YEMUZ Nevzat Tarakçı
26.04.2008
Geleceğimizi, inancımızı, tarihimizi, yani bizi biz yapan değerlerimizi geleceğe taşıyan dilimiz değil mi?
Toplumların hayatında dil, dinden de önde gelmez mi?
Dinler, dilsiz yaşayabilir mi?
Dini de dille anlatmaz mıyız?
Bu konuya bu şuurla baktığımızda istikbal ve istiklâlimiz için güzel dilimize sahip çıkmak öncelikli görevimiz olmalı değil mi?
Dilin doğru ve düzgün konuşulması, kurallarına göre yazılması toplumlar için hayati önem taşımakta.
Unutulmamalı, dil olmadan edebiyat, edebiyat olmadan kültür, kültür olmadan millet olmaz.
Zira dil ve edebiyat bir milletin kimliğidir.
“Millet, edebiyatı olan toplumdur.” der Balzac
Kırgızistan’da bir atasözü var. “Bana edebiyatını söyle, sana nasıl bir millete mensup olduğunu anlatayım.”
Küreselleşen dünyamızda, ekonomik ve siyasal bakımdan güçlü olan milletlerin, diğer milletleri kültür ve dil bakımından kuşatma altına aldıkları acı bir gerçek.
Dili yozlaşmış bir milletin yaşayabilmesi imkânsız.
Hazırdır o millet için tükeniş, yok oluş.
Bu hakikatin bilincinde olan, tükenişi düşünmek bile istemeyen samimi kişiler, toplumlarının geleceği adına çile çekmekte, ıstırap hissetmekte, geleceği kurtarmanın ince hesaplarını yapmakta, çırpınmakta.
Rüyalarını anadilleriyle görmeyen,
Hülyalarını anadilleriyle kuramayan bizler farkında mıyız acaba neler kaybettiğimizin?
“Kendi esrarını bilemeyenler, kendi sazını çalamaz.” ( M. İkbal ) sözünün vurguladığı hakikatin farkında mıyız?
Dil, insanları aynı duygu, düşünce ve ideal potasında bir araya getirerek onları millet yapan, milli birlik ve beraberliği tesis eden bir kurumdur.
Sözün özü, “ Dilsiz millet ol- maz, o- la- maz! ”
Bunu iyi bilmek gerek, fakat bu da tek başına yet-mez!
– Dilimiz unutuluyor mu?
-Evet!
– Yeni neslin gündeminde “dil” var mı?
– Hayır!
– Büyükler bu işin bilincinde mi?
– Ne fark eder, gerekli önlemler alınıp, uygulanmadıktan sonra.
– Peki, ne yapılabilir?
– Öncelikle bu dili bilenler ısrarla konuşmalı, yazmalı. Dilini bilen her anne baba çocuklarına mutlaka öğretmeli. Buna inanmalı, bunu önemsemeli. Yok olmamak için buna mecbur olduğunu unutmamalı. Her anne baba, en kısa sürede bu bilinçle çalışmaya başlamalı.
Bırakmalı birilerini suçlamayı, “ Ben ne yapabilirim, elimden geleni yapıyor muyum?” demeli.
Ne acıdır ki dilbilimciler, gerekli tedbirler alınmazsa dünyada konuşulan 5000’e yakın dilin pek çoğunun kısa sürede yok olacağını ifade etmektedir.
Bizler: “Ne yapalım, elden bir şey gelmiyor, bu dil yaşasa iyiydi ama hayırlısı olsun, kader işte!” mi diyelim?
Yoksa “ Güzel dilimiz, dünya var oldukça yaşayacak, konuşulacak, yazılacak, başımızın tacı olacak!” bunun için nasıl bir bedel ödenecekse ödemeye hazırız! Hem de hemen, şimdi!” mi demeliyiz?
Kültürün en önemli iki öğesi olan dil ve din ne kadar ciddiye alınsa azdır.
Çok iyi bilmeliyiz ki “Bir milletin edebiyatı o milletin kimliğidir.”
Her fırsatta, toplumlar için dil ve edebiyatın önemini vurgulayan Yavuz Bülent: “Edebiyatsız bir millet, başıboş bir kalabalıktır.” der.
