LAZCA-TÜRKÇE ŞİİR VE HİKÂYELERİYLE MUNİR YILMAZ AVCI

Yayına hazırlayan: Ali İhsan Aksamaz 

“Yıl 1939. Eski nüfus kaydına göre 6 Ağustosta, yeni nüfus kaydına göre 25 Şubatta, anneme göre ise mısır zamanında dünyaya gelmişim. Kısacası, ikinci dünya harbinin düğmesine basılmasıyla beraber ben doğmuşum. Ancak o savaş, ben dünyaya geldiğim için mi başladı, yoksa ben o savaşı durdurmak için mi dünyaya geldim! Ben buna cevap arayıncaya kadar zaten savaş da başlayıp bitti bile. Bazen de, belki de Atatürk’ün yeri boş kalmasın diye doğduğumu düşünüyorsam da benim gibi düşünmeyenler de bulunabilir. Hangisinin doğru olduğu hakkında benim de şüphelerim var! Benim bildiğim, doğduğumda beni leğende yıkayanların ellerinden kayıp düşmemek için leğenin kenarına yapıştığımdır. Çünkü bana öyle anlattılar. O anda beni yıkayanlardan birisi ne kadar güçlü olduğumu izah etmeye çalışırken diğeri ona, galiba bunun bize itimadı yok diye itiraz etmiş. Oysa ben cırtlak sesimle bağırırken, “Boğuluyorum yahu, ben henüz yüzme bilmiyorum,” demek istiyordum herhalde. Ne var ki kendimi ne kadar zorlasam da şunca yaşa geldiğim halde ben o günü hala hatırlayamıyorum.

Benim doğumumu babama haber veren kadın müjde olarak kendisi için çok makbule geçecek bir hediye istemiş. Sadece bir kilo şeker. Tabii ki babam da ertesi gün Hopa’dan aldığı şekerle onun isteğini yerine getirmiş. Kısacası, bir kilo şeker kadar değeri olan benim dünyaya gelişimi fırsat bilip sevinenler bile olmuş! (M. Yılmaz Avcı, “Şurimşine do Man/ Canımcağızım ve Ben” başlıklı yayımlanmamış eserinden)

+

“ʒ̆ana 1939. Nanaçkimişa gyore maryaşinaş tutas lazut̆epeşi oras dovibadee. Yani majurani cihan harbis giç̆k̆et̆uşi man komoptee. Ancax, em ok̆ok̆idinus, man nadovibadişeni gyoç̆k̆esi, varna emuşi ok̆oʒ̆k̆inu do dodginapuşeni man dovibadii man oxovoʒ̆onapt̆işakis zaten 5 ʒ̆anaş doloxe eti diçodu do mutu var. Kimi orapesti p̆iya Ataturki nağuru do emuş yeri boşi vardoskidasten man dovibadii yado visimadepnati çkva ç̆eşidepeten naisimadepanpeti helbet korenan. Namu ʒ̆oi ren manti varmiçkin mara man namiçkin, nadovibadi do leğenis mbonup̆t̆esşi xeepes vargoʒ̆avustvaten leğeniş kinais namevank̆ap̆i do xe nagovucini eya ren. Eti man namiʒ̆vespeşen miçkin. Em oras man nambonup̆t̆espeşen arik muk̆o dido menceloni navore majuranepes oxoʒ̆onapaptuşi majuranikti amus çkinda gyuveni varuğun yado emus varnusimineen. Xalbuki man em mç̆ipe sersi çkimiten, “Man onçviru varmiçkin. Vişkvide yauuuu.” Yado pqurapt̆i herhalde. Muren ki muk̆onai visimadanati man em ndğa xoloti vargomaşinen.

Man nadovibadi k̆ala ar oxorcak babaçkimis mujde yado muşişeni dido k̆imeti nauğun ar mutu ak̆vandeen. Xvala ar kilo şekei. Helbet babakti majurani ndğas xopas nayeç̆opu şekeiten emus guri duxveneen. Eşo varna aşo. Ar kilo şekei k̆onai k̆imeti nauğun çkimstei ar k̆oçişi dobaduşen naixelespeti kort̆eenan. (M. Yilmaz Avci, “Şurimşine do Man”-şen)

BAZI ŞİİRLERİ

MJORA

Ar seri çkva diçoden tuta gzas kogedgitun,

Muruʒxepe kodibğen mjora kogoladgitun.

Tutak boxça muşiten mindulun kagondunun,

Mamuli do izaniş sersi kodolodgitun.

Mjora kaeşaxtaşi nek̆napes konodgitun,

Mara guri muxtaşi mp̆ulas komukudgitun.

Golapes gomjoraşi žabunoba varmalen,

Ondğei komoxtaşi iri svas komodgitun.

Dixa nʒa doxominaps doç̆ups ar dişumaşi,

Dont̆k̆obun kagondunun ar mç̆ima komoxtaşi.

Mç̆ima k̆ai şeyi ren eti igoren mara,

Xeleba kogedgitun t̆aroni gontanaşi.

Ont̆ulepe ixaçken oxorepe ik̆iden,

Bak̆i bağu bargeni oxoris guik̆iden.

Dulyape variçoden mara mjora ulun do,

Pangaraş t̆epsi stei iya koguʒ̆ik̆iden.

Mjora vargyant̆onaşa xolo tuta komulun,

Nʒaşi k̆arta t̆arafis muruʒxi kagamulun.

Ar ndğa çkva koniçoden mjorak tutas ducoxops,

Ar selami gyunçaxups xe gyuvalups mindulun.

(M. Yilmaz Avci, 8 II 1995)

 

GÜNEŞ

Bir gece daha biter ay yoluna koyulur,

Yıldızlar dökülürler güneşse önde durur.

Ay bohçasını alır gider kayboluverir,

Horoz ve ezan sesi her bir yeri doldurur.

Güneş az yükselince kapılara dayanır,

Gücenirse bulutların arkasında saklanır.

Her yer güneşlenince hastalıklar gelemez,

Öğlen vakti gelince her tarafa yayılır.

Yeri göğü kurutur kavurur bir kızınca,

Saklanır ve kaybolur bir de yağmur yağınca.

Yağmur çok iyi şeydir o da aranır ama,

Her yeri neşe sarar bir de hava açınca.

Tüm bahçeler kazılır evler inşa edilir,

Etrafında dam ambar samanlıklar dikilir.

İşler henüz bitmezler ama güneş giderek,

Alevden tepsi gibi göğe asılıverir.

Güneş batmadan önce yine ay geliverir,

Göğün her köşesinden yıldızlar çıkıverir.

Bir gün daha biterken güneş ayı çağırır,

Bir selam çakıverip el sallar gidiverir.

(M. Yılmaz Avcı, 8 II 1995)

 

MÇ̆İMA

ʒ̆oxle ar mp̆ula moxtu rak̆anis konodgitu,

Dirdu do dimçxvanuşi mjoras koguʒ̆udgitu.

Ar ixi kamoşaxtu mp̆ulape kogoşobğu,

Ok̆ule guşikaçu germapes komodgitu.

İxi mendaxtuşk̆ule mç̆ima gzas kogedgitu,

Limci naiqvas stei mʒ̆k̆upi kodolodgitu.

Oşiraluş sersiten ar-jur ʒ̆ap̆a kamelu,

Skindinape keşkurdes skidala kayedgitu.

Goşaşei gunk̆apes pucepe do genepe,

K̆ark̆ales do yeputxes oput̆es kotumepe.

Oxorca bere bari ont̆ules koguşibğes,

Bargenis komolobğes nçalape do tipepe.

Nagedginan ncaepe ixiten guink̆anu,

ʒ̆ap̆apes komanžinu ar k̆eleti dimçxvanu.

Mç̆ima k̆ala ixişi sersepe kuxuiktu,

Xonʒu nagont̆k̆vaʒu do köyi kuxuink̆anu.

Nʒa nagedgin ʒ̆lami met̆ruxu kagoʒ̆astu,

Nagoʒ̆obun mp̆ula do mteli mç̆ima kagextu.

Şuroni uşuroni mç̆imak doçxu dobonu,

Germaş k̆ele şvariten kva do nca kagelaxtu.

Dido ora mik̆ilu xolo mjora kayextu,

Mp̆ulak ti kamondrik̆u mç̆ima k̆ala mendaxtu.

Şkurina kagondunu xelebe kamoşaxtu,

T̆aroni kagontanu ağani ndğa komoxtu

(M. Yilmaz Avci, 8 III 1995)

 

YAĞMUR

Önce bir bulut geldi ve tepeye dayandı,

Büyüyüp irileşti ve güneşi kapattı.

Bir rüzgâr çıkıverip bulutları dağıttı,

Sonra her yeri tuttu ormanları kuşattı.

Rüzgârdan sonra yağmur yola koyulu verdi,

Akşam olmuş gibi de karanlık çöküverdi.

Şırıltı sesi ile bir-iki damla düştü,

Tüm hayvanlar ürktüler yaşam canlanıverdi.

Şaşkınca koşuştular inekler ve danalar,

Gıdaklayıp durdular avludaki tavuklar.

Kadın çoluk çocuklar bahçeye yayıldılar,

Samanlığa yığıldı mısır sapı ve otlar.

Dikili tüm ağaçlar rüzgâr ile sallandı,

Damlalar artıverdi bir yandan kalınlaştı.

Yağmur ile rüzgârın sesi karışıverdi,

Göğün gürlemesiyle köy yerinden sallandı.

Göğü zapt eden direk kırılıp kopuverdi,

Asılan bulutlardan bütün yağmurlar indi.

Canlı cansız her şeyi yağmur yıkayıverdi,

Ormandan gelen selle taşlar ağaçlar indi.

Çok zaman geçiverdi yine güneş yükseldi,

Bulut boynunu büktü yağmurla gidiverdi.

Korku kayboluverdi neşe sevinç yayıldı,

Hava da açıverdi ve yeni bir gün geldi.

(M. Yılmaz Avcı, 8 III 1995)

 

MSKİBURBALİ

Mskibu ikten domkvaşi kododgitun,

Mjora kyulun rak̆anis komodgitun.

Tuta do muruʒxepe gzas kogedgitun,

Mskiburbali ikten çkamu dodgitun.

Şuronepe dibadenan ğurunan,

Hem şupan imxoran ok̆oçk̆odunan.

İnciran yiselan oxoç̆k̆odunan,

Mskiburbali ikten varti dodgitun.

ʒ̆k̆ari xomun yeputxun nʒaşa kyulun,

Dvaç̆k̆indaşi mç̆ima ğvari kagyulun.

Mtviri iqven dot̆ibaşi dondğulun,

Mskiburbali ikten çkar vardodgitun.

Udodginu dixa ikten nʒa ikten,

Ndğa moxtaşi entepeti kagikten.

Mskiburbali ar mcixi ʒ̆k̆aris ikten,

Kiyana dodgitun muk vardodgitun.

Mjora kyulun ʒ̆k̆ari xomun kogyamxven.

Mç̆ima mulun ğali dirden komamkven,

Ar mcixi şuriten ti varti gvakten,

Ğurutaşa imʒkven do vardodgitun.

(M. Yilmaz Avci, 9 IX 1995)

 

FIRDÖNDÜ

Değirmen döner işi bitince durur,

Güneş çıkar tepelerde oturur.

Ay ile yıldızlar yola koyulur,

Fırdöndü hiç durmaz hep döner durur.

Canlılar doğarlar ve yok olurlar,

Hem yerler içerler zıkkımlanırlar.

Yatarlar kalkarlar koşuştururlar,

Fırdöndü durmadan hep döner durur.

Su kurur uçarak göğe yükselir,

Yorulunca yağmur ile sel gelir.

Kar olur buz olur erir su verir,

Fırdöndü dört döner hep döner durur.

Yerle gök durmadan beraber döner,

Gün gelince onlar da tersine döner.

Fırdöndüler bir avuç suda döner,

Dünya dursa bile o döner durur.

Yağmurla sel gelir o sürüklenir,

Güneş gelir büzülüp çöreklenir.

Bir damla canı var yine diklenir,

Öğünmek için ölür hep döner durur.

(M. Yılmaz Avcı, 9 IX 1995)

 

OXORİÇKİNİ

Nagudgin mteli k̆ida kva do ncaten noşvei,

Majura k̆arta mutu piʒariten ç̆k̆adei.

ʒ̆oxle muşi opute ont̆ule goladvei,

Odape mokaçei uğun oxori çkinis.

Oxorişi şkaguris birtum daçxiri kogzun,

Ç̆umanerişi mjora didi odas konogzun.

Nagunk̆apun berepes gyari ʒk̆ari gamogzun,

Manžagere molobğun birtum oxori çkinis.

Ar k̆alati k̆ak̆ali nunk̆uşa dolobğei,

K̆eremulis goʒ̆obun ar ovle goxomei.

Postis kogexen do lirs p̆ap̆ulik men’omei,

Mteli şeyi memskvei uğun oxori çkinis.

Ok̆iʒeşi ar k̆ele k̆iʒi grasta keladgin,

Ok̆rebules ʒ̆k̆ariten k̆uk̆uma kogeladgin.

Ar stoli do tronepe ekole kaeladgin,

Ongore kogulužin nç̆eris oxori çkinis.

K̆eremuliş kank̆ulis k̆ardala kogoʒ̆obun,

Emuş ç̆it̆a jindole k̆ank̆uleʒi konobun.

Steğo k̆ala oʒ̆k̆ares birtum ʒ̆k̆ari kogyobun,

Çeçme elak̆idei uğun oxori çkinis.

Mç̆k̆idiş mkiri lazut̆i mteli xaros dolobğun,

Modvalu do nalini nek̆naş ʒ̆oxle goʒ̆obğun.

Sağani iya aya oʒ̆udes kogolobğun,

Dulyape memskvanei uğun oxori çkinis.

Oçk̆omaluş gyarepe mteli xaros meşažin,

K̆izi k̆op̆a do xami ok̆izales gelažin.

Arguni do burç̆uli ğociş nek̆nas mok̆azin,

Tude muşi xayati kuğun oxori çkinis.

Ç̆it̆a oda nk̆ilei koren musafirişi,

Didi oda umçane badi k̆ala xçinişi.

Gverdiş oda ʒ̆ipxei nisa do noğameşi,

Birtum ç̆anda xeleba koren oxori çkinis.

(M. Yilmaz Avci, 10 III 1993)

 

EVİMİZ

Duvarları taş ile ağaç ile yapılmış,

Diğer bütün yerleri tahta ile çakılmış.

Önünde avlu ile bahçeler uzatılmış,

Odalar kucağında duruyor evimizin.

Evin tam göbeğinde bir ateş yanar durur,

Sabahtan doğan güneş büyük odaya vurur.

Oynayan tüm çocuklar aç ve susuz koşturur,

Komşularla doludur her gün bizim evimiz.

Bir sepet kadar ceviz dolu ağzına kadar,

Zincire raptedilmiş yuvarlak bir ovle var.

Dede dumanlanarak post üstünde uyuklar,

Her bir şeyi düzgündür güzeldir evimizin.

Okitsenin yanında pleki ve grasta durur,

Okrebulede güğüm su ile dolu durur.

Masa ve sandalyeler öte tarafta durur,

Çatısında ongore uzanır evimizin.

Keremuli ucunda bir kazan asılıdır,

Kankuletsi de onun üstünde takılıdır.

Ğoci ile otzkare her an için ıslaktır,

Bir hela eklenmiştir yanına evimizin.

Mısır ve mısır unu hep xaroda bulunur,

Ayakkabı ve nalın kapı önünde durur.

Sahan öteberi de tzudeye konulur,

İşleri düzenlidir güzeldir evimizin.

Yenecek yemeklerin hepsi taroda durur,

Kaşık kepçe ve bıçak okizalede olur.

Balta ile aybalta dışkapıda oturur,

Alt katında xayati var bizim evimizin.

Küçük oda kitlidir her an misafir için,

Büyük oda muhterem dede ve nine için.

Yarım oda süslüdür gelin ve damat için,

Her an düğün şenliği var bizim evimizin.

(M. Yılmaz Avcı, 10 III 1993)

 

OPUT̆E DO ONT̆ULE

K̆azonişi ar k̆ele kvaş oxori keladgin,

Bak̆i bağu medgei odape mokaçei.

Oput̆eşi ekole bargeni kaeladgin,

ʒ̆oxle muşiş ont̆ules pukirepe merçei.

Ont̆uleşi ʒ̆alendo ğali çkini gilulun,

Çxomi, ʒ̆iʒ̆i, ʒ̆iʒ̆ila, ʒ̆ip̆ili dolobğei.

Okotumaleş ʒ̆oxle mç̆ita monç̆va gululun,

Mamulişi k̆ap̆ulas ç̆uç̆ulepe gobğei.

Bargeniş jini ʒ̆oxle k̆arvanepe geladgin,

Topurepe ʒ̆onei but̆k̆ucepe obğei.

T̆ikşaişi k̆ap̆ulas uçaş mjoli keladgin,

Mteli dixas dobğei aʒ̆iğepe gobğei.

Oput̆eşi ar k̆ele zambağepe golorgun,

Pukirepe yextei k̆arta şura goxtei.

Luqu lobiya şuk̆a ont̆ules kaelorgun,

Ğaramso k̆ala k̆inzi iri şeyi yextei.

Aranži peʒ̆euli ʒximunt̆uri kogedgin,

Mtxiri mbuli k̆ak̆ali k̆arta şeyis çanei.

Mʒ̆k̆o uşkiri do mʒxulis binexepe konužin,

Şura naaleps uçaş qurženi meçanei.

Mzesku mçkiyi k̆vinç̆axi k̆arta k̆vinçepe şeni,

Mʒxumarkvalişi tude ok̆vinçe eladgei.

Nç̆eyis ragi kogedgin didi mtugepe şeni,

Xurmaşi jin k̆vinçişi kandara geladgei.

Ğeci meli do mtutiş omğoru dulukaçun,

Lap̆arde do ololiş omgaru dologžei.

Genepe pucepeşi bužepes kiʒ̆ukaçun,

Mjvabupe ğali k̆ala ç̆anç̆axis dolobğei.

Lazut̆i sot̆oliya xaşayiş lobiyaten,

Norgeli mteli şeyis mseli lazma gobğei.

Staroşinaşi tutas biç̆i do k̆ulaniten,

Ot̆axu do oʒxunuş dixvenapen nodei.

