OSMANLI-ÇERKES İLİŞKİLERİ

A. Çureyko
Redakte: CircassianCanada
Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978, s.394

Osmanlı İmparatorluğu’nun Çerkeslerle ilgilenmeye başlaması 16. yüzyılın son yıllarına kadar uzanmakta ise de 17. yüzyılın ikinci yarısı bu ilgi için daha kesin bir tarih olabilir. Osmanlıların Çerkeslerle ilgilenmesi politik ve sosyal sebeplere dayanmaktadır. Çerkeslerin tarih boyunca Osmanlılara yardımlarını Osmanlılar hiç bir zaman layıkıyla idrak edememişlerdir. Çerkesler Rusya’nın Anadolu’ya (tabir caizse) Doğu’da tek kapısı olan Kafkasları yıllarca savunmuşlardı. Türkiye’nin halihazır sınırlarının bu şekilde çizilebileceğini düşünmek olsa olsa tek yönlü bir düşünce olurdu. Tarihin garip cilvesine bakınız. Yıllardır Kafkasları Ruslara karşı koruyan, Osmanlıların bu kapısını tutan Çerkesler, Batı’da da yine Ruslara karşı yine aynı kahramanlığı göstermişlerdir. Gazi Osman Paşa’nın Pilevne müdafaasını hatırlamak bu bakımdan yeterlidir sanırım.

İstanbul’da Saray-ı Hümayun ve vezir konaklarında Çerkes köle ve cariyelerinin gittikçe çoğalması, Osmanlı devlet adamlarında bu ülkeye karşı ilgiyi arttırmıştı.

Öte yandan devşirme nizamının ihmale uğraması üzerine gerek saray hizmetlerinde, gerek kapıkulları arasında Çerkes kölelerin sayısı çoğalmıştı. Bunlar arasından Özdemir oğlu Osman Paşa, Çerkes Mehmet Paşa, Hafız Paşa, Abaza Melek Ahmet Paşa, Sivayuş Paşa, Süleyman Paşa ve Hüsrev Paşa gibilerinin sivrilmeleri ve imparatorluğun yüksek mevkilerini elde etmeleri sonucu olarak Çerkeslere karşı ayrı bir ilgi duyulmaya başlandı. 18. yüzyılda ise Osmanlı ordusunda Çerkeslerden geniş ölçüde faydalanılması ve bu ülkenin Osmanlılaştırılması düşünülmüştür.

Kafkasya’da kendini gösteren Osmanlı-İran çatışması 16. yüzyılın ikinci yarısında, 1578 seferinde Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Dağıstan serdarlığı sonuçlarından olarak bütün Kafkasya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na katılmasını sağlamıştı ama bu bağlantı sözde bir bağlantıydı. Özdemiroğlu’nun Dağıstan üzerinden Kırım’a yürüyüşü de önemli bir etki yapmamıştı. Fakat Kafkasya politikasına Rusya’nın karışmaya başlaması Çerkesleri Osmanlı İmparatorluğu’na yaklaştırmış ve Osmanlıların da Çerkeslerle ilgilenmesine sebep olmuştu.

1665-1666’da Evliya Çelebi Çerkesya’yı dolaşırken bunların İslamiyet’in dışında olduklarını ve bu dine karşı ancak bir sevgi duyduklarını tespit etmiştir. Evliya Çelebi’nin anlattığı Çerkesya; Doğu’da Kırım Hanlığı, Güney’de Elbrus dağları, Kuzeyde Kumuk ülkesi Batı’da Karadeniz’e dayanmaktaydı.

Çerkesya sınırı 18. yüzyılın sonlarında da aynı noktalardan geçmekte idi. Bu topraklar üzerinde yaşayan Çerkeslerden ancak Şefakeler İslam’a karşı bir sevgi duymakta ve Doğu’da yalnız Dağıstan Türkleri Şafii mezhebine girmiş bulunmakta idi. Çerkesler henüz eski inanışlarına bağlıydılar. Hıristiyanlık ise Bizans ve Cenevizlilerin etkisiyle Karadeniz kıyılarında Kabardeyler arasında yayılmış idi.

