MOR 8 MART… MORARTILAN SİYASAL ZEMİN!

Volkan Düzenli

Kişi ve gruplardan gelen maillere bakarken, savruluş ve özgüven yitimi ile karşılaştığım durumlarda, kurumsal kimlik nedeniyle kendimde tuttuğum kişisel görüşlerim, “artık paylaşmalı” aşamasına gelebiliyor. Son 20 yıldır hiç bu kadar temel kavramların deforme edilerek, herkesin kendince bir ucundan tutup sallana sallana gezinirken, elden ele dolaştırarak kendine yedeklediğine şahit olmamıştım. Özellikle “türban” yedeklenmesinin ardından bu 8 Mart, eklentik yapıların mosmor halinin tavana vurduğu aşamaydı!

Kadının özgürleşme mücadelesini simgeleyen 8 Mart, tarihsel anlamıyla sömürüye karşı mücadelenin bir parçası olması gerekirken, özellikle son yıllarda giderek artan biçimde feminist ölçü ve değerlerin ağırlığı hissedilir oldu. Erkeklerden arınmış feministler geçmişte de 8 Mart’ı böyle kutlar, ancak o kutlamalarda kendinden menkul bir kapsam içinde kalırlardı. Özellikle birkaç yıldır, geçmişte Feminizm’in yanından dahi geçmemiş yapıların da gerçekte burjuva karakterli olan bu rüzgara kapıldığını görüyoruz. Bu, Feminizm’in zaferi olmaktan çok, siyasal değerlerde yaşanan erozyonun ve demokratik çevreleri bir bütün halinde etkisi altına alan özgüven yitiminin bir sonucudur. Adeta hemen herkese bulaşma potansiyeli taşıyarak hızla yayılan bir hastalığa toplumsal vize verilmiş durumda.

8 Mart’ta “sadece kadınlar konuşsun” diyenlere sormalı: Hangi kadınlar? Örneğin; Tansu Çiller, Nazlı Ilıcak gibiler de dahil mi? Yoksa onların suçunu da “erkekleşmek” olarak tanımlayıp, yine onların sözcüsü oldukları sisteme toz kondurmayacak mısınız?

SİYASETEN ÖZÜRLÜ ANLAYIŞ, TARİHTEN ÖZÜR DİLEMELİDİR!

Küreselleşmenin açık alan çalışmasında en örgütlü yapısı AKP’nin “türban” manevrasına “özgürlükçülük” adı altında yedeklenen anlayış, 8 Mart’ta da eklentik duruşunda ısrarlıdır. Bütünsel bir mücadelenin önemli bir parçasını (emek, kadın, çevre) salt cinsel kimliğe indirgeyen ve onun üzerinden “pozitif ayrımcılık” adı altında bilinç altındaki tortularla kadınları “özürlü” gören, özürlü bir perspektifin bir tezahürüdür. İleride telafisi mümkün olmayan gedikler açan bu özürlü yaklaşımın, gerek kadınlardan gerek mücadelenin tüm unsurlarından özür dileme koşulları da olgunlaşacaktır. Yeter ki çok gerekli olan pozitif ayrımcılığın çıkış nedeni, çarpıtılmadan doğru okunabilsin.

Kadın sorunu, toplumsal muhalefetin ihmal ettiği veya çözüm önermediği bir sorun mudur ki, sistem içi ara dolgulara eklentik tutumlar yaygınlaşmaktadır!
Aksine yaşanabilecek günü birlik sorunları da kapsayacak şekilde, kadının nihai kurtuluşu programlara ve öncelikli pratiklere yıllardır girmiş durumdadır. Özgürlük taleplerinden birini diğerlerinin karşısına çıkarmanın sorunun muhataplarına şirin görünmekten öte bir anlamı yoktur ve gerçekte bütünlüklü bir demokratikleşmenin önünü tıkayıcı rol oynar. Yaşamın hemen her kesitinde kadına dönük bakışta feodal sınırlar içinde kalıp, 8 Martlarda erkeği dışlamak ise, bütünlüklü bir yöntemden ne denli uzak olunduğunun bir başka göstergesidir.

Feministleri tercih eden yapıların çoğunluğu, siyasal pratiklerde genellikle DTP’yi eksen alarak duruş belirleyen yapılardır. Kürt meselesinin barışçıl çözümü, kadın sorunu gibi demokratik dönüşümün en temel bileşenlerinden biridir. Bu nedenle de ortak mücadele ve dayanışmayı gerekli kılar. Ancak bu, koşulsuz ve tek yanlı belirlenen bir ilişki biçiminde olmamalıdır. Bu arada konu bağlamında söylemek gerekirse, kadın sorununu ifade eden gösterilere erkeğin katılmamasını savunmak, Kürt sorununu ifade eden gösterilere Kürtler dışında kimsenin katılmamasını savunmakla eş anlamlıdır. Zaten oraya doğru da evriltiliyor!

Ayrımcılığı aştığına yaşamın bütünü içinde tanık olunan ve onunla el ele her türlü eşitsizliğe karşı aynı zeminde mücadele edilen (sevgili dahil) tüm yol arkadaşlarına “bu sizin değil bizim sorunumuzdur” deyip onları alanlara almamak, kadın sorununa müdahil olmayı layık görmemek ne yazık ki bir ilerlemenin değil, savrulmanın ve pragmatizmin ürünüdür. Bu durum, 364 gün el ele yürünen yol arkadaşının elini bir günlüğüne bırakmaktır. Böylece, mücadelenin çok daha zorlu etaplarında güven duyulan ve yan yana olunan yol arkadaşlarına, kadın sorununu doğru algılayıp doğru tavır koyma yeterliliği çok görülmüş oluyor.

Gerçekte hedefine sistemi değil erkeği koymuş olan mücadelenin ufku, “Sizin evde bulaşıkları kim yıkıyor” diye başlayan sohbetlerin ufku kadardır. Yanlış anlaşılmasın, bulaşık işini değil, erkek ile kadın arasındaki paylaşımın bulaşığa kadar daraltılmasını hafife alıyoruz. Çevre sorununa “çimlere basmayınız” dar yaklaşımı gibi.

Bütünlüklü demokratikleşmeden, emekten yana güçlerin ileri fırlamadığı, sesini yükseltmediği dönemlerde, sömürüyü derinleştirmenin yeni biçimleri devreye girdirilir. Zaten örgütlülüğün zayıf, çalışmaların durgun olması, mücadeleye dair moral değerleri de zayıf düşürür. Bu tür durumlarda devreye tükenme zemininin özneleri, katmanlar, ara formüller girer.

Oysa ki, yenilgi hallerinde egemen rüzgara kapılmamak, kayıp verildiğinde yıkılmamak, yol ayrımlarında duygusal davranmamak bir çeşit siyasal sınavdır.

Sınırları içerisinde cezaevi olmayan bir toplumun yaşadığı anavatanım Kafkasya’ya yüzümü bir kez daha döndüğümde; toplumun iç dinamiklerinin kendi doğallığı içerisinde kadınların ne derece belirleyen unsur olduğunu görmekten bir kez daha mutlu oluyorum ve biriken enerjinin sistem içi kanallarda tüketilmesi yerine, bu coğrafyada ki sürecin daha yakından izlenip, örnek alınmasını öneriyorum. Kafkas derneklerinde ve Pazar günü alanlarda; yaşamın güzelliklerine el ele ulaşılabilir diyerek, eşiyle, kaşeniyle, arkadaşıyla, yol arkadaşıyla birlikte etkinlik düzenleyen ve böylece tarihsel duruşunu güncelleyen tüm kadın(insan)larımızı kutluyorum.