Berepe ç̆umanişen limcişa kogexenan,

Mʒxuli do qurženepes gideli mek̆idei.

K̆oçepe gzaş kenais birtum kaelaxenan,

Oxorcape gunk̆apun k̆alati mok̆idei.

Mjora varga’nt̆onaşa dulyape koniçoden,

Mteli biç̆i k̆ulani badi xçini nosei.

Ak̆o k̆ai şeepe otkuten variçoden,

Obiru osteruten ç̆anda ren k̆arta seri.

(M. Yilmaz Avci, 9 III 1993)

 

AVLU VE BAHÇE

Şosenin bir ucunda taştan bir ev duruyor

Odalar kucağında dam ve ambar eklenmiş

Avlunun ötesinde bir samanlık duruyor

Önündeki bahçede hep çiçekler serilmiş.

Bahçenin alt kısmından bizim dere iniyor,

Balık solucan yılan yavru balık yayılmış.

Bir kümesin önünden al kuluçka geçiyor,

Horozun arkasından civcivlerle sarılmış.

Samanlığın üstünde hep kovanlar duruyor,

Biraz balı alınmış arılar yavrulamış.

Dış kapının ardında kara bir dut duruyor,

Hep yerlere dökülmüş yaban arılar sarmış.

Avlunun kenarında birçok zambak dikilmiş,

Çiçeklerini açmış her tür koku yayılmış.

Bahçelere lahana salatalık ekilmiş,

Maydanoz ile kekik her bir şeyi boy vermiş.

Greyfurt nar ile tongel çok meyveler dikilmiş,

Fındık kiraz cevizin her biri meyve vermiş.

Karayemiş elma ve armuta asma konmuş,

Hoş kokuları olan kara üzümler vermiş.

Karabakkal ispinoz ve bütün kuşlar için,

Yağ armudu altında okvinçe kondurulmuş.

Çatıda kapan durur büyük sıçanlar için,

Hurmanın üstündeyse kuşlara ökse konmuş.

Domuz, tilki ayının hep sesleri yayılmış

Bağırmaktan baykuşla çakalın bağrı yanmış

Danalar ineklerin memesine yapışmış

Kurbağalar dere ve bataklığa doluşmuş.

Mısırı pazısıyla sırık fasulyasıyla,

Ekili her sebzeye doğal gübre verilmiş.

Eylül ayı gelince erkek ve kızlarıyla,

Mısırı soymak için şenlikler düzenlenmiş.

Çocuklar tüm sabahtan akşama dek dururlar,

Sivri sepetleriyle üzüm ve armutlarda.

Erkeklerse her zaman yollarda otururlar,

Kadınlar koştururlar sepetler sırtlarında.

Güneş batmadan önce bitirilir tüm işler,

Bütün erkek ve kızlar dede nine akıllı,

Anlatmakla tükenmez bu kadar güzel şeyler,

Her gece düğün gibi oyunlu ve şarkılı.

(M. Yılmaz Avcı, 9 III 1993)

 

YALİ

Docinei korbaten

Goncaxei k̆uçxeten

Golaktei çink̆u do

Mot̆akei nunk̆uten

Man mot moʒ̆k̆er e yali

Sin man solen miçinop.

Ti t̆ani goʒxuk̆ei

Xirxint̆i gamantxei

K̆ibiri dobğei do

Çxvindi dolot̆axei

Mot moxosar e yali

Man sin solen giçinop.

Ndğalei kamuşulu

Limcişi komişulu

Muç̆o k̆udeli stei

Memobu do mot gulu

Mogomağe e yali

Man sin çkar vargiçinop

Sinti man momiçinop.

(M. Yilmaz Avci, 29 V 1995)

 

AYNA

Yayılmış göbeğinle

Yaralı ayağınla

Yana dönmüş çene ve

Sırıtık suratınla

Ne bakarsın ey ayna

Beni nerden tanırsın

Başın gövden buruşmuş

Gırtlak dışa fırlamış

Dişlerin dökülmüş ve

Burnun kırılıvermiş

Ne süzersin ey ayna

Seni nerden tanırım.

Gündüzleri çıkarsın

Akşamları girersin

Sanki bir kuyruk gibi

Peşimde ne gezersin

Bana dolaşma ayna

Ben seni hiç tanımam

Sen de beni tanıma.

(M. Yılmaz Avcı, 29 V 1995)

 

BEROBA ÇKİM İ

Soren aʒ̆i?

Ari ç̆uç̆uli k̆ala ç̆ereli geni çkimi.

Muşeni varmažiren?

Em ç̆it̆a ğaç̆o k̆ala bresti mç̆ita sifteri.

Aʒ̆i sok̆ala gulun?

Soren lak̆ot̆i çkimi?

Soren aʒ̆i?

Goxareli porça do dolopsei ijdoni,

T̆alaxei k̆uçxe do monžikei şavali.

Sok̆ala ren?

Man bigaşi ʒxeniten nagovit̆i k̆azoni.

Soren mili do biga çkimi?

Soren aʒ̆i?

Ç̆anç̆axis dolobğei naqurap̆t̆es mjvabupe.

Man nagevatxozet̆i,

Mç̆itape mežangei em mskva ğaliçxomepe.

Sok̆ala ren?

K̆antxape, ʒ̆iʒ̆ilape,

Pucepe namimxort̆es K̆arvatişi mtutepe.

Soren burç̆uli çkimi?

Soren aʒ̆i?

Uça moniş k̆ak̆ape

Kudi stei motvei yeşili inç̆irepe.

Birtum nap̆ʒ̆uʒ̆onup̆t̆i,

But̆k̆uciş metopure loqa purçumalepe.

So nt̆k̆obunan?

Man nagevatxozet̆i ç̆erel ç̆urul k̆vinçepe.

Mik yezdu do mimpulu,

Soren lak̆at̆k̆a çkimi?

Soren aʒ̆i?

Şibepe gok̆ireli,

Xareli paç̆araten navistert̆i ndğalepe.

Mu iqu do yeç̆k̆odu?

Dimç̆k̆upes, but̆k̆ucepes namevuşkvi xilipe.

Sok̆ala ren?

Tutuniş niyetine nt̆k̆obaşaşi napşupt̆i,

Lazut̆iş xomula puskyulepe.

So gondunu?

Gverdi elat̆axei margvali yali çkimi.

Soren aʒ̆i?

Qvali do mç̆k̆idi çkimi.

İri şeyi tkvani rt̆as,

Mteli mali mulkepe.

Muk̆onai mskva kort̆es,

T̆et̆eli navinçvirt̆i dido didi zoğape.

Sok̆ala ren?

Man k̆ulanepe k̆ala,

Kvap̆ap̆uli navistert̆i ndğalepe.

Soren aʒ̆i ek̆o manebra çkimi?

Soren p̆ap̆uli çkimi?

Soren dinana çkimi?

Sorenan cumadepe?

So idu dadi çkimi?

Sole k̆ele gondunes?

Mcveşi mskva goşinupe?

Şurimşine Ella çkimi,

Sin domiʒ̆vi mu iqven.

Muşeni varmažiren,

Soren beroba çkimi?!

(M. Yilmaz Avci, 1999)

 

ÇOCUKLUĞUM

Nerede şimdi?

Sarı civcivim ile alaca danam benim

Neden göremiyorum

Çekirge kuşum ile gri kırmızı atmacam

Şimdi nerde geziyor

Nerede yavru köpeğim

Nerede şimdi?

Yırtık gömleğim ile her an sidikli donum

Çamurlu ayaklarla sıvanmış pantolonum

Hani nerde?

Sopadan at binip gezdiğim şose yolum

Nerede çelik çomağım

Nerede şimdi?

Bataklığa doluşup bağrışan kurbağalar

Peşlerinden koştuğum

O kırmızı benekli güzel alabalıklar

Hani nerde?

Engerekler yılanlar

İneğimizi yiyen Karvatili ayılar

Nerede benim ay baltam?

Nerede şimdi?

Boncuksu tanelerle külah gibi örtülü

O yeşil sultanotlar

Benim her an emdiğim

Arılar bal sunan tatlı ballıbabalar

Nerede saklanıyorlar

Her an kovaladığım alaca renkli kuşlar

Kimler alıp sakladı?

Nerede benim sapanım?

Nerede şimdi?

Yırtık paçavraları kınnap ile sararak

Top oynadığım günler

Ne oldu da yok oldu?

Karıncaya arıya terk ettiğim meyveler

Hani nerede?

Bir tütün niyetine gizli gizli içtiğim

Kuru mısır püskülüm

Nerelerde kayboldu

Yarısı kırık olan yuvarlak aynam benim.

Nerede şimdi?

Peynir ile ekmeğim

Tüm şeyler sizin olsun

Bütün mal ile mülkler

Ne kadar güzeldiler

Çırılçıplak yüzdüğüm o dalgalı denizler

Hani nerede?

Beştaş oynarken kızlarla geçen günler

Nerede şimdi onca arkadaşlarım.

Nerede benim dedem?

Nerede benim ninem?

Nerede amcalarım?

Nereye gitti halam?

Nerede kayboldular?

Eski güzel anılar

Ulu Tanrım

Yoluna can koyduğum

Neden bulamıyorum

Nerededir çocukluğum?!

(M. Yilmaz Avci, 1999)

 

GİNONNA

Ginonna k̆vinçi stei putxinei mogixta,

Ginonna vingimona vitiya do megixta.

Ginonna nek̆na gonʒ̆k̆i şuris komeşagixta,

Ar ndğastina memşvenu komomçi domibağun.

Ginonna k̆udeli do jur msva komeviçana,

Ginonna derdi skani mxucis komovik̆ida.

Ginonna sin gurp̆icis tuta dologok̆ida,

Arçkva kelamižiʒi mendraşen domibağun.

Ginonna xonʒu stei gont̆k̆vaʒei gegixta,

Ginonna mjora stei ç̆umandele yegixta.

Ginonna ğurut̆aşa goganʒaxa gogixta,

Guri çkimiş sult̆ani domaqvi domibağun.

Ginonna okropeşi sarayepe dogidga,

Ginonna muruʒxişi ar taci tis gegidga.

Ginonna guri çkimis ar t̆axti kodogidga,

Ar fara kodoxedi em t̆axtis domibağun.

(M. Yilmaz Avci, 24 IX 1996)

 

İSTERSEN

İstersen bir kuş gibi uçup sana geleyim,

İstersen yuvarlanıp sürünüp de geleyim.

İstersen aç kapıyı ben ruhuna gireyim.

Bir gün olsun sen bana biraz ümit ver yeter.

İstersen senin için dağları devireyim,

İstersen rüzgâr ekip fırtınalar biçeyim.

İstersen bir şey takıp güneşi çevireyim,

Bir defacık sen bana iyi söz söyle yeter.

İstersen bir kuyrukla iki kanat takayım,

İstersen dertlerini omuzuma asayım.

İstersen ay dedeyi ben göğsüne takayım,

Uzaktan bir tebessüm göndersen bana yeter.

İstersen ben gök gibi gümbürdeyip ineyim,

İstersen güneş gibi sabahtan yükseleyim.

İstersen ölene dek sarılayım seveyim,

Sen gönlümün sultanı oluver bana yeter.

İstersen ben altından saraylar kondurayım,

İstersen yıldızlardan başına taç koyayım.

İstersen yüreğimde sana bir taht kurayım,

Bir defacık sen otur o tahtta bana yeter.

(M. Yılmaz Avcı, 24 IX 1996)

 

NADİBADASEN BERES

Epçi!

Kodiqondi ç̆e biç̆i.

Nosis megant̆alas do

Soti ak varkomoxta!

Aman haaa…

Soti gzas vargedgita.

Fuk̆aras korba muşi,

Zenginis toli muşi,

Varažğen çkar mututen.

Ak mu žiraginon sanki!

Varožğapuşen met̆i.

Mendeburi kiyanas

Vixelap ya sin soti vargaçkinas.

Tolepe varkogonʒ̆k̆a!

Koninžgipi qucepes,

Vardibada ç̆e bere!

Ak skidala çkva do çkva.

Epçi!

Soti ak varkomoxta!

Varkomoxta ar memşvenus meqonei.

Soti gzas vargedgita.

Ar k̆ai nisimadi.

Arçkva fara xolo konisimadi.

Namoxtespe igzales,

Naidespe varmoxtes.

Xerepe k̆ai gontxi,

Konobažgi k̆uçxepe,

Sin ekole akole.

Vardibada ç̆e bere!

İkaçi do ikaçi nagakaçen k̆onai.

(M. Yilmaz Avci, 21 X 1996)

 

DOĞACAK BEBEĞE

Heey!

Dur çocuk!

Sakın gelme şaşırıpta buraya

Aman haa…

Fakirin karnı

Zenginin ise gözü

Asla doymaz bir şeyle.

Ne bulacaksın sanki

Doyumsuzluktan başka.

Mutlu olurum sanma

Şu mendebur dünyada.

Açma sakın gözünü

Tıka kulaklarını

Doğma çocuk

Burada hayat bambaşka!

Heeyy!

Gelme çocuk!

Gelme sakın bir ümide kapılıp

Sakın ha yola çıkma.

İyi düşün!

Son kez düşün bir daha.

Gelenler geri gitmiş

Giden geri dönmemiş.

Aç kollarını.

Ger bacaklarını iki yana

Doğma çocuk.

Diren direnebildiğin kadar.

(M. Yılmaz Avcı, 21 X 1996)

 

LANDE ÇKİMİ

Govit̆aşi mukti gzas kogedgitun

Vunk̆ap̆aşi memç̆işun momodgitun

Dopxedaşi jindolen gemodgitun

Varijvelen mututen lande çkimi

Goviktaşi ʒ̆oxle golamidgitun

Dobdgitaşi yisels goʒ̆amidgitun

Gevamk̆uʒe gyanç̆en keʒ̆amidgitun

Varikosen mututen lande çkimi

Ğalişa doloptana t̆ibas kodolodgitun

Tes vort̆ana muk mʒ̆k̆upi memodgitun

Varmemt̆k̆omers mulun kelamidgitun

Varmeç̆k̆odun guinzden lande çkimi.

Varmamt̆inen mç̆opups mok̆amidgitun

Çkimik̆ala unk̆ap̆un keladgitun

Çkimistei mukti kogeladgitun

Xak̆araşi varyestun lande çkimi

Bela stei varmemaʒ̆k̆en yedgitun

Ncas yeptana mukti yulun gedgitun

Vardvaç̆k̆inden çkimik̆ala dodgitun

Varinaxven mututen lande çkimi

K̆arta dulyas mulun kogemodgitun

Xe do k̆uçxes kogomağen gondgitun

Ar ndğa mulun dişiyen kododgitun

Kamestun do mindulun lande çkimi.

(M. Yilmaz Avci, 23 XII 1994)

 

GÖLGEM

Ben gidersem o da yol alır durur

Koşarsam yetişir arkamda durur

Oturunca yukardan tepemde durur

Silinmez bir şeyle şu benim gölgem

Geri dönsem önümü keser durur

Dik durursam kalkar önümde durur

Çömelsem eğilir altımda durur

Süpürülmez bir şeyle şu benim gölgem

Dereye girsem suyun dibinde durur

Ben ışığa çıksam o karanlık durur

Bensiz yapmaz gelir yanımda durur

Kopmadan uzanır şu benim gölgem

Kaçarsam yakalar arkamda durur

Benim ile koşar ardımda durur

Benim gibi o da yukarda durur

Kazıyınca çıkmaz şu benim gölgem

Bela gibi ayrılmaz azıtır durur

Ağaca çıksam o da çıkarak durur

Hiç yorulmaz benle ayakta durur

Yıkanmaz bir şeyle şu benim gölgem

Her işte gelir başımda durur

Ayağa dolaşır dert olur durur

Bir gün gelir aşını verip durur

Kopup gidiverir şu benim gölgem.

(M. Yılmaz Avcı, 23 XII 1994)

 

MENDRANİ KYOYİ

Ar kyoyi ren akolen dido mendra

Ek nadovibadi edo navirdi

Sultan Selimişi mt̆k̆a k̆ap̆ulas namudgit̆u

Zoğap̆ici muşiti t̆alğapek nancgalup̆t̆u

Ek mp̆ulape rak̆anis nak̆idet̆u

Xonʒut̆u gonvalup̆t̆u yildirimi melap̆t̆u

Mç̆imaşi ʒ̆ap̆ape mtxiri stei iqvet̆u

K̆obo dixas ga’t̆aşi mk̆oma mp̆ula yulut̆u

Ek namtvat̆u mtvirepe saçağepes nağet̆u

Çkini dulya em mtviris goxtimu osteru rt̆u.

Ar kyoyi ren man navargomoç̆k̆ondun

Ek serepeş stinoba xvala vardoskidut̆es

Lap̆arde do ololik mgaras ok̆oqonap̆t̆es

Mjvabupe do mk̆olepek

Ğalişi oşiralus birtum eloqonap̆t̆es

Paği ğalepe muşis

Mç̆itape mežangei çxomepe goʒxont̆ut̆es

Germapes mtutepek pucepe gostikupt̆es

Çkinti burç̆uli dokaçei vatxozet̆it entepes.

Ar kyoyi ren nostoni muşiten man navarvižği

Ek k̆arta adimis meyvaşi nca gedgit̆u.

Mişi ren mis mu onç̆els mik ʒ̆ilups muhimi rt̆u

Ekonaşi ncaepes dixa vardubağut̆u do

Entepe artikartiş jin yulut̆u

İxepe pufi do pufi bart̆u

Pukirobaş tutape osteruten mik̆it̆u.

Parpalepek pukirepek

Ar perişi cumbuşepe ikipt̆u

Mjora ga’nt̆onet̆aşi zoğas nadven do iç̆ven

Tutaştekti xes naokaçun furç̆aten

T̆alğapeşi k̆ap̆ulas xçe peri usumert̆u.

Ar kyoyi ren coxo muşi birtum nagovişinap

Ek yeşili do nʒaş perişi armonis

Xçe do uça mp̆ulape oxvaktet̆es

Mjoraşi mçxat̆ura teepekti

Ar gzaşen ti muşimers do

Selamepe momçapt̆es

Ekonaşi qinobaşi ginže ginže serepes

Ar mcveşi k̆andiliş teşi tudes

Ç̆ink̆aş p̆arametepe nandidik miʒ̆umert̆es.