Rus-Çerkes münasebetleri başlangıçta çok dostça görünmekteydi. III. İvan zamanında Kabardeyler Ankofo Adaşey başkanlığında bir kurulu, (bir heyeti) Moskova Çarı’na göndermişlerdir. Korkunç İvan (1547-1584) devrinde Ruslar, Kazan ve Ejderhan hanlıklarını ortadan kaldırdıktan sonra Çerkes sınırına dayanmışlardı. İvan, Çerkes dostluğundan faydalanarak Terek suyu üzerinde Terek Kalesi’ni yaptırma imkanı bulmuştu. İvan’dan sonra Boris Godunov (1594-1604) Hvorastin ve Buturl’un komutasında bir Rus ordusunu Çerkesya’nın alınması için görevlendirdi. Bu Rus ordusu Çerkesler tarafından yok edildi. Bu seferin kesin sonucu, Rus-Çerkes münasebetlerinin savaş haline dönmesine ve bu düşmanlığın tabii sonuçlarından olarak da Çerkeslerin Osmanlılara yaklaşmalarına ve İslam’a girmelerine sebep oldu. Rusların bir yandan Kırım’a bağlı Nogay topraklarında, öte yandan Terek Kalesi’nden faydalanarak Çerkesler üzerinde çalışmaları Osmanlı-Rus münasebetlerine paralel olarak Çerkes-Rus münasebetlerini düzenlemiştir.

Viyana bozgunundan sonra meydana gelen mukaddes ittifaka 1864’de giren Rusya, Kırım üzerine olan baskısını arttırdığı gibi, Kuban dolaylarını da saldırı alanı içine almıştı. Bu yıllarda Kuzey Cephesi’ni tutmaya çalışan Hacı Selim Giray Han’ın gayretleri geçici olmuştu. 1695 ve 1696 yıllarında Çar Petro’nun Azak Kalesi’ni kuşatarak ele geçirmesi sonunda, 1700 yılında imzalanan İstanbul antlaşması ile Çerkesya’nın sınırı Azak Kalesi’nin 10 saat Güney’inden geçirilmişti. Bu antlaşma ile Kırım ile Çerkesler arasındaki kara bağlantısı da kesilmiş oluyordu.

Ruslar bundan sonra Terek Kalesi yönünden de Çerkesleri sıkıştırmaya başladılar. 1707’de Osmanlı askerleri ile kuvvetlendirilen Çerkesler, Rusları Terek önünde bozguna uğrattılar. 1711 Türk-Rus savaşında bir Rus ordusu Kuban’a girmişse de başarı gösterememişti. Prut antlaşmasında, Kabardey ve Kuban ile bütün Çerkesya’nın Kırım Hanlığı’na bağlı olduğuna dair olan madde, Rus Çarlığı tarafından ancak 1720’de imzalanan ayrı bir protokol ile kabul edilmişti. 1724’de Kafkasya’nın Rusya ve Türkiye arasında bölünmesini göz önünde tutan İstanbul antlaşması üzerine, Hazar Denizi yönünden Kür ırmağına inen Petro, Terek Kalesi yöresinde 5 Rus sitesi kurmuştu.

1735’de İran’a yenilmesini, Çerkesya’yı ele geçirerek gidermek isteyen Petro, Osmanlılardan yardım alan Çerkeslere yenildi ve yayılması durduruldu. 1735-1739 Osmanlı-Rus savaşı sonunda Belgrat antlaşmasıyla Azak ve dolayları Rusya’ya geri verildiği gibi, Kabardey topraklarının bağımsızlığı da tanınmıştı. Ruslar 1760’da burasını ele geçirerek Kazakların yerleşmeleri için yeni yeni kaleler yaptırmışlardı. 1768-1774’de Osmanlı-Rus savaşında Kırım ile birlikte Kuban da Rus işgaline uğramış, Samsun’dan hazırlanarak Kuban’a çıkarılan Canikli Hacı Ali Paşa ordusu da başarı elde edememişti. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nın 3. maddesine göre, Kuban ülkesi Kırım topraklarından sayılarak Kırım’ın bağımsızlığı ile birlikte elden çıkıyor, aynı zamanda yeni kale, Kerç, büyük ve küçük Kabardiyalar da Rusya’ya bırakılıyordu.

Görüldüğü gibi Çerkeslerin Kafkas dağlarını beklemelerinin sonucu Batı’da muharebelere girişen Osmanlılar, bu mağlubiyetlerinin, kendi mağlubiyetlerinin cezasını zavallı Çerkeslere ödetiyorlardı. Hem de kağıt üzerinde böylesine hovardaca harcayarak Çerkesya’yı… Tarihte bu türlü hesap az görülmüştür: Kazanırsan beraberiz, başarımız müşterektir, kaybedersen senin ülken gidecek.

