YENİ DÖNEM ADİGE TARİHÇİLERİNE YENİ SORUMLULUKLAR YÜKLÜYOR

ŞIBZUH Kim (Шыбзыхъу Ким)
Adige tarihçisi, Adige Bilimsel Araştırma Enstitüsü mensubu, Maykop.
Sots. Adigey gazetesi, 11-12-13 Temmuz 1990 tarihli sayıları.

Yeni dönem (1) ve onun getirdiği değişim, bize, sorumluluk ve sorunlarımızı objektif bir biçimde yeniden ele alma ve değerlendirme olanağını sağladı. Biz de,  tarihçiler olarak, yeni olanaklara kavuştuk. Ancak sağlanmış olan bu yeni olanakları yeterince değerlendirebildiğimizi söyleyebilecek durumda da değiliz. İşin bu noktasında Çehov‘un bir öykü kahramanına değinmeden edemeyeceğim. Toprak sahibi soylu efendi, kölesine “Artık özgürsün” diyor. Köle sevinecek yerde ağlamaya başlıyor. Çünkü “efendisiz” yaşamaya alışkın değil. Her şeyi efendisine  sorup yapmaya alışmıştı, peki şimdi onca işin altından tek başına nasıl kalkacaktı?

Biz de şimdi, bu yaşlı köle gibiyiz. Şaşkın ve ürkek adımlar atmaya çalışıyoruz, nasıl davranmamız gerektiğini bilmiyoruz. Çünkü hep emir almaya ve yönetilmeye alışmışız. Bir işi kendi girişimimizle, kendimiz yapacak düzeye gelmemişiz. Bir girişimde bulunmak için bize ne yapacağımızın söylenmesini bekliyoruz. Kendine güven diye bir şeyimiz kalmamış.

Kafkasya’ya ilişkin araştırmalar üzerine

Kuzey Kafkasya halklarının 19’uncu yüzyılın ilk dönem yaşamına ilişkin önemli belgeler Rus askeri arşivlerinde depolanmış durmaktadır. Çarlık yönetiminin, sömürge savaşını sürdürürken halkımıza ilişkin bazı bilgi ve gereçlerden yararlanmış olduğu kuşkusuzdur. Sözünü ettiğimiz o dönemin tarihçileri tarafından Kuzey Kafkas halklarına ve bu arada Adigelere ilişkin olarak yazılmış yazılar hiç de az değildir. Dönemin en ünlü yazarlarından S. M. Bronevski,  G. V. Novitski, K. F. Stal,  L. Y. Lyule, F. F. Tornav, N. İ. Karlgof ve H. L. Kamanev‘e ait olan yazılar önemlidir. Halkımız üzerine Gazi Girey (Къаз Джэрый), Han Girey (Хъан Джэрый), Şor Negume (Нэгумэ Шорэ), Sultan Adil Girey, Kalembi ve daha başka Adige asıllı kişilerin yazdıkları da önemlidir.

Han Girey
‘in 1836’da yazdığı ve Çar I. Nikolay tarafından yasaklanan “Zapiski o Çerkesii” başlıklı yazısı, Şor Negume‘nin 1843’te yazdığı “Adige Halkının Tarihi” adlı yapıtı ve “Zakavkazskiy vestnik” gazetesinde 1847’de yayınlanan başka bir yazısı da çok önemlidir.

Dış ülkeler yazarlarınca yazılmış olan yazılar da kuşkusuz önemlidir. Bu yazarlar arasında Bell,  Longworth, Klaporth, Taitbout de Marigny, Dubois de Montpereux ve K. Koch gibi adlar sayılabilir. Bu kişiler halkımızın yaşamına ilişkin ilginç şeyler yazdılar.

Adigelerin o dönemlerde var olan toplumsal ilişkileri ve o dönem Adige feodal toplum yapısı içinde oluşmakta olan bazı ataerkil özellikler Bronevski, Novitski ve Han Girey tarafından açıklanmıştır.  Söz konusu yazarlardan, örneğin Karlgrof ile Lyule,  Adige soy ailesi içinde gerçekleşmekte olan demokratik dönüşümlere değinmişlerdir.

Adige kabile topluluklarındaki geleneksel yapının değiştirilmesi gerektiği konusunda Han Girey ilginç öneriler öne sürmüştür. Önerilerini “Polojeniya ob upravlenii gorskimi narodami” adlı çalışmasında ortaya koymuştur. Buna göre Adige toplumunun yapısında bir idari (yönetsel) reforma gereksinim vardır. Söz konusu çalışmanın tarihsel anlamda çok değerli bir belge olduğu kuşkusuzdur. Bunun Kafkasoloji çalışmalarının gelişmesinde önemli katkıları olmuştur. Adige tarih yazımı başlangıcının bu yazılara dayandığını da söyleyebiliriz.

Ancak Han Girey’in yazdıklarının tamamını olumlu ve yerinde olarak göremeyiz. Çünkü o Çarlık Rus ordusunun bir subayı idi ve Adigelerin etnik temizlik yoluyla topraklarından çıkartılmaları çalışmalarına olanca gücüyle omuz veriyordu.

