Notlar: 1) Terimlerin çeşitli dillerde
yazılışları / işareti ile ayrılmıştır
Adige/Adghe vs. gibi 2) Sözcüklerin
yazılışında Latin ve Kiril harfleri kullanılmış ve .-
işareti ile ayrılmıştır. Adige-Адыгэ 3)
Yabancı kaynaklı sözcüklerin Türkçe okunuşları
parantez içinde yazılmıştır; Schapsugh (Şapsuğ)
4) Kesme işaretinin alfabetik sıralamada önem
verilmemiştir.
Eck.
J. Dr. küçük halkları bazen farkına varmadan
karıştırarak araştırmacıları yanılgılara düşürmüştür.
Örneğin: " della vita de Zychi chiamati Ciarcassi " yi
" Ciarchassi sözcüğünü karıştırarak
''Scithi'lerin yaşamları ve gelenekleri " diyerek
yanlış çevirerek Ciarchassiler, Scithi yapmıştır.
Bilinçli mi yoksa bilinçsiz mi bu hata yapıldı
bilmiyoruz amma gerçekte yapılan hata nedeniyle Zych
halkının, Avrupa literatürden uzun zaman silinmesine
neden olmuştur. Sebastian Münster'de aynı hatanın
neticesinde yazdığı Cosmographie, (Basel 1550) adlı
yapıtında Eck'in kurbanı olmuştur. Bu yazar daha da
ileri giderek ' Zychler' den 'Scyth' yani İskit ve
daha sonrada 'Sarmat' yapmıştır. Yıllar sonra 1779'da
Stritter Georg Johann, yapılan hatayı düzelterek
Zychileri tekrar dünya kamuoyunun dikkatine sunarak,
hatırlanmasını sağlamıştır. (Frank Kämpfer
1991;45)
Edirne Antlaşması,
14 Eylül 1829'da yapılan Osmanlı-Çarlık Rusya'sı
arasında yapılan bu antlaşmaya göre, Rusya'ya bütün
Kafkasya veriliyordu. Bu tarihe kadar Kuzey ve
Kuzeybatı Kafkasya tamamen bağımsızdı ve sadece
görünüşte dini inançları nedeniyle halifeye bağlı
idiler. Dolayısıyla bu antlaşmanın maddesi Çerkeslerce
kabul edilmeyerek; '' Osmanlı bizi ne zaman
boyunduruğu altına aldı ki? Kimin toprağını kime
veriyor ki'' diyerek ret ederler. bkz. Rayevski
Ekmek,
Adigelerde ekmek, insan şekli hariç çeşitli geometrik
ve saç örgüsü şeklinde pişirilirdi. Fırından ya da
saçtan alınan ilk ekmeği hiç evlenmemiş kimsenin, 'ilk
evlendiği hanımı vefat eder” inancıyla yememesine
dikkat edilirdi. Fırından bitişik olarak çıkarılan
ekmekler orada bulunan bir çocuk çağrılarak kafasına
vurularak birbirinden ayrılırdı.
Elbrus,
Adigelerin Oşha-Macho 'kutsal ya da mutluluk dağı'
dedikleri, Kafkasların hatta Avrupa'nın 5642 metre
yüksekliği ile en yüksek dağının adıdır. Genelde
cinler padişahının oturduğu yer olarak Ortadoğu
halklarının masallarında yer almaktadır. Abchazlar
'Orfi İtub', Ruslar 'Şattgora', Tatar ve Türkler
' Kaf-Dağ', Karaçaylar 'Dağlar Dağı' adıyla
tanımaktadırlar. Elborus yazılışıyla da literatürde
bilinmektedir.
Elma-мые,
gerek Nart efsanelerinde gerek günümüz Adigelerinde
büyük önemi olan tılsımlı bir meyvedir. Nart Seteney
güzelliğini ve dinçliğini, yarısı kırmızı diğer yarısı
beyaz olan, tılsımlı elmaya borçludur. Nartlar bu elma
nedeniyle devlerle savaşmak zorunda kalırlar.
Hatta Sular Tanrısı Psıtha Guaşe'de kumruya dönüşen
kızları vasıtasıyla bu elmayı çaldırmaktadır. Elma
ağacı yılda bir elma veriyordu. Çocukları olmayan bir
kadın, beyaz tarafını yiyince, altın sarısı renginde
saçlarıyla kız çocuğu oluyor, kırmızı tarafını yiyince
de, Nart gibi kahraman bir erkek çocuğu oluyordu.