Şair Bekir Sıtkı Erdoğan: “Vatanın vatan olması için, şiirin şiir olması lâzım!” diyor.
Onun için bir milletin heyecanını, bir milletin duygusunu, bir milletin şevkini ve güzellik anlayışını anlatanların, yani yazar ve şairlerin işi çok zordur.
Millet adına konuşmak bilgi, birikim, daha da önemlisi sorumluluk gerektirir.
Dilimiz, geleceğimizdir!
Olmazsa olmazımızdır!
“Dil, bir milletin yaşayışını, kültürünü, inancını, devlet anlayışını, tarih şuurunu, geleneklerini, göreneklerini, eğitimini, teknolojisini, mimarisini, musikisini… Yani iç ve dış dünyasını söz veya yazıyla ifade ettiği, asla vazgeçilmesi mümkün olmayan şah damarıdır.”
Ünlü düşünür Wittgenstein: “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” İfadesine bakılırsa, dil, sadece düşünceyi aktaran kuru bir ifade değil, aynı zamanda kişinin dünyayı algılama biçimidir.
Bugün konuşmadığımız, konuşmak istemediğimiz güzel dilimizin hali içler acısı.
Oysaki bir millet, kendi düşüncelerini, hayat biçimini hiçbir şeyin tesiri altında kalmaksızın ifade edebileceği kadarı ile hürdür.
Bu manada hürriyetin sınırı da, toplumun ve onu oluşturan kişilerin inanmış oldukları değerler bütünüyle yakından alakalıdır.
Dil, bir millet için çok şey ifade eder.
Çünkü o doğrudan doğruya milleti ifade etmektedir.
Milletse “Edebiyatı olan bir topluluktur.”
Edebiyatın temel malzemesi dildir.
Dil olmazsa edebiyatımız olmaz.
Cengiz AYTMATOV’un da ifadesiyle, “Millet, edebiyatından tanınır.”
Edebiyat ise varlığını dile borçludur, millet de edebiyatıyla vardır.
Söz dağarcığı alabildiğine fakirleşen dilimiz, büzüldü, küçüldü.
Bunun sonucu olarak, düşüncelerimiz, hayallerimiz, fikir dünyamız ve kapasitemiz de küçüldü.
Bu durum, farkında olmasak da kendi kendimizi reddetmeye kadar gidecek.
İşte bu, millet olmayı reddetmektir!
Oysa dil meselesi ihmale gelmez.
Dil ki milletin kalbidir.
O kalpteki her kriz, millet bünyesini ölüme yaklaştırır.
Bunun için büyüklük iddiasındaki bütün milletler, dillerini koruma ve onu zenginleştirme yolunda şuur sahibidirler.
Bir insan için şahdamarı ne ise, milletler için de dil odur.
Vatan ve millet sevgisini bize şırınga eden dil ve edebiyattır.
Anlaşılıyor değil mi acılarımızın, sancılarımızın gerçek nedeni?
İşte bu zayıf, çelimsiz dil dünyasında çocuklarımız, güdük insanlar olarak yetişiyor.
Namık Kemal’in söylediği gibi:
“Bir insanın zekâsı, bildiği kelime sayısıyla orantılıdır.”
İşte hesap ortada: 70.000 kelimeyle okuyan, düşünen, konuşan, yazan insanla bir avuç kelimeyle okuyan, düşünen, konuşan insan nasıl bir olabilir?
Demek ki kelime hazineniz ne kadarsa o kadar dünyanız, o kadar ufkunuz vardır.
Kanayan, parça parça olan dilimizin şu anki durumu,
gençlerimizin kelime dağarcığı,
dili bilen büyüklerin ilgisizliği,
şuur ve his sahibi kimleri terletmiyor, kültürüne değer veren kimleri bunaltmıyor ki?
Dilim dilim benim dilim.
Yok oluyor kültürüm, yok oluyor geleceğim.
Ya ben ecdadıma ne diyeceğim?
Ne acı, bir yanda yok olan dil, yok olan kültür, yok olan gelecek…
Diğer yanda biz.
Ya biz neyle meşgulüz?
Rüyasını anadiliyle görmeyen,
Hülyasını anadiliyle kuramayan bizler farkında mıyız acaba neler kaybettiğimizin?