Bu arada İngiliz Bell’in (2) yakalanması için görevlendirilmiş olan kişi de Yaver Albay Han Girey idi. Bell’i yakalama görevi, soydaşlarından kolaylıkla muhbir ve işbirlikçiler bulabileceği düşüncesiyle ona verilmişti. Ayrıca yabancı ajanları yakalayacak kişilere, kişi başına bin ile iki bin arasında değişen gümüş Ruble ödeme yetkisi de Han Girey’e tanınmıştı.

Kafkas Savaşı ve Çerkes yaşamı üzerine

Çerkes tarihinin değişik yönlerinin aydınlatılması gibi konularda Y. D. Felitsin, P. P. Korolenko,  İ. N. Klingen, O. V. Markgraf ve A. N. Diyaçkov-Garanov gibi bilim insanlarının katkıları olmuştur.

Kafkas Savaşı sırasında,  Adigelerin toplumsal yaşamına ilişkin olarak yapılmakta olan çalışmalarda bir duraklama durumu gerçekleşmiştir. Çünkü Çarlık yönetiminin amacı değişmişti. O dönemdeki Rus burjuva ve soylu Kafkasologlara verilmiş olan görev, Adigelerin ekonomik ilişkilerinin geri ve çarpık temeller üzerinde kurulu olduğu propagandasına destek sağlamakla sınırlı idi. Savaşın şiddetlenmesi oranında, Rus burjuva tarihçileri Çerkeslerin vahşi, kötü ve yağmacı kişilerden oluşma bir topluluk olduğunu yükselen düzeylerde seslendirme işiyle görevlendirilmişlerdi. Bu kişiler halkımızı tarım ve hayvancılık yapma yeteneğinden yoksun, bir sanatsal becerisi dahi olmayan, geri, durmadan komşularına saldırıp duran, yağma ve çapul peşinde koşan ilkel bir topluluk olarak göstermeye çalışıyorlardı. Bu burjuva tarihçilerinin görevi Dağlıların (Kuzey Kafkasyalıların)  adi ve sıradan kişiler olduklarını, yine de kültürlü Rusların merhamet ve yardımları sayesinde ayakta kalabilen insanlar olduklarını göstermek, Çarlığın böylelerini ezmesi ve bu işten ötürü mazur görülmesi gerektiğini savunmak ve kamuoyunu buna inandırmak idi. V. G. Garanov’a göre, Çarlık rejiminin egemen sınıfları kendilerine özgü bir konsept (resmi anlayış) oluşturmuşlardı. Bu konsepte göre, Kafkas Savaşı’nı başlatmış olanlar, aslında Dağlıların kendileri idiler. Dağlıların sık sık Rus köylerini basmakta olmaları, Rus hükümetini önlem almaya ve güvenlik kaygısıyla Çerkeslere karşılık vermeye “zorlamıştır”.

F. Şerbina ve N. F. Dubrovin gibi Kuban Kazak Ordusu tarihçileri de Adigelere ilişkin olumlu olmayan şeyler yazmışlardır. Dubrovin’e göre, “(…) Adigeler bir yerlere saldırmadan ve bir yerleri yağmalamadan duramazlar”. Yine de şanslı sayılırız, çünkü Rus tarihçileri içinde farklı şeyler yazmış,  Çarlığın sömürgeci ve şovenist “hastalıklarına” yakalanmamış olanlar da vardı. Bu tarihçilerden biri olan S. M. Bronevski, ”Noveyşe geografiçeskii istoriçeskie izvestiya” adlı yazısında Adigelerin değerli sanatsal yapıtlar üretmekte olduklarını kanıtlarıyla gösterdi. Adige yaşamı, gerçekçi bir biçimde G. V. Novitski’nin “Geografiçesko-Statiçeskoye obrozrenie zemli, naselennoynarodom Adehe”  ve K. F. Stal’ın  “Etnografiçeskiy oçerk çerkesskogo naroda” adlı çalışmalarında da ortaya kondu.

Adigelerin sosyal ve ekonomik durumuna ilişkin yazılar İngiliz Urquhart’ın “Portfolio” dergisinde de yayınlanmaktaydı. Çerkes yaşamını yakından incelemiş olan N. Klingen şöyle yazmıştı: “Çerkeslerin kötü kişiler oldukları söylenir, ama kötülük yapanlar ve saldırgan olanlar soylu sınıfından (пщы-оркъ)  olanlardır. Halkın çoğunluğu tarım, hayvancılık ve el sanatları yoluyla geçimini sağlayan kişilerden oluşmaktadır”.

Kafkas Savaşı üzerine yazılmış olan yapıtlar içinde en önemli gördüklerimiz A. P. Berje, N. F. Dubrovin,  K. A. Borozdin, M. İ. Venyukov, P. P. Korolenko, G. V. Novitski, N. F. Federov, F. Şerbina ve Y. D. Felitsin’in yazdıklarıdır.

