KITIJ Cemil Biçer
Vahşi kapitalizmin devasa mimarili AVM adı verilen alışveriş binalarının rengarenk ışıklarla bezeli vitrinlerinde insanın bilinçaltını etkileyerek tüketime yönlendiren çok uluslu marka satan mağazalarında her keseye ve her zevke yönelik mal bulmak mümkün.
Buralarda her şey serbest ama yasak olan tek şey “pazarlık“!
Elde kalmış, deforme, demode malları damping adı altında yine size kakalıyorlar! Tüketim mallarının satış fiyatını da onlar belirliyor, yapılacak dampingin miktarını da.
Hele ki, bu mağazalardan alış-veriş yapmakta bir statü göstergesi oldu ya, artık mahallemizin, arastamızın “dükkanları” sinek avlar oldular! Bu gelişim (!) kapitalizmin önlenemez bir aşaması olsa gerek.
Eski kafalı (!) muhafazakar bir komünist olduğumdan AVM’lerden gerekmedikçe alışveriş yapmam.
Küçük Anadolu kentlerinde çok önemli gördüğüm “esnaf” taifesinin önemli bir ticaret ve istihdam açığını kapattığına inananlardanım.
Ancak dün yaşadığım bir olay ve Müslümanlarının ticaret algısının vahşi kapitalizmden hiç de farksız olmadığını, hatta daha ahlaksız ve iğrenç olduğunu gösterdi bana.
Meteoroloji raporlarına göre hafta sonu kar yağışlı ve soğuk hava dalgasının kentimizi etkileyeceği haberlerini dinleyince, kendime kışlık bir bot almak için kentimizin üç-beş yıl önceye kadar çok popüler olan ayakkabıcılar arastasına gittim,
Çoluk-çocuğun ayakkabılarını aldığım esnaf dostlarım daha arastaya adım atar atmaz sitayişle selamlayıp çay, kahve ikramına başladılar.
Bu insani ilişkiler Anadolu kasaba ve kentlerinin bence yaşaması gereken değerlerindendir. Paranız yoksa bile vade farksız veresiye defterinde her zaman yeriniz vardır. Taksit adedi ve vadesi hiç önemli değildir. Siz olmasanız bile çoluk, çocuk selamınızla gider istediği, beğendiği malı alır, çayını çorbasını da içer bir de size sevgi, saygı dolu selam getirir.
Ay sonunda ne ‘’banka dekontu gelecek’’ endişeniz vardır, ne hesap ekstresi derdiniz! Babadan, dededen kalma alışkanlıklardır. Alışveriş yaptığının kasap da bellidir, manav da bakkal da abacı da! Dededen eşraf çocuğu olmaktan kaynaklanan bir “emin-ül mümin” mirasımız vardır ki, bence atalardan kalan en değerli miras görmekteyim bunu.
Olayı Ahmet Rasim tarzı süsleyip ballandırarak meramımı anlatmaktan uzaklaşmak istemiyorum.
Sevdiğim ve yıllardır alış veriş yaptığım kunduracı esnafımın ricasını kıramayıp iskemleleri kapı önüne çekip oturduk. Arasta eski canlılığını kaybetmiş! Bu mevsimde iğne atsanız yere düşmezdi. Şimdilerde arastada “sinek avlıyorlar” dedikleri cinsten bir hava var…
Az şekerli kahvelerimizi höpürdetirken klasik ‘’Ne olacak bu memleketin hali?’’ muhabbetine başladık.
Biz kahvelerimizi içerken genç bir çift müşteri dükkana girdi. Tezgahtar çocuk onlarla ilgilenirken ister istemez kulak misafiri oldum…
Genç kadın (anladığım kadarıyla yeni evliler, hatta yeni memurlar) bir çizme beğendi ama fiyatını duyunca çok pahalı olduğu gerekçesiyle almaktan vazgeçti… Bizim acar tezgahtar genç “Aman efendim siz yeter ki beğenin fiyatın ne önemli var, ikramımızı yaparız” diyerek tezgahtarlığını konuşturmaya başladı…
Çizmenin vitrin fiyatı 250 TL! Bence de pahalı! Sonuçta nereden bakarsanız bakın alt tarafı bir çizme! Asgari ücretin 1400 TL olduğu bir ülkede oldukça lüks sayılır.
Kadının eşi olduğunu tahmin ettiğim genç adam kadının ayakkabıyı almasında oldukça ısrarlı ama kadıncağız eşinin kulağına bir şeyler fısıldıyor duyamıyorum ama tahmin edebiliyorum “bu yıl idare edelim, seneye alırız” diyor büyük olasılıkla…
Ama bizim “Aynalı Çarşı Arastas Akademisi’’nde yetişmiş tezgahtar çocuk ille de ayakkabıyı satmaya kararlı “Efendim siz fiyatını dert etmeyin, yabancı değilsiniz size ikram yaparız” diyor.
“Yabancı değilsiniz” cümlesi çok can alıcı bir sözdür! İnsanın içine -hele ki gurbette iseniz- bir sıla özlemi düşürür içinize parayı pulu unutursunuz.
“En son kaça olur” diyor kadın, yanakları kızararak! “Efendim siz bizdensiniz, siftahımız olsun 150 olur ama lütfen kimseye söylemeyin bu fiyata aldığınızı” diyor bizim oğlan…
İlgim daha da artıyor! Bir çırpıda çizmenin fiyatı %25 iniverdi. Yanımda oturan dükkan sahibi kendisini dinlemediğimi içerideki olaya kilitlendiğimi anlıyor. Mahcup oluyorum, gülümsüyor bıyık altından. Kahve fincanlarını çay ocağına götürmek üzere kalkıyor “Hoca kalkma şimdi geliyorum” diyor.