Ekonaşi iri xolo mzaxalişenti met̆i

Ar livani stei rt̆es

Ek birtum xela do k̆aoba rt̆u

Namint̆es skidalaşi iri xolo ek kort̆u

Selami goğodap mskvaela kyoyi çkimi

Selami megincğonop gyuli Azlağa çkimi.

(M. Yilmaz Avci, 27 VI 1997)

 

UZAKTAKİ KÖY

Bir köy vardır buradan çok uzaklarda

Doğduğum büyüdüğüm

Sırtlarını Sultan Selim ormanının kuşattığı.

Onun sahillerini azgın dalgalar döver

Orada bulutlar tepelere takılır

Gök gürler şimşek çakar yıldırımlar düşerdi

Fındık gibi yağmur damlaları

Ham toprağa çarpınca yerden duman çıkardı

Orada yağan karlar saçaklara dayanır

Biz o karın içinde tünel açıp oynardık.

Bir köy vardır benim unutamadığım

Orada geceler hiç suskun kalamazdı

Çakal baykuş sesleri bir koro oluşturur

Kurbağayla böcekler

Dere şırıltısına vokalistlik yapardı

Ormanında ayılar inekleri parçalar

Biz de ay balta ile onları kovalardık

Berrak derelerinde

Kırmızı benekli alabalıklar zıplardı.

Bir köy vardır tadına doyamadığım

Her adım toprağında meyve ağacı vardı

Kimin olduğu mühim değil toplamak önemliydi

Orada ağaçlar toprakta yer bulamaz

Birbirinin üstünde çıkarlardı

Rüzgârları püfür-püfür estirir

İlkbahar ayları dolu dolu geçerdi

Kır çiçekleri ve kelebekler

Bir renk cümbüşü oluştururlardı

Güneş batarken deniz tutuşup yanar

Ay dedeyse elindeki fırçayla

Dalgaların sırtını beyaz renge boyardı.

Bir köy vardır hep adını andığım

Orada yeşille mavinin armonisini

Kara ve beyaz bulutlar tamamlardı

Güneş ışınları da

Tepelerden uzanıp bizleri selamlardı

Orada uzun kış gecelerinde

Eski bir kandil ışığı altında

Ninem bize peri kızlı masallar anlatırdı

Orada akrabadan da öte

Herkes bir aile gibi yaşardı

Orada hep sevinç ve neşe vardı

Orada yaşamın kendisi vardı

Seni selamlıyorum, en güzel köyüm benim

Ben sana tapıyorum, gülüm Azlağa’m benim.

(M. Yılmaz Avcı, 27 VI 1997)

 

AM ÇKİNİ MEBBUSEPE

Oʒxunoba moxtaşi mu uʒ̆vanna EYVALLAH

Meydanişa mextanşi boçi stei MAŞALLAH

Çink̆uş yayi kamestun udodginu inkinaps

Nenaten k̆op̆apeten urtapan EVVELALLAH.

P̆art̆is meçkineepe yopşa FİSEBİLİLLAH

Sonuci çumert̆anşi muizdips SÜPHANALLAH

Xile do xurda muşi yaşik̆is kodululun

Am žabunobaş çare varen FESÜPHANALLAH

Gondinuşi şkurinak kamoktaps MAAZALLAH

Ar p̆inʒ̆k̆iten morgasna obecğu AMANALLAH

Ek̆o masarifi do diragadaşik̆ule

Menoʒxunepeş irik zop̆ons ELHAMDULİLLAH.

Cengi mogapeepe meclisişk̆ele YALLAH

Nairten başkanluğis noʒxont̆un ALLAH-ALLAH

Xelebaten k̆enia isvan do xoront̆anşi

Mitik nagoras mutus ar ESTEÜZÜBİLLAH.

Cebepe yopşapt̆aşi ʒ̆oxle zop̆ons BİSMİLLAH

Ar Fatihaşi sure sum fara K̆ULHUVALLAH

Kyoşe goktinuşeni xesap̆i ikipt̆anşi

Meclisişi yeminis ar k̆uçxeten ar VALLAH.

Ar ç̆it̆a oraşk̆ule mal mulki İBADULLAH

Maʒxunepeşi iris gomindgitit İLLALLAH

Tere do irişeni yağmas komuxedaşi

Muxtacepes elotkvaps TEVEKKELTÜALALLAH.

(M. Yilmaz Avci, 17 I 1996)

 

ŞU BİZİM MEBUSLAR

Seçimler yaklaşınca ne söylense EYVALLAH

Meydanlara çıkınca koç gibiler MAŞALLAH

Çenenin yayı düşer ha bire nutuk atar

Vaatleri dağıtır bol kepçe EVVELALLAH.

Her partide adaylar boldur FİSEBİLİLLAH

Neticeyi beklerken çekerler SÜPHANALLAH

Hilesi ve hurdası sandığa bile girer

Bu illetin çaresi yoktur FESÜPHANALLAH.

Kaybetme korkusu götürür MAAZALLAH

Kıl payı kazananda bir feryat AMANALLAH

Onca masraflar ile telaşenin üstüne

Seçilenlerin hepsi çeker ELHAMDÜLİLLAH.

Harpten galip çıkanlar doğru meclise YALLAH

Başkanlık kapmak için koşarken ALLAH-ALLAH

Sevinçten nara atıp kına yakıp oynarken

İsteklere çekilir bir ESTEÜZÜBİLLAH.

Cebini doldururken ilk söz hadi BİSMİLLAH

Bir Fatiha süresi üç tane KULHUVALLAH

Köşeyi dönmek için hesapları yaparken

Mecliste yemin için tek ayakla bir VALLAH.

Çok kısa bir sürede mal ve mülk İBADULLAH

Seçmenlerin hepsine bıktım artık İLLALLAH

Vatan ve millet için yağmayla uğraşırken

Muhtaçlara tavsiye TEVEKKELTÜALALLAH.

(M. Yılmaz Avcı, 17 I 1996)

 

BAZI HİKÂYELERİ

DİMÇ̆K̆U DO P̆İNÇ̆K̆U

Olumceras umçane ar p̆inç̆k̆u ar purçumaleşi but̆k̆as konoxedu do mundiş feneri muşis udoxunu udodginu unçaxupt̆u. Mundeşk̆ule, k̆ap̆ulaşen ar onk̆usinuş sersi ognuşi uk̆uniktu do emus nucoxu:

– Heey! Sin mire?

– Man dimç̆k̆u vore p̆inç̆k̆u çkimi. Komemotani mu iqven!

– Sin ek mu ikip?

– Man obğe çkimişa vulu.

– Uluna idi, man mu goğoda!

– Mtxolai memoʒxont̆uşi ar k̆uçxe kamemot̆ruxu. Aʒ̆iti kogemolumcu do mʒ̆k̆upis varmalen.

-Vargalenşi, namogobun oç̆k̆omalepe muşeni varmuiʒ̆k̆ip?

– İya moviʒ̆k̆a do oxorişa boşi vidai! Oç̆k̆omale varok̆ovobğatşi qinobas mu p̆ç̆k̆omat!

– K̆ai zop̆on mara man mu momçap?

– Oxorişa vidatşi, dinanak sin boşi varok̆onogoktinaps.

P̆inç̆k̆uk nisimadu do dimç̆k̆uş nenape tis komuxtuşi, dimç̆ku k̆ala gzas kogedgites. Dimç̆k̆upeş oxorişa mextesşi, p̆inç̆k̆uk ek naok̆obğun oç̆k̆omalepe žiruşi guişaşu. “Ak̆o dido oç̆k̆omale ancax çkin memomskunan yado guris mik̆ulu. Dimç̆k̆upeşi didinanak nauʒ̆u mskva nenape do nameçu nostonei oç̆k̆omalepeten gzas kogedgitu. Ok̆uleti putxinei idu do ar inç̆iris konoxeduşk̆ule mundiş feneris konudvinu do arçkva varnoskirinu. Feneri varmeskiruşi golas nagoşobğun p̆inç̆k̆upeşi iri xolo komoxtes do emus kogvabğes. Ar umçane p̆inç̆k̆uk:

– Epçi mu ren, mot domicoxit! Ya uʒ̆u.

– Tkvanda dido k̆ai ambarepe miğun. Mdğua ar dimç̆k̆uşi obğes meşapti. Ekonaşi tişa yopşa oç̆k̆omale meşobğut̆u. Em oç̆k̆omalepe çkin ar ʒ̆anas domibağunan… Eee, mu zop̆ont?

Umçane p̆inç̆k̆upe ok̆oxtes do emedeni k̆arari komeçes; “Hade moro, manişa vidat do ekoni oç̆k̆omalepe ak komoviğat!

Emuşk̆uleti oxorca do berepe kanaşkves do kimolepe putxinei dimç̆k̆upeşi obğeşa komextes. Entepe xut̆ulas nameşaxtes do irik xolo fenerepes konudvinesşi, iri sva muç̆o mjora nart̆astei dotanu. Em oras dimç̆k̆upes aşkurines do goşaşei ar k̆ele kilibğesşi p̆inç̆k̆upeti mextes do naok̆obğun oç̆k̆omalepe k̆ap̆ulas komuik̆ides. Dimç̆k̆upes ancax emuşk̆ule tişa nosi muxtes. Emedeni muiseles do p̆inç̆k̆upes nanat̆k̆vaʒestei mundiş fenerepe dut̆k̆vaʒines. P̆inç̆k̆upe mʒk̆upis kodoskidesşi, iri şeyi met̆k̆oçes do qureli, ʒ̆ireli gale kagamaʒxont̆es.

Entepek eşopeten şuri oşletines mara em ndğaşik̆ule em golas naskidunan kimoli p̆inç̆k̆upeşi çkaris feneri vanadvinen do varatanen. Ginonanna goʒ̆k̆edit.

(M. Yilmaz Avci)

 

KARINCA VE ATEŞBÖCEĞİ

Akşamüstü, bilgiç bir ateşböceği bir ballıbaba bitkisinin yaprağına kondu ve aralıksız, kıçındaki feneri yakıp söndürüyordu. Neden sonra arka taraftan bir inleme sesi duyunca, geri dönüp seslendi:

– Heeyy, sen kimsin?

– Ben karıncayım, dostum, ne olur bana ışık tut.

– Sen orada ne arıyorsun?

– Ben yuvama gidiyorum.

– Gidiyorsan git! Bana ne?!

– Beni kertenkele kovalayınca bir bacağım kırıldı. Şimdi de hava karardığı için gidemiyorum.

– Madem gidemiyorsun, sırtındaki yiyecekleri neden çıkarmıyorsun?

– Onları sırtımdan atıp eve boş mu döneyim?! Sonra kışın ne yeriz?!

– İyi diyorsun ama karşılığında bana ne vereceksin?

-Eve gidince, ninem seni boş çevirmez.

Bu fikir ateşböceğinin aklına yatınca, karınca ile yola koyuldu. Karıncaların yuvasına varıp orada yığılı duran yiyecekleri görünce ateşböceği şaşırdı. “Bunca yiyecek ancak bizim için uygun olur. ” Diye içinden geçti. Sonra da yaşlı karıncanın kendisine söylediği güzel sözler ve ikram ettiği yiyeceklerle yola koyuldu. Bir müddet sonra da bir sultanotu yaprağına konduktan sonra kıçındaki  feneri yaktı ve bir daha söndürmedi. Fener sönmeyince etrafa yayılmış olan ateşböceklerinin hepsi birden koşarak geldiler ve onun etrafını sardılar. Saygın bir ateşböceği ona:

– Heyy, ne var?! Bizi niye çağırdın? Diye sordu.

Sizlere çok güzel haberlerim var. Biraz önce bir karıncanın yuvasına girdim. Orası tıkabasa yiyecekle dolu idi. O yiyecekler bizim çok işimize yarar. Onlar bize bir yıl yeter… Eee, Ne diyorsunuz?!

İleri gelen ateşböcekleri biraraya gelip: “Hadi öyleyse, biz erkekler gidip onları getirelim.” Diye karar verdiler. Sonra da erkekler bir araya gelip çocuk ve kadınları orada bıraktıktan sonra uçarak karıncaların yuvasına daldılar. Onlar karıncalarla karşılaştıklarında hepsi birden fenerlerini yakınca, her taraf sanki güneş doğmuş gibi aydınlandı. O anda karıncalar birden şaşırıp korktular ve bir tarafta biriktiler. Ateşböcekleri de rahatça gidip yiyecekleri sırtlarına yüklediler. Karıncaların akılları ancak ondan sonra başlarına geldi. Bir anda hepsi birden yerlerinden fırlayıp ateşböceklerinin üstlerine atladılar ve onların fenerlerini patlattılar. Ateşböcekleri ışıksız kalınca, herşeyi bıraktılar ve bağırıp çığlık atarak yuvadan dışarı fırladılar.

Öylelikle onlar kendi canlarını kurtardılar ama o günden sonra o bölgede yaşayan erkek ateş böcekleri aydınlatma özelliklerini kaybettiler. Onların hiçbiri artık fenerini yakamıyor. İsterseniz bakın!

(M. Yılmaz Avcı)

SAAT̆İŞİ GOT̆K̆İMALE

“Musa žabuni ren. ” Ya miʒ̆vesşi, mok̆itxuşeni oxori muşişa vigzali. Musa xe k̆uçxes gok̆ireli k̆eras kelaxet̆u.

– Epçi, Musa, mu gağodu, a mu xali giğun?

– Mutu momiʒ̆umer p̆at̆i xali miğun.

-Aya muren aşo! Ncaşen melii?

– Ncaşen meblat̆ina amuşen k̆ai rt̆u. Tis namomixtupe, saat̆iş got̆k̆imaleşen momixtu.

– Epçi, saat̆iş k̆ayişis skanda mu axvenen. Hele ar manti domiʒ̆vi!

– T̆oxʒei k̆aves tavli vistert̆it. Ar k̆ele artikartis mevak̆idet, vižiʒapt do kovoret.

Mʒika çkvaşi, İsmaili komoxtu do kelamixedu. Manti ar k̆ave komevandvi do emu amuşen ar-jur nena doptkvitşik̆ule İsmailik xes mendomʒ̆k̆edu do mk̆itxu:

– Epçi, saat̆işi got̆k̆imale aşo mk̆ule mot yeç̆opi?

– Amuşen ginže varmažiru.

– Masaat̆epeşi iris xolo k̆itxii?

– Helbet p̆k̆itxi. İrik xolo: “Amuşen ginže variqven.” Ya miʒ̆ves.

– Sin entepek dogocvines. Aha çkimi got̆k̆imale,  žiropi?! Otxo xut̆ula çkva kuğun.

-Epçi, k̆oçiş nena mot varoxoʒ̆onap! K̆artaiş ginžonoba ar ren.

– Sin aʒ̆i mu otkvalu ginon. Yani k̆artaiş ginžonoba ar renşi, xe skani mçxu ren do çkimi mç̆ipe reni?!Yani, sin dido menceli giğun do man ç̆it̆a miğuni?!

-Yau, am dulyas xe do k̆uçxe mot uxuktap! Hem got̆k̆imale çkimişen sin mu gonç̆els!

– Man skanişeni giʒ̆umer, varna masaat̆epek naunonanstei sin gocvinan!

– Epçi, mdğuaşk̆ule ocvinuşen nena mot miʒ̆umer?! Man skanistei puci voreiki mocvinan.

– Puci babaskani ren!

– Babaçkimi am dulyas mouxuktap varna nunk̆u kelogostikup.

– Ulan got̆k̆imale skanisti do nunk̆u skanisti…

– Eşo tku do qalis omizdu. Ar tolis motvei, ti golak̆ireli, xe elak̆ireli, k̆uçxe metieli, got̆axei do goncaxei k̆eras mot elapxer aʒ̆i oxoʒ̆oniyi?

-Trangik xela do k̆aobape mekças do ordo muisela. Pekiii, İsmailis mu xali uğun. Emusti xe, k̆uçxe got̆axei uğuni?

-Epçi, sin mu zop̆on! Emus çkimden p̆at̆i xali uğun. Emus eşo k̆ap̆et̆i gevok̆itxi ki ğurut̆aşakis emus dubağun.

(M. Yilmaz Avci)

SAATİN KEMERİ

“Musa hastadır .” Dediklerinde, yoklamak için ziyaretine gittim. Musa, kolu bacağı bağlı

olarak ocağın yanında oturuyordu.

– Hey, Musa, ne oldu sana?! Ağaçtan mı düştün?

– Ağaçtan düşsem, bundan iyi idi. Başıma gelenler hep bir saatin kemeri yüzünden.

-Yahu, saatin kemeri sana ne yapabilir?! Hele bana da bir anlat!

Musa önce sustu ama çok sıkıştırınca konuşmaya başladı.

– Geçenlerde kahvede tavla oynuyorduk. Hem birbirimize takılıyor hem de gülüp eğleniyorduk. Bir müddet sonra İsmail gelip yanıma oturdu. Ben de ona bir kahve söyledim. Biraz şundan bundan konuştuktan sonra İsmail koluma bakıp:

– Arkadaş, saatin kemerini neden bu kadar kısa aldın? Diye sordu.

– Bundan uzun olanını bulamadım.

– Bütün saatçılara sordun mu?

– Hepsi de “Bundan uzun olmaz.” Dediler.

– Onlar seni otlatıyorlar. İşte, benimkine bak! Daha dört deliği var.

-Yahu, lâftan niye anlamıyorsun?! Hepsinin uzunluğu aynı.

-Sen şimdi ne demek istiyorsun yani?!Hepsinin uzunluğu aynı ise senin bileğin kalın, benimki ince midir?!Yani sen güçlü, ben güçsüz müyüm?

-Yahu, bu işe kolu bacağı ne diye karıştırıyorsun?! Hem benim kemerden sana ne?!

– Ben senin iyiliğin için söylüyorum. Yoksa saatçılar seni istedikleri gibi otlatsınlar.

– Bana bak! Deminden beri otlatmaktan bahsediyorsun. Ben senin gibi inek değilim.

-İnek senin babandır.

-Babamı bu işe karıştırma yoksa senin ağzını yırtarım.

-Ulan senin kemerinin de ağzının da…

-Öyle dedi ve boğazımı sıkmaya başladı. Bir gözüm kapalı, kafam sarılı, kolum boynuna asılı, bacağım tutmaz durumda ve her bir yanım kırık dökük olarak ocağın yanında neden oturduğumu şimdi anladın mı?!

