya da bunları kullanarak dış politikasına yön vermektedir. En başta Çeçen sorunu tüm dünyanın dikkatle izlediği bir meseledir. Rusya bu sorunu yakın çevrede hakim olma amacına yönelik olarak kullanmıştır. Dış politikasında Çeçen sorununu bir araç haline dönüştürmüş, bölge ülkelerine karşı bunu kullanmak suretiyle baskıcı bir tutum izlemiştir. 2000 yılında yayınlanan yeni Dış Politika Konsepti’nde dış politika önceliklerinde ilk sırayı yakın çevrenin alması ve BDT ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğinin belirtilmesi Rusya’nın bu amaçlarla hareket ettiğini göstermektedir.

Bu çerçevede, özellikle Azerbaycan ve Gürcistan Çeçenlere yardım etmekle suçlanmış, ülkelerindeki etnik-siyasi sorunlar körüklenmiştir. Türkiye’nin bölgesel güç olmasına yönelik olarak da Çeçen sorununa ılımlı yaklaşımı gerekçesiyle PKK’ya destek niteliğinde girişimlerde bulunulmuştur. Rusya, bu sayede bütün olarak Kafkasya ve Avrasya bölgesinde kontrol sahibi bir güç olmaya çalışmıştır. Dış politikasındaki temel amacı gerçekleştirmeye yönelik bu eylemleri, Rusya’da imparatorluk düşüncesinin kaybolmadığı fikrini destekler niteliktedir.Çeçenistan’da sert ve tavizsiz bir politika izlenmesi tüm dikkatleri Rusya’ya çevirmiş, Batının Çeçenistan’da insan hakları ihlalleri yapıldığı yönündeki eleştirileri Rusya-Batı ilişkilerini gerginleştirmiştir. Rusya ise bunun kendi iç sorunu olduğunu belirterek bu konudan asla taviz vermeyeceğini göstermiş, eleştirilere karşı duyarsız davranmıştır. Batılı devletlerin ve uluslararası örgütlerin bu yöndeki eleştirileri herhangi bir ciddi yaptırıma dönüşmemiş, bölgeye ilgileri insani yardımla sınırlı kalmıştır. Rusya ile ilişkilerini bozmak istemeyen Batı (özellikle ABD) 11 Eylül’den sonra uluslararası terörizmde işbirliği çerçevesinde Rusya’nın Çeçenistan’da uyguladığı politikayı desteklemiştir.

Çeçenistan’daki durumu bu kapsamda tutmaya çalışan Putin hareket serbestliği elde etmiştir. Rusya, bugün Çeçenistan’da sorunun çözüldüğü izlenimi yaratmak istemektedir ancak bu konuda izlenen sansür politikası gerçeği yansıtmamaktadır. Transkafkasya’da Rusya’nın hakim olabilmesi, burada büyük ölçüde Kuzey Kafkasya ile bağlantılı olan sorunların gelişimine bağlıdır. Gürcistan’da Güney Osetya, Abhazya; Azerbaycan’da Dağlık Karabağ sorunlarında Rusya’nın tavrı bunları çözmek yerine, işine geldiği durumlarda bu devletler aleyhine kullanmaktır. Ancak, Rusya’nın izlediği politika bu devletleri Rusya’dan uzaklaştırarak Batı’ya yaklaştırmaktadır. Özellikle 11 Eylül sonrasında bölgedeki faaliyetlerini artıran ABD, bölge ülkeleri üzerindeki etkisini artırmaktadır. Bu etkiyi son yıllarda bölgede yaşanan devrimlerde görmek mümkündür. Bölgedeki RF-Ermenistan- İran ve Gürcistan-Azerbaycan-Türkiye ittifakı devam edecek gibi görünmektedir. Son yıllarda ABD’nin Kafkasya’ya yerleşme çalışmaları, bu bloklaşmada RF’nun karşısında yeni bir güç olacağını göstermektedir. Yakın çevre kavramının içinde yer alan Kafkasya bölgesi Rusya Federasyonu’nun dış politika öncelikleri arasında ilk sırayı almaktadır.

Kafkasya’nın kuzey ve güneyini birlikte değerlendiren Rusya, iç içe geçmiş sorunlar karşısında farklı politikalar izlemektedir. İçerde istikrarı sağlama amacıyla insan haklarını görmezden gelen baskıcı politikalar izlerken, sınırları dışında kışkırtıcı hareketlerde bulunmaktadır. Bölgedeki sorunların uluslararası niteliği ve bölgenin uluslararası etki ve müdahalelere açık olması Rusya’nın işini zorlaştırmakta ve sadece bölge ülkeleriyle değil, ABD ve Avrupa ile de karşı karşıya getirmektedir. Zengin enerji kaynaklarına sahip Kafkasya’ya yönelik Batı’nın bu ilgisi önümüzdeki dönemde de devam edecektir. Pragmatik bir dış politika izleyen, Avrasyacı niteliği ağır bassa da Batı ile ilişkilerini bozmamaya çalışan Rusya’nın mücadele alanı genişleyecek ve dış politikası bölgesel gelişmelerin seyrine göre şekillenecektir. Çok kutuplu dünyaya giden bir ortamda Rusya, yenidünyanın Avrasya lideri olma hedefiyle hareket edecek ve Kuzey Kafkasya’sında istikrarlı ortamı sağlayarak yakın çevresinde ve genel olarak dış politikasında kararlı adımlar atma yönünde politikalar izleyecektir.

