Nejdet Demiral
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte siyasi bağımsızlıklarını elde eden Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Hazar Havzası petrolü nedeniyle giderek önem kazanmaktadır. Amerikan Enerji Bakanlığı verilerine göre, bölgenin ispatlanmış petrol rezervi 34 milyar varil, olası rezervleri 235 milyar varil civarındadır. İspatlanmış ve olası rezervlerin toplamının 269 milyar varil olduğu göz önüne alınırsa, bu rakamın bugünkü petrol rezervlerinin yaklaşık olarak % 26’sını oluşturduğu görülmektedir. Doğal gaz açısından verilen rakamlar ise 16 ila 19 trilyon metreküp şeklinde ifade edilmektedir. Bu da günümüzde bilinen doğal gaz rezervlerinin yaklaşık olarak % 12’sine karşılık gelmektedir. Bu veriler değerlendirildiğinde, Hazar Bölgesi’nin Basra Körfezi kadar olmasa da Sibirya’dan sonra dünyada 3. sırada gelebilecek petrol potansiyeline sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Dünya Devletlerinin günden güne petrole olan gereksinimlerinin arttığı, buna karşılık petrol kaynaklarının azalmaya başladığı yüzyılımızda, petrole sahip olan bölgeler üzerindeki egemenlik mücadelesi hem ekonomik, hem de stratejik açıdan önem kazanmaktadır.Bu bağlamda, Zbigniew Brzezinski’nin deyişiyle Avrasya, gelecekte küresel hakimiyet için üzerinde mücadelenin sürdürüleceği ‘Santraç Tahtası’ olacaktır. Bu mücadele içerisinde AB,Türkiye, Pakistan, İran, Çin, Hindistan gibi devletler de rol oynamakta, devletlerin dışında çokuluslu şirketler de birçok ekonomik ve politik yaklaşımın belirlenmesinde etkili olmaktadırlar. Hepsinin ötesinde Hazar Bölgesinde sürdürülen mücadelenin baş aktörleri Amerika ve Rusya kendi ulusal çıkarlarına göre,politikalar izlemekte, başka devletlerle işbirliği geliştirmektedirler. Hazar’ın bir iç bölge olması nedeniyle zengin doğal gaz ve petrol kaynaklarına sahip olan Türkmenistan,Kazakistan ve Azerbaycan’ın bu zenginliklerini kendi imkanları ile aracısız olarak dünya pazarlarına ulaştırmaları mümkün değildir.
Dış pazarlara ulaşabilmenin yolu komşu ülkelerden geçen petrol ve doğalgaz boru hatlarıdır. Hazar petrolünün dünya pazarlarına nasıl ulaştırılacağı mücadelenin temelini oluşturmaktadır. Zaman içerisinde bir çok alternatif boru hatları projesi üzerinde durulmuşsa da bunların arasında 3’ü öne çıkmıştır. Petrolün;
- Kuzeyden Rusya üzerinden,
2.Güneyden İran üzerinden ya da,
3. Batıdan Tiflis’ten geçen boru hatları ile Akdeniz’de Ceyhan limanına aktarılması önerilmektedir.
Petrol mücadelesinde devletlerin izledikleri politikalar yanında bölgesel çatışmalar, siyasi istikrarsızlık, ve bölgesel işbirliğinin olmayışı da Hazar enerji kaynaklarının gelişmesinin ve ihraç yollarının hayata geçirilmesinin önünde en büyük engeli teşkil etmektedir. 1990 yılına kadar dünyada petrol ve doğal gaz üreten ikinci en büyük devlet olan Rusya, günümüzde de Kazakistan ve Azerbaycan petrolünü dış pazarlara taşıyan mevcut boru hatlarının çoğunun geçtiği güzergahlara sahip bulunmaktadır. Son olarak 28 Kasım 2001 tarihinde resmi açılışı yapılan Tengiz-Novorossiysk hattı ile Kazak petrolünün yönünü Rusya’ya çevirmiştir.
Rusya için boru hatlarının kontrolünü elinde tutmak sadece ekonomik açıdan değil, bölge devletleri üzerindeki kontrolünü devam ettirmek açısından da önemlidir. Bu nedenle de, Rusya kendi topraklarından geçmeyecek her türlü projeye karşı çıkmaktadır. Bu noktada Rusya’nın boru hatları ile elinde bulundurduğu ekonomik ve siyasi kontrolünü kırabilecek en önemli girişim, Bakü-Tiflis-Ceyhan Projesi ile Türkiye tarafından başlatılmış, ABD tarafından da desteklenmiştir. Bu destek Türkiye açısından olduğu kadar,Orta Asya Cumhuriyetleri için de önemlidir. Zira eski Sovyet Cumhuriyetlerinin ekonomik açıdan tek bir devlete bağımlı olması, siyasi bağımsızlıklarına da engel teşkil etmekte, güçlü bir konuma gelebilmeleri için sahip oldukları ekonomik potansiyeli harekete geçirmeleri gerekmektedir.