-Tanrı sana iyilik ve güzellikler versin de çabuk şifa bulasın. Pekii… İsmail’in ne hali var! Onun da senin gibi kolu bacağı kırık dökük mü?

-Yahu, sen ne diyorsun?! Onun hali benden berbat. Ona öyle bir küfür ettim ki ölünceye kadar ona yeter.

(M. Yılmaz Avcı)

MET̆AKSİŞ MUNT̆URİ DO BUMBULA

Ar met̆aksiş munt̆uri mjolis kextu do but̆k̆apes kogoşaxedu. Muşi jinti ar bumbulak oxori muşi ikipt̆u. Bumbulas dido dulya nauğut̆uşeni udoxunu udodginu mik̆it̆u-muk̆ut̆u, yulut̆u-gyulut̆u.

Ndğaepe mik̆ilu do munt̆uri kamuirduşi, bumbulas konak̆idu:

– Ula bumbula, sin ek mu ikip?

-Važiropi?! Oxori p̆k̆idup.

– Eya muper oxori ren?! Sin ncas gexe, iya nʒas goʒ̆obun.

– Ginonna oxori çkimis ar kamaxti do muper oxori ren kogoʒ̆ira!

– Man oxori skanis mu dulya miğun?! Sin oxoriş oxvenu ginonna, moxti do kodogogura! Man oxori çkimi met̆aksiten p̆k̆idup. Sin met̆aksi muren giçkini? Met̆aksi, kiyanaşi en mskva do k̆ap̆et̆i nok̆epe ren.

– Skani oxorik sin gyari mekçapsi? Oxori çkimişa mi amaxtasna, çkimi gyari iqven.

– Man gyari yopşa miğun. Mjolişi mteli but̆k̆ape çkimi ren. Moʒ̆k̆edi do oxori muç̆oşi ik̆iden kodiguri.

Met̆aksiş munt̆urik kukudaş oxvenus kogyoç̆k̆u. Bumbulak nena varişiğu. Kukuda diçoduşi munt̆uri ek komeşaxedu. Mundeşk̆ule msva koniçanu do oputxinuşeni gale gamaʒxont̆uşi bumbulamzozis konik̆idu. Muk̆o pasxaluna ek̆o çkva dik̆iru. Dvaç̆k̆indu do xe k̆uçxes kuxuşkuşi bumbula komoxtu.

-Yaa… Mcveşi munt̆uri do ağani parpali çkimi! Birtum “Mu vore ya vartkvaginon, mu viqvaminon ya tkvaginon. Oxori muç̆oşi ik̆iden aʒ̆i igurii?!” Ya uʒ̆uşk̆ule eya oç̆k̆omu.

(M. Yilmaz Avci)

İPEK BÖCEĞİ VE ÖRÜMCEK

Bir ipekböceği dut ağacına çıkıp yaprakların arasına yerleşti. Üst tarafında da bir örümcek, yuvasını örüyordu. Örümceğin işi çok olduğu için durmaksızın öteye beriye gidip geliyor, aşağı yukarı inip çıkıyordu.

Günler geçip ipekböceği biraz serpilince, örümceğe takılmaya başladı.

– Ulan örümcek, sen orada ne yapıyorsun?!

-Görmüyor musun, ev inşa ediyorum?!

– O ne biçim evmiş?! Sen ağaçta duruyorsun, o göğe asılmış.

– İstersen, evime bir kere gir de nasıl ev olduğunu sana göstereyim!

– Senin evinde benim ne işim var. Sen ev yapmak istiyorsan, gel de öğreteyim. Ben evimi ipekten örüyorum. Sen ipeğin ne olduğunu biliyor musun? O, dünyanın en sağlam ipliğidir.

– Senin evin sana yemek veriyor mu? Benim evime girenler, bana yem olurlar.

-Benim yemeğim doludur. Dutun bütün yaprakları bana aittir. Bak da ev nasıl yapılırmış öğren!

İpekböceği koza örmeye başladı. Örümcek sesini çıkarmadı. Koza bitince, ipekböceği içine girip yerleşti. Nice zaman sonra kanat yakıp dışarıya fırlayınca, örümcek ağına takıldı. Ne kadar debelendiyse, o kadar daha bağlandı. Yorulup kendini salıverince de örümcek çıkageldi.

-Yaa… Eski zamanın böceği ve şimdilerin kelebeği! Her zaman için: “Ben neyim demeyeceksin, ben ne olacağım diyeceksin! Ev nasıl yapılırmış, şimdi öğrendin mi?“ Dedi ve onu yedi.

(M. Yılmaz Avcı)

 

XAVA DADİ MOĞORDUNİ?

K̆aveşi gale golaxunonepes nagolaxenanpeşen Asimik Ziyas nuntxu:

– Epçi, gzas namik̆ulun Xava Dadi žiropi? Ak̆o ʒ̆anaşk̆ule xolo ç̆ak̆uç̆i stei mu gunk̆ap̆un.

– Emuş ç̆ak̆uç̆obaten mu iqven?! Važiropi dilixven?!

– Eşo mo zop̆on! Emustei toli gonʒ̆k̆imei miren?! Teşke muxtai çkini eya t̆uk̆on!

Majuranepeti nenas koxvaktes.

– Ohooo… Ar oxorcaşa kodopskiditna vidat do dovişkvidat.

– Lazonas oxorcaş nena varmik̆ilaps.

-Varmogʒ̆onduna ar şavali komovodumert.

-Yau emuşen mu iqven? Hem dixçinu hemti bazi bazi guşubğaps.

Asimik:

– Man tkvanistei varvisimadep ya tkuşi Ziyak:

– Xava dadi muk̆onai çkinei do toli gonʒ̆k̆ei naren oxoʒ̆onu ginonanna ar dopʒadat. Ginonanna ar idias kamaptat, yado nena gyuktiru.

Asimik:

-Tamam mara muç̆oşi pʒadat ya uʒ̆u.

Enveik:

– Dadi aʒ̆i oxorişa ulun. Mʒika çkvaşi Ziya idas do emus, “Meleni ont̆ule skanis puci kamaxtu.” Ya uʒ̆vas. Dadik diceruna, xolo kamuk̆ulun. Çkinti akolen mik̆it̆aşi kodovucoxopt do guri dovuxvanupt ya tku.

Ziyak varmoğordun ya tkuşi Asimikti moğordun yado ar paketi žigaraşa iddias kamaxtes.

Mʒika ora mik̆iluşi Asimik nt̆k̆obaşa Musaş bere İsmetis ducoxu do, “ Epçi unk̆ap̆i do Ziya k̆ala iddias naamaptitşi ambai Xava Dadis konuği.” Ya uʒ̆u do xolo nt̆k̆obaşa İsmeti mendoçku. İsmeti muç̆o k̆vinçi stei putxinei igzalu. Eşo ki, Asimik İsmeti naoçku çkar mitik varoxoʒ̆onu.

Ziyak naistert̆u tavli doçodinuşi kiselu do “Man aʒ̆i Xava Dadişa mevulu. Mʒika çkvaşi akolen nkap̆inei mik̆it̆aşi kododginit. Epçi, sinti žigara aʒ̆işen domixaziri!” Ya tkuşk̆ule eti gzas kogedgitu.

Xava Dadik goupei do şuri dololapei İsmetik namuğu ambai kognuşk̆ule, İsmeti kak̆onoktinu. Ok̆uleti: “Man aʒ̆i Ziyas mupei ar dubara dovudga!” Yado p̆lanepe oxvenus kogyoç̆k̆u.

Ziyak Xava Dadi oput̆es žiruşi emus nucoxu:

– Xava Dadi, mu ikip? Mu xali giğun?

-Kovore işte! Sin mu xali giğun?

– Manti k̆ai vore lakin, beki vargiçkinten man skanda ambai meçamuşeni mopti.

– Xela do k̆aobape rt̆as. Muren, mu iqu?!

-Tkvani meleni ont̆ules pucepe koguşibğes mteli donorgepe koxoşirşoles. Ğobei-mobeti kodoloxves. Ginonna ar kogoʒ̆k̆edat̆i!

– Haa… Eya man komiçkin. Man meleni ont̆uleşen mdğua mok̆apti.

– Eee… Pucepe doloxet̆esi?

-Xvala ar puci maç̆opu.

Ziya guişaşu. Dadis nauʒ̆u mʒudi, mtini ya açkinu do dipişmanu.

– Dadi çkimi, man sin mdğua şak̆a goğodi. Hele Dadi momağerdinasiten mʒudi giʒ̆vi mara mʒuditen soti navarilen aʒ̆i daha k̆ai koxovoʒ̆oni.

– Mʒudi renşi, man nap̆ç̆opi puciti mʒudi reni?

– Dadi çkimi, ont̆ule skanis mtinişiti puci doloxet̆ui?

– Hem mupei puci?! Gamaxraʒkelik k̆uçxeş jin mutu vardit̆alu.

– Puci mişi rt̆u, içiniyi?

– Puci solen viçina. Ç̆ereli ar puci işte. Lakin, Xemşiliti k̆ai komomxvadu.

– Ç̆ereli puci renna soti çkini puci vart̆uk̆on!

-Mişi unonna, emuşi rt̆as. Man zaten Xemşilik zarari çkimi komomçuşi, manti puci komepçi do zarari çkimi keşaviği.

– Dadi çkimi, sin çkini puci içinopi?

– Man tkvani puci solen viçina!

– Dadi, puci ç̆ereli rt̆ui?

– Hoo… Ar krati varuğut̆u do k̆udeliti mek̆vatei uğut̆u.

-Vuu… Aʒ̆i mup̆a, dadi çkimi?! Sin ç̆ereli puci çkimis mu oğodi? Man aʒ̆i eya sobžira!

– Em puci skani puci renna, eya aʒ̆i Mak̆rialişk̆ele nulun do giçkit̆as!

– Aʒ̆i mup̆a? Memp̆ili oxorca! Kamemp̆ili!

Ziya uk̆uniktu do oxoç̆k̆odu mik̆ilu. Dadikti emuşk̆ule mak̆arapes kuxuşku. Mundeşk̆ule nosi tişa komuxtuşi: “Aʒ̆i am burde k̆oçi Mak̆rialis koguşikaçen do Xemşilepes kodolvabonen.” Yado nisimaduşk̆ule p̆iştimalis nank̆ap̆u do Ziyas gyatxozu.

K̆aves nagelaxenanpek Xava Dadi çumert̆esşi, şuri dololapei nanunk̆apun Ziya kožires. Ziyak k̆aveşk̆ele varti mindiʒ̆k̆edu. K̆oçepek k̆aveşen nucoxes.

– Heeyy! Epçi, mot nunk̆ap̆u?

– Epçi so ulu?! Ak mot varmulu?

-Ulan mi gegotxozun?! Mot imt̆e!

Ziyak, “Puci… Puci…” Coxinei ixi stei mik̆ilu. Mundeşk̆ule Xava Daditi kamok̆axtuşi Hespik:

– Ziyak idia komorgu ya tkuşi İsmailik:

– Hele diqondi! Am dulya k̆aixeşa kuxuiktu galiba yado nena gyuktiru. Asimik, Xava Dadis ducoxu:

– Xava Dadi so ulu! Ziyas sin gyotxozui?

– Hooo… Ziyas gevotxozu lakin domaç̆k̆indu. İsmaili do Xasanik Xava Dadis elvak̆nes, muqones do kilixunes. Xava Dadik nek̆nas nagoʒ̆adgin İsmeti žiruşi ducoxu do:

– Hade şurimşine çkimi! Emus meç̆işi do eya kagoktini mu iqven. Ya uʒ̆uşi İsmeti oxoçk̆odu do igzalu.

Xava Dadik iri şeyi ekonepes duʒ̆uşi, Ziyaşi moxtimapaşakis Ziya do ç̆ereli pucimuşişen ğarğales do ižiʒines. Lakin Ziya moxtuşi ar xişimiten Dadis koguʒ̆udgitu do:

– Puci! Puci çkimi soren? Yado duluquru.

– Sin puci mot gorup! Puci sin re çkva. Skanden k̆ai puci iqveni?!

-Yau sin mu zop̆on be?! Man puci mot vort̆a?! Ç̆erela çkimi soren?

K̆aves ožiʒinu kodilikaçu.

Dadik:

– Haa… Sin man ç̆erela skani mk̆itxupi?! Ya uʒ̆u. Ç̆erela skani sin ç̆umanişi so naşkvina aʒ̆iti ek ren. Ont̆ule çkimisti ne ç̆erela amaxtu do neti k̆irmiza! Skanda moxtaşi, skanistei em gverdi nositen Xava Dadi oʒaduşa namuiselu k̆oçi puci varen do muren?! Sin man namʒadistei manti sin kʒadi işte. K̆oçi muç̆oşi muiğerdinen aʒ̆i oxoʒ̆oniyi?! Ya uʒ̆u.

K̆aves ožiʒinu kodilikaçuşi, Ziya oncğoriten dimç̆itanu.

– Eşo renşi, puci çkimi aʒ̆i bak̆is molaxeni?

– So naşkvina ek ren. Bak̆is namolaxen puci Mak̆rialis igoreni?! Sin ek̆onai nosi giğuni?!

Ziyak pucişen diraxat̆uşi mextu do dadis kodolvakit̆u. Ok̆uleti:

– Dadi çkimi, man skanişeni: “Emus muxtaroba varaxvenen.” Ya ptkumert̆i mara aʒ̆i eşo oxovoʒ̆oniki, sin k̆amik̆amoba bilem dogaxvenen.” Ya uʒ̆u. Ok̆uleti Asimis xes koga’k̆nu.

-Sinti žigara çkimi komomçi!

Asimik:

-Yau Xava Dadi! Sin am k̆oçi Mak̆rialişen mot goktini?! Teşke Mak̆rialis kagondunat̆u do varmalat̆u. Ya tkuşi Enverik Asimis guktu:

– K̆oçis mu xali uğun varžiropi! Žigaramuşi komeçi do doraxat̆i.

Asimik:

– K̆ai zop̆on lakin idia mik gondinu, mik morgu! Mitis oxvaʒ̆onuki?

– Hade hade, sinti aʒ̆i maana mo gorup!

– Yau, žigara mutu varen mara aşo ar burde k̆oçişa idia guindineni!

Xava Dadik:

-Eşo mozop̆on! K̆aixeşa nosişa komoxtuki manti kodolomakit̆u. Aʒ̆i Ziyak namorgu žigarati dipait! Em žigaras k̆artais xaki uğun. Ya tkuşi k̆aves nart̆espeşi irik xolo ok̆oqones do:

-Yaşaaa… “En didi daaadi, Xava daadi!..Açkvanei muxtai Xava daadi !” Yado Dadis xeepe kuk̆ut̆k̆vaʒines.

(M. Yilmaz Avci)

HAVVA HALA KANAR MI?

Kahvenin dışında banklarda oturanlardan Asım,  Ziyayı dürttü.

– Hey, yoldan geçen Havva Halayı görüyor musun?! Bunca yıldan sonra yine de çekiç gibi geziyor.

-Onun çekiçliğinden ne olur? Görmüyor musun, yıkılıyor!

-Öyle deme! Onun gibi uyanık kim var! Keşke bizim muhtar o olsaydı.

Diğer oturanlar lâfa karıştılar:

-Ohooo… Bir kadına muhtaç kaldıysak, gidip boğulalım.

– Lazona’da kadının lâfı geçmez.

– Beğenmediysen, bir pantalon giydiririz.

-Yahu ondan ne olur?! Hem yaşlandı hem de arada bir karıştırıyor.

Asım:

-Ben sizin gibi düşünmüyorum, dedi.

Ziya:

-Havva Halanın ne kadar bilgiç ve uyanık olduğunu anlamak istiyorsanız, onu bir deneyelim! İsterseniz bir iddiaya girelim, diye cevap verdi. Asım:

-Tamam, ama nasıl deneyeceğiz, dedi.

Enver:

– Hala şimdi eve gidiyor. Birazdan Ziya, evine gidip. “Senin karşı yamaçtaki tarlana inek girdi.” Desin. Hala, inanırsa, tarlasına bakmak için yine buradan geçer. Biz de çağırıp gönlünü yaparız, dedi.

Ziya kanmaz diye, Asım de kanar diye bir paket sigarasına iddiaya girdiler.

Biraz sonra Asım gizlice Musa’nın oğlu İsmeti çağırdı ve “Şimdi bak, bizim ne için iddiaya girdiğimizi gidip Halaya anlat! “Diyerek yine kimseye belli etmeden onu Hala’ya gönderdi. İsmet de kuş gibi uçup gitti.

Ziya oynamakta olduğu tavlayı bitirince ayağa kalktı ve “Ben şimdi Hala’ya gidiyorum. Birazdan koşarak buradan geçerken onu durdurun. Hey, sen de sigarayı şimdiden hazırla.” Dedi ve o da yola koyuldu.

Havva Hala, nefes nefese kan ter içindeki İsmet’in getirdiği haberleri dinledikten sonra: “Ben şimdi Ziya’ya nasıl bir dubara kursam.” Diyerek kendi kendine planlar yapmaya başladı.

Ziya, Havva Halayı avluda görünce ona seslendi:

– Havva Hala, ne yapıyorsun? Ne halin var?!

– İdare ediyorum işte. Sen nasılsın?

– Ben de iyiyim ama belki bilmiyorsun diye sana haber vermeye geldim.

– Hayrola?! Ne var, ne oldu?

– Sizin karşıdaki tarlaya inekler doluştular ve bütün ekinleri yerlere serdiler. Çeperi meperi de yıktılar. İstersen bir bakıversen!

– Haa… Ben onu biliyorum. Ben, o tarladan demin geldim.

– Eee… İnekler var mıydı?

– Yalnız bir ineği yakalıyabildim.

Ziya şaşırdı. Söylediği yalanı gerçek sanıp pişman oldu.

– Halacığım, ben demin sana şaka yaptım. Hele,  Halayı kandırabilir miyim diye yalan söyledim ama yalanla bir yere varılamıyacağını şimdi daha iyi anladım.

-Yalan ise, yakaladığım alacalı inek de yalan mı?

– Halacığım, senin tarlanda gerçekten inek var mıydı?

– Hem ne inek! Geberesice, ayak üstünde hiçbir şey bırakmadı.

– İnek kimindi, tanıyabildinmi?

– İneği nereden tanıyayım?! Alacalı bir inek işte! Hemşinli de iyi denk geldi.

– Alacalı ise, sakın bizim inek olmasın!