Sovyetler döneminde konu, G. A. Dzagurov,  M. S. Totoyev, N. A. Smirnov,  V. P. Nevskaya, A. H. Kasum,  T. H. Kumuk, B. M. Djıme, H. O. Laypanov ve G. A. Dzidzariya tarafından işlenmiş ve geliştirilmiştir.

Adigelerin göçü ve Kurtuluş Savaşı üzerine

Kafkas Savaşı sonunda, Adigelerin öz anayurtlarından çıkartılarak dış ülkelere sürülmeleri olayı, Çarlık mutlakiyeti dönemi tarihçileri tarafından kendi sınıfsal konumlarına uygun düşecek bir biçimde açıklanmak istenmiştir. Kafkas Savaşı ile Adigelerin ülkelerinden çıkartılmaları (sürülmeleri) olayının yeterince incelendiğini ve bu gibi konularda kuşkuya yer kalmadığını öne sürenler vardır. Ancak bir araştırmacı her türlü olasılığı (olguyu) dikkate almakla yükümlüdür. Bilimsel açıdan her bir olasılığın ve her  bir olgunun derinlemesine incelenmesinde  önem vardır.

Bilimsel literatürde sık sık başvurulan ve önem taşıyan ana bakış açıları ve kavramlar üzerinde biraz olsun durmak istiyorum. Kişisel kanaatime göre, Kuzey Kafkasya’da yürütülmüş olan ulusal kurtuluş hareketlerini incelerken, anti-kolonyal ve anti-feodal hareketleri birlikte kapsam içine alıyoruz. Bu tutum doğru olabilir mi? Bir düşünelim. Hareketin adını tam ve doğru olarak koyacak olursak, bu kavram içindeki “anti-feodal” eki bir fazlalıktır ve atılması gerekir. Feodal sınıfın iki yönlü bir mücadele verdiği söyleniyor: Soylu (feodal) sınıfı Rus ordularına karşı savaşırken, bir yandan da köle sınıfını (пщыл1ы)  eziyordu, deniyor. Böyle bir şey olamaz.

Adige topraklarına saldıran Rus ordusuna karşı koyan Adigelerin başında sömürücü feodal sınıfın bulunduğu doğrudur. Ancak yurdu ve bağımsızlığı korumak için verilen direnişe tüm toplum katmanları katılmaktaydı.

19’uncu yüzyılda Kuzey Kafkasya halklarının Rusya’ya karşı verdikleri mücadele, çok sayıda değişik ve karmaşık olguyu birlikte içermektedir. Mücadele süresince çok sayıda devletin amacı ve çıkarı karşı karşıya gelmiştir. Rusya, Türkiye ve İngiltere, bu üç ülkenin her biri kuşkusuz kendi çıkarı peşindeydi. Direnen taraf olarak savaşa katılan halklar da aynı biçimde kendi çıkarlarını savunmaktaydılar.

Yukarıda sunduğumuz açıklama ve örneklerden de anlaşılacağı gibi, bazı yazarlar derinlemesine bir araştırma yapmadan ve görüşlerini sağlam temellere oturtmadan kolay yargılara varmakta, Çarlık Rusya’sını sorumsuz bulmakta, ”Kuzey Kafkasya’da akıtılan kanın ve Adigelerin ülkelerinden uzaklaştırılmaları olayının sorumlusunun Rusya değil, Dağlıların kendileri, İngiltere, Türkiye, egemen-feodal sınıflar ile din adamları olduğunu” öne sürmektedirler. Bütün bu öne sürülen görüşlere karşın, biz, savaşın sonucu olarak Adigelerin ülkelerinden sürülmeleri olayının esas (ana) sorumlusunun Çalık Rusya’sı olduğunu söylüyoruz. Adigelerin ülkelerinden çıkartılmaları olayında İngiltere ve Türkiye’nin sorumlu tutulamayacaklarını da söylüyoruz. Zor duruma düşen halkların (ve bu arada Adigelerin) dış yardım arayışları içine girmeleri doğaldır.

Ülkelerinden çıkartılmış olan Çerkeslere yardım edilmiş olduğu da doğrudur. Örneğin Türkiye’de bulunan bir kuruluş (komisyon), Türkiye’ye yerleşenlere yardım ediyordu. Sözgelişi Sultan Abdülaziz Türkiye’ye göç eden Dağlılara 1864’te 5 milyon Kuruş (Rus parasıyla 1 milyon Ruble) para yardımında bulunmuştu.

