TÜRKİYE ÇERKESLERİNİN DUYGU REPERTUARI

YEMUZ Nevzat Tarakçı
03.11.2007

Milyonların acı ve öfke soluduğu bu günlerde,

Türkiye’de, ben Çerkes’im diyen kesimin, duygu repertuarında neler var?

Tarihinde acı ve sancıyı derinlemesine hissetmiş bir toplumun, bu olaylar karşısındaki tutumu önemli tabii! 

Neler hissediyor bu toplum, birliktelik adına, sevgi, hoşgörü ve insanlık adına?

Sevincini, çile ve ıstırabını belirleyen dinamikler neler?

Yoğun yaşıyoruz bugünleri:

Kafkasya’daki gelişmeler,

450,

Türkiye’deki sıcak gündem,

Milyonların acı ve öfkesi,

Bir dizi ziyaret için Kafkasya’dan Türkiye’ye gelecek olan liderlerin hepimizi üzen gezi iptalleri,

Hazırlanmakta olan anayasa taslağında yer alması istenen, demokrasi, insan hakları, özgürlükler… 

Çerkes toplumunun, özellikle aydınlarının duygu yoğunluğunu ve hassasiyetini gerektirecek çok neden var.  

Sahi bu önemli konular ne kadar gündemimizde?

Derneklerimiz ne kadar diri?

Aydınlarımız ne kadar ilgili?

Toplumumuz ne kadar bilinçli? 

Bu son gelişmelerde siyaseten veya gençliğin heyecanıyla dillendirilmiş uç söylemlerin dışında, Çerkes aydınlarının duruşu nasıl?

Nerde duruyor, nasıl duruyor, niçin duruyor aydınlarımız? 

Acaba, bu hızlı gelişen sıcak olaylarda ne kadar etrafımıza bakabildik?

Olayların ne kadarını görebildik, ne kadarını doğru algılayabildik?

Hangi ölçüde duyarlı davranabildik?

Bu ülkede yaşayan milyonlarca Kafkas kökenlinin duygu tercümanı kimler?

Kimler toplumun sesi oldu?

Kimin sesi, kimlerin nefesi duyuldu?

Duyulduysa bu ses ve nefes nasıl algılandı?

Kafkas kökenlilerin duygu repertuarı kimler belirliyor?

Bu dönemde verilen barış mesajı, olması gereken kadar mı? 

Ne kadar netleşti, ne kadar belirginleşti hoşgörü ve insanca yaşama duygumuz?  

Bu duyguyu layıkıyla paylaşabildik mi?

Yoksa hala “armudun sapı, üzümün çöpü” mantığında mıyız?  

Bir taraftan Türkiye’yi yasa boğan gelişmeler, terörün tırmanışı, şehitlerin artışı, diğer yandan Abhazya ve KB Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlarının gezi iptalleri. 

Zor günlerde bile kıyasıya eleştirebiliyoruz birbirimizi. Şükür, böyle bir yeteneğimiz var bizim.

Ziyanı yok eleştirelim ama yapıcı olmak, konudan anlamak ve iyi niyetli olmak şartıyla. 

Eleştirilerimizde zayıflık, kıskançlık, eziklik varsa?

Amaç, benlik ve gurura hizmetse, vay ki vay halimize! 

Zor günler, ellerin tutuşması, gönüllerin birleşmesi gereken günler değil mi? 

Etrafımızdaki olaylardan, bırakalım günlük telaşta olanları, Çerkes aydınlarımız gerekli dersi çıkarabiliyor mu?  

Kurumlarımız, üst kuruluşlarımız ne kadar canlı?

Tepki var mı, varsa ne kadar anlamlı? 

Yoksa biz hala kendi içimizle mi meşgulüz?

Etrafımızla ilgilenemeyecek kadar yoğun muyuz, yorgun muyuz?

Dinler arası diyalogların geliştiği, kıtaların birleştiği bir dünyada, biz hala  “sen – ben “ davasıyla mı uğraşıyoruz? 

Yoksa hala iki federasyon başkanının konuşmalarını cımbızlamakla mı meşgulüz?

Oysa uzun yıllar süren dargınlık, kırgınlık ve yorgunluktan sonra aynı ortamı paylaşan, her şeye rağmen tek yürek olma sevdalılarını heyecanlandıran birliktelik, olumlu gelişme değil miydi? 

Yoksa biz değil miyiz “Birleşin, güç birliktedir, birleşmek zorundasınız, bırakın kişiselliği!” diyen?    

Biz değil miyiz, “Sesimizin ve nefesimizin daha gür duyulması için anlamlı birliktelikler, güçlü üst kuruluşlar lazım!” diyen. 

Biz değil miyiz, “ Bu dağınıklık yapaydır aslında, samimi yaklaşımlar bitirir bu anlamsızlığı.” diyen.  

Bizler değil mi “Bu bölünmüşlük kader değil!” diyen?  

Ayrıldılar diye eleştirdik, birleşiyorlar diye eleştiriyoruz.

Allah aşkına biz ne istiyoruz? 

Milyonların acı ve öfke seline dönüştüğü bu günlerde günlerde federasyonların “ kamuoyuna duyuru” larının neyini, niçin eleştirdik?

Bu iki federasyon yetkililerinin ortak hazırladıkları, Türkiye’nin sıcak gündemi ile ilgili metin daha fazla alkışlanmalı değil miydi?

Neden “Armudun sapı, üzümün çöpü” mantığındayız? 

Olması gereken insani tepkilere duyulan tepkileri anlamak mümkün mü?  

Keşke gerçekler temennilerimiz olsa veya temennilerimiz gerçek olsa! 

Boğuluyor muyuz acaba küçük ayrıntılarda?

Kayıp mı oluyoruz teferruatta?

Her şeye rağmen güzel şeyler olmuyor mu?

İnsani duyguların, Kafkaslılık duygusunu da kapsadığını kim kime ne zaman anlatacak? 

Ne zaman anlayacağız bazen sabrın ve uyumun en büyük eylem olduğunu?  

Ne zaman, birlikte yaşamanın, hoşgörünün gücüne gönülden inanacağız? 

Ne zaman, “ kimliklerin kılıç olup çekilmesini ” yadırgayacağız, kınayacağız? 

Dinler arası diyaloglar gelişirken, kıtalar birleşirken bizler de daha ciddi şeylerle uğraşmalı değil miyiz? 

Artık, duygularımız, düşüncelerimizle bütünleşsin, Kafkaslılaşsın, insanlıkla kucaklaşsın.

Renk, dil, din, ırk geride kalsın. 

Hâlâ, Kafkas toplumuna “hoşgörü mesajlarını” yakıştırmayanlar varsa!

Kafkas toplumunu “barışla” özdeşleştirmeyenler varsa!

Daha işimiz çok demektir. 

Ne kazandırdı, ne kazandırır bu topluma savaş çığırtkanlığı. 

Sevgide, dayanışmada, barışta değil mi insanlığın kurtuluşu?  

“Atlas”ı, “harita”sı sadece düğünü, derneği olanlar, dünya haritasını Kafkasya’dan ibaret sananlar, lütfen artık herkesin bildiği bir dünya haritasının olduğuna inansınlar!  

Yok hayır, Çerkes aydınlarının milyonların acı ve öfkesini “ kafe” dinleyerek seyrettiği doğru değil!