– Kimin olursa olsun! Bana zaten Hemşinli zararımı ödeyince ben de ineği ona verdim.

– Halacığım, sen bizim ineği tanıyor musun?

– Ben sizin ineği nereden tanıyayım?!

-Hala, inek alaca mıydı?

– Evet. Bir boynuzu yoktu. Kuyruğu da kesikti.

– Eyvaah… Şimdi ne yapsam?! Hala, sen bizim alaca ineğe ne yaptın?! Ben, şimdi onu nerede bulayım?!

– O inek sana aitse, şimdi o Kemalpaşa’ya doğru gidiyor. Haberin olsun!

– Şimdi ne yapsam… Mahvettin beni kadın! Perişan ettin!

Ziya geri dönüp koptu, gitti. Hala, ondan sonra makaraları koyuverdi. Neden sonra biraz sakinleşince: “Şimdi bu şaşkın Kemalpaşa’da Hemşinlilere musallat olup ortalığı birbirine katar.” Diyerek pişman oldu ve peştemalını kaptığı gibi Ziyanın peşine düştü.

Kahvede oturanlar Halayı beklerlerken, nefes nefese koşmakta olan Ziyayı gördüler. Ziya kahveye doğru dönüp bakmadı bile.

– Heey! Arkadaş, ne diye koşuyorsun?

– Ulan kim kovalıyor?! Niye kaçıyorsun?

Ziya, “İnek… İnek…” Diye diye rüzgâr gibi geçip gitti. Bir müddet sonra Havva Hala da geliverince Haspi:

– Ziya iddiayı kazandı belki de, deyince İsmail:

– Hele dur! Bu iş iyice karıştı galiba, diye cevap verdi.

Asım, Havva Halayı çağırdı:

– Havva Hala, nereye gidiyorsun?! Ziyayı sen mi kovalıyorsun?!

– Evet, onun peşinden gidiyorum ama yoruldum.

İsmail ile Hasan, Havva Halanın koluna girip onu kahveye getirdiler ve yanlarına oturttular. Havva Hala, kapının önünde duran İsmeti görünce onu çağırdı ve

– Çocuğum, ne olur o şaşkın adama yetiş de “Senin ineğin kahvede bağlı duruyor.” Diyerek onu geri çevir! Hadi benim canımın içi! Deyince İsmet fırlayıp gitti.

Havva Hala, olan biteni kahvedekilere anlatınca, Ziya gelinceye kadar hep Ziya ve alacalı ineğini konuşup güldüler. Ama Ziya gelince bir hışımla Halanın önüne dikildi ve ona:

– İnek! İnek nerede?! Nerede benim ineğim? Diye bağırdı.

– Sen ineği neden arıyorsun?! İnek sen değil misin? Senden iyi inek mi olur?!

-Yahu, sen ne diyorsun be?! Ben neden inek oluyormuşum? Benim alacam nerde?

Kahvedekileri bir gülmedir aldı.

Hala:

– Haa… Sen alaca ineğini mi bana soruyorsun?! Sen, onu sabahleyin nerede bıraktıysan oradadır. Benim tarlama da ne alacalı girdi ne de kırmızılı. Sana gelincee… O yarım aklıyla Havva Halayı denemeye kalkan adam inek değil de ya nedir?! Senin, beni denediğin gibi ben de seni denedim işte. Adam nasıl kandırılırmış öğrendin mi şimdi! Dedi.

Kahvedekiler kahkahaları koyverince, Ziya utancından kızardı.

– Öyle ise benim ineğim şimdi damda mı duruyor?

– Nerede bıraktıysan oradadır. Damda duran inek Kemalpaşa’da aranır mı?! Senin o kadar mı aklın var?

Ziya, inekten yana rahatlayınca gidip Hala ile kucaklaştı. Sonra da:

– Halacığım, ben senin için: “O muhtarlık yapamaz !” Diyordum ama şimdi öyle anladım ki sen kaymakamlık bile yapabilirsin, dedi. Sonra da Asımın koluna yapışıp:

-Sen de benim sigaramı ver! Dedi.

Asım:

-Yahu, Havva Hala, sen bu adamı ne diye yolundan çevirdin?! Keşke Kemalpaşa’da kaybolup bir daha dönemeseydi diye Halaya lâf attı.

Enver ise Asımı tersledi.

-Adamın ne hali var görmüyor musun? Sigarasını ver de adam rahatlasın.

Asım:

-İyi diyorsun ama iddiayı kimin kazanıp kimin kaybettiği belli oldu mu?

Rıza:

-Hadi hadi, şimdi sen de bahane arama!

-Yahu, sigara bir şey değil ama böyle şaşkın bir adama iddia kaybedilir mi?!

Hala:

-Öyle deme! Görmüyor musun, iyice akıllandı ki beni bile kucakladıİ Şimdi, Ziyanın kazandığı sigarayı paylaşın. O sigarada hepinizin hakkı var, deyince kahvedekiler hep bir ağızdan:

-Yaşaaa! En büyük Haaa-la, Havva Haa-la…Bir dahaki muuh-tar, Havva Haa-la! Diye bağırıp onu alkışladılar.

(M. Yılmaz Avcı)

İBA DO ECİNNİ

Seriş gverdis xes çxomi dokaçei zoğaşen oxorişa naişulvan Osmani do İsmailik k̆ap̆ulaşen namulun sersepe ognesşi kododgites.

– Epçi, entepe miren, sersepe içiniyi?

– K̆ai varignapen lakin İbaş sersis mengaps.

-Yau Osman, İba dido mşkurinace ren. Ginonna ar kodovoşkurinat.

-Tamam, mara xvala varen.

Ç̆it̆a kodiqondes do sersepes nusiminesşi İba do beremuşi Abdulaş sersepe diçines.

– Putxiş skuris elavunt̆k̆obat do İba skuris kodoloptiyat.

Osmani do İsmaili k̆azonis kelvaʒ̆k̆es do mʒ̆k̆upis mentxei-montxei, İbaş gza namik̆ulun skurişa komextesşik̆ule ekole-akole kelant̆k̆obes.

– Epçi, oğarğalu, ožiʒinu varen ha! Çkar nena moişimer!

– Sinti k̆ap̆et̆i ga’k̆i do vargoʒ̆amistvan.

Ç̆it̆a çkvaşiti sersepe k̆aixeşa kuignapu. Osmani do İsmailik şuri umoşvanu çumelan. ʒ̆oxle İba, k̆ap̆ulaşenti Abdula mulut̆es. İba tam Osmaniş ʒ̆oxle mik̆it̆uşi, but̆k̆apeşen ar xe moşaxtu do porças kogyak̆nu. İbas ʒ̆oxle daži açkinu do muiʒ̆inʒ̆u mara varnaʒ̆k̆u. Xe guink̆anuşi, xesti kogyak̆nes. İşte İbas em oras şkurina kogvak̆iru.

– Heyvaaxx! Aʒ̆i mup̆a?Aya muren?

İbak ark̆ele badgalaps, ar k̆eleti beremuşis nena nuç̆işinaps.

-Ecilli! Ecillepek omç̆opes… Sin imt̆i!Koxomişkvit yau! Heyvaaaxx!

İba ecillepe k̆ala intxişen. Abdulati hem imt̆en, hemti babamuşis muk̆ucoxops:

-Babaaa! Vargaşkurinas, man ak voree!

-Sin imt̆i, bere çkimi. Ti skani oşletini!

İbas k̆uçxepesti kogyak̆nesşi, şkurinaten kodilicinu. Em orasti ar k̆ap̆et̆i şura kogoxtu. Abdulakti daha mendraşen xolo quraps:

– Babaa! Sinti imt̆i! Man ak voree…

– Aʒ̆i mup̆a?!Aʒ̆i so vida?! La havle! Laa ilahe! Koxomişkvit, ulan! Man tkvan mu goğodit?!

İbak ožiʒinu stei ar sersi kognuşi tis nosi minduxtu do ar k̆ap̆et̆i naguixvatkustei kamuçitu. Ok̆uleti doložgvei şavaliten nk̆ap̆inei mik̆ilu. Osmani do İsmailiti entepeşi sersi kanik̆vatuşk̆ule skurişen keşaxtes do gzas kogedgites. Ark̆ele nulunan ark̆eleti ožiʒinuten dixa puʒxolupan.

– Epçi, dido p̆at̆i kodoşkurdu. Soti mutu vardvağodas?!

– Emus mu ağoden. Esas ecillis emuşen aşkurinas!

– Sin muşeni ižiʒini do emus xe uxuşkvi!

-Yau, emus cebes çxomi dolovunžgipişi ožiʒinu komeşamixtu.

Ç̆umandele Osmani do İsmaili ordo xolo k̆aveşa kagelaxtes do İbas naoğodespe, iris xolo duʒ̆ves. K̆aves nart̆espeşi mteli xolok ondğeis İba mulut̆uşakis mteli İba do ecillepeşi ğarğales do ižiʒines. İba k̆aveşa moxtuşiti iri xolo emus kogvabğes.

-İ ba, ar çayi oşvi!

-İbaş k̆ave çkimden!

– İba aşo moxti! Man kelamixedi!

– İba mu gomç̆un? Mutxani peri gosareli giğun!

– İba žabuni rei? K̆ai xali vargiğun!

– Man mutu varmomç̆un… Epçi, İsa, sin gaçkinen: Ecinnik çxomi imxorsi?

K̆aves narenanpek mak̆arapes kuxuşkves. Nurik nena nincubalu do:

-Suyak̆i k̆ai uʒ̆onun mara ugyare kodoskidaşi k̆ifaliti imxors ya uʒ̆u.

İsak noqonu:

– Epçi, aʒ̆i ecinni solen moşaxtu?

– Solen muşulun. Ginonna seriş gverdis sinti putxiş skuris mek̆axti do koxoʒ̆onap!

– Putxiş skuris ecinni nameşaxen sin mu giçkin?

– Man mot varmiçkin?! Ğomamci skuris nadolotiyes do cebes çxomi nadulunžgipes miren?!

K̆aves xolo ožiʒinu kodilikaçu.

Hespik İbas:

-Yau, ecinni mus mengaps? Ya uʒ̆u.

Nazimik noqonu.

-İba, ecinni iç̆k̆omeni?

Nurik:

– Ulan, ecinni iç̆k̆omeni? Emuk çxomi imxors. Ginonna mexti do sinti komekças.

-Yau, İba, entepek muk̆o çxomi mekçes. Manti meptana momçapani?

Xasanik:

-Ulan, sin çxomi mu ikip! Zaten k̆ibiriti vargiğun. Sin elaxedi do ʒomi ç̆k̆omi.

-Yau, İba, çxomi mekçesşi, sin entepek mutu giʒ̆vesi?

– Hoo, lutfen kagoʒ̆amiğit ya uʒ̆ves.

K̆ave ožiʒinuten dilixven.

– İba, çxomi mtinişiti suyak̆i rt̆uyi?

-Yau, ecinni zoğas çkamu skidun. Emuk imxors na, ğaliçxomi imxors.

İsmailis varnaxondinu:

-Eşo renşi, istavriti so žiru?

Emedeni k̆arta sersi kanik̆vatu. İbas rengi peri minduxtu. Tolepe gamat̆k̆oçu do tronis kamuiseluşk̆ule İsmailis k̆iti gyunk̆anu.

-Sin! Sin! Sin mu giçkin, eya istavriti nart̆u! Sin solen giçkin?

– Man… Mesela…

– Mesela-mosela skani man aʒ̆i kodogogurap!

İba, İsmailis noʒxont̆u. İsmaili gale imt̆u. İbati emus gyatxozu do ar xaşayi kezduşk̆ule unk̆ap̆u do gzas koguludgitu. İsmailis omt̆inuş gza varduskiduşi, zoğaş k̆ele mindiʒ̆k̆edu. Zoğas nagoşadgin kvamʒ̆k̆ili žiruşi unk̆ap̆u do nart̆ustei zoğas kodoloʒxont̆u.

Edo, İsmailik Goşvelei-gotlaxvei kvamʒ̆k̆ilis gelaxunei, İbati xes xaşayi dokaçei do zoğap̆icis elaxunei dolumcines.

Edo kyoişa elektrik̆i moxtasunon ya tkvesşi en dido çkin maxeles. Zaten em orapes mitis ne radiyo uğut̆u do neti mutu. Onaxuş makine do buzdolabepe ancax ozmonuten, varnati izmocepes ižiret̆u. Edo 1950 ʒ̆anaşa kamaptitşik̆ule kyois milletişen nak̆orobes parapeten ar turbini keç̆opes do Meç̆eğaliş ğali zoğas naak̆aten svaşi ç̆it̆a jilendo k̆eleti ar duvaiten baraji ya nauʒ̆umelan didi t̆iba doqves. Em orapes muxtari nart̆u baba çkiniş manebra do mzaxali Abdulk̆adiri cumadik çkin domicoxes do mt̆k̆as namop̆k̆vatit ʒ̆alamepe oxori muşiş ʒ̆alendo elektrik̆i namik̆ulun gzas kodovoʒigit. Edo eşopeten oxorimuşişa do çkva oxorepeşati elektrik̆i komextu. Çkindek̆ele mutu var. Çkin xolo ecinnepe k̆ala koxomişkves. Babakti çkin zaten Rizinişa mevulut yado çkar nena varişiğu.

Santrali naguinʒ̆k̆u ndğas Artvinişen vali moxtu do dido didii şerefepe komomçes! Eşopeten valik naikips dulyapeti koxovoʒ̆onit. Eşo, varnati aşo. Kyoylepeşi ok̆oxtimuten, mitis varti navargvaşinet̆u elektrik̆i kyoi çkinis kamaxteet̆u. Aya didi dulya rt̆u mara baraji, şvariten nagextu kva do ncaten kipşuşi elektrik̆iti kameskiru do toli gonʒ̆k̆ei ar k̆oçik em t̆ibas ğali çxomi oskedinus kogyoç̆k̆u. Muren ki emusti ʒ̆iʒ̆ilape konaxeşesşi çxomi momi met̆k̆oçu do mik̆ilu. Edo ʒ̆ana moʒ̆anape mik̆iluşk̆uleti zaten elektrik̆i devletik komuqonu mara kyoişen nagamaptitşeni çkin eti varmaxmares.

(M. Yilmaz Avci)

İBA İLE CİN

Geceyarısında ellerindeki balıkla denizden eve gitmekte olan Osman ile İsmail, arkalarından gelen sesleri duyunca durakladılar.

– Hey, onlar kim?! Seslerini tanıdın mı?

-İ yi duyulmuyor ama İbanın sesine benziyor.

-Yahu, Osman! İba çok korkaktır. İstersen şöyle bir korkutalım!

-Tamam! Ama yalnız değil.

Biraz bekleyip sesi dinleyince, gelenlerin İba ile oğlu Abdullaha ait olduğunu anladılar.

– Putkhinin dere yatağında saklanıp onu çukura sürükleyelim.

Osman ile İbrahim şoseden ayrılıp karanlıkta sağa-sola çarparak saklandılar.

– Arkadaş gülmek yok. Çukurdan geçerken sıkıca yakala da sakın bırakma!

– Sen de sıkı tut da elimizden kurtulmasın!

Biraz sonra sesler iyice duyuldu. Osmanla İsmail onları nefes almadan beklemeye başladılar. Önden İba, arkadan da Abdullah geliyordu ama İba çukura doğru adımını atar atmaz çalıların içinden bir el uzanıp gömleğinden yakaladı. İba onu önce diken sanıp silkindi ama kolunu sallayınca, kolundan da yakaladılar. İşte İba o zaman korkuya kapıldı.

– Eyvaah! Şimdi ne yapayım?! Bu nedir?

İba bir yandan debeleniyor, bir yandan da oğluna lâf yetiştiriyor.

– Cin! Cinler beni yakaladı… Sen kaç! Bırakın beni! Eyvah! Abdullah, beni yakaladılar. Sen kaç oğlum!

İba cinlerle mücadele ederken, Abdullah da hem kaçıyor hem de babasına sesleniyor:

-Babaaa! Korkma, ben burdayııım!

– Sen kaç oğlum! Kendini kurtaar! Ben… Ben…

İba bacaklarından da yakalanınca, korkudan yere yıkıldı. O esnada bir de pis koku yayıldı. Abdullah da daha uzaklardan bağırıyor:

– Babaa! Sen de kaç! Ben burdayım!

– Sen kaç oğlum! Laa havle… La ilahe… Bırakın yahu! Ben size ne yaptım?!

İba gülmeye benzer bir ses duyunca, aklı başından gitti ve kuvvetlice silkinmesiyle beraber kendini kurtardı. Sonra da pislediği pantalonuyla koşarak uzaklaştı. Osman ile İsmail de onların sesleri kesildikten sonra çukurdan çıkıp yola koyuldular. Yola koyuldular ama yol almak mümkün mü?! Gülmekten yerlere yatıyorlar.

-Yahu, çok kötü korktu. Sakın bir şey olmasın!

-Ona ne olur?! Asıl cin ondan korksun.

– Sen neden gülüp elini bıraktın?

-Yahu, onun cebine balık sokuşturunca gülmeyi tutamadım.

Sabahleyin Osman ile İsmail erkenden kahveye indiler ve İbaya oynadıkları oyunu herkese anlattılar. Öğleyin İba gelinceye kadar da hep İba ve cinlerden bahsedip gülüştüler. İba, kahveye gelince herkes etrafını sardı.

– İba, bir çay iç!

– İbanın kahvesi benden.

– İba, böyle gel!

– İba senin neyin var? Nedense rengin sararmış. Osman:

-İba hasta mısın? Durumun iyi değil, dedi.

– Benim bir şeyim yok… Hey, İsa, sen bilirsin. Cinler balık yer mi?

Kahvede bulunanlar makaraları koyverdiler.

Nuri lâfı kapıp:

– Kalkan balığını çok severler ama aç kalınca kefal da yerler dedi.

İsa devam etti:

-Yahu, şimdi cinler de nereden çıktı?

– Nereden çıkacak?! İstersen sen de geceyarısında Putkhilerin çukurundan geç!

– Putkhinin çukurunda cin bulunduğunu sen nereden biliyorsun?!

– Ben niye bilmeyeyim?! Dün gece çukura sürüklenip cebine balık sokuşturulan kim!

Kahvede yine kahkahalar patladı.

-Yahu, cin neye benziyor!

-Cin yenir mi?