Göç olayında dinsel etkenler konusu

Adigelerin (Çerkeslerin) Türkiye’ye göç etmelerinde, dinsel etkenin temel etken olduğunu öne sürenler de vardır. Bu görüş, bana kalırsa inandırıcı değildir. Adigelerin başına gelen feci göç olayını dini nedenlere dayandırmak doğru olmaz. Bir dinsel etkilenme olmadığını söylemiyoruz. Ancak Adigelerin başına gelmiş olan bu boyutta bir felaketi dinsel nedenlere dayandırmaya kalkışmak, gerçeklerden ayrılmak olur. Bir de şöylesine bir soruyu yanıtlamak gerekir: Peki, Dağıstanlılar niye Türkiye’ye göç etmediler? 9’uncu yüzyılda İslamla tanışan Dağıstan’da üstelik bir şeriat (dinsel devlet) düzeni de vardı. Din, Adige toprağında Dağıstan’daki ölçüde etkili (köklü) değildi. Adigeler İslamiyet’i 17 ve 18’inci yüzyıllarda kabul etmişlerdir. R. Fadayev’in “Şestdesyat let kavkazskoy voynı”  adlı yazısında Adigelerin İslam dininin “sevdalısı” (fanatiği) olmadıkları belirtilmektedir. Dubois de Montpereux da ”Müslüman olanlar Adige derebeyleridir (pşı)… Sıradan, halktan kişiler hala çoktanrılı (politeist) eski dinlerine bağlıdırlar”  demektedir. Aynısını Karlgof da yazmıştır. Sıradan Adigelerin arınmış bir dine bağlı olmadıklarını, Hıristiyan ve politeist inanç izleriyle İslami özelliklerin bir arada (karmaşık) yaşandığını yazmıştı bu sonuncusu.

Folklor ve edebiyat araştırmacıları ile o önem insanlarının tanıklıkları, tarihçi ve etnograflar, Batı Kafkasya’da (Çerkesya) sağlam bir Müridizm (3) temelinin bulunmadığını da belirtmektedirler.

Göç olayında soyluların payı

Adigelerin ülkelerinden ayrılıp Türkiye’ye göç etmeleri olayının politik, ekonomik ve etik (ahlaki) nedenleri konularını işleyen ilk kişi, bir tarihçi ve Kafkasolog olan A. P. Berje’dir (1828-1886). Berje’ye göre, Rusya’da toprak köleliğinin (serflik) kaldırılması üzerine, zengin Dağlılar serflerini (kölelerini) yitirme kaygısıyla Türkiye’ye göç etmeye başladılar. Bu tür kişiler kandırdıkları ve yanılttıkları bilinçsiz kişileri de yanlarına alıp göç ediyorlardı. Berje, bazı bölgelerden yapılmış olan göçleri böylesine nedenlere bağlarken, toplu Dağlı göçlerinden Kont Yevdokimov’un katı politikasını sorumlu görmektedir. Kont Yevdokimov’un Kafkas Ordusu Karargah Başkanı General Kartsev’e göndermiş olduğu 25 Temmuz 1862 tarihli bir yazısında şu dizeler yer almaktadır: “…Dağlıların Türk topraklarına gönderilmekte olmaları, her iki tarafın da yararına olan bir olgudur. Dağlıların kendileri zor koşullar altında yaşamaktan kurtulup rahatlarken, biz de Batı Kafkasya’nın kolonizasyonunu (Rus yerleşimini)  engelsiz gerçekleştirme olanağını elde etmiş olacağız”.

Dağlıların Türkiye’ye göç etmeleri işinin hızlandırılması amacıyla General M. T. Loris-Melikov 1860’da İstanbul’a gönderilmişti. Görevi de, topraklarını terk edecek olan Dağlıların Türkiye’ye kabul edilmemeleri halinde, Rusya’nın karşılaşacağı sorunun büyüklüğü konusunda İstanbul’daki Rus Büyükelçisi Prens A. B. Lobanov-Rostoski’yi uyarmak ve bilgilendirmek idi.

Berje’nin belirttiğinin aksine, köle sahibi Dağlıların Türkiye’ye göç etmeye, daha doğrusu göç ettirilmeye başlanması olayı,  Rusya’da serfliğin (toprak köleliğinin) kaldırıldığı 1861 yılı öncesinde başlamıştır.

Adige soylularının (пщы – оркъ)  Adigelerin Türkiye’ye göç ettirilmeleri olayında kuşkusuz bazı rolleri olmuştur. Kanıtları da vardır bunun. Örneğin Rus yönetimince soylulara ait olan bazı toprakların soylulardan alınıp Kazaklara verilmeleri gibi durumlar üzerine, bazı soyluların da bir tepki biçiminde topraklarının tümünü terk edip derledikleri kalabalık köylü kitleleri ile birlikte Türkiye’ye göç ettiklerini biliyoruz: Orıl Camırz, İndar Hatohuşoko, Kudeynet Kurğoko ve  Astemirko Haç’aş bu tür tepkiler nedeniyle  göç etmişlerdir. Bu arada Kabardiya Adigelerinin Türkiye’ye göç etmelerine yol açacak ölçüde ciddi nedenler bulunmadığını ve Kabardeylerin (Ruslarla bir) savaş içinde olmadıklarını da belirtmemiz gerekmektedir. Oysa Batı Kafkasya’da (Asıl Çerkesya’da) durum çok farklıydı. Burada savaş vardı. Shapsugh, Natukuay (Нэтыхъуай) ve Abzeghlerin (Абдзах) beyleri (пщы) yoktu. Yönetim köy muhtarlarının (starşina) ve verk’lerin (оркъ) elindeydi. Bu kişiler göçe öncülük etmiş değildirler. Bu nedenle göç ya da “hacret” (siyasi göç) olayında varlıklı ve sömürücü kesimi suçlamanın bir dayanağı yoktur. Bilindiği gibi, 1796 yılında yapılan Bzıyko Savaşı (Бзыйкъо  зау) ve benzeri daha başka olaylar nedeniyle Batı Kafkasya’da soylu sınıfı (sömürücü sınıf)  iyice zayıflamıştı.