BÖLÜM DİPNOTLARI:
93) Stephen BLANK: “Kafkasya Güvenliginde Yeni Egilimler”, Avrasya Etüdleri, TİKA, (İlkbahar, 998), 8.
94) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 18.
95) Sönmez CAN: a.g.m., 209.
96) Sergei KURTUNOV: “Russia’s Way: Natinal Identity and Foreign Policy”, International Affairs Cilt 44, Sayı 4, (Moskova, 1998), 141’den naklen Zeynep DAGI, “Rusya’nın Güvenlik Politikası ve oTürkiye”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ed. Refet YİNANÇ, Hakan TASDEMİR,(Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2002), 194.
97) Yelda DEMİRAG: a.g.m., 77.
98) Zeynep DAGI: “Rusya’nın Güvenlik Politikası ve Türkiye”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ed. Refet YİNANÇ, Hakan TASDEMİR, (Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2002), 194.
99) Ali Faik DEMİR, Türk Dıs Politikası Perspektifinden Transkafkasya, (İstanbul, Baglam Yayıncılık, 2003), 91.
100) Rus strateji uzmanı Vadim Simburski Kafkasya ile ilgili tezlerinde bölgedeki ‘istikrarlı
istikrarsızlıgın’ korunması gerektigini söylemektedir. Ona göre; “Rusya’nın çıkarlarına direkt tehlike olusturan tek bölge Kafkasya’dır. Kafkasya’da milli devlet olarak kalmak isteyen ‘Azerbaycan’ ve ‘Gürcistan’ gibi küçük imparatorlukların olması Rusya’nın çıkarlarına uygundur. Söz konusu bölgede, Rusya’nın çıkarlarının korunması için çalısacak inkılapçı güçler mevcuttur. Bunun için bölgedeki ‘İstikrarlı İstikrarsızlık’ korunmalıdır. Zaten, böyle bir durum yıllardan beri olusmakta, Türkiye ve İran’ın serbest hareketine engel olmaktadır.”, Bkz. “Ermenilerin Azerbaycan’da Bkz. “Ermenilerin Azerbaycan’da Yaptıgı Katliamlar”,
http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/katliamlar/azerbaycan.html
101) Ufuk TAVKUL: a.g.e., 192.
102) Haleddin İBRAHİMLİ: Degisen Avrasya’da Kafkasya (Ankara, ASAMYayınları,
2001), 64.
103) Savas YANAR: a.g.e., 73.
104) Ömer Göksel İSYAR: a.g.e., 548.
105) Fevzi USLUBAS: SSCB’den Sonra Sıra Rusya’da Mı? Afganistan, Küresel Terör ve ABD, İmparatorlukların Bataklıgı, (İstanbul, Toplumsal Dönüsüm Yayınları, 2005), 161.
106) Marie Bennigsen BROXUP: “The Case for Chechen Independence”, Contrasts and Solutions in the Caucasus, Ed. Ole HOİRİS, Sefa Martin YÜRÜKEL, (Aarhus, Aarhus University Press, 1998), 397.
107) Robert OLSON: Türkiye’nin Suriye, İsrail ve Rusya ile İliskileri: 1979-2001, Çev. Süleyman ELİK, (Ankara, Orient Yayınları, 2005), 108.
108) Anna MATVEEVA: The North Caucasus, Russia’s Fragile Borderland, (Londra, The Royal Institute of International Affairs, 1999), 82.
109) B.Zakir AVSAR: a.g.m., 1884.
110) Sönmez CAN: a.g.m., 210.
111) 12 Agustos 1949 tarihli Cenevre Sözlesmesi savas zamanında sivillerin korunmasına dair hükümler içermektedir. Sözlesmenin ek protokolünde açık biçimde ”siviller saldırıların ya da misillemelerin hedefi olamaz” denmektedir.
112) Fevzi USLUBAS: a.g.e., 172.
113) Hakan KANTARCI: a.g.e., 80.
114) Hakan KANTARCI: a.g.e., 198.
115) Savas YANAR: a.g.e., 74.
116) Ariel COHEN: “Avrasya Boru Hatları Stratejisi”, Avrasya Etüdleri, (İlkbahar 1996), 2.
117) Mahmut Niyazi SEZGİN: “Kafkasya’da Büyük Rekabet”, Radikal, (8 Ekim 2002),
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=52571
118) Ömer Göksel İSYAR: a.g.e., 72.
119) Savas YANAR: a.g.e., 26.
120) Ömer Göksel İSYAR: a.g.e., 80-81.
121) Coskun SAHİNOGLU: a.g.m., 121.
122) Mehmet Ali BOLAT: “Gürcistan Raporu”,
http://www.chveneburi.net/sp/bpg/publicationİview.asp?InfoID=
156716&iabspos=5&vjob=vsub,253
123) Okan MERT: Türkiye’nin Kafkasya Politikası ve Gürcistan, (İstanbul, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık,
2004), 51-52.
124) Hasan KANBOLAT: “Abhazya Nereye Gidiyor?”, (27 Eylül 2006),
http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=1158&kat1=42&kat2=
125) Okan MERT: a.g.e., 53.
126) Savas YANAR: a.g.e., 85.