Bu bağlamda kuzeyde yer alan Rusya Federasyonu ve güneyde yer alan İran ve Afganistan gibi bölgeler düşünüldüğünde bölgenin dış dünya ile irtibatının sağlıklı bir şekilde yürümesi için bağlantının batı yönünde Türkiye üzerinden olması en mantıklı seçenektir.
1990’ların ortasından itibaren ilan ettiği ‘Yakın Çevre’ politikası ile Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi ülkelerle daha sıkı bütünleşmeyi gündemine almış olan Rusya, kendisi için yaşamsal çıkar alanı olarak gördüğü Orta Asya Bölgesinde bölge dışı devletlerin etkili olmasını istememekte,bölgedeki tekelini kırabilecek bölge devletlerinin ekonomik bağımsızlıklarını pekiştirecek, ve Batı’nın desteğinde politikaları etkin kılabilecek her türlü girişime diplomatik ve askeri araçlarla karşılık vermektedir.
Bu siyaset doğrultusunda bir yandan bölge dışı devletleri uzak tutmaya çalışırken bir yandan da bölgesel istikrarsızlıkları da destekleyerek bölge devletlerinin kendisine olan bağımlılıklarını arttırmak istemektedir.
Örneklendirecek olursak, Gürcistan’da 1994 yılına kadar Devlet Başkanı olan Gamsahurdiya’ya karşı Şevardnadze’yi destekleyen Rusya, Şevardnadze’nin Batı yanlısı bir politika izlemesi, Gürcistan’ın NATO üyeliğine düşünülmesi, Türkiye ile yakınlaşması,ve Bakü-Ceyhan Boru Hattı projesini desteklemesi üzerine, Şevardnadze’ye karşı Abhazya ve Acar ayrılıkçı hareketleri destekleyerek, Gürcistan’a verdiği doğal gazı kısmış ve vize uygulamalarıyla tepki göstermiştir.
Azerbaycan’da da benzer politikalar izleyen Rusya Türkiye ile yakınlaşan Elçibey’i iktidardan uzaklaştırdıktan sonra Haydar Aliyev’i yerine geçirmiş, Azerbaycan’ın BDT’ye girmesini sağlamış, hatta Eylül 1994’de imzalanan ‘Yüzyılın Antlaşmasında’ %10’luk bir pay almışsa da, Karabağ sorununda Ermenistan’ı desteklemekten de geri kalmamıştır. Rusya’dan beklediği desteği göremeyen ve batı ile yakınlaşma çabaları içine giren Aliyev’e karşı Rusya,Hazar’ın hukuki statüsü sorununu baskı aracı olarak kullanmış, Aralık 1994 ve Mart 1995 yıllarında da Aliyev’i devirmek için iki darbe girişiminde bulunmuştur.
Gerek Gürcistan’daki gerekse Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunlar Rusya’nın bu bölgelere etnik çatışmalar nedeniyle müdahale edebilme potansiyelini canlı tutmaktadır. Rusya bir yandan bölgedeki stratejik ortağı Ermenistan ile ilişkilerini pekiştirirken, NATO’nun doğuya doğru genişleme çabalarından duyduğu tedirginliği Amerika karşıtı İran’a yaklaşarak gidermek istemiştir.
Amerikanın bölgede giderek etkinlik kazanması karşısında Rusya’nın Çin’le kurduğu ortaklığın ve Şangay Örgütünün Orta Asya’daki zengin petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde kontrol sağlamayı amaçladığını anlamak zor değildir.
Rusya’nın Çeçenistan’a düzenlediği askeri operasyonları da aynı siyasi ve ekonomik politikalarla ilişkilendirebiliriz. Kuzey Kafkasya Rusya’nın Karadeniz’e tek çıkışıdır. Grozni önemli bir petrol bölgesidir. Çeçenistan’ın sahip olduğu petrol rezervleri dışında, Azerbaycan ve Kazakistan boru hatlarının geçiş yolu üzerinde bulunması, Rusya tarafından kontrol altına alınmasını vazgeçilmez kılmaktadır.
Ayrıca, Rusya buradan geçen boru hatları ile Azerbaycan ve Kazakistan’ı da kontrol altında tutmak istemektedir.
17 Mayıs 2001 yılında ABD Başkanı Bush’un söylediği gibi,enerji kaynaklarında çeşitlilik Amerika için önemlidir,sadece enerji güvenliği için değil, ulusal güvenlik açısından da büyük değer taşımaktadır.