Adigelerin düze indirilmeleri ve sürgün olayı…

Adigelerin başlarına gelmiş olan yıkımın, bulundukları dağlık bölgelerden ayrılıp Rus hükümetince kendilerine tahsis edilen yerlere yerleşmeyi kabul etmemiş olmaları gibi nedenlere bağlayan yazarlar da vardır. Bu görüşün de dayanaksız olduğu, General Yermolov’un Karadeniz Kıyı Müstahkem Hattı Komutanı General Vlasov’a gönderdiği bir yazıdan yeterince anlaşılmaktadır. Yazıda şöyle denmektedir: “Bütün bir köy ya da bir  soy aile bütünü biçiminde, tarafımıza geçip yerleşmek isteyenleri kabul etmeyiniz, onları parçalayınız”. Bu sözler için ayrıca yoruma gerek var mıdır? Adige Bilimsel Araştırma Enstitüsü araştırmacılarından P. O. Autle’nin  (П. О. Аулъэ) “Стамбул ик1ыжьыр анахьэу къызхэк1ыгъэр” (Türkiye’ye Göçün Ana Nedeni)  adlı yazısında (bkz. Зэкъошныгъ, no. 4, 1989),  Adigelerin öz anayurtlarını bırakıp yabancı ülkelere göç etmelerine yol açan nedenler üzerinde derinlemesine durulmaktadır. İnceleme yazısında yazar, bilim insanlarının konuya ilişkin farklı yaklaşımlarını ele alıp bir sonuca ulaşmaya çalışmıştır. Bu sonuca göre, Adigelerin çok sevdikleri topraklarından ayrılmalarının ana nedeni Çarlık Rus rejiminin Adigelere ilişkin olarak yürüttüğü silahlı sömürge savaşı politikasıdır.

1864’te Kuban Bölgesinde (Çerkesya) silahlar sustu. Dağlılara (Adigelere)  karşı verilen ve yıllar boyunca sürmüş olan savaş sona erdi. Çar’ın kardeşi Grandük Mihail Nikolayeviç’in silahlı güçleri Batı Kafkasya’yı (Çerkesya) ele geçirdi. Buraya farklı  insanlar (Ruslar) yerleştirildi ve bu topraklar ‘Kuban Ordusu Yönetimi Bölgesi’ içine alındı”. Bu sözler de P. P. Korolenko’nun 1896’da yayınladığı ve Kuban bölgesini ele alan bir inceleme yazısında yer almaktadır.

Dağlıların topraklarından sürülmeleri olayını trajik (üzücü) bir olay olarak karşılayan L. S. Liçkov , 1904’te yazdığı bir yazısında “Dağlıların topraklarından kovulmaları ve yok edilmeleri savaş nedenine dayanmaktadır” (Oçerki iz proşloga Kavkaza i nastoyaşego, M., 1904).

N. S. Başenov’un 1914’te Tiflis’te yayınladığı “Batı Kafkasya’nın Fethinin ve Savaşın Sona Ermesinin 50’nci Yılı” başlıklı kitabında şu sözler yazılıdır: “Rusya’nın Batı Kafkasya’da Dağlılara karşı sürdürdüğü savaşın belirleyici özelliği, ülkenin silahla ele geçirilmesi ve boyun eğdirilmiş olan yerli halkın biran önce topraklarından sürülmesi biçiminde gerçekleştirilmiş olmasıdır…”

“(…) Dağlılara boyun eğdirilmekle yetinilemezdi. Batı Kafkasya’da yapıldığı gibi, onları vadilerinden çıkartıp bizim göstereceğimiz yerlere yerleştireceksin ya da yok edeceksin ya da Türkiye’ye göndereceksin. Savaş acımasızlıktır. Birçok halkı tarihe gömen savaştan acıma diye bir şey beklenemezdi”. Böyle diyordu 1915’te Tiflis’te yayınladığı “Putevoditel po Kavkazskoku voyenno-istoriçeskomu muzeyır”  başlıklı yazısında da.