İçeride ki alışverişi daha dikkatle gözlemlemeye başlıyorum. Genç kadın yine pahalı buluyor fiyatı ama bakışlarından bu çizmeyi çok beğendiğini anlıyorum. Eşi olan genç adam ısrar ediyor, kadın “Olmaz! Hesap dengemizi bozar” diyor. Yuvayı dişi kuş yapar, dedikleri bu olsa gerek!
Tezgahtar genç giriyor hemen devreye. Biraz daha samimi oluyor “Ablacığım size çok yakıştı, beğendiniz iyi günlerde eskitin size son ikramı yapıyorum son fiyat 100 TL!’’
Ohaaa! Ulan bu ne yapıyor, diyorum seslice, utanıp etrafı kolaçan ediyorum duyan var mı diye.
“Bedava verseydin bari” diye geçiriyorum içimden 200 lira nerede 100 lira nerede? On beş dakikada 100 lira kârlılar. Ben olsam hemen alırdım hem de eğer verirse iki çift birden alırdım, diye geçiriyorum aklımdan.
Genç adam “tamam alıyoruz” diyor ama kadıncağız hala mütereddit. Tezgahtar “giyecek misiniz, pakete mi koyayım?” diye soruyor. Cüzdanını çıkartan genç adam “Paket lütfen” diyor. Cüzdanındaki parayı sayarken “Post cihazınız vardır inşallah”. Tezgahtar çocuk “maalesef efendim, inancımıza ters olduğu için post cihazı kullanmıyoruz” diye cevap veriyor. Genç adam “Özür dilerim. O zaman kalsın nakit olarak sadece 70 liramız var” diyor mahcup bir ifadeyle…
Tezgahtar çocuk avını kaçırmak üzere bir sırtlan öfkesi ile paket yaptığı çizmeleri utançtan kıpkırmızı olmuş genç kadının kucağına bırakıyor ve yapay bir kızgınlıkla “Eh ne yapalım, kiminin parası-kiminin duası, Ayağınız alışsın” diyerek adamın elindeki parayı hızlıca çekip alıyor
Genç çift karlı bir alışveriş yapmanın keyfi ile koşarcasına çıkıp kayboluyorlar Mecidiye caddesinin içinde.
Bu nasıl bir alış veriştir? Zararında altında sattılar çizmeyi! Memleketin ekonomisi gerçekten bitmiş diyorum kendi kendime…
Tabii yandaş basın, yandaş televizyonlar hep mutluluk oyunları gösteriyorlar. Esnafın derdini bilen, soran yok, diyerek müzmin muhalifliği mi yapıyorum.
Çay ocağına fincanları götüren dostum gömleğinin kollarını ilikleyerek geliyor. Belli ki Cuma namazı için abdest tazelemiş, içeriye sesleniyor “ne yaptın satabildin mi?” diyerek… Genç tezgahtar “kaçırır mıyım ustam” diyor “Ben kimin dergahında öğrendim bu işi” diye kostaklanıyor …
İçimden ‘’kaça sattığını öğrendiğinde de aynı çalımı yapabilecek misin” diye geçiriyorum. “Kaça kakaladın” diyor bizim hacı sakalında kalan abdest sularını kirli sümüklü mendili ile silerken!
“70′ lira” diyor bizim kurnaz tezgahtar! Sakalını kelime-i tevhid getirerek sıvazlayan bizim hacı “Allah bereket versin” diyor “Kısa günün kârı bu kadar olur”…
“Nasıl yani ” diyorum” nasıl bu satıştan da kar mı ettiniz?” diye bakıyorum aptal aptal.
Nemli ellerini dizlerime koyarak “hocaa “diyor gevrek gevrek sırıtarak “ticaret bu, peygamber efendimizin sünnetidir… Rızkın onda dokuzu ticarettedir! Bu ayakkabının bize gelişi 25 liradır hem de Çin malıdır!”
Salaklığım nüksediyor “Nasıl yani ” diye bağırıyorum “Adamcağız itiraz etmeden vitrindeki etiket fiyatından ödeseydi alacak mıydınız 200 lirasını?’’
Hayretle yüzüme bakıyor çipil çipil yılan gözleriyle! “Alacaktık tabi” diyor kostaklanarak ‘’Ama pazarlıkta sünnet-i seniyedendir, pazarlık yapan Müslimandır! İman ehli olmayan bu taife dinden imandan uzak olduğu içim pazarlık yapmıyorlar.’’
Gavurun AVM’lerinden alışkınlar etiket parasını pazarlıksız ödemeye bu da gavurun bize faidesi, diye sırıtıyor…
Güne ne kadar mutlu başlamıştım oysa! Şimdi kafam mengeneye sıkışmış gibi ağrımaya başladı, tansiyonum yükseldi! Senin emeğe 1/10 pay ayırıp kâra 9/10 helal kılan peygamberinin felsefesini öpsünler, diyorum içimden.
Elini omzuma koyuyor, hadi abdesini al da Cuma’yı eda edelim. Namazdan sonra alırsın botlarını, diyor.
Elini öfkeyle itiyorum omzumdan ve selamsız sabahsız kalkıp kaçarcasına uzaklaşıyorum oradan!
Sonradan başkalarından duyuyorum ki, arkamdan “kaşarlanmış komünist Cuma’ya gitme lafını duyunca nasılda kaçtı” diye kahkaha atmış.