– Ulan cin yenir mi? Görmüyor musun, o balık yiyor?! İstersen git de sana da versin!

– Hey, İsa! Onlar sana kaç balık verdiler? Ben de gitsem verirler mi?

– Ulan sen balığı ne yapacaksın? Zaten dişlerin de yok. Sen hamur ye!

-İba, sana balık verince bir şey söylediler mi?

– Hee… Lütfen kabul buyur, demişler.

Kahve gülmeyle yıkılıyor.

-İba, balık gerçekten kalkan mıydı?

-Ulan kalkan cebe sığar mı, şaşkın?!

-Yahu cinler denizde yaşamazlar ki! Onlar yeseler yeseler, alabalık yerler.

İsmail dayanamadı:

-Öyleyse istavriti nereden buldular?

Bir anda bütün sesler kesildi. İbanın rengi benzi attı. Gözleri dışarı fırladı ve sandalyeden kalktıktan sonra, İsmaile parmağını sallamaya başladı.

– Sen! Sen! Sen nereden biliyorsun Balığın istavrit olduğunu?!

– Ben, ben… Mesela…

– Mesela, moselayı ben sana öğretirim!

İba, İsmailin üstüne atladı. İsmail dışarıya kaçtı. İba, onu kovaladı ve bir fasulye sırığını kaptıktan sonra İsmailin yolunu kesti. İsmailin kaçacak yolu kalmayınca denize doğru baktı. Biraz açıkta duran sivrikaya gözüne ilişince olduğu gibi koşup denize atladı.

Ve de… İsmail ıslak vaziyette sivrikayanın üstünde oturarak, İba da elindeki sırıkla sahilde onu bekliyerek akşamı ettiler.

Bu durum aslında var olan Meçeğali deresindeki hidrolik gücün kullanılmasını gündeme getirmiş olmalı ki 1950 li yılların başlarında köyde toplanan paralarla bu derenin denize yakın kısmında bir baraj yaparak elektrik üretmek üzere faaliyete girişildi. Bu amaçla önce Murgul taraflarından bir türbin alındı sonra da elbirliğiyle derenin önüne taş duvardan bir set çekildi. O sıralarda muhtar olan Abdülkadir Amca bizleri yanına alarak ormandan kestiğimiz direkleri onun tarif ettiği yerlere diktik ve diktiğimiz direklere de telleri çektik. Sonunda Abdülkadir Amcanın evinde elektrik yanmaya başladı ama bizim tarafta elektrik şöyle dursun direkler bile dikilmemişti. Netice olarak, biz zaten genelde Rize’de olduğumuz için babam ses çıkarmadı. Santralın açıldığı gün, Artvin Valisinin açılış için köyümüze gelmesi ise köyümüz için büyük bir onur teşkil etmişti. O vesile ile de valilerin görevlerinin neler olduğunu öğrenmiş oldum! Aslında benim nazarımda önemli olan şey, böylesine büyük bir girişimde köylünün aydınca davranması ve elbirliğiyle hareket etmiş olmasıydı. Ne var ki duvar inşaatı esnasında su ile gelecek malzemelerin atılması yönünde bir çalışma yapılmadığı için kısa bir müddet sonra barajın içinde toplanıp deşarj edilemeyen moloz ve sürüntü malzemelerle barajcık dolup battal oldu. Barajın arta kalan suyunu ise uyanık bir vatandaş bir müddet için alabalık çiftliği olarak kullandı ama ona da yılanlar musallat olup balıklarını temizlediler. Yıllar sonra devlet eliyle köye elektrik geldiyse de biz köyü terkettiğimiz için o elektriğin de faydasını göremedik.

(M. Yılmaz Avcı)

P̆EP̆ELA

Xava Dadişi xçe kotume k̆aixeşa gondgitu. Eya manžagereşi bagenis naoxvamç̆k̆u şk̆ule mundis markvali nakaçaşi, unk̆ap̆ut̆u do ek skupt̆u. Nurikti “Varminon!” Ya çkamu zop̆ont̆u. Xçe kotumeş markvalis topuri gobap̆t̆u do t̆uʒa mç̆k̆idi emus gyoncaxapt̆u.

Eee… Nuris dido nosi uğun do Xava Dadi puci reni?! Entepes nameçu ceza vardubağesşi, entepeş mç̆ita puci P̆ep̆ela guʒ̆incğonu do ğaliş meleni ont̆ule muşis kamiqonu. Ok̆uleti mʒxu k̆alasap̆is konok̆iru do donç̆valuşk̆ule kuxuşku. Edo, eşopeten ndğaepe mik̆ilu.

Esmek helbet pucis mutuş derdi uğun do emuşeni mja varuğun yado ʒ̆oxle nena varişiğu mara ar ndğas, puci nanç̆valups Xava Dadi konoç̆opuşi k̆yameti komuqonu. Xava Dadik ʒ̆oxle nena varişiğu mara Esme varstibuşi, mextu do koguʒ̆udgitu.

– Hele ar mendomʒ̆k̆edi! Ya uʒ̆u. Sin çkimi kotumeşi markvalepe k̆ai gaç̆k̆omen mara puci skanişi mja man napşva tis varmogixteps. Sin ek̆o nosi so žiri?! Hele ar domiʒ̆vi!

– Markvali skani gogindgitu. Kotume skanik so imxorsna ek skups. Hem markvalis coxo noç̆arsi! Man navimxor markvali skani kotumeşi naren sin mu giçkin?

– Haa… Çkimi markvalis varnoç̆arsna, skani mjasti varnoç̆ars. Hem P̆ep̆ela skanis çkimi ont̆ules mu dulya uğun?!

-Hoo… Aʒ̆i mu dulya uğun ya icoxi! Hem ğobeis kaguluʒ̆k̆i, hemti… Eh Xava Dadi, man… Sin…

– Sin mʒudişi moğarğalap! Sinti bargenis k̆vata varnodvat̆ina, kotume çkimiti ek varoxvamç̆k̆et̆u. Hade bakalum, doooğri oxori tkvanişa, yallah! Heeşş! Heşş pucimuşi do Esme muşi. Heşş!

Xava Dadik pucis gyatxozu do eya ont̆ules kagamuçuşi, Esmeti pucis konaqonu mara ark̆eleti:

– Ehh… Xava Dadi! Man sin mak̆emes kogoʒ̆irap… Man sin kodogogurap! Yado didi nenape koduduşi, Xava Dadikti emus:

– Mundi memoç̆k̆omi! Ya uʒ̆u do oxoriş gzas kogedgitu.

(M. Yilmaz Avci)

6 PEPELA

Havva Halanın beyaz tavuğu iyice başa dert oldu. Komşunun samanlığına dadandıktan sonra kıçına yumurta dayanınca koşup orada yumurtluyordu. Nuri de hiç bir zaman; “İstemem.” Demiyordu. Beyaz tavuğun yumurtasına bal döküp sıcak mısır ekmeğini bandırıp yiyordu.

Eee… Nurinin çok aklı var da Havva Hala aptal mı?! Verdiği ceza onlara kâfi gelmeyince, onların kırmızı inekleri “Pepelayı” önüne katıp derenin öte tarafındaki tarlasına soktu. Sonra da armut ağacına bağlayıp sağdıktan sonra serbest bıraktı. Öylece günler-günler geçti.

Esme, elbet ineğin bir derdi var da onun için süt vermiyor diye düşünerek önceleri sesini çıkarmadı ama birgün Havva Halayı suçüstü yakalayınca kıyametleri kopardı. Havva Hala, önce sustu ama Esmenin çenesi kapanmayınca, gidip önüne dikildi.

– Hele bana bir bak bakalım, dedi. Sen benim beyaz tavuğumun yumurtalarını afiyetle yerken iyi ama ben senin ineğinin sütünü içince kafan bozuluyor, öylemi?! Sen o kadar aklı nerede buldun?! Hele bana da bir söyleyiver!

– Senin yumurtaların da bıktırdı iyice. Senin tavuğun nerede yiyorsa orada yumurtluyor. Hem  yumurtada isim mi yazıyor?! Benim yediğim yumurtaların senin tavuğuna ait olduğunu sen nereden biliyorsun?

– Haa… Benim yumurtalarımda yazmıyorsa, senin sütünde de yazmıyor. Hem senin ineğinin benim tarlamda işi ne?!

– Heee… İşi neymiş?! Hem çeperi açıp onu içeri al, hem de… Ben, ben… Ben sana…

– Sen boşuna konuşma! Sen de samanlığa merdiven dayamasaydın benim tavuğum da oraya alışmazdı. Hadi bakalım, doooğru evine. Yallah! Heşş! Heşş ineğine de Esmesine de. Heşşş!

Havva Hala ineğin peşinden koşup onu bahçesinden dışarıya çıkarınca, Esme de onun peşinden gitti ama bir yandan da:

– Ehh… Havva Hala, ben sana mahkemede gösteririm… Ben sana öğretirim… Diye büyük lâflar söyleyince, Havva Hala da:

-Kıçımı ye! Diye cevap verdikten sonra evinin yolunu tuttu.

(M. Yılmaz Avcı)

PUCİ DO MJVABU

Ar mjvabu ʒxont̆inei- ʒxont̆inei gulut̆uşi, ti gep̆anik̆ei k̆azonis namik̆ulun ar puci kožiru. Mjvabuk muşeburot: “Am pucis ar ç̆it̆a komevak̆ida!” Ya tku do pucis konanç̆u.

– Heeyy, puci so ulu?

– Koxomişkvi, mjvabu, varmžiropi ocuşeni zenişa vulu!

– Eşo renşi, çkimistei ʒxont̆inei mot varulu?!

– Çkimi goxtimu aşo ren. Manti aşo goxtimu k̆ai miʒ̆onun.

– Sin navargaʒxont̆inenşeni, oʒxont̆inuş nostoniti vargiçkin. Ginonna domiqondi do kodogogura.

– Mjvabu tis mogomağe! Skani oʒxont̆inu skani rt̆as! Hem sin naʒxont̆uten mu morgap?

-Yau, oʒxont̆inuşen k̆ai mu ren?! Dixaşen nʒa, nʒaşenti dixa gažiren. Sin puci nareşeni emuş nostoni vargiçkin.

– Man ti jin mokaçun. Emuşeni dixati mažiren, nʒati. Sin muç̆oşi gegodgi varžiropi!

-Ti jin gokaçun mara cup̆t̆aşi let̆a loskup do dixa xak̆arup.

– Ulan mjvabu, çkimi oç̆k̆omale dixas renna helbetteki dixas bgorup. Moro mup̆a?!

– Man ginže nena miğun. Elancirelis buzulape p̆ç̆opup do gevaşkumer.

– Moimʒkver, mjvabu! Sin ginže nena giğunna, manti k̆udeli miğun.

– K̆udeli mus irgun! K̆udeli irgut̆uk̆oni man eya varmep̆t̆k̆omert̆i.

– Sin, k̆udeli mus irgun, vargiçkini?!

– K̆udeli çkar mutus varirgun. Oki k̆udeli irgun, çkimistei mot vargaʒxont̆inen.

– Ulan naʒxont̆aten mu iqven?!

Mjvabu yeʒxont̆u do pucis kogexedu.

– Aha, aya iqven. Man aşo k̆ap̆ula skanis gexuneiti gomalen.

Puci dişumu do mjvabus k̆udeli nagoloç̆k̆vidustei iya gzaş kenais kelat̆k̆oçu.

– Ulan, puci, man mu moğodi! Mteli qvili-qvala kogomot̆ruxu.

– Çkimi k̆udeli amus irgun işte. Aʒ̆i k̆ai oxogaʒ̆onui?

– Emuş tomape kamegistuna mu ikip?

– İya mitis varnaʒ̆k̆en. Ginonna goʒ̆k̆edi!

Mjvabu mextu do pucis kiʒ̆uxtu. Pucikti emus kogot̆raʒ̆uşi mjvabu lazmas komeşaskidu. Muk̆o paʒxalutina ancax timuşi gale gamağu.

– Ulan, puci! Man aşo mu moğodi. Manişa kamomişletini! Varognapi, sin giʒ̆umer!

– Ulan, mjvabu, sin daha varxroʒkiyi! Eşo renşi dogoşkvida do nena kamegak̆vatas.

Pucik mjvabu dovoşkvidaten lazmas gopsuşi lazma dondğulu do mjvabuti kamuçitu.

(M. Yilmaz Avci)

İNEK VE KURBAĞA

Bir kurbağa zıplaya zıplaya gezerken, başını eğmiş olarak yanından geçmekte olan bir inek gördü. Kurbağa kendi kendine: “Bu inekle biraz dalga geçeyim.” Diyerek ineğe yaklaştı.

– Heeyy, inek, nereye gidiyorsun?

– Rahat bırak, kurbağa, otlamaya gidiyorum.

– Öyleyse, benim gibi zıplıyarak neden gitmiyorsun?

– Benim yürüme şeklim böyledir. Benim de böyle gezmek hoşuma gidiyor.

– Sen zıplayamadığın için zıplamanın tadını bilmiyorsun. İstersen sana da öğreteyim.

– Kurbağa, bana musallat olma! Senin zıplaman senin olsun! Hem sen zıplamakla ne elde ediyorsun?

-Yahu, zıplamaktan iyi ne var? Yerden göğü, gökten de yeri seyredebilirsin. Sen inek olduğun için onun zevkini bilmiyorsun.

– Benim başım dik duruyor. Onun için yeri de görüyorum, göğü de. Senin üstünde nasıl durduğumu görmüyor musun?!

-Başın yukarda duruyor ama otlarken toprağı yalıyorsun, yeri kazıyorsun.

– Ulan kurbağa! Benim yiyeceğim yerde ise elbetteki onu yerde arıyacağım. Ya ne yapayım?!

– Benim çok uzun bir dilim var. Yattığım yerden dilimle böcekleri yakalayıp yutuyorum.

– Öğünme, kurbağa! Senin uzun dilin varsa, benim de kuyruğum var.

-Kuyruk ne işe yararmış? Kuyruk işe yarasaydı, ben onu atmazdım.

-Sen kuyruğun ne işe yaradığını bilmiyor musun?

– Kuyruk hiç bir işe yaramaz. Madem ki işe yarıyor, benim gibi neden zıplıyamıyorsun?

-Ulan, zıplamakla ne olur?!

Kurbağa zıplayıp ineğin sırtına bindi.

– İşte bu olur! Senin sırtına binip gezebilirim.

İnek kızdı ve bir kuyruk darbesiyle kurbağayı bir tarafa savurdu.

-Ulan, inek, bana ne yaptın böyle? Bütün kemiklerim kırıldı.

-Benim kuyruğum da bu işe yarar işte. Şimdi anladın mı?

– Onun kılları koparsa ne yaparsın?

– Onu kimse koparamaz. İstersen gel de bak!

Kurbağa gidip ineğin kıçına girdi. İnek de onun üstüne pisleyince, kurbağa, pisliğin içinde kaldı. Büyük uğraşlardan sonra ancak kafasını çıkarabildi.

-Ulan, inek! Bana böyle ne yaptın? Çabuk beni kurtar! Duymadın mı sana söylüyorum?!

-Ulan, kurbağa, sen hala gebermedin mi?! Sen öyle ölmediysen, ben de seni böyle boğarım.

İnek, kurbağayı boğmak için üstüne çişini yapınca, pislik eridi ve kurbağa da kurtuldu.

(M. Yılmaz Avcı)

KİMOLİ XAVA DADİ

Xava Dadiş mzaxali Resuli dido oras žabuni gecant̆u. Resuli doğuruşi, animsemuşi Abdulai manganas gexedu do T̆amt̆raşen Xopaşa igzalu. Abdulai Resuliş oxorişa ancax seriş gverdis nalu. Oxoris bere-bari, kimoli-oxorca sap̆ara stei kelobğut̆es. Abdulaik dadi muşis mʒika kiluxedu do guri duk̆ap̆et̆anuşk̆ule:

– Naziye Dadi, ya uʒ̆u. Ç̆it̆a kelavincirat̆i. Ç̆umen dido dulya miğunan.

– Aʒ̆i mup̆at, skiri çkimi! Oxoris cenaze nadgin mcveşi odaş met̆i k̆uçxeş dodgimuş sva varen. Vargaşkurinenna, ek kelagirça.

– Yau… Oşkurinu mu itkven! Ğureli k̆oçişenti domaşkurinesna, vidat do dovişkvidat. Eşo kimolis nunk̆us kononç̆k̆valapan.

– Eya cumadi skani rt̆u çkva. Skiri çkimi sin emuşen sağluği muşis vargaşkurinet̆u do aʒ̆i mot gaşkurinas?!

Abdulai do dadimuşi salamandra mik̆iles do cenaze nadgin mcveşi odas kamaxtes. Odas pencere gonʒ̆k̆imei nart̆uşeni tutaşte ar ç̆it̆a amatanupt̆u. Naziyek Abdulais, odaşi oşkenas cenaze nagecans k̆avela do gardolabişi aras ar bat̆aniye konurçu, ar pike do mindeiti kiluduşk̆ule gamaxtu do igzalu. K̆avela do pencereş aras meşamçik̆ei naelacans Xava Dadişen mitis ambai varuğut̆u. Zaten k̆avela namok̆otunşeni varti ižiret̆u. Abdulaiti dido donoç̆k̆inde nart̆uşeni nailinciru stei kagondunu. Xava Dadikti entepeşi sersi varognu do eti gondinei kocant̆u. Xava Dadik ek mu gorups?! Ya mozop̆ont. Oxoris k̆uçxe navardidgen do miti navarnantxen çkva sva soren!

Mʒika ora mik̆iluşk̆ule Abdulaik ar sersi ognuşi nciri amt̆u. “Am oxrut̆inuş sersi solen moxtu!” Yado nisimaduşk̆ule şkurina dolokaçei ğureli k̆oçis mendoxosaru. Cenaze k̆avelas dişka stei kogežit̆u. “Allah-Allah, sersi helbet galendok̆ele moxtu.” Yado giktu do xolo toli kok̆odu. Xava Dadikti nciriş ortas Abdulaiş sersi kognu mara, “Eya man eşo gemaqu.” Yado quci varmeçu lakin onceres gontxinuşeni xe eʒ̆ozduşi k̆avelas konantxu. Abdulais guris obangalus kogyuç̆k̆u. Şkurina k̆ai xeşa guris komişuxtu. Nauçkit̆u xvamape dik̆itxuşk̆ule, “Amin!” Ya dotku do xolo tolepes uzdu. Nciriş gondinei Xava Dadikti Abdulaiş sersi ognuşi; “Molalup!” Yado nik̆unk̆ulu do kagiktu.