S. Ordjonikidze 12 Ağustos 1921’de “RKP (b) Kafkasya Bürosu’nun Gerçekleştirdiği Politik Çalışmalar” başlıklı konuşmasında şunları da söylemiştir: “50-60 yıl kadar önce Çarlık yönetimi Dağlıları kendi öz topraklarından kovdu, Dağlı köylerini ve onların topraklarını çapulcu Kazaklara dağıttı. Çarlık yönetimi, dağlı halkları birbiriyle sürtüştürüyor ve onları birbirleriyle çatıştırıyordu. Dağlıların Rusya’ya karşı duymakta oldukları nefreti sona erdirmek, bizim için ivedi bir görev olmalıdır. Bunu başarmamız için şimdiki Rusya yönetiminin Çarlık yönetiminden ayrı bir şey olduğunu anlatmamız gerekiyor. Onların Sovyet yönetimindeki Rusya’ya karşı kardeşçe duygular (ve güven) taşımalarını sağlamak için gerekli çalışmaları yapmalıyız”.

1933’te yayınlanan “Küçük Sovyet Ansiklopedisi”nde de şu sözlere yer verilmektedir: “Çarlık rejiminin baskı politikası sonucu, en büyük yıkıma uğramış Kafkas halkları içinde Adigeler bulunmaktadır. Adigelerin çok büyük bir çoğunluğu (resmi istatistiklere göre 500 bin kişi), 1860’larda topraklarını terk etti, bu halktan olan Wubıhların tamamı ise ülkeden ayrılıp gitti”.

Türkiye Adigeleri içinden yetişmiş olan tarihçi General İsmail Berkok’a göre, Adigelerin ülkelerinden ayrılıp dış ülkelere göç etmiş olmaları olayının sorumluluğu Çarlık yönetimine aittir. Berkok, görüşünü bir halk şarkısının dizeleriyle de desteklemektedir: “Sevgili Kuban’ımızı kanlı gözyaşları içinde, sonsuza değin olmak üzere terk ediyoruz…”

“Kafkas Savaşları” adlı çalışmasında İ. V. Bestujev şöyle yazmaktadır: “Adige, Abhaz ve diğer halkların Çarlığın politikaları sonucu olarak toplu bir biçimde Türkiye’ye göç etmeleri, bu halkların benzeri görülmemiş bir yıkıma uğramalarına yol açmıştır”.

Kafkas Savaşı’nın niteliği ve Naib Muhammed Emin olayı

Yukarıda belirttiğimiz noktalar ve sunduğumuz örnekler, Dağlıların Çarlık Rusya’sına karşı verdikleri mücadelenin yiğitliğe ve adalet arayışına dayalı bir mücadele, bağımsızlığı korumaya yönelik bir savaş olduğunu göstermektedir. İlk başlarda ilerici Rus tarihçileri arasında bizim gibi düşünenler de vardı. Şimdilerde batılı tarihçiler, özellikle İngiliz tarihçiler bizim görüşlerimizi paylaşmaktadırlar. Bu arada birçok burjuva tarihçisi ile Sovyet tarihçisinin de daha önceleri yanlış görüşler öne sürmüş olduklarını söylemeliyiz. Bu gibi kişilerin görüşlerine göre, Şamil önderliğinde Dağlı halklarının Rusya’ya karşı vermiş oldukları mücadele gerici nitelikte bir mücadeledir. Mücadelenin amacı, Kafkas halklarına zorla Müslümanlığı (şeriatı) kabul ettirmek, Dağlıları ekonomik ve dini bir baskı altına almak idi. Adigelerin Çarlık Rusya’sına karşı vermiş oldukları mücadeleye önderlik etmiş olan Muhammed Emin ise, araştırmacılar tarafından farklı biçimlerde değerlendirmektedir. Bazıları onun birtakım gerici faaliyetlerde bulunduğunu söylüyorlardı. Gerçeği söylememiz gerekirse, Muhammed Emin, 1848 yılından başlamak üzere Adigeleri en üst düzeyde bir araya getirebilmiş olan olan kişidir. Kanımca Muhammed Emin Adige Kurtuluş Savaşı’nın güçlü bir örgütleyici önderidir. Rus komutanlığının Muhammed Emin’e gönderdiği elçilerin bazıları onun  akıllı ve güçlü biri olduğunu belirtmişlerdir.

Muhammed Emin 1849’da yapılan büyük bir Çerkes toplantısında, Rusya’ya  kalıcı bir darbe indirmek için bütün toplum güçlerinin bir araya getirilmesi ve birleştirilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Mücadelesinin ilk gününden başlamak üzere din damları ile Abzegh muhtarları (starşina)  Muhammed Emin’i desteklediler. Destekleyenler arasında Cendere Hacı Kasey de vardı. 1849 ilkbaharında Mehoş (Мэхъош), Yegerıkuay (Еджэрыкъуай) ve K’emguylar da Muhammed Emin’in saflarına katıldılar. Ayrıca bağlılık andı da içtiler. Muhammed Emin’i destekleyenlerin sayısı her geçen gün artmaktaydı. Saflarına katılanlar arasında çok sayıda serbest köylü de (фэкъол1) vardı. Naib, Rusya’ya karşı verilmekte olan mücadeleye katılmaları durumunda, köylüleri (фэкъол1),  soylu (пщы-оркъ) zulmünden kurtarma sözü vermişti. Ubın ırmağı vadisinde yaşayan Shapsughların (Шапсыгъ) muhtarları da (starşina)  Muhammed Emin’i destekleme kararı almışlardı.