1776’da Kırım’da Osmanlı taraflıları ile Rus taraflıları arasında başlayan kavga daha sonra bir ayaklanma halini alınca, Kırım ve Kuban’da yerleşmiş bulunan Rusların öldürülmelerini bahane eden II. Katerina’nın Suvarov komutasında gönderdiği ordular Kuban’ı aldı ve ev ahalisini, Çerkesleri ve Nogayları amansızca öldürdü. Kurtulanlar Kuban ırmağının Güney’ine çekildiler. Yerlerine Ruslar yerleştirildi. Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında yeni bir savaşın başlamasına sebep olan bu olaylar, 1779 Aynalıkavak Tenkihnamesi’yle geçiştirilmeğe çaışıldı.

Bu antlaşmanın 3. ve 4. maddelerine göre Rusya 3 ay ve 20 gün içinde Kırım’la birlikte Taman ve Kuban’ı boşaltacaktı. Bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu, Kuban ve Karadeniz kıyılarındaki Nogay ve Çerkesleri, kendi uyruğu olduğu iddiasıyla Kırım Hanlığı’ndan ayırmaya çalıştı. Rusya ile bu toprakları yutmak için buraların Kırım ülkesinden olduğunu ileri sürmekteydi. Rus taraflısı Şahin Giray Han’a karşı ayaklanan Kubanlılara kısa bir süre sonra Kırımlılar da karıştılar. Şahin Giray 1782’de Yeni Kale’ye sığınmak zorunda kaldı. Bunun üzerine General Potemkin, Kırım ve Kuban’ı ele geçirerek, Nisan 1783’te buraları Rusya’nın birer ili olarak ilan etti. 1782 İstanbul antlaşması ile Osmanlı hükümeti, Kuban ırmağının Kuzey’inde kalan toprakları Rusya’ya bırakmak zorunda kaldı.

Bu durum karşısında Kırım, Taman, Kuban, Dağıstan ve Gürcistan’ı ele geçirmiş bulunan Rusya’ya karşı Çerkesleri benimsemek ve İslam dinini bu savaşçı halka kabul ettirmek ve Çerkes topraklarını Osmanlı İmparatorluğu’nun bir son sının durumuna getirmek (yanı tampon olarak kullanmak) amacı ile hazırlıklara girişildi. Daha önce bu konuda Kaptan-ı Derya, Cezayirli Gazi Hasan Paşa ve Kuban Seraskeri Canikli Ali Paşa’nın vermiş oldukları raporlar göz önünde tutularak askerlikteki yeteneği, tecrübeleri, iyi ahlakı ve dindarlığıyla tanınan Ferruh Ali Paşa 1781’de Soğucak serdarlığı ile buraya gönderildi. Ali Paşa, kısa zamanda Soğucak, Gelencik ve Anapa kalelerini yeni baştan yaptırarak, kuvvetli dayanak noktalan meydana getirmiştir. Ferruh Ali Paşa Çerkesler üzerinde çok olumlu etkiler bıraktı.

1787-1791 Osmanlı-Rus savaşında Ruslar, Kuban ırmağını açtılarsa da ağır kayıpla geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu durum üzerine Battal Hüseyin Paşa 30.000 asker ve 40 kadar topla, 1790’da Anapa’dan çıkarak Kuban ırmağını geçti ve Kabardey topraklarına girdi. Bu sırada Rus öncüleriyle karşılaşan Osmanlı öncülerinin bozulması üzerine Battal Paşa ordusu dağıldı ve kendisi de Ruslara sığınmak zorunda kaldı. Bu başarısızlık sonunda Ruslar Anapa’yı kuşattılar. Savunmayı yöneten İpekli Mustafa Paşa 15 gün dayandıktan sonra, boğaz boğaza bir savaş sonunda 1791’de yenildi ve Anapa düştü. 1792’de Yaş Antlaşması ile Kuban ırmağı iki devlet arasında yine sınır olarak kabul edildiğinden Ruslar Çerkesya’yı boşalttılar. 1783’de Rusların eline düşen Gürcistan bir Rus ili haline getirildikten sonra 1812 Bükreş antlaşmasıyla Karadeniz kıyılarının da kontrolünü eline geçiren Rusya, Çerkesya’yı tam bir abluka altına almış bulunuyordu. 1829’da Çerkesya üzerindeki haklarından vazgeçtiğini Edirne antlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun kabul etmesi üzerine Ruslar, 1830’da Gagri’yi alarak 1831’de Gelencik kalesini, 1838’de Soçi üzerinde Novagin kalesini, Shapsugh suyu üzerinde Tengin kalesini ve eski Soğucak kalesi yerine de Novorossiysk kalesini yaptılar. Böylece Karadeniz kıyılan Çerkeslere kapandığı gibi, Kuzey’de de Azak-Mozdok askeri sınırı üzerinde Krasnodar ve başka kalelerle Labe-Terek askeri sınırını kurarak onları abluka altına almışlardı. Böylece Osmanlılar da Kafkasya’dan çekildiler.