127) “Güney Osetya Anlasmazlıgı”,
http://www.kafkas.org.tr/bgkafkas/bukafİgosetyaİgosetyaanlasmazligi.html#02
128) Kamil AGACAN: “Saakasvili’nin Güney Osetya Operasyonu: Bir Hipotezin Testi”, (16 Ocak 2005), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=33&kat=6
129) Faruk AKKAN: “Osetya Üzerinden Nüfuz Savası”, Aksiyon, Sayı 587, (06.03.2006),
http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=23504
130) Mahmut Niyazi SEZGİN: a.g.m., http://www.radikal.com.tr/haber.php?
haberno=52571
131) Mehmet Ali BOLAT: a.g.m., http://www.chveneburi.net/sp/bpg/publicationİview.asp?InfoID=
156716&iabspos=5&vjob=vsub,253
132) “ABD’nin Kafkasya’daki Güncel Varlıgı ve Türk-Amerikan İliskilerine Yansıması”,
http://www.azsam.org/modules.php?name=News&file=article&sid=6
133) Gökçen EKİCİ: “Moskova Eylemi ve Rusya Federasyonu’nun Çeçenistan Politikasına
Yansımaları”, Stratejik Analiz, (Aralık 2002), http://www.asam.org.tr/temp/temp246.pdf
134) Nazım CAFERSOY: Eyalet-Merkez Düzeyinden Esit Statüye : Azerbaycan-Rusya İliskileri (1991- 2000), (Ankara, ASAM Yayınları, 2000), 36-42.
135) Ömer Göksel İSYAR: a.g.e., 548.
136) Blanka HANCILOVA: “Prospects and Perils of an Armenian-Azerbaijani Settlement”, The Analyst, (23 Mayıs 2001), http://www.cacianalyst.org/viewİarticle.php?articleid=104
137) Haleddin İBRAHİMLİ: a.g.e., 66.
138) Kamer KASIM: “Rusya-Ermenistan İliskileri: Bölgesel Hegemon Güç ile Stratejik Ortagı
Arasındaki İliski”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1,Ed. İhsan ÇOMAK, (İstanbul, Tasam Yayınları, 2006), 237.
139) Kamer KASIM: a.g.m., 234.
140) Hatem CABBARLI: Bagımsızlık Sonrası Ermenistan – Rusya İliskileri, (Ankara, ASAM Yayınları, 2004), 35.
141) Kamer KASIM: a.g.m., 236.
142) Savas YANAR: a.g.e., 206.
143) Gülten KAZGAN: “Batı ile İliskilerin Gölgesinde Türkiye-Rusya liskileri”, Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya: Politik, Ekonomik ve Kültürel İliskiler, Der. Gülten KAZGAN, Natalya ULÇENKO, (İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2003), 177.
144) Nazım CAFERSOY: “Türkiye-Rusya İliskileri ve Separatizm Faktörü”, (13 Subat 2006),
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=787&kat=1
145) “Rusya Türkiye’yi Yanında İstiyor”, (18 Ocak 2005), http://www.ntvmsnbc.com/news/305647.asp
146) Nazım CAFERSOY: a.g.m., http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=787&kat=1
147) F.Stephen LARRABEE, Ian O.LESSER: Türk Dıs Politikası Belirsizlik Döneminde, Çev. Mustafa YILDIRIM, (İstanbul, Ötüken Nesriyat, 2004), 149.
148) Sinan OGAN: “11 Eylül Sonrası Türk Dıs Politikasında Rusya”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1, Ed. İhsan ÇOMAK, (İstanbul, Tasam Yayınları, 2006), 196-198.
149) Mehmet Ali BOLAT: “Türkiye’nin Çeçenistan Politikası”,
http://cecenistan.ihh.org.tr/uluslararasiplatform/turkiye/index.html
150) Zeynep DAGI: a.g.m., 185.
151) Hakan TASDEMİR: “Kafkasya’daki Güvenlik Sorunları”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ed. Refet YİNANÇ, Hakan TASDEMİR, (Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2002), 236.
152) Alaeddin YALÇINKAYA: “Kafkasya’da Degismeyen Stratejiler”, (10 Ocak 2007),
http://www.tasam.org/index.php?altid=1539
153) Aziza KHATOON: “ABD Dıs Politikasında Çeçenistan”,
http://cecenistan.ihh.org.tr/uluslararasiplatform/abd/index.html
154) “Clinton Yönetiminin Çeçenistan Politikası”,
http://cecenistan.ihh.org.tr/uluslararasiplatform/abd/clinton.html
155) Evren BALTA: “Çöküsten Kaosa Rusya, ABD ve Kafkasya Üçgeni”, Birikim, Sayı 186,http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=168&dyid=2844
156) Hakan TASDEMİR: a.g.m., 206.
157) İlyas KAMALOV: Putin’in Rusyası: KGB’den Devlet Baskanlıgına, , (İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2004), 122.
158) Savas YANAR: a.g.e., 242.
159) Sergei MARKEDONOV: “Possible New Directions in the North Caucasus”, (27 Aralık 2006), http://www.russiaprofile.org/politics/2006/12/27/4957.wbp
160) “HRW: Çeçenistan’daki Kayıplar İnsanlık Suçu”, http://www.bianet.org/2005/03/22/56950.htm
161) Nazım CAFERSOY: “Rusya, AB ile Çeçenistan’ı Görüsmeye Hazır”, (27 Aralık 2004),
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=8&yazi=8
162) Nazım CAFERSOY: a.g.m., http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=8&yazi=8
163) Sergei MARKEDONOV: a.g.m., http://www.russiaprofile.org/politics/2006/12/27/4957.wbp
164) Sinan OGAN: “Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz”, (16 Mayıs 2006),
http://www.netpano.com/haber/705/M%C3%BCcadelenin/Yeni  Rekabet/Alan%C4%B1/Karadeniz
165) Sinan OGAN: a.g.m.,
http://www.netpano.com/haber/705/M%C3%BCcadelenin/Yeni/Rekabet/Alan%C4%B1/Karadeniz
166) Sinan OGAN: a.g.m.,http://www.netpano.com/haber/705/M %C3%BCcadelenin/Yeni/Rekabet/Alan%C4%B1/Karadeniz
167) Stephen BLANK: Time For A Transatlantic Initiative, New Europe Review, 5’ten naklen Sinan OGAN, “Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz”, (16 Mayıs 2006),
http://www.netpano.com/haber/705/M%C3%BCcadelenin /Yeni/Rekabet/Alan%C4%B1/Karadeniz

TÜM BÖLÜM KAYNAKLARI:
AGACAN
, Kamil, “Saakasvili’nin Güney Osetya Operasyonu: Bir Hipotezin Testi”, http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=33&kat=6, 16 Ocak 2005.