Abdulaik Dadiş sersi ognuşi muiselu do onceres kogexedu. Cenazes namotun çarşafiş ar k̆unʒ̆ulis koga’knu do nusiminu. “A-ah! Am sersi galendo k̆elen mulun. Man muşeni maşkurinen.” Yado guris gibažgu. Em seris Xava Daditi k̆ai xeşa gondgitu. “Kogep̆t̆ruxi!” Yado k̆uçxe guinkinuşi, k̆avelas komaç̆k̆vidu. Abdulaikti eya ognuşi xes çarçafi dokaçei:

-Aʒ̆i mup̆a?! Heyvaaxx! Yado diquru do oncereşen keʒxont̆u.

Xava Dadikti Abdulaiş sersi ognuşi, cenazeşen moxtuya açkinu do mendoʒ̆k̆omiluşeni ti eʒ̆ozduşi k̆avelas komaç̆k̆vidu: “Vooyy, nanaçkimi. Aʒ̆i mup̆a?! “ Yado diquru do oncereşen keʒxontuşi, k̆avela tis komuik̆idu.

Goşaşei Abdulaik:

– Nanaaa, Nanaaa! Aʒ̆i so vida?! Yado çarçafi metieli nek̆nas nat̆k̆aʒuşi Xava Dadisti, k̆ap̆k̆ap̆i kamuiselu ya açkinu.

– Gamağureli, gamak̆arbeli mot muiseli?! İgzali namoxti svaşa! Yado diquru do mitis mutu varoğodasten, çarçafi metiyeli nanunk̆ap̆un Abdulas gyatxozu.

Eşo şeyi muç̆o iqven?! Abdulaik k̆ap̆k̆ap̆işen vimt̆e yado Dadişen imt̆en. Daditi k̆ap̆k̆ap̆iş niyetine Abdulais atxozen. Entepek eşopeten oxori tis komuik̆ides. Ncirişen namuiseles berepek şkurinaten omgarinus, oxorcalepek oqurus kogyoç̆k̆es. Oxoriş doloxe seriş gverdis ʒ̆iromani kodilikaçu.

Mgara nagedgin oxoris ožiʒinu iqveni! Ya mozop̆ont! Em oxoris Xava Dadi korenna helbet iqven. Hem eşo şeepe iqvenki mitis varti asimaden.

Abdulaiş şkurina do Xava Dadiş kimoloba uxuiʒ̆onuşi, mgaraş oxoris ožiʒinu kodilikaçu. Hem eşo dilikaçuki, cenaze ancax ondğeis oxorişen gamit̆uşi nik̆vatu.

(M. Yilmaz Avci)

KAHRAMAN HAVVA HALA

Havva Halanın akrabası Resul uzun zamandır yatalaktı. Resul ölünce, yeğeni Abdullah arabaya atladığı gibi Trabzondan Hopaya gitti. Abdullah, Resulün evine ancak gece yarısı varabildi. Evde çoluk-çocuk, kadın-erkek perişan vaziyette birer tarafta kıvrılıp yatıyorlardı. Abdullah, yengesinin yanında biraz oturup onun gönlünü bir parça rahatlattıktan sonra:

– Naziye Yenge, biraz uzanıversem! Yarın çok işimiz var, dedi.

– Şimdi ne yapsak, evlâdım! Evde, cenazenin durduğu eski odadan başka ayak basacak yer yok. Eğer korkmazsan, o odada yere birşeyler sereyim.

– Korkmak da ne demekmiş?! Ölmüş bir adamdan da korkacaksak, gidip kendimizi dereye atalım. Öyle erkeğin suratına tükürürler.

– O zaten senin amcan idi, oğlum. Sen ondan sağlığında korkmuyordun ki şimdi korkasın!

Abdullah ile yengesi koridoru geçip cenazenin bulunduğu eski odaya girdiler. Açık duran pencereden içeriye çok az bir ışık giriyor ve etrafı belli belirsiz aydınlatıyordu. Naziye, Abdullaha odanın orta yerindeki, üzerinde cenazenin yattığı karyola ile dolap arasına bir battaniye serdi. Yanına bir de pike ile minder koyup ayrıldı. Karyola ile pencere arasında sıkışmış bir durumda yatmakta olan Havva Haladan kimsenin haberi yoktu. Zaten karyola önünü kapattığı için de görünmüyordu.

Abdullah, çok yorgun olduğu için hemen uykuya daldı. Havva Hala da derin uykuda olduğu için onların sesini duymadı. Havva Halanın orada ne işi vardı demeyin! Evde ayak basılmayacak oradan daha rahat yer mi var?!

Bir müddet sonra Abdullah, bir ses duyunca uykusu kaçtı. “Bu horlama sesi de nereden geliyor!” Diye düşünmeye başladı. İçine korku düşmüş halde ölmüş adama baktı. Cenaze yatağın üstünde kütük gibi hareketsiz ve sessiz duruyordu. “Allah-Allah, ses herhalde dışarıdan geldi.” Diyerek döndü ve gözlerini sıkıca yumdu. Havva Hala da uykunun orta yerinde Abdullahın sesini duydu ama. “Herhalde bana öyle geldi.” Diye düşünüp aldırmadı ama yatakta dönmek için kolunu kaldırınca karyolaya çarptı. Abdullahın yüreği küt-küt atmaya başladı. Korku içine işledi. Bildiği bütün duaları okuduktan sonra da, “Amin!” diyerek gözlerini kapadı. Uyku şaşkını Havva Hala da Abdullahın sesini duyunca, “Havlama! “ Diye mırıldandı ve dönüp yattı. Abdullah, Halanın sesini duyunca kalkıp yatağa oturdu. Çarşafın bir kenarından tutup cenazeyi dinledi. “A-ah, bu ses dışardan geliyor. Ben neden korkuyorum.” diyerek kendine moral ve güç verdi. Havva Hala da o gece iyice azıttı. “Her tarafım kırılıyor.” Diyerek ayaklarını uzatırken yine karyolaya çarptı. Abdullah da onu duyunca, elindeki çarşafı bırakmaksızın:

– Şimdi ne yapayım?! Eyvaaahh! Diye bağırarak yataktan fırladı. Havva Hala da beyaz çarşafla ayaklanan Abdullahı görünce, ölünün hortladığını zannedip cenazeye bakmak isteyince, karyolaya çarptı. “Vaayy, anacığım!” Şimdi ne yapsam?! “Diye ayağa fırlayınca Karyolayı neredeyse devirecek oldu. Abdullah, “Anaaa… Anaa! Şimdi nereye gideyim ?!” Diyerek elindeki çarşafla kapıya doğru fırladı. O anda Havva Hala da hortlağın ayaklandığını zannederek “Geberesice, yokolasıca ne diye ayaklandın! Git yine geldiğin yere! Diye bağırarak ayağa fırladı ve kimseye kötülük yapmasın diye Abdullahın peşine düştü.

Öyle şey nasıl olur! Güya Abdullah hortlaktan kaçıyor, Havva Hala da hortlağı kovalıyor. Onlar o koşturma ile evin altını üstüne getirdiler. O esnada uykudan uyanan çocuklar korkudan ağlamaya, kadınlarsa bağırmaya başladılar. Evin içinde çığlık sesleri yankılanmaya başladı.

Ağıt yakılan yerde gülme, kahkaha atma olur mu demeyin! O evde Havva Hala varsa elbet olur. Hem öyle şeyler de olur ki kimsenin aklının ucundan bile geçmez.

Abdullahın korkusu ve Havva Halanın kahramanlığı anlaşılınca, ağıt yakılan evde bir gülme dalgası yayıldı. Hem öylesine yayıldı ki, kahkahalar ancak cenaze evden çıkarken kesildi.

(M. Yılmaz Avcı)

XASANİŞİ ABDEZİ

Nuriş bere Xasani nk̆ap̆inei k̆azonis mik̆it̆uşi Xava Dadik ducoxu do kododginu.

– Epçi, eşo ʒxeni stei mot gunk̆ap̆u?

– Cameşa vulu… Nemazişa.

– Sin cames mu dulya giğun? Sin muk̆o ʒ̆anei re?

-Vit ʒ̆anei vore. Mara manti p̆araskes cameşa vulu.

– Sin cameşa naulu, ok̆itxu do oxvamu giçkini?

– Mot vamiçkin?! Babak namoguru tuncina muren?

– Xvala tuncinaten nemazi ixveneni?

– Mot vaixvenen?! Manti baba k̆ala yevanç̆e, gevanç̆e.

– Baba skani aʒ̆i soren?

-Yau, babak man cames mçumers. Sinti man muşeni memoktinap?

– Bere çkimi k̆ai zop̆on lakin cameşa oluşeni ordo vareni? Sin muşeni nunk̆ap̆u?

– Vavunk̆ap̆a do abdezi ok̆omaxvasi?!

– Edo… Sin naunk̆ap̆aten nemazi ordo çkamu gyoç̆k̆aps.

-Yau, nemazi vagyoç̆k̆aps mara man k̆uçxeş kuis gepxedu do abdezi vokaçap.

– Aʒ̆i mup̆a?! Muepe vognap?! Eşo renşi, unk̆ap̆i do igzali, hade!

– Hoo… Aʒ̆i navunk̆ap̆aten mu iqven?!

– Mooot?! Varna abdezi gamt̆ui?

– Helbet mamt̆u. Eya ek̆o ikaçeni?!

Dadis ožiʒinu komişuxtu.

– Bere çkimi, ek̆o mundi vagakaçenşi cameşa vuluten mot ikimole?

– Hoo…Vamakaçen. Sin mdğuaşk̆ule muşeni memoktinap?

– Skiri çkimi! Sin aʒ̆i maana mo gorup! Sin eya zaten geladginei giğut̆een. İdi do xolo abdezi keç̆opi. Hade unk̆ap̆i!

– Aʒ̆i mu vunk̆ap̆a!Ya xolo kak̆omaxuna!

– Haa, skani derdi didi ren. Eşo renşi, arçkvaneis jur fara, sum fara, vit fara yeç̆opi do ari ok̆ogaxuna majuranepe koxogoskidas!

– Ari uk̆uixvaşi majuranepeti vauk̆uixveni?

-Ondi varna… Sin entepe içodet̆aşakis istoli. Ginonna man gomobaxi!

– Eşo renşi mdğuaşk̆ule mot vamiʒ̆umer!

Xasani unk̆ap̆u do ğalis kodilicinu. Xava Dadikti emuşk̆ule mak̆arapes kuxuşku.

Edo aʒ̆i man ak Xasani ya nabzop̆on muren. Çkinti birtum ar-ar Xasani vort̆it. Murenki aʒ̆i nena mogombzipt̆at do Xasani nemazişa mendovoçkvat, varna Xasanis abdezi dido varakaçen do kodolomabonenan.

(M. Yilmaz Avci)

HASAN’IN ABDESTİ

Nurinin oğlu Hasan koşarak yoldan geçerken  Havva Hala onu çağırıp durdurdu.

– Heey! Öyle beygir gibi ne koşturuyorsun?

– Camiye gidiyorum. Namaza.

– Senin camide ne işin var. Sen kaç yaşındasın?

-On yaşındayım ama cuma günleri ben de camiye gidiyorum.

– Camiye gidiyorsun, ama okumayı ve dua etmeyi biliyor musun?

– Niye bilmiyorum. Babamın öğrettiği tuncina ne oluyor?!

– Yalnız tuncina ile namaz kılınır mı?

– Niye kılınmasın? Ben de babamla beraber eğilip doğruluyorum ya!

– Baban şimdi nerede?

-Yahu… Babam beni camide bekliyor. Sen, beni niye oyalıyorsun?!

– Evlâdım, iyi diyorsun ama camiye gitmek için vakit erken değil mi? Sen niye koşuyorsun?

– Koşmayayım da abdestim mi bozulsun?!

– İyi de, senin erken gitmenle namaz erken başlamaz ki!

-Yahu… Namaz erken başlamaz ama ben ayağımın topuğuna oturup abdestimi tutuyorum.

– Şimdi ne yapsam?! Neler duyuyorum! Öyleyse koş da git hadi!

– Hee… Şimdi koşsam neye yarar?!

– Niyee?! Ne oldu, yoksa abdestin mi kaçtı?

– Elbet kaçtı. Abdest şimdiye kadar durur mu!

Halayı bir gülmedir aldı.

– Çocuğum, madem ki o kadar kıçını tutamıyorsun, camiye gitmek için ne diye direniyorsun?!

– Hee… Tutamıyormuşum! Sen, beni demindenberi ne diye oyalıyorsun?

-Evlâdım, sen şimdi bahane arama! O zaten tetikte imiş. Git de bir daha al. Hadi koş!

– Şimdi ne koşayım. Ya yine bozulursa!

– Haa… Senin derdin büyük. Öyle ise sen onu bu sefer iki kere, üç kere, on kere al da biri bozulursa diğerleri sana kalsın!

-Biri bozulunca diğerleri bozulmaz mı?

-Daha da neler… Sen onları bitinceye kadar at! İstersen beni de topa tut!

-Öyle ise deminden beri niye söylemiyorsun?

Hasan koşarak kendini dereye attı. Havva Hala da ondan sonra makaraları koyuverdi.

Benim Hasan dediğim de ne ki! O zamanlar bizler de birer Hasan’dık. Şu da var ki, şimdi lâfı fazla uzatmadan Hasanı namazı gönderelim. Yoksa abdestini zaptedemezse Hasan bize musallat olabilir!

(M. Yılmaz Avcı)

XASANİŞİ NEMAZİ

Xasani cameşa amaxtuşi, ar koguinʒ̆k̆edu do k̆apulaşk̆ele naok̆obğunan berepes kiluxedu. Zaten ç̆it̆a oraşk̆uleti izani dik̆itxu do nemazis kododgites.

Xasanik berepes naqonu do ar-jur fara yanç̆u ga’nç̆u. Tuncinati kiluk̆itxuşk̆ule selamiti komeçu. Tam yiselt̆uşi korbaşen otxialuş sersi naognu do: “Heyvax, gzas kogedgitu do mulun .” Yado koxvaşkurinu. Xocak dua ik̆itxupt̆uşi muk mteli: “P̆iya iptinei abdezi mundeşakis makaçen.” Yado isimadept̆u. Tam ok̆ondrik̆uşiti komoxtu do konodgitu. Xasanik xolo: “Heyvax! Ahati komoxtu… Mara vit abdezi komiğun. Entepe man domibağun.” Yado nisimadu. Majurani sefeis namondruk̆es do konandaruşi, muk̆o uzdutina mç̆ipeşi k̆aideten ar çit̆a kagoʒ̆vamt̆u. Manişa gza nagulunk̆iluşeni mteli xolo vargamalu.

Xasanis nailudginan berepes žiʒini komişuxtes mara çarbis gik̆ibines do dostibestina ʒ̆oxle naguʒ̆udgin Ank̆eşi Osmanik, “ La havle…” Yado ar t̆rik̆i kogunkinu. Xasanik nena vaişiğu. Ok̆uleti: “Nçxoro domiskidu lakin aya gverdi işinen.” Yado konixesap̆u. Doxunuş orasti, k̆uçxeş kuis kogexedu do ar çkva tuncina kiluk̆itxuşk̆ule: “Yarebbi, abdezepe kodomibağini. Muiqven.” Yado xeepe nunk̆us komuiglicu. Komuiglicu mara tam yiselt̆uşi konabandalu. Xasanik zaten zoriten naokaçapt̆uşeni xolo kogoʒ̆vamt̆uşi, Osmanikti ar k̆ap̆et̆i krusi koduntxu. Xasanis mu axvenen?! Dilicinet̆uşi mçxuşi k̆aideten, ta-ta ta taaa.. Yado k̆ai xeşa konoqonu. Berepek zaten ožiʒinuşeni maana gorup̆t̆es. Entepek ižiʒapt̆esşi k̆oçepekti ar ğula-ğula komendoʒ̆k̆edes do xeepe kogyunk̆anes. Em oras Xasanis mʒika oncğori dvaqutina, emuk xolo xesap̆i ikips: “İptinei gverdi işinen. Muşeni ki gza komevunk̆ili. Aʒ̆ineiti ar işinen. Muşeni ki mteli kagamaxtu do mutu vadoskidu. Juri uk̆umʒxvaşi xolo ar iqven.”

K̆arauli Xemzak:

– Ulan, abdezi vargiğun do gale mot vagamulu, yado nek̆na nuguruşi Xasanik:

– Man daha dido miğun, ohooo… Yado emus xe gulunk̆anu.

K̆oçepek artikartis nuntxes-muntxes do xolo nemazis kododgites. Xasanikti xolo k̆oroʒxups. Muşeburot: “Teşke iptineisti k̆ai xeşa koxovuşkvat̆i. P̆iya, gverdi nagamaxtu do dgialei namoxtupe ar işineni varna uk̆umʒxvaşi gverdepe vaik̆oroʒxeni. Teşke Xava Dadis eti dop̆k̆itxat̆i. Mara daha dido abdezi miğun.” Yado guri guindumers.

Xocak xolo: “Allaaahuekber! Yado milleti ok̆ondrik̆inuşi, korbak xolo txa-txa-txa… Yado koxotxialuşi Xasanik, “Heyvaax, xolo mulun.” Yado xolo gzas kogolunk̆ilu lakin tam mondruk̆esşi, mç̆ipeşi k̆aideten meqonei ar k̆ap̆et̆i kuxuşku. Berepek ožiʒinuten dixa puʒxolupan. Osmanik nemazi naşku do gale imt̆u. ʒ̆oxlendok̆ele K̆op̆a Niyazik Xasanis nek̆na nuguruşi, Xasanik: ” Man daha dido miğun ohooo…” Yado emusti xeepe kogulunk̆anu. K̆ap̆ulas narenanpeşi irik xolo nemazi met̆k̆oçes do ožiʒinuten dixa puʒxolupan. Xasanikti xolo xesap̆i ikips. Ok̆uleti: “Helbet abdezi variçodaşakis nemaziti diçoden.” Yado guri guindumers. Berepek, “Epçi mu ikip? “ Yado nuntxipan. Xasanik: “Man daha dido miğun. Tkvan mu gonç̆elan! ”Yado entepes guktaps.