Rusların Kafkasya’da yerleşmesinden memnun olmayan İngiltere ise Çerkes meselesine karışmaya başladı. 1830’da İngiltere’nin İstanbul elçisi Lord Ponsonby’nin vermiş olduğu raporlar sonunda İngiltere Çerkes Milli Savaşı ile yakından ilgilenmeye başladı. İngiltere Çerkes Hürriyet Savaşçıları’na askeri yardımda bulunduğu gibi, Edirne antlaşmasında kabul edilen Çerkeslere ait hususları da tanımadı ve nihayet 1837’de Çerkesya’nın egemenliğini resmen tanıdığını ilan etti. Bu sırada Ruslar Çerkesya’yı almak için son hazırlıklarını yapmaktaydılar. 1840’da başlayan Çerkes ve Dağlı egemenlik savaşı 1864’de Kuban yaylasının ele geçirilmesine kadar 24 yıl sürmüştür. 1840’da Şeyh Şamil’in naib olarak Çerkesya’ya gönderdiği Mehmet Emin 1841’de Abzegh, Shapsugh ve Wubıhlar tarafından kabul edildi ve Mehmet Emin Çerkeslerce lider olarak tanındı.

Ancak, 1856 Paris antlaşmasında Osmanlı İmparatorluğu’nun ihmali yüzünden Çerkes meselesi sözleşme dışında bırakılarak savaştan sonra Ruslar bütün kuvvetleriyle Çerkeslerin üzerine saldırdılar. Çerkes köyleri baştanbaşa yakılarak halk kadın, erkek, çocuk ve ihtiyar ayırt edilmeksizin kılıçtan geçirildi. Bunların yerine Rus köyleri kuruldu. 1859’da Şeyh Şamil’in tutsak düşmesinden sonra, Mehmet Emin de teslim olmak zorunda kaldı. Çerkesler liderlerinden yoksun kalmakla beraber kabile kabile savaşa devam ettiler. 1861’de Laba Bella bölgesi 1862’de Pşeh, 1863’de Psıj {Psızz) ve Abaza bölgeleri düştü. Yukarı Abzeghler, Shapsughlar ve Wubıhların direnmesi bir yıl daha sürdü ve 1864’de Çerkes milli mücadelesi ağır bir yenilgi ve binlerce Çerkes’in yok edilmesiyle bitti.

Bu tarihten sonra Çerkeslerin Rusların zulmünden kurtulmak için büyük göçleri başlar. Gerçi Çerkeslerin göçü, daha yüzyıl önce başlamışsa da, bu son göç, korkunç bir hal almıştı. Kendiliğinden göçe kakışanlardan başka, Rus Çarlığı’nca göçe zorlananların sayısı 2.000.000 kişiye varmaktadır. Sadece 1.500.000 Çerkes Osmanlı İmparatorluğu’na gönderilmek üzere yurtlarından çıkarılmıştı. Fakat bunların ancak 400.000 kadarı Türkiye’deki iskan bölgelerine yerleşebilmiş, ötekiler yollarda ölmüştür. Yarım milyon kadar Çerkes ise Rusların kalabalık bulundukları bölgelere sürüldüler. Bu büyük göç ve sürgünden 13 yıl 1876 -1877 Osmanlı-Rus harbine paralel olarak patlayan Çerkes ayaklanması dikkate alınırsa, Çerkeslerin anayurtlarında henüz bir ayaklanma çıkarabilecek kadar kalabalık oldukları anlaşılır.

1876’da Osmanlı donanmasıyla Sohum kalesine çıkan Abaza Hasan Bey’in bu kaleyi alması üzerine Ferik Fazıl Paşa komutasında gönderilen Osmanlı tümeninin daha sonra Tuna cephesine çekilmesi ve harbin sonunda Osmanlı ordusunun yenilmesi üzerine Çerkesler yeniden felaketle karşı karşıya geldiler. Yeni ve daha dağınık bir göç hareketi yanında bütün Çerkes ileri gelenleri öldürüldü, binlerce Çerkes Sibirya’ya sürüldü. Ahalinin bütün malları yağma edildi. Bu felaketten sonra sayıları epeyce düştü. Abazalar ise nüfuslarının yarısını kaybetmişlerdi. Harpten sonra da Çerkesya parçalandı.