Muhammed Emin’in köylü yanlısı bu politikası onun saygınlığını artırıyor, bu demokrasi önderinin ününü uzak köşelere değin yayıyordu. Muhammed Emin Çerkesya Kurtuluş Savaşı’nın yılmaz bir savaşçısı olarak karşılanmaktaydı. Köylü halk (fekotl/фэкъол1), bu nedenle onun özgürlük bayrağı altında toplanıyordu. Muhammed Emin Adige toprağını, idari anlamda  bucak ya da küçük idari birimlere (Rusça: Uçastk) ayırdı. Bir bucak 100 aileyi kapsıyordu. Her bir bucağın başında bir muhtar (starşina) bulunuyordu. Starşina Türkçe muhtar karşılığı bir sözcüktür. Muhtarın başta gelen görevi, Naip’in emirlerini yerine getirmek, istendiğinde, istenen sayıda savaşçıyı (askeri) Naip’in emrine sunmaktı. Çalışmalarında kendisine yardımcı olması için bir muhtarın yanına 5 hacret (sığınmacı; siyasi göçmen) veriliyordu (4). Birkaç bucak birleştirilip bir ilçe ya da yöre yönetimi (okrug) oluşturuluyordu. Her ilçenin başında birer müftü ile kadı (şer’i yargıç) bulunuyordu. Muhammed Emin’in başkanlığındaki Meclis ise kendisine en yakın olan kişilerden oluşmuştu. Abzegh muhtarı Cendere Hacı Hasan, Muhtar Beresbi, Abdullah İsmail Efendi, Hacı Zade Muhammed Efendi, Kunıko Hanıko ve İbrahim Hanoğlu. Naib, gerekli olduğu durumlarda muhtarlar toplantısı da düzenliyordu.

Rus belgelerinde Muhammed Emin’e ilişkin hayli yazı vardır… “Kuban ırmağının güneyinde (ötesinde) Şamil’in ünlü temsilcisi Muhammed Emin topraklarımızı yağmalamak için büyük bir askeri güç oluşturdu. Pşeha ve Şhaguaşe (Belaya)  ırmakları yukarı bölümlerinde konuşlandırılmış olan bu silahlı güçler, müstahkem hatlarımızın değişik noktalarını tehdit etmektedirler…”

Başka bir belgede de, Abzeghlerin Muhammed Emin’e büyük bir saygı duymakta oldukları, onun Abzegh bölgesinde kaleler kurduğu, düzenini yerleştirmek için mahkemeler oluşturmakta olduğu, Shapsughların da Naip’i destekledikleri ama kendi bölgelerinde mahkeme kurulmasına izin vermedikleri, Natukuayların da gerektiğinde kendilerine yardım etmesini Muhammed Emin’den istedikleri, Han Kumuk’un İstanbul’dan Naip’in yanına geldiği, bir takdirname ile iki nişan takılı, elmas ve mücevher işlemeli bir kaftanı Naip’e armağan olarak getirdiği yazılıdır.

Adige muhtarların Rıza Paşa’ya gönderdikleri bir dilekçeye de şaşırmamak elde değil. Dilekçeyi Muhammed Emin de imzalamıştı.

“Haberciniz (ulağınız) bize, biz Çerkeslerin, amansız düşmanımız olan Rusya ile bir barış antlaşması imzalamak istediğimizi haber aldığınızı söyledi. Sizin yönetiminizce de bilinen bir olgudur. Tüm dünyanın da bildiği gibi, Çerkeslerin tek isteği bağımsızlığımızı korumaktır. Bizim bağımsız yaşamaya hakkımız vardır. Bu isteğimiz Avrupa ülkelerinin de bildiği bir şeydir. Bize bir dost eli (güvencesi) uzanana değin Rusya ile bir barış antlaşması yapmayı düşünmüyoruz.  Yönetiminizle dayanışma içinde ve sizin amaçlarınıza uygun tarzda hareket etmek istediğimizi bildirmek isteriz. Amaca ulaşana değin Rusya ile savaşa son vermeyeceğiz ve “barış” sözcüğünü ağzımıza almayacağız…”

Bu dilekçenin gönderilmesinden kısa bir süre sonra Kafkasya’da durum iyice kötüleşti. 1859’da Şamil’in birlikleri dağıldı. Ondan sonra Rusya’ya karşı koymanın da bir anlamı kalmamıştı.