AKARSLAN, Mediha, Degisen Dünya Dengeleri: Rusya Federasyonu Yakın Çevre Politikası ve Türk Cumhuriyetleri, İstanbul, Ezgi Kitabevi Yayınları, 1994.
AKKAN, Faruk, “Osetya Üzerinden Nüfuz Savası”, Aksiyon, Sayı 587,
http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=23504, 06.03.2006.
AKKAN, Faruk, “Yeni Süper Enerjik Güç”, Aksiyon, Sayı 588,
http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=23561, 13 Mart 2006.
ALPAY, Yalın, Y. M. ÖZTÜRK, Rusya Ülke Analizi, İstanbul, TİM Yayınları, 2005.
ATLI, Altay, “Rusya’nın Alternatif Yatırım Haritası”, Radikal, (23 Aralık 2005),
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=173704
AVSAR, B.Zakir, “Kafkasya-Rusya Federasyonu ve Türkiye”, Yeni Türkiye,Yıl 3, Sayı 16, Türk Dünyası Özel Sayısı II, Temmuz-Agustos 1997.
AZİZİAN, Rouben, “A Marriage of Convenience: Russia and U.S. Foreign Policy”, Asian Affairs, 30, 2, Summer 2003.
BALTA, Evren, “Çöküsten Kaosa Rusya, ABD ve Kafkasya Üçgeni”, Birikim, Sayı 186,
http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=168&dyid=2844
BLANK, Stephen, “Kafkasya Güvenliginde Yeni Egilimler”, Avrasya Etüdleri, TİKA, İlkbahar, 1998.
BOLAT, Mehmet Ali, “Gürcistan Raporu”,
http://www.chveneburi.net/sp/bpg/publicationİview.asp?InfoID=156716&iabs
pos=5&vjob=vsub,253
BOLAT, Mehmet Ali, “Türkiye’nin Çeçenistan Politikası”,
http://cecenistan.ihh.org.tr/uluslararasiplatform/turkiye/index.html
BROWN, Archie, “Vladimir Putin ve Merkezî Devlet Gücünün Yeniden Tesisi”, Kadim Komsumuz Yeni Rusya, Haz: Yılmaz TEZKAN, İstanbul, Ülke Kitapları, 2001. 145
BROXUP, Marie Bennigsen, “The Case for Chechen Independence”, Contrasts and Solutions in the Caucasus, Ed. Ole HOİRİS, Sefa Martin
YÜRÜKEL, Aarhus, Aarhus University Press, 1998.
BRZEZENSKİ, Zbigniev ve P. SULLİVAN (Ed.), Russia and the CIS: Documents, Data and Analysis, M.E.Sharpe, New York, CSIS, 1997.
BRZEZINSKI, Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası: Amerika’nın Önceligi ve Bunun Jeostratejik Gerekleri, Çev. Ertugrul DİKBAS, Ergun KOCABIYIK, İstanbul, Sabah Kitapları, 1998.
BRZEZINSKI, Zbigniew, The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic Imperatives, New York, Basic Books, 1997.
BÜYÜKAKINCI, Erhan, “Vladimir Putin Döneminde Rus Dıs Politikasına Bakıs: Söylemler, Arayıslar ve Fırsatlar”, Degisen Dünyada Rusya ve Ukrayna, Der: Erhan BÜYÜKAKINCI, Ankara, Phoenix Yayınları, 2004.
CABBARLI, Hatem, Bagımsızlık Sonrası Ermenistan – Rusya İliskileri, Ankara, ASAM Yayınları, 2004.
CAFERSOY, Nazım, Eyalet-Merkez Düzeyinden Esit Statüye : Azerbaycan- Rusya İliskileri (1991-2000), Ankara, ASAM Yayınları, 2000.
CAFERSOY, Nazım, “Enerji Diplomasisi: Rus Dıs Politikasında Stratejik Araç Degisimi”, http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=27&yazi=709, 2 Ocak 2006.
CAFERSOY, Nazım, “Rusya’da (Yeni) Avrasyacılık Akımı”,
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44, 28 Aralık 2005.
CAFERSOY, Nazım, “Rusya, AB ile Çeçenistan’ı Görüsmeye Hazır”,
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=8&yazi=8, 27 Aralık 2004.
CAFERSOY, Nazım, “Türkiye-Rusya İliskileri ve Separatizm Faktörü”,
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=787&kat=1, 13 Subat 2006.
CAN, Sönmez, “Jeopolitik Açıdan Kafkasya”, Avrasya Dosyası, Rusya- Kafkasya Özel, Cilt 3, Sayı 4, Kıs 1996.
CANGAVA, Georgiy, “Kuzey Kafkasya Tarih Tekrarlanır Mı?”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 60, Ocak 2002.