Nemazi daha variçoduşakis Xasanik arçkva k̆ap̆et̆i kogunt̆k̆vaʒinuşi berepek xes gyak̆nes do gale kagamiqones. K̆aveşi ʒ̆oxle golaxunonis naxen Osmanik berepe žiruşi Xasanis ducoxu do:

– Ulan, mu ç̆k̆omi do milletis gobaxi. Ulan abdezi gamt̆uşi gale mot vagamaxti?! Ulan-bok herif! Yado duluquruşi Xasanik:

-Yau, muşeni gamapta?! Man abdezi aʒ̆i bilem komiğun ohooo… Yado emusti xe kogulunk̆anuşk̆ule uk̆uniktu do majurani berepek̆ala oxoriş gzas kogedgitu.

 

HASAN’IN NAMAZI

Hasan, camiye girince bir bakındı ve arka tarafta birikmiş olan çocukların yanına oturdu. Zaten biraz sonra da ezan okundu ve namaza durdular.

Hasan çocuklara uyup bir- iki eğilip doğruldu, tuncina okudu ve onlarla beraber selam verdi ama tam doğrulurken karnından doğru gelen fokurdama sesini duyunca: “Eyvah, yola koyuldu da geliyor.” Diye korktu. Hoca dua okurken kendisi devamlı, “Acaba abdesti ne zamana kadar tutabilirim!” Diye düşünüyordu. Tam eğilirken de geldi dayandı. Yine: “Tamam işte geldi ama on tane abdestim var. Onlar bana yeter.” Diye düşündü. Öbür sefer eğilirken sıkışınca da kıçını sıktı ama ince fasıldan biraz kaçırabildi. Ne var ki yolunu kestiği için hepsi dışarı çıkamadı.

Hasanın yanındaki çocukları gülme aldı ama dudaklarını ısırıp kendilerini tuttular. Ancak  önlerinde duran Ankelerin Osman, Hasana bir tepik savurdu. Hasan, ses çıkarmadı. Sonra da, “Dokuz tane kaldı ama bu yarım sayılır.” Diye hesapladı. Oturma zamanında da ayağının topuğuna oturdu. Bir daha tuncina okudu ve: “Yarabbim, abdestlerim bana yetsin!” Diye elleriyle yüzünü sıvazladı.

Hasan tam ayağa kalkarken sendelemesiyle beraber zaten tetikte olduğu için biraz daha kaçırıverince, Osman, ona bir tekme yetiştirdi. Hasan tam yere yıkılırken de olan oldu ve ta-ta-ta-taaa… Diye takırdatıverdi. Çocuklar zaten gülmek için bahane arıyorlardı. Onların gülmesine kızan büyükler de onlara ters ters baktıktan sonra parmak sallayıp tehdit ettiler. Hasan biraz utandı ama bir yandan da, “İlk seferki yarım sayılır. Şimdiki ise bir sayılır, çünkü takırtılı geldi. Onları birleştirirsem yine bir sayılır. Çünkü yarım olan yarımdır.” Diye hesaplar yapıyor.

Karauli Hamza:

– Ulan, abdestin kaçtı da niye dışarı çıkmıyorsun?! Sen aklını mı yedin?” Diye kapıyı gösterince:

– Bende daha çok var. Ohooo… Diye Hasan ona el salladı.

Hoca yine: ”Allaaahuekber!” deyip herkes eğildiğinde, karnı yine fokurdayınca Hasan: “Eyvah, yine geliyor.” Diyerek tüm yollarını kapattı ama tam çömelirken, bu sefer uzun fasıldan bir kuvvetlice koyverdi. Çocuklar gülmekten yerlere serildiler. Osman, namazı bırakıp dışarı kaçtı. Ön taraflardan, Kepçelerin Niyazi arkaya dönüp Hasana kapıyı gösterince Hasan: “Bende daha çok var. Ohooo…” Diye ona da el salladı. Caminin arkasındaki çocuklar, gülmekten yerlere serildiler. Hasan hem hesaplıyor hem de: “Abdest bitmeden elbet namaz da biter.” Diye kendi kendine moral veriyor. Çocuklar: “Ulan ne yapıyorsun?” Diye onu dürtüklüyorlar. O ise, “Bende daha çok var, size ne!” Diyerek onlara bozuk atıyor. Daha namaz bitmeden Hasan bir daha patlatıverince, çocuklar kolundan tutup onu dışarı çıkardılar. Kahvenin önündeki bankta oturmakta olan Osman onları görünce Hasanı çağırıp:

– Ulan ne yedin de milleti topa tuttun! Abdestin kaçınca niye dışarı çıkmadın! Ulan bok herif! Diye bağırınca Hasan yine:

-Yahu ne diye çıkıyormuşum?! Benim şimdi bile abdestim var. Ohooo… Diye Osmana da el salladıktan sonra geriye döndü ve evin yoluna koyuldu.

(M. Yılmaz Avcı)

DADİ DO ZERA

Zera nk̆ap̆inei dadişa komextu.

– Dadi çkimi, bayyamişa varului?

– Muç̆o varvulu, mara daha ordo ren!

– Ordo mot ren Dadi çkimi? K̆ap̆ulas kodopskiditna mutu varmažirenan.

– Sin vargaşkurinas! Man varelamaʒ̆k̆a!

Xava Dadi do Zera bayyamiş meydanişa mextesşi, k̆uçxeş dodgimuş sva varažires.

Zerak nik̆unk̆ulu.

-Aʒ̆i mup̆at, dadi çkimi?

– Aʒ̆i man k̆ai memisimini! Man aʒ̆i muç̆o msoroni stei viçaminaminon do sinti “Mu gomç̆unten man mk̆itxi! ” K̆ ai oxoʒ̆onoi?!

-Tamam, koxovoʒ̆oni!

Dadi mextu do dodginu naunt̆u svaşa komextuşk̆ule ar k̆ele Zeras nuntxips ar k̆eleti xarti do xarti oçaminus kogyoç̆k̆u

– Xala, neyun var. Niye k̆aşiniisin?

– Bişe değil ha, şimdi geçer.

Ek nadginan oxorcalepek ar artikartis komendoʒk̆edesşik̆ule artikartis komişuxtes. Mara dadik mitis varmendoʒ̆k̆es do xolo içamins.

– Dadi mu iqu, vermik̆ilapsi?

– Mutu varen ya vargiʒ̆viyi! Msora mağodu bekiti!

Naok̆obğunan oxorcalepek artikartis nuntxes do dadis gvamt̆esşi Dadi do Zerati mextes do naunt̆es svas kododgites.

Em ndğaşk̆ule Zerak navaraçkinas do navaraxvenas k̆arta şeyişeni dadişa unk̆ap̆un do emus nosi guʒ̆umers.
(M. Yilmaz Avci)

HALA İLE ZEHRA

Zehra koşarak Halaya geldi.

– Halacığım, bayrama gitmiyor musun?

– Nasıl gitmem, ama henüz erken.

– Niçin erken olsun, Halacığım?! Arka tarafa kalırsak bir şey göremeyiz.

– Sen korkma! Benden ayrılma!

Havva Hala ile Zehra bayram meydanına varınca, adım atacak yer bulamadılar. Zehra mızıldandı.

– Şimdi ne yapacağız, Halacığım?

– Şimdi beni iyi dinle! Ben sanki uyuz olmuş gibi kaşınacağım, sen de bana “Neyin var?” gibisinden sor! İyice anladın mı?

– Tamam, anladım.

Hala durmak istediği yere gittikten sonra bir yandan Zehrayı dürterken bir yandan da hart hart kaşınmaya başladı.

-Hala, neyun var? Niye k̆aşiniisin?

– Bişe değil ha, şimdi geçer.

Orda duran kadınlar şöyle bir bakıştıktan sonra birbirlerine iyice sokuldular. Ama Hala, kimseye aldırmadan yine kaşınıyor.

– Hala, ne oldi, geçmei mi?

– Bişey değil dedum ya! Uyuzi oldum herhal!

Birikmiş kadınlar birbirlerini dürtüp Haladan uzaklaşınca Hala ve Zehra da gidip istedikleri yerde durdular.

O günden sonra Zehra bilemediği veya yapamadığı her iş için Halaya koşup onun bilgisine danışır.

(M. Yılmaz Avcı)

MAFALE

Xalidi çkini askerobaşa it̆uşakis kyoyişen gamaxtimerei vart̆u. İya çkar toli gonʒ̆k̆imei navart̆uşeni dido oncğorani rt̆u. Emuşeni, askeroba doçodu do Mp̆olis ar dulyas kamaxtuşk̆uleti oncğorobamuşi mututen varnat̆k̆omilu. Xalidi, içilet̆uşakis birtum oxorcalepes gvamt̆u.

Xalidi Mp̆olişa naiduşen a xut-aş tuta mik̆iluşk̆ule ar ndğas manebrapek̆ala guit̆esşi, ar mafale oxorca konarges. Oxorcak berepe žiruşi guiktu do berepes konanç̆u.

– Aşo moxtit, uça tolonepe çkimi. Vit aslani komomçit do qvas namegiç̆arunanpe dogik̆itxat.

Mafalek, emedeni Memet̆is xes nank̆ap̆u do emus dido k̆ai şeepe duʒ̆u. Memet̆ik emus vit aslani komeçu lakin oxorcak xes varuxuşuşku do noqonu:

– Vit aslani çkva komomçi do majuranepeti dogiʒ̆va!

Memet̆ik emus guktu do xe kamuizdu.

Xalidis guris naparpalu do oxorcas xe kaguntxu.

– Uça toloni çkimi, sin k̆ai morgap. Am monç̆inobas dido ginže ar gza giğun. Ooo… Sin k̆ulanepek̆ala çkar ara vargiğun. Bedi do igbali skani aha am but̆k̆a stei ntkieli ren.

Xalidis gaak̆viru:

– Allah-Allah amus iri şeyi solen uçkin?! Man, ar k̆ai dulyas navore, Sivasişa navidaminon do iri şeyi amus mik uʒ̆u?!

Ok̆ule oxorcas k̆aixeşa mendoʒ̆k̆eduşi ar mitxanişa konangapinu mara vargamağu.

– A vit aslani çkva komomçi do majuranepeti dogiʒ̆va.

Xalidik vit aslani çkva komeçu.

– Man ak ar k̆ulani bžirop. Skit̆a tomoni, ginže k̆uçxoni. Coxomuşi Selma ya ptkvayi, Semra ya ptkvayi. Xut ndğaşk̆ule ya ptkvayi, vit ndğaşk̆ule ya ptkvayi. Tam varmaçkinen mara sin emus vakuxuşkva. Eya bedi do igbali skani iqvasunon.

Emuşk̆ule a vit ndğa mik̆ilu. Xalidik birtum mafale oxorca do emuk natkupe isimadu. Mafale oxorca solen içinopt̆u. Skit̆a tomoni, ginže k̆uçxoni k̆ulani mirt̆u edo aʒ̆i sort̆u?

Vit̆ojur ndğaşk̆ule Xalidik sinemas afişepes oʒ̆k̆ert̆uşi jur k̆ulani moxtes do Xalidis kiludgites. Ari mutus vairgut̆u mara majurani Skit̆a tomoni do ginže k̆uçxoni rt̆u. Ayni, falcık nauʒ̆ustei.

K̆ulanepeşi aris Selma, majuranisti Semra nacoxons oxoʒ̆onuşi tis nosi minduxtu.

Xalidik k̆ulanepes mendoʒ̆k̆edu do “K̆ismet̆i çkimi k̆uçxeşa komomixtu.” Yado nisimadu.

Toma skit̆ak Xalidis:

– Am filimi ç̆umenti istersi? Yado k̆itxu.

Xalidik k̆ulanis k̆aixeşa mendoʒ̆k̆edu do tolepe mutepeşi konik̆iduşi oncğoriten dimç̆itanu.

– Jur ndğas çkva isterasunt̆een.

Eşopeten nagyoç̆k̆u manebroba xut dek̆ik̆aş doloxe k̆aixeşa dik̆ap̆et̆anu.

Em ndğaşk̆ule Xalidi diç̆u, dixalu. Nosi fik̆iri tişen minduxtu. Ama Selma esmeri nart̆uşi sebebi varoxvaʒ̆onu.

Jur tutaş doloxe xvala sum fara ok̆vales. Doxedes goxtes. Ok̆uleti ç̆andaşeni kuk̆uitkves.

Ginže nena mk̆ule mep̆k̆vatat. Nana-babas ducoxes do axti doqves. Xalidikti bazi şeepe ancax emuşk̆ule oxoʒ̆onu. Mafale oxorca muk naiçalişeps fabrik̆as mampağu rt̆u. K̆arta dolonisti mutepeşi oxorişa mulut̆u do nanamuşis nuşvelt̆u. Emuşeni, mafalek Halidi k̆ai içinopt̆u.

Xalidik guris guri gibažgu do oxorcak nadudgu dubaras konuxondu mara entepe ç̆ingyane nart̆es do hele-hele Selmati jur bereş nana ar şira nart̆u koxoʒ̆onuşi, kiyana tis kogyabğu.
(M. Yilmaz Avci)

FALCI

Bizim Halit askere gidinceye kadar hiç köyden çıkmamıştı. Uyanık olmadığı için çok utangaçtı. O bakımdan, askerliği bitirip İstanbul’da bir işe girdikten sonra bile utangaçlığını bir türlü üzerinden atamadı. Halit, evleninceye kadar kadınlardan devamlı kaçtı.

Halit İstanbul’a gittikten üç-beş ay kadar sonra bir gün arkadaşları ile gezerlerken, bir falcı kadınla karşılaştılar. Kadın, çocukları görünce yolunu değiştirip çocuklara yanaştı.

– Böyle gelin, karagözlülerim! On kuruş verin de alnınıza yazılı herşeyi size okuyayım. Falcı hemen Mehmet’in elini kaptı ve ona çok güzel şeyler söyledi. Mehmet on kuruşu verdi ama falcı onun elini bırakmadan devam etti:

– On kuruş daha ver de diğerlerini de okuyayım!

Mehmet, onu tersleyip elini çekti.

Halit’in kalbi çarpmaya başlayınca kadına elini uzattı.

– Kara gözlüm, senin kazancın çok iyi. Bu yaz da çok uzun bir yolun var. Ooo… senin kızlarla hiç aran yok. Kısmetin, nah şu yaprak gibi sararmış.

Halit şaşırdı:

– Allah Allah bu her şeyi nereden biliyor?! Benim iyi bir işte olduğumu, Sivas’a gideceğimi ve her şeyi buna kim söyledi?!

Sonra da kadına dikkatlice bakınca birisine benzetti fakat bir türlü çıkaramadı.

– Bir on kuruş daha ver de ötekileri de söyleyeyim sana.

Halit, on kuruş daha verdi.

– Ben burada bir kız görüyorum. Sarı saçlı, uzun bacaklı. Adını Selma mı deseem, Semra mı desem… Beş gün sonra mı deseeem. On gün sonra mı desem. Tam bilemiyorum ama sen onu sakın bırakma. O senin alın yazın olacak.

Ondan sonra on gün kadar geçti. Halit daima falcı kadını ve onun söylediklerini düşündü. Falcıyı nereden tanıyordu. Sarı saçlı, uzun bacaklı kız kimdi ve şimdi nerede idi?

On iki gün sonra Halit sinemada afişlere bakarken iki kız gelip yanında durdular. Biri bir şeye benzemiyordu ama ötekisi sarı saçlı ve uzun bacaklı idi. Aynı falcının dediği gibi.

Kızlardan birinin adının Selma, diğerinin ise Semra olduğunu anlayınca aklı başından gitti.

“Kısmetim ayağıma geldi!” diye düşündü.

Sarı saçlı olanı Halit’e:

– Bu film yarın da oynar mı? Diye sordu.

Halit, kıza dikkatlice baktığında bakışları birbirlerine takılınca utancından kızarıverdi.

– İki gün daha oynayacakmış.

Öylece başlayan arkadaşlık, beş dakika içinde iyice sağlamlaştı.

O günden sonra Halit yanıp tutuştu. Aklı fikri başından gitti. Ama Selmanın esmer oluşunun nedenini bir türlü anlıyamadı.

İki ay içinde sadece üç kere bir araya geldiler, gezip tozdular. Sonra da düğün için sözleştiler.

Uzun sözü kısa keselim. Anne babayı çağırıp nikâhlandılar. Halit, bazı şeyleri ancak ondan sonra anlayabildi. Falcı kadın,  kendisinin çalıştığı fabrikada temizlikçi idi. Her hafta da evlerine gelip annesine yardım ediyordu. Onun için falcı, Halit’i iyi tanıyordu.

Halit, yüreğine taş basıp falcı kadının kendisine kurduğu dubaraya tahammül etti ama onların çingene olduklarını ve hele hele Selma’nın iki çocuk annesi dul bir kadın olduğunu anlayınca dünya başına yıkıldı.

(M. Yılmaz Avcı)

 (Önerilen okumalar: Ali İhsan Aksamaz, “Lazcanın Yazarı ve Şairi: Munir Yılmaz Avcı”, 08 II 2013, lazca.org/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “Munir Yılmaz Avcı (1939- 2016)”, 15 XII 2020, circassiancenter.com.tr/ sonhaber.ch; Munir Yılmaz Avcı (Yazan)/ Ali İhsan Aksamaz (Yayına hazırlayan) ,“Bilmediğimiz Ülke/ Gürcistan Gezi Notları”, 7 X 2005, circassiancenter.com.tr; Munir Yılmaz Avcı (Yazan)/ Ali İhsan Aksamaz (Yayına hazırlayan), “Dönük Cami/ Golaktei Meçeti Türkçe- Lazca Tiyatro Oyunu”, 20 VIII 2001, circassiancenter.com.tr;  M. Yılmaz Avcı, “Şurimşine/ Lazca- Türkçe Şiirler”, Kurye Yayınları, İstanbul, 1999; M. Yılmaz Avcı, “Lazuri Nenaçkina/ Lazca Dilbilgisi”, Etno- Kültür Kitapları, İstanbul, 2003; M. Yılmaz Avcı, “Lazuri P̆arametepe/ Laz Masalları” Sorun Yayınları, İstanbul, 2005; M. Yılmaz Avcı, “Aleynas Mu Ağodu? / Aleyna’ya Ne Oldu? -Lazca- Türkçe Roman”, Sorun Yayınları, İstanbul, 2013)