Günümüzde Çerkes kızları yüzlerine elma kabukları
sararak yatarlar ve bu sayede de ciltlerini canlı
tutarlardı.
Elta,
Çeçenlerin hayvanlar ve Ormanlar Tanrısı'nın adıdır.
Emir Paşa,
(1840-1940) Sivas yöresinden bir Abasin'dir. Sivas
milletvekili olarak ilk cumhuriyet parlamentosuna
gelmiştir. Hukuk tahsili yapmasına rağmen çiftçilik
yapmış ve sivil olarak 'paşa' unvanı almıştır. Türkiye
Kurtuluş Savaşı’nda M. Kemal tarafını almasına rağmen,
parlamentoda 'Çerkeslerin de ayrı bir halk olduğunu'
savunduğu ve Türk faşizmi ve nasyonalizmine karşı
açıkça tavır aldığından, İstiklal Mahkemesi’nde
yargılanarak, Isparta iline üç seneliğine sürgüne
gönderilmiştir. 23 Nisan 1920'de T.B.M.M.'nin
oturumunda Milletvekili Yusuf Kemal Tengirşek'in bir
konuşması üzerine Emir Paşa söz alarak şöyle der;
''Yusuf bey, hep Türk, Türk deyip duruyor. Bu
memlekette Türk'ten başka kimse yok mu? Rica ederim
yalnız Türklük adına konuşmayalım. Çünkü Türklük adına
biz buraya toplanmadık. Bu vatanda Çerkes, Çeçen,
Kürt, Laz ve daha bir takım İslam halkları var.
Bunları dışlamayalım.''
Emmeç,
ünlü araştırmacı Reineggs ( 1796, Bd I; 238) Emmeç
hakkında şunları yazmaktadır; ‘’Çerkesler Karadeniz
kıyılarında yaşıyor ve Emmeçlerle devamlı olarak
savaşıyorlardı. Emmeçler Çerkesya dağlarında, Suanlara
komşu olarak Aghla Kabak yöresinde, erkeksiz olarak
yaşıyorlar ve korku bilmez savaşçıydılar. Her iki halk
yıllarca bir birleriyle savaş içindedirler. Buna bir
son vermek için her iki halkın orduları karşı karşıya
gelirler. Peygamber özellikleri olan ve halkları
tarafından çok sevilen efsanevi kraliçe ve kral
karşılıklı cephede savaşa hazır beklerken, birden bire
kraliçe elçileriyle Çerkeslerin kıralı Thulme'ye haber
göndererek görüşmek istediğini bildirir. Kral Thulme
teklifi kabul eder, kurulan bir çadırda bir araya
gelirler. Yapılan görüşmeden sonra çadırından çıkan
kraliçe, ordusuna kralın kendisini ikna ettiğini, onun
peygamber özeliklerinin kendisinden daha üstün
olduğunu ispatladığını, bu nedenle barışa karar
verdiğini, iki ordunun da kendisini örnek almasını
söyler. Ordu da kraliçesini dinler. Çerkes
erkekleriyle Emmeç kadınları evlenirler, Çerkesya
ormanlarına dağılırlar ve çoğalırlar.’’ bkz. Amazonlar
Eneter,
bkz. Budinen
Erak,
Rion nehrinin diğer bir adı.
Essad Bej,
Asıl adı Lev Noissimbaum olan bazen de kendisine
Kurban Said adını takan, Kafkasya ve
Kafkasyalılar hakkında bir çok eserleri olan yazar.
E. Bej çok iyi gözlemci ve Kafkas insanının
karakterini eserlerinde dile getiren bir
araştırmandır.
Eskesch Scheich Eddin (Eskeş Şeyh Eddin),
Şamda yaşamış ve Kafkasya'yı ve Karadeniz kıyılarını
gezmiş bir gezgin. E. Rus ve Alanlara komşu Sekchi ya
da Sichi bkz. denilen Hıristiyan bir halktan
seyahatnamesinde söz etmektedir.