CASIN, Mesut Hakkı, Rus İmparatorluk Stratejisi, Ankara, ASAM Yayınları, 2002.
146
COHEN, Ariel, “Avrasya Boru Hatları Stratejisi”, Avrasya Etüdleri, İlkbahar
1996.
ÇEÇEN, Anıl, “Büyük Ortadogu ve Kafkasya”, 2023, Sayı 31, Kasım 2003.
ÇETİNKAYA, Mirza, M. YAGİBEKOV, “Eski Süpergücün Yeni Düsleri”, Aksiyon, Sayı 316, (23 Aralık 2000), http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=13557
ÇİLOGLU, Fahrettin, Rusya Federasyonu’nda ve Transkafkasya’da Etnik
Çatısmalar, İstanbul, Sinatle Yayınları, 1998.
ÇOMAK, İhsan, “Dagıstan: Kafkasya’da Yeni Bir Filistin Mi Doguyor?”,http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=512&kat=8, (27 Eylül 2005).
ÇOMAK, İhsan, “Rusya, Putin ve Avrasyacılık”, Rusya Stratejik Arastırmaları- 1, Ed. İhsan Çomak, İstanbul, Tasam Yayınları, 2006.
ÇUREY, Ali, “Bilinen Dünyanın Bilinmeyen Ülkesi: Kuzey Kafkasya ve Çerkesler (1)”, Kafkasya Yazıları Dergisi, Yıl 2, Sayı 5, Sonbahar, 1998.
DAGI, Zeynep, Ulusal Kimlik Baglamında Rus Milliyetçiligi ve Rus Dıs Politikası, Doktora Tezi, Ankara, 2001.
DAGI, Zeynep, Kimlik, Milliyetçilik ve Dıs Politika: Rusya’nın Dönüsümü, İstanbul, Boyut yayıncılık, 2002.
DAGI, Zeynep, “Rusya’nın Güvenlik Politikası ve Türkiye”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ed. Refet YİNANÇ, Hakan TASDEMİR, Ankara, Seçkin Yayınları, 2002.
DEDEOGLU, Beril, “Çatısma-Uzlasma İkilemi Çerçevesinde Rusya Federasyonu – Amerika Birlesik Devletleri İliskileri”, Yıl 3, Sayı 33, 15 Ocak 2004.
DEMİR, Abdullah, Tarihten Günümüze Rus Yayılmacılıgı ve Yeni Kurulan Cumhuriyetler, İstanbul, Ötüken Nesriyat, 1998.
DEMİR, Ali Faik, “Sorunlar Dagı Kafkasya Kesismesinde Çatısmalar ve Türkiye’nin Güvenligi Açısından Önemi”,
http://www.birlesikkafkasya.com/portal/modules.php?name=Forums&file=vie
wtopic&p=2394
DEMİR, Ali Faik, Türk Dıs Politikası Perspektifinden Transkafkasya, İstanbul, Baglam Yayıncılık, 2003. 147
DEMİR, Bekir, “Rusya Federasyonu Cumhuriyetlerindeki Siyasi, Ekonomik ve Etnik Yapının Federasyon Millî Güvenligi Üzerindeki Etkisi”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1, Ed. İhsan Çomak, , İstanbul, Tasam Yayınları, 2006.
DEMİR, Bekir, “1990 Sonrası Rusya’sında Etno-Politik Ayrısma Süreci”,
http://www.academical.org/dergi/makale/s6rusyaetnopolitik2.htm
DEMİRAG, Yelda, “Kafkasya’da Türk ve Rus Politikası”, Stratejik Analiz, Cilt 4, Sayı 40, Agustos 2003.
DEVLET, Nadir, “Kuzey Kafkasya’nın Dünü Bugünü”, Yeni Türkiye, Yıl 3, Sayı 16, Türk Dünyası Özel Sayısı II, Temmuz-Agustos 1997.
DUGİN, Aleksandr, Rus Jeopolitigi: Avrasyacı Yaklasım, Çev. Vügar
İMANOV, İstanbul, Küre Yayınları, 2003.
EKİCİ, Gökçen, “Kafkasya Üzerinde Dönen Küresel Politikalar ve Çeçen
Eyleminin Yansımaları”, 2023, Sayı 20, 15 Aralık 2002.
EKİCİ, Gökçen, “Moskova Eylemi ve Rusya Federasyonu’nun Çeçenistan Politikasına Yansımaları”, Stratejik Analiz, http://www.asam.org.tr/temp/temp246.pdf, Aralık 2002.
EKREM, Erkin, “Rusya-Ukrayna Dogalgaz Krizi ve Çin”,http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=723&kat=29
ERDURMAZ, A.Serdar, “ABD’nin Kafkaslar’daki Hedefleri”, Cumhuriyet Strateji, Yıl 1, Sayı 46, 16 Mayıs 2005.
EROL, Akusba, “Kafkasya’da Etnik Sorunlar”,   kafkas.org.tr/bgkafkas/etniksorunlar.html
ERTAN, Fikret, “Beslan Soruları”, Zaman, http://www.zaman.com.tr/webapptr/
yazar.do?yazino=207075, 3 Eylül 2005.
ERTAN, Fikret, “Dagıstan’da Neler Oluyor?”, http://www.usakgundem.com/haber. php?id=1289
ERTAN, Fikret, Rusya’nın Dönüsümü, İstanbul, Kızılelma Yayıncılık, 2001. Financial Times, 13.09.2004 ve 14.09.2004. Financial Times, 05.09.2004 ve 30.09.2004.