Sovyet tarihçilerinin bazı değerlendirmeleri

Yukarıda sunduğumuz bilgiler Muammed Emin’in Çerkeslerin yetenekli bir örgütleyici önderi olduğunu göstermektedir. Ancak soru üstüne soru soruluyor: “Peki, 1960’da Sovyet tarih bilimi, ne diye Şamil önderliğinde verilmiş olan direnişin gerici bir karakterde olduğu iddiasında bulunmuştur? 1944’te SBKP (b) Merkez Komitesi tarihçilerinin bir toplantısına katılmış olan akademisyenlerden Y. V. Tarle,  Prof. S. K. Buşuyev, şair ve politik yazar H. G. Acemyan, Çarlığın yürüttüğü politikayı, bu arada Kafkasya’ya ilişkin politikasını ortaya sermek ve doğru açıklamalarda bulunmak için çaba harcadılar. Ancak tanınmış tarihçilerden A. M. Pankratovam ve destekçileri karşı bir tavır içine girdiler. Bu anlaşmazlık nedeniyle toplantı belgeleri yayınlanamadı.

Toplantıya katılmış olan tarihçiler Stalin ve yandaşlarının politikasını desteklemek dışında bir şey yapamazlardı. Kuzey Kafkasya halklarına, Çeçen, İnguş, Kalmık, Karaçay, Balkar ve Kırım Tatarlarına yapılanları uygun ve yerinde bulmak durumunda kaldılar. Bilindiği gibi o halklar o sıralar topraklarından sürülmüş durumdaydılar (5).

O sıralar Şamil ve Dağlıları Osmanlı Türkiye’si ile İngiliz sömürgeciliğinin araçları olarak göstermeye, Kafkas-Rus Savaşı’nın Dağlıların Rusya’nın güney topraklarına saldırmakta olmaları yüzünden çıktığına başkalarını inandırmaya ve kendi halk düşmanı politikalarını kitlelere dikte etmeye çalışan bir iktidar (Stalin iktidarı)  vardı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Sovyet yöneticileri halkı Anglo-Amerikan emperyalizmine karşı bir politik ideoloji doğrultusunda eğitme politikasını benimsediler. Bu politikaya uygun düşecek tarzda, 1950’de Sovyet hükümeti, Kuzey Kafkasya halklarının bağımsızlıklarını korumak için verdikleri mücadelenin gerici ve milliyetçi bir karakterde olduğuna karar verdi. Çok yanlış bir karardı bu.

Açıklık, değişim ve demokratikleşme dönemi ortamında, şimdi,  tarihimizi yeniden ve doğru bir biçimde ele alma ve yazma olanağı doğdu. Olayları doğru ve gerçekçi bir biçimde öğrenmediğimiz sürece,  bugünü ve yarını doğru olarak öğrenme ve karşılama olanağımız da olmaz. Gerçek tarihi, gerçeğe uygun bir biçimde yazmak, tarihçilerimizin başta gelen görevidir.

Not: Bu yazı “Kuzey Kafkasya Kültür Dergisi”nin 87-88’inci sayısında “Dönem bize yeni sorumluluklar yüklüyor” başlığıyla yayınlanmıştı. Şimdi yazıyı yeniden gözden geçirerek, daha anlaşılır bir biçimde yeniden yayınlıyoruz. Ara başlıklar, parantez içleri, tümce ya da sözcük siyahlaştırmaları çevirmene aittir. 2. 07. 2008. HAPİ Cevdet Yıldız.

DİPNOTLAR:
1)
Yeni dönem ile M. Gorbaçov döneminin (1985-1991) getirdiği nisbi özgürlük ortamı belirtilmek istenmektedir. -HCY
2)
İngiliz Bell, 1837-1839 yılları arasında Adigeler arasında bulunmuştur, anıları “Çerkesya’dan Savaş Mektupları” başlığı altında Türkçeye çevrilmiştir. -HCY
3)
Doğu Kafkasya’da (Dağıstan ve Çeçenya’da), politik bir imamın (devlet başkanı) buyruğu altında toplanan ve onun öğrencileri durumunda olan savaşçıların oluşturduğu askeri ve politik oluşum. Bir müridin (İmam’ın öğrencisinin ya da izleyicisinin) tek görevi, din uğrunda savaşmak ve şehit düşmek idi. İmamlık geleneği İmam Mansur ile başlamış İmam Şamil ile devam etmiştir (İmam Mansur için bkz. Ashad Ç’ırğ, Tehlike Kuzeyden Geliyordu, internet). -HCY
4)
Hacret (Хьаджрэт)-Rus işgali altındaki bölgelerden özgür bölgelere ya da Muhammed Emin yönetimine sığınan kişilere verilen ad. Bunların bir bölümü muhtarların ve diğer yöneticilerin yanlarına, hem geçinmeleri, hem de idari ve askeri destekte bulunmaları amacıyla gönderiliyordu. Böylece Naip’in otoritesinin pekiştirilmesine ve askeri örgütlenmenin de güçlendirilmesine çalışıldığı anlaşılmaktadır. -HCY
5)
Bu halklar 1943-1944’te, Alman işbirlikçisi olmakla suçlanarak topluca Orta Asya ve Kazakistan’a sürülmüşlerdi. 1956 yılında yapılan SBKP 20. Kongresi’nde Kırım Tatarları dışındaki bu 5 halk üzerindeki sürgün cezası kaldırıldı ve özerk yönetimleri yeniden kuruldu, bu halklardan isteyenler devletçe  eski topraklarına geri getirildiler. -HCY