Ethem Bey, (1880-1950)
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında emeği geçen, batı
cephesini kuran organize eden, ayakta tutan,
‘’kurtuluşa başkaldıran Türkleri ezen’’, Adigelerin
Şapsığ kabilesinin Dipşov sülalesindendir. Kendisine
ihtiyaç duyulmayınca; 'isyan' ettirmek için her türlü
entrikalar düzenlenerek, sonunda Çerkes lakabı da
takılarak, önce Yunanistan oradan Berlin ve nihayet
Filistin'e giderek, bugünkü İsrail topraklarındaki
Kfar-Kame Şapsığ köyüne sığınarak, oradan da Ürdün'e
geçerek Vadi Seer Şapsığ köyünde 1950 de vefat
etmiştir.
Kendisine Çerkes lakabı takılması iyi planlanmış bir
politik oyundu. Batı Anadolu'da sanki yalnız Çerkesler
'isyan' etmişler imajı yaratılarak -kaldı ki, on
binlerce Türkün Yunanları merasimle karşıladıkları
görmemezlikten gelinerek- Çerkes halkına karşı baskı
aracı olarak kullanılarak, Anadolu'daki Çerkesler
arasında baskıcı bir terör havası yaratılarak, Batı
Anadolu'dan Doğu'ya sürgünler yapıldığı gibi, hatta
etno-genesid'e gidilerek Balıkesir, Manyas, Gönen ve
Karacabey’de bir çok köylerde de Çerkes kıyımlarına
gidilmiştir. Bu devlet terörü ile Çerkesler sinmişler
ve Batı Anadolu'da asimile olarak dillerini ve
kültürlerini unutmuşlar ve tüm Anadolu düzeyinde de
zaman geçtikçe önce içine kapanık daha sonra
1950'lerde görünüşteki demokratikleşme süreci içinde
etkisini daha da göstererek asimile başlamış, bir
Çerkez Ethem fobisi ve suçluluk kompleksi
yaratılmasına araç olmuştur. Halen Türkiye Çerkesleri
bunun ezikliği ve kompleksi içinde asimileye doğru
hızla koşmakta hatta kendilerini inkara kadar
gitmektedirler.
Evlenme,
Adigelerde evlenme genellikle bir birini zecheslerde
yapılan psetlıcho ile tanıyan gençlerin kendi
rızalarıyla yapılırdı. Bu nedenle de kolay kolay
boşanma olmazdı. Boşanmanın ayıp sayılmasının
Hıristiyan dininin Katolik inancından
kaynaklanmaktadır. Görücü usulüyle evlenme geleneği
genelde sürgünde yaşayan Adigeler arasında
görülmektedir. Anavatanda görücü usulüyle
evlenenlerle, 'sen evlenmedin ki, ebeveynlerin sana
bir kadın aldılar' diyerek alay edilir. Çerkesya'da
evlenmeler hemen hemen eski geleneklerin devamı olarak
kız kaçırma usulüyle yapılır. Adigelerde evlilik
Osmanlı'da kalarak geri dönenlerde az da olsa
polygami'ye rastlansa da genelde monogami'dir. Eve
gelen gelin kendi kızlık adıyla çağrılır ve vefatında
ise tekrar kızlık ailesinin arzuları gereğince defin
edilirdi.
Gerdek gecesi yeni evlileri gece gizlice dinlemek ya
da ocakta ateş yanıyorsa tuz atarak ya da kedileri
içeri atarak rahatsız etmek geleneklerdendir. Damadın
arkadaşlarının görevi ise bu tür şakaları önlemektir.
Eyrig-Aacnix/Eyrig-Aaknic),
'hırsızların ve haydutların' koruyucu meleğidir
diyerek literatürde söz edilse de yağmaya gidenlerin
koruyucu kutsalı demek daha doğru olur. Anlamı 'gündüz
ve gecedir'. Bu koruyucu meleğin yaşadığı yer, iki
ırmak arasındaki Şapsığ yöresindeki Aci köyüdür.
Ubuhlara karşı yağmaya giderken, konik bir şekilde
pişirilmiş ekmeği bu meleğe başarılı bir yağma için
adarlardı ve eğer çok iyi yağma olursa daha çok adak
vaad ederlerdi. Gerçekten de yağma başarılı olunca bu
meleğin yaşadığına inandıkları ağacın altına çeşitli
meyveler koyarlar, ganimette at olursa atın
yelelerinden biraz kesilerek kutsal ağaca asarlardı.
|