HANCILOVA, Blanka, “Prospects and Perils of an Armenian – Azerbaijani
Settlement”, The Analyst,http://www.cacianalyst.org/viewİarticle. php?articleid=104, 23 Mayıs 2001. 148
HENZE, Paul B., “Kafkasya’da Çatısma: Geçmis, Sorunlar ve Gelecek İçin
Öngörüler”, http://www.bkd.org.tr/analizİac.asp?id=2 http://www.azsam.org /modules. hp?name=News&file =article&sid=6 
http://www.bianet.org/2005/03/22/56950.htm http://cecenistan.ihh.org.tr/ uluslararasiplatform abd/clinton.html
http://www.circassiancanada.com/tr/arastirma/0104İnalcikİolaylarininİdusundurdukleri.htm
http://www.constitution.ru/en/10003000-02.htm
http://www.departments.bucknell.edu/russian/const/constit.html
http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/katliamlar/azerbaycan.html
http://www.kafkas.org.tr/bgkafkas/bukafİgosetyaİgosetyaanlasmazligi.html#02
http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=387
http://www.ntvmsnbc.com/news/305647.asp
http://www.rusya.ru/tur/index/siyasiİveİidariİyapi
http://www.rusyaofisi.com/secim2004.htm
İBRAHİMLİ, Haleddin, Degisen Avrasya’da Kafkasya, Ankara, ASAM
Yayınları, 2001.
İBRAHİMOV, Aydın, M. MUTLUER, “Kafkasya’da Desintegrasyondan
Bütünlesmeye Dogru Gelismeler ve Türkiye’nin Rolü”,
http://www.circassiancanada.com/tr/arastirma/0086İkafkasyadaİdesintegras
yondanİbutunlesmeyeİdogru.htm
İSYAR, Ömer Göksel, Bölgesel ve Global Güvenlik Çıkarları Baglamında Sovyet-Rus Dıs Politikaları ve Karabag Sorunu, İstanbul, Alfa Yayınları, 2004.
KALKAVAN, Feryal, “Rusya Federasyonu’nda Federalizm ve Ünitarizm Tartısmaları”, Degisen Dünyada Rusya ve Ukrayna, Der. Erhan
BÜYÜKAKINCI, Ankara, Phoenix Yayınları, 2004. 149
KAMALOV, İlyas, Putin’in Rusya’sı: KGB’den Devlet Baskanlıgına, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2004.
KANBOLAT, Hasan, “21 Mayıs 1864 Anılırken Adigey Cumhuriyeti Tarihe Mi Karısıyor?”, Stratejik Analiz, Cilt 7, Sayı 73, Mayıs 2006.
KANBOLAT, Hasan, “Abhazya Nereye Gidiyor?”,
http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=1158&kat1=42&kat2=, 27 Eylül2006.
KANBOLAT, Hasan, “Gürcistan – Ukrayna – Karadeniz Üçgeni Arasında Kuzeybatı Kafkasya, Kabardey – Balkar’dan Sonra Sıra Karaçay-Çerkes’te mi?”, Stratejik Analiz, Cilt 6, Sayı 70, Subat 2006.
KANBOLAT, Hasan, “Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası ve Çeçenistan Savası”, Avrasya Dosyası, Cilt 6, Sayı 4, Kıs 2001.
KANBOLAT, Hasan, “Rusya’da Federatif Yapıya Getirilen Kısıtlamalara Geçis Sancılarında Adigey Cumhuriyeti Örnegi”, Stratejik Analiz, Cilt 2, Sayı 15, Temmuz 2001.
KANTARCI, Hakan, Kıskaçtaki Bölge Kafkasya, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006.
KARADAG, Muhammet, “Rus Federalizminin Tarihi Gelisimi ve Gelecegi”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1,Ed. İhsan Çomak, İstanbul, Tasam Yayınları, 2006.
KASIM, Kamer, “Rusya-Ermenistan İliskileri: Bölgesel Hegemon Güç ile Stratejik Ortagı Arasındaki İliski”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1,Ed. İhsan
ÇOMAK, İstanbul, Tasam Yayınları, 2006.
KAZGAN Gülten, “Batı ile İliskilerin Gölgesinde Türkiye-Rusya İliskileri”, Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya: Politik, Ekonomik ve Kültürel İliskiler, Der.
Gülten KAZGAN, Natalya ULÇENKO, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2003.
KAZGAN Gülten, N. ULÇENKO (Der.), Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya Politik, Ekonomik ve Kültürel İliskiler, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2003.
KHATOON, Aziza, “ABD Dıs Politikasında Çeçenistan”,
http://cecenistan.ihh.org.tr/uluslararasiplatform/abd/index.html
KOCAMAN, Ömer, “Rusya’nın Ermenistan Politikası: Tek Boyutlu Siyasetten Çok Boyutlu Siyasete Dogru”, http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=7&yazi=797, 18 Subat 2006.150
KOCAMAN, Ömer, “Rusya’nın Ermenistan Politikasında Degisim Sinyalleri: Tek Boyutlu Siyasetten Çok Boyutlu siyasete Mi?”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1,Ed. İhsan ÇOMAK, İstanbul, Tasam Yayınları, 2006.
KÖNİ, Hasan, “Günümüzde Rus Milliyetçiligi ve Sonuçları”, Avrasya Dosyası, Cilt 1, Sayı 1, İlkbahar, 1994.
KUMUK, Cem, Kafkasya Aydınlık Günlerini Arıyor: Neredesin Prometeus?, İstanbul, Alfa Yayınları, 2004.