Soğuk Savaş sonrasında dünyada tek güç olarak kalan Amerika bu gücünü daha da artırmak,ve giderek azalan ve maliyeti yükselen kendi enerji kaynakları yerine yeni ve daha ucuz kaynakları bulmak, diğer taraftan bu yolla enerjiye bağımlı ve kendisine rakip olabilecek devletleri kontrol etmek amacıyla, yeni stratejiler geliştirmiştir. Bu noktada da, Körfez Petrollerine alternatif olabilecek Hazar Petrolleri, kaynakların artması, çeşitlenmesini öngören ulusal enerji politikası açısından önem kazanmıştır. Rusya gibi Amerika için de boru hatları sadece ekonomik değil, aynı zamanda stratejik amaçlarını gerçekleştirmede de kilit önem taşımaktadır. Petrol politikasında, Rusya ve İran’a karşı dengeleyici bir güç olarak gördüğü Türkiye’nin önerdiği BTC projesini desteklerken, diğer alternatif projeleri de değerlendirerek bir Doğu-Batı enerji koridoru yaratmayı hedeflemektedir.
Amerika’nın bölgeye yönelik politikasını üzerine inşa ettiği esaslar başlıca şunlardır:
- Enerji Kaynakları Üzerindeki gücünü arttırmak,
2. Hazar Petrollerinin serbest akışını sağlamak,
3. Enerji dağıtımı için Rusya’dan geçmeyen çoklu boru hatlarını desteklemek,
4. Bölgeye yatırım yapan Amerikan firmalarını desteklemek ve bu yatırımların garanti altına alınmasını sağlayacak siyasi istikrarı sağlamak, 5. İran’a uygulanan tecrit politikasına devam etmek ve bölgede Rusya-Çin etkinliğini kırmak.
11 Eylül’e kadar Amerika’nın Hazar Denizi ve Orta Asya’ya olan ilgisi daha çok ekonomik, diplomatik ve askeri yardım anlaşmaları ile sınırlı kalmıştır. Bölgede askeri mevcudiyet yaratmak için daha uygun bir fırsat bulamayacak olan ABD için, bu tarihteki saldırı ve sonrasında Afganistan’a düzenlenen operasyon, ABD’nin Avrasya’ya yönelik hedefinin hayata geçirilmesini sağlamıştır. Afganistan ABD’nin Orta Asya’ya açılımının kapısı haline gelmiştir. Gerçekten de, ABD’nin Afganistan’da çatışmaya girmesinin altında, terörle mücadele yanında, stratejik değerlendirmelerinin de aranması gerekmektedir. Rusya, Çin ve İran’ın bölgede etkinliklerini artırması ve Şangay İşbirliği Örgütü’nün ortaya çıkması Washington’un dikkatini bölgeye çeken gelişmelerdir.
Güvenlik ve terörü ön plana çıkararak, bölgedeki varlıklarını sağlamlaştıran Çin ve Rusya’ya karşı, ABD; aynı yöntemle, yani terörü gerekçe göstererek bölgeye girmiştir ve halen Gürcistan’da, Tacikistan’da, Özbekistan’da ve Kırgızistan’da askeri birlikleri bulunmaktadır.
Amerika’nın Orta Asya’ya açılış hamlesine, Rusya da hiç beklenmedik bir başka hamleyle cevap vermiş, terörizmle savaşta ABD’nin yanında olduğunu açıklamıştır. Putin, her ne kadar bu desteği ile istediği ödünleri almışsa da yine de bölgede ABD’nin varlığına karşı, tedbir almaktan da geri durmamıştır. Rusya önderliğinde altı BDT üyesi ülkenin (Rusya, Beyaz Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan) Kolektif Güvenlik Örgütü adıyla yeni bir askeri kuruluşa imza atmaları Rusya açısından önemli bir gelişmedir.
Rusya’nın tüm çabalarına rağmen, ABD bölgeye yerleşmiştir. Günümüzde gelinen nokta da budur. Bu noktadan sonra bölge devletlerinin güvenliği, siyasi ve ekonomik istikrarlarının sağlanması ya da Avrasya’da mücadelenin sürmesi ve gerginliklerin yaşanması Rusya-Çİn ve ABD ‘nin bölgede izleyecekleri politikalara göre belirlenecektir.
Açıklanmaya çalışıldığı üzere Kafkasya’nın Büyük Orta Doğu Projesi’nin kapsam alanı dışında düşünülmesinin mümkün olamayacağı açıkça görülmektedir. Ancak, bu bölgenin yapılandırılması için hazırlanacak reçetenin, doğal olarak Büyük Orta Doğu’nun diğer bölgelerine nazaran farklı olması beklenmelidir.