Doğan Avcıoğlu
Birinci Kitap, İstanbul-1974, s.156-158
Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978, s.413
Kısaca, İngiltere; Türkiye’yi bölmek parçalamak için her çareye baş vurmuş, bir Kürtlük, bir Çerkeslik davası yaratmaya kalkışmıştır. Yunanlılar da İngilizlerle birlikte Çerkeslik kozunu oynamışlardır. İzmir’de 24 Ekim 1921 de bir Çerkes Kongresi toplanmıştır. Kongre, büyük devletlerin özellikle İngiltere’nin himayesini aramıştır. İstanbul’daki İngiltere Yüksek Komiseri Rurabold’un 13 Aralık 1921 günü Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği Lamb Rapor’unda ”İzmir’deki Çerkes Kongresi’ni Anadolu Çerkeslerinin Karadeniz kıyısında toplanıp İngiliz himayesi altında özerklik almayı” istediği belirtilmiştir. 1922 yazında ise, ileride göreceğimiz üzere ”İyonya Özerkliği” fikri ortaya atılmıştır. ”İçinde Hıristiyanların, Çerkeslerin ve öteki Anti-Kemalistlerin güvenlik ve esenlikle kalacakları bir küçük Asya Devleti” kurma söz konusudur. İzmir’deki ilk milliyetçi örgütün başkanı olan ve sonradan Yunan safına geçen İzmir Belediye Başkanı Hasan Paşa ”her cins ve mezhepte İzmir halkının salt mutluluğunu sağlamaya yönelmiş” bu yeni düzen için İzmir Müslümanları adına teşekkürde bulunmuştur.
Lozan’da Curzon, Çerkes affı üzerinde önemle durmuştur. Türkiye, affın Rum, Ermeni gibi yalnız Müslüman olmayanlarla sınırlandırılmasını ve Türkiye’nin müslüman işbirlikçileri serbestçe cezalandırılabilmesini istemiştir. Lord Curzon şu karşılığı vermiştir.
‘Böyle bir davranış, Türkiye bakımından akıllıca bir davranış mıdır? Böyle bir tutum, Türk Hükümeti’nin kendi uyruğu olup ta savaş sırasında müttefiklere bir takım hizmetlerde bulunmuş olanlara karşı misilleme tedbirleri uygulamak isteğinde olduğu sanısını uyandırmaktadır. Bu şu demek oluyor: Türkiye’den kaçmış olan birtakım azınlıklardan olanlar memleketlerine dönmekten ya korkacaklardır ya da misilleme tehdidi altında yaşayıp çalışma zorunda kalacaklardır. Örneğin Kuzey Anadolu’da Bursa’yı da içine almak üzere, bu şehrin Batısı’nda dağınık olarak yaşayan Çerkesler, savaş sırasında yaşadıkları yerler yüzünden müttefik devletlerle sıkı temasta bulunmuşlardır. Bugün bunlar Türkiye dışında her yana dağılmış bir durumdadırlar…
Bunların sürekli olarak yakınmalarına yol açacak tutumlarla karşılaşmaksızın yaşayabilecekleri koşullar altında yurda dönmeleri kuşkusuz, Türklerin de çıkarlarına uygun düşecektir.”
Sonunda Curzon’un dediği olmuş, pek sınırlı kişilerin dışında bütün işbirlikçiler Lozan antlaşması ile bağlanmıştır. Böylece Curzon İngiliz işbirlikçiliğinin cezasız kalan karlı bir iş olduğunu İslam kamuoyuna gösterme fırsatı bulmuştur. Bununla birlikte İngilizlerin Çerkeslik, Kürtlük yaratma çabaları fazla büyütülmemelidir. Kurtuluş Savaşı’nda Çerkesler ve Kürtler Türkiye yurtseverliğinin en çarpıcı örneklerini vermişlerdir. Düzce isyanlarını bastırmak için çırpman ve kalleşçe şehit edilen bir yarbay Mahmut, Ege’de milli direnmeyi başlatmak için tek başına direnen bir Albay Bekir Sami, bir Rauf Orbay ve daha yüzlerce ön planda kişi, kendilerini Çerkesliğe değil, Türkiye’nin kurtuluşuna adamışlardır. Doğu’da da büyük bir çoğunluk Kürdistan için değil, bağımsız bir Türkiye için kahramanca dövüşmüşlerdir. Hepsi Türkiye’nin halkı olduklarını kanıtlamışlardır. Belirtmeye çalıştığımız, yalnızca, emperyalizmin bölmek ve parçalamak için her çareye başvurduğu ve vuracağıdır. Nitekim o günlerin baş emperyalist devleti olan İngiltere, Türkiye’yi yok etme yolunda, hiçbir şeyi esirgemiş değildir. Hatta Mustafa Kemal’i satın almayı ya da öldürmeyi bile denemiştir. 24 Mayıs 1921’de Ankara’da asılan İngiliz casusu Mustafa Sagir’in ele geçen belgeleri bunu yeterli kanıtlarıyla ortaya koymuştur.