KURTUNOV, Sergei, “Russia’s Way: Natinal Identity and Foreign Policy”, International Affairs Cilt 44, Sayı 4, Moskova, 1998.
LARRABEE F.Stephen , I.O. LESSER, Türk Dıs Politikası Belirsizlik Döneminde, Çev. Mustafa YILDIRIM, İstanbul, Ötüken Nesriyat, 2004. 
LO, Bobo, Vladimir Putin and the Evolution of Russian Foreign Policy, London, The Royal Institute of International Affairs, Blackwell Publishing, 2003.
LOGUNOVA, S.L.,” Türkiye Cumhuriyeti İle Ticari-Ekonomik İsbirliginin Gelisiminde Rusya Federasyonu İdari Birimlerinin Rolü: Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri Örnegi”, Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya: Politik, Ekonomik ve Kültürel İliskiler, Der. Gülten KAZGAN, Natalya ULÇENKO, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2003.
LUZHKOV, Y.Mihayloviç, Tarihin Tekrarı: 21. Yüzyılın Toplumu ve Rusya’nın
Gelecegi, İstanbul, Bilimsel Yayıncılık, 2003.
MARKEDONOV, Sergei, “Possible New Directions in the North Caucasus”,
http://www.russiaprofile.org/politics/2006/12/27/4957.wbp, 27 Aralık 2006.
MERT, Okan, Türkiye’nin Kafkasya Politikası ve Gürcistan, İstanbul, IQ
Kültür-Sanat Yayıncılık, 2004.
NAUSHABAYEVA, Assem, Degisen Uluslararası Dengeler Baglamında Rusya Federasyonu’nun Dıs Politikası, Doktora Tezi, Ankara, 2005.
NAUSABAYEVA, Asem, “Yeltsin’den Sonra Putin’le Yeni Rusya”, Stratejik
Analiz, Cilt 1, Sayı 1, Mayıs 2000.
NEEF, Christian, Kafkasya: Rusya’nın Kanayan Yarası, Çev. Özalp
GÖNERALP, İstanbul, Yenihayat Yayınları, 2004.
NEVERS, Renee de, “Russia’s Strategic Renovation”, Adelphi Paper, 289, London, The International Institute for Strategic Studies, 1994. 151
OGAN, Sinan, “11 Eylül Sonrası Türk Dıs Politikasında Rusya”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1, Ed. İhsan ÇOMAK, İstanbul, Tasam Yayınları, 2006.
OGAN, Sinan, “2004 Yılı Türk Dıs Politikasında Rusya-Ukrayna Bölgesi ve 2005 Yılı Beklentileri”, (1 Aralık 2004), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=2&yazi=24
OGAN, Sinan, “Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz”,http://www.netpano.com/haber/705/M%C3%BCcadelenin/Yeni/Rekabet/Alan
%C4%B1/Karadeniz-, 16 Mayıs 2006.
OGAN, Sinan, “Rusya’da Oligarsinin Millilestirilmesi Arzuları”,http://tr.rutam.org/content/view/29/26/
OGAN, Sinan, Rusya’da Siyaset ve Oligarsi, İstanbul, ASAM Yayınları, 2003.
OLGUN, Fikret İ., “Rusya’nın Bugünkü Durumu Üzerine”, Yeni Forum, Sayı 303, Agustos 1994.
OLSON, Robert, Türkiye’nin Suriye, İsrail ve Rusya ile İliskileri: 1979-2001, Çev. Süleyman ELİK, Ankara, Orient Yayınları, 2005.
ONAY, Yasar, Rusya ve Degisim, Ankara, Nobel Yayınları, 2002.
ONAY, Yasar, “Türkiye-Rusya İliskilerinde NATO Gölgesi”,
http://www.tusiad.org/yayin/gorus/32/html/sec9.html
ÖZBEK, Nadir, “Rus Dıs Politikasında Yeni Yönelimler ve Türk Cumhuriyetleri”, Avrasya Dosyası, Cilt 3, Sayı 4, Kıs 1996.
ÖZBEK, Zeynep, “90’larda Çeçen Bagımsızlık Mücadelesi”,
http://cecenistan.ihh.org.tr/varolus/bagimsizlik/index.html
ÖZDAG, Ümit, “SSCB’den Rusya Federasyonu’na”, Avrasya Dosyası, Cilt 3, Sayı 4, Kıs 1996.
ÖZTÜRK, Osman Metin, Ordu ve Politika, Ankara, Gündogan Yayınları, 1993.
ÖZTÜRK, Osman Metin, Rusya Federasyonu Askeri Doktrini, Ankara, ASAM Yayınları, 2001.
PERÇİNEL, Selim, “Kuzey Kafkasya’da Terör ve Savas: Çeçenistan Savası Yayılıyor Mu?”, http://kafkasyaforumu.org/martnisan/cecenistan2.htm 152
PRIZEL, Ilya, National Identity and Foreign Policy, New York, Cambridge University Pres, 1998.
PRİMAKOV, Yevgeniy, Kapalı Kutu Rusya: Üst Düzey Siyaset Koridorlarında Bir Yasam, Çev. Nuri EYÜPOGLU, Matas Matbaası, 2002.
PURTAS, Fırat, “Hazar Bölgesi’nde Rekabetin Yeni Boyutu: Silahlanma Yarısı”, 1 Ekim 2004, http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=21&kat=32
PURTAS, Fırat, Rusya Federasyonu Ekseninde Bagımsız Devletler Toplulugu, İstanbul, Platin Yayınları, 2005.
