ALİ ÇUREY

KUBE Nurhan Fidan
12 Nisan 2008

Ali Çurey ile tam ne zaman tanıştım bilmiyorum, on beş sene önce sanırım. Küçükyalı’da bir ev toplantısında, yaşı gereği bizim aramızda niçin bulunduğunu pek de kestiremediğim bu sert görünüşlü adamı daha sonra çok sevecektik. Başımız Çerkeslikle ilgili her sıkıştığında, bitmek tükenmez heves ve enerjisiyle adeta bizim el kitabımız olacaktı.

Hayatındaki diğer konularda oldukça naif ve mütevazı olan Ali Çurey, sıra Çerkesliğe gelince aristokrat ve iddialıydı. Bu konuda duruşu, çalışması ve üretimi olmayanlara nerdeyse acıyarak bakardı. Bizim gibi hevesli ama yetersiz acemilere ise sonsuz özgüven aşılardı. Onun gözünde yüzü aydınlığa dönük, çalışkan ve tertemiz Adigelerdik. Dil biliyor olmamıza çok sevinir ablam, kuzenim ve bana Adige dilinin bir mücevher olduğunu ve bir an önce okuma yazma öğrenmemiz gerektiği söylerdi.

Söylemekle de kalmadı bu iş bizzat ona düştü. O dönem Kartal’daki tek odalı dernek lokalinde konuştuğumuz dilin alfabesini öğretmek için uğraştı durdu. Bazen beraberinde Yaşar Bağ’ı da (HATKO Yaşar Bağ) getirir, bizim onunla, onunda bizlerle sohbet etmesini keyifle izler, bunu o eğitimin bir parçası olarak görürdü. Bu iki dopdolu insanın arkadaşlık ve ilişkileri görülmeye değerdi. Ali Çurey bir konu açar, bir yere kadar anlatır sonra Yaşar Bağ’a ustalıkla pas eder, şakalar ve anekdotlarla dolu, şahane sohbetler olurdu. Bu sohbetlerden bize de günün sözü kıvamında bir ‘gupşıs’ kalırdı mutlaka.

Şimdi düşünüyorum da, zamanını ve enerjisini bizlere böylesine harcayan bu iki saygın insanın amacı bizi ya da kendilerini eğlendirmek değildi elbette. Bizleri sıkmadan kültürle ilgili bir şeyler öğretmekti çabaları. O dönemler sıkılmadığımız tek şey folklorik ve müzikal uğraşlardı. Kafe oynarken bir figürün nasıl olması gerektiğini saatlerce prova edebiliyor, fakat fikirsel konularda henüz aynı tahammüllü öğrenciliği gösteremiyorduk. Dış görünüşümüze ve estetiğimize gösterdiğimiz özeni, fikirsel gelişim ve inceliğe henüz taşımamıştık. İşte Ali Çurey’in savaşı tam da bunun içindi. Eski bir subay olarak vermediği savaşı, bizler donanımlı bir Çerkes olalım diye veriyordu.

Sanırım doksan yedi yılıydı. Çeçenistan halk dansları grubu ‘ Waynakh’ bir tur organizasyonu tarafından Türkiye’ye getiriliyordu. Organizasyon firması sahibinin ablamın arkadaşı olması ve birazda bu işlere hevesli oluşum nedeniyle kendimi işin tam ortasında bulmuştum. O dönem çalıştığım İtalyan firmasından zar zor izin koparabilmiş, gösterilerin tanıtım ve sunuculuğunu üstlenmiştim bile. İstanbul’da yapılacak basın açıklaması için fiyakalı bir otelde karşımızda onlarca gazeteci ve televizyoncu vardı ama bizim Çeçenlerle ilgili, onlara dağıtacak tek bir sayfa bile derli toplu yazımız yoktu. Ali Çurey’i aradım ve bize bir saat içinde, Çeçenlerle ilgili etkili bir tanıtım metninin gerekli olduğunu söyledim. Durumdan vazife çıkarmak geleneğinin bu usta pratisyeni, öyle güzel bir yazı hazırlamıştı ki, bu metinler; o gün bizi kurtarması dışında, Çeçen ekibinin gösterilerdeki tanıtım sunumlarında da reaksiyonel ve heyecanlı bir alkış alıyordu.

Ali Çurey, Adige müziğiyle ilgili olmamızı önemser, buna daha fazla zaman ayırmamız gerektiğini her seferinde söylerdi. Bir etkinlikte, sevgili Rahşan’la (Erdoğan) yaptığımız bir dinleti sonunda gözleri yaşarıp bizi tebrik etmiş ’bravo size, işte benim kızlarım bu’ demişti. Böyleydi Ali Çurey, Çerkeslikle ilgili en küçük çabalar bile onun gözünde büyük bir motivasyonu hak ediyordu.

Çerkes olmakla ilgili, yazılı üretim dışında pratikte de tasası vardır ve sırf bu nedenle benimde arkadaşım olan tek kızı Tıjın’ın eğitim sonrası orda yerleşip kalmasında bir beis görmemiştir. Ayrıca bu durumu bir kurtarılmışlık olarak görür ve şiddetle herkese de tavsiye eder.

Araştırmacı, dilci, Hititolog ve Dünya Adige Bilimler Akademisi üyesi Ali Çurey, tahammüllü öğreticidir. Ancak Çerkeslik konusundaki eksikliklere, hatalara toleransı yoktur ve bu konularda herkesin askeri nizamda sıraya geçmesi ve durumdan vazife çıkarması gerektiğini düşünür.

Tanımayan biri için dışarıdan bakıldığında; Ümraniye çarşısında sıradan bir sarraf olan bu duyarlı ve öğretme savaşçısı insan, bizim içinse kendi kültürümüzün yüksek okulu gibidir. Belki de Ali Çurey’le doğru bir zamanda tanışmamış olsaydık Çerkes olmak, hayatımızda sadece folklorik bir detay olarak kalacaktı. Kim bilir?

Emeğine sağlık Ali Çurey.