RADUGİN, A.A., Politologiya, Moskova, 2003.
ROBERTSON, Lord, “NATO’nun Dönüsümü”,
http://hq.nato.int/docu/review/2003/issue1/turkish/art1.html
RUTLAND, Peter, “Putin’in İktidar Yolu”, Kadim Komsumuz Yeni Rusya, Haz.
Yılmaz TEZKAN, İstanbul, Ülke Kitapları, 2001.
SEIFFERT, Wolfgang, Vladimir V. Putin, Ed. Zerrin YILMAZ, İstanbul, Gendas Yayınları, 2004.
SEZGİN, Mahmut Niyazi, “Kafkasya’da Büyük Rekabet”, Radikal,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=52571, 8 Ekim 2002.
SOKOLOV, Boris, “Kafkasları Düsmana Verecekler”, Çev. İlyas KAMALOV, Stratejik Analiz, Cilt 7, Sayı 74, Haziran 2006.
SOMUNCUOGLU, Anar, “Rusya Federasyonu’nda Merkez-Bölge İliskilerinin Ekonomik Boyutu”, Kadim Komsumuz Yeni Rusya, Haz. Yılmaz TEZKAN, İstanbul, Ülke Kitapları, 2001.
STANKEVİCH, Sergei, “Russia in Search of Itself”, The National Interest, Summer 1992.
STAROVOİTOVA, Galina ,“A Democratic House of Cards, Transitions”, Cilt 5, Sayı 6, 1998, 35-36.
SAHİNOGLU, Coskun, “Türkiye ve Rusya Federasyonu Açısından Kafkasya ve Orta Asya’nın Önemi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 85, Subat 2004.
SEN, İlker Gökhan, Rusya Federasyonu Siyasal Sistemi, Eskisehir, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2004. 153
TASDEMİR, Fatma, “Taliban Baglamında Bölgesel ve Küresel Güvenlik Sorunları Üzerine Degerlendirme”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ed. Refet YİNANÇ, Hakan TASDEMİR, Ankara, Seçkin Yayınları, 2002.
TASDEMİR, Hakan, “Kafkasya’daki Güvenlik Sorunları”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ed. Refet YİNANÇ, Hakan TASDEMİR, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2002.
TASTEKİN, Fehim, “Kafkasya’nın Yeni Alev Topu Kabardey-Balkar”, Radikal,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=167883, 24 Ekim 2005.
TASTEKİN, Fehim, “Kafkasya’nın Zor Ekonomi-Politigi”, Kafkas Vakfı Bülten Dergisi,
http://www.kafkas.org.tr/hakkinda/bulten/bultenİ8İkafkasyaninİzorİekonomi İpolitigiİ.htm
TASTEKİN, Fehim, “Savas Yorgunu Bir Ülke”,
http://www.kafkas.org.tr/ajans/SavasİyorgunuİCecenya.htm, Ekim 2001.
TAVKUL, Ufuk, Etnik Çatısmaların Gölgesinde Kafkasya, İstanbul, Ötüken Yayınları, 2002.
TAVKUL, Ufuk, “Kafkasya’nın Cografi Konumu ve Stratejik Önemi”,
http://www.circassiancanada.com/tr/arastirma/0090İkafkasyaninİcografiİkon umuİve.htm
TAVKUL, Ufuk, “Tarihi ve Etnik yapısıyla Kafkasya”, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl 3, Sayı 16, Temmuz-Agustos 1997. Tercüman ,“Olaylar Kontrol Edilemez Boyutta”, 11 Temmuz 2005.
TISKOV, V.A., FILIPPOVA, E.I., Eski Sovyet Ülkelerinde Etnik İliskiler ve Sorunlar, Ankara, ASAM Yayınları, 2001.
TOLZ, Vera, “Forging the Nation: National Identity and Nation Building in Post-Communist Russia”, Europe-Asia Studies, Cilt 50, Sayı 6, 1998.
TOUMARKİNE, Alexandre, “Geçmiste ve Günümüzde Kuzey Kafkasya’nın Jeopolitik Önemi”, 2023, Sayı 31, Kasım 2003.
USLUBAS, Fevzi, SSCB’den Sonra Sıra Rusya’da Mı? Afganistan, Küresel Terör ve ABD İmparatorlukların Bataklıgı, İstanbul, Toplumsal Dönüsüm Yayınları, 2005.
ÜNKARACALAR, Ekrem, “21. Yüzyılda Rusya ve Dıs politikası”, 3 Temmuz 2006 http://www.haberrus.com/?pid=3349&Keyword=ekrem 154
WEHRSCHUTZ, Christian F., “Rus Fikriyatının Parçası Olarak Avrasyacılık”, Menfaatler Çatısması Ortasında Türkiye, Haz. Yılmaz TEZKAN, Ankara, Ülke Kitapları, 2000.
YALÇINKAYA, Alaeddin, “Kafkasya’da Degismeyen Stratejiler”,
http://www.tasam.org/index.php?altid=1539, 10 Ocak 2007.
YANAR, Savas, Türk-Rus İliskilerinde Gizli Güç Kafkasya, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2002.
YAPICI, Utku, “Avrasyacılık-Atlantikçilik İkileminde Rus Dıs Politikası: Putin Çok Boyutlu Uygulamalara Yöneliyor”, Cumhuriyet Strateji, Sayı 16, 18 Ekim 2004.
Zaman Gazetesi, “Rusya NATO’da…Tekrar Düsünün!”,http://arsiv.zaman.com.tr/2001/12/04/strateji/strateji.htm