ANKARA DERNEĞİ’NİN 50.inci YILI ANISINA

Dr. YEDİC Batıray Özbek
30.07.2011

Sayın dostum İbrahim Çetaw Ankara derneğinin 50. yılı nedeniyle arzu istek ve kaygılarını içeren yazısını okudum. Bu yazıda 95 yılı öncesi belgelerinin de yok olduğunu -kim bilir belki de yok edildiklerini- öğrendim ve üzüldüm. Gerçekten Türkiye’de Çerkeslik hareketine damgasını vuran bir derneğin en önemli senelerini belgeleyen belgelerinin bulunamaması çok acı.

Ben şahsen 1966/67 yılından 1971/72 yılları arasında derneğin aktif üyelerinden birisi olarak bildiklerimi ve hatırladıklarımı burada sizlere aktarmaya çalışacağım.

Antalya Lisesi’nde okurken değerli büyüğümüz Namık Kemal Sarıgül’ün bize gönderdiği İzzet beyin çıkardığı Kafkasya dergisini büyük ilgi ile okuyor ve geçmişimizle ilgili ilk bilgileri ediniyorduk. Derginin 1964 yılının 3. sayısında da Yeleme Köyü’nün kısa öz geçmişini yayınlamıştım.

Lise yıllarında Antalyalı Çerkes gençleri olarak çok hareketli günlerimiz olmuştu. İşin en ilginç ve güzel olanı hep beraber karar verip hep beraber eyleme geçmemizdi. Bayram günleri teravih namazlarına bazen otuza kırka ulaşan gençler bir ve beraber gidiyor ve ildeki tüm Çerkes kökenlileri ziyaret ediyorduk. Hatta dedem Selim Kaplan’ın iki katlı evinde 11 yaş yukarısı çocuklar toplanınca tartışmalar yapar ve kendimize göre çocukça gerilla savaşları için hazırlanırdık.

Bilgi ve bize yol gösterecek büyüklerimiz olmadığından anti-komünist Milliyetçi Halk Parti’siyle sempatik ilişkiler içindeydik. Antalya’da ilk anti-komünist demostratına katıldık. Bir arkadaşımız Ankara’ya giderek Arif Nihat Asya’yı getirmişti. Bu sıralarda Antalya film festivalinde ‘Haremde Üç Kız’’ adlı filmi protesto edip oynatmadık. Daha sonra onlara katıldığımız gibi birdenbire bu partiden hep beraber koptuk.

O zamanlar dini tarikatların kapısını da çaldık hep beraber. Nurculuk tarikatının ileri gelenlerinden olan akrabamız Avukat G. Sarıgül’ün yanında yer aldık.

Babam şahsen buna karşıydı ve şöyle diyordu: Oğlum peygamberimiz önce fırını yaptı daha sonra camiyi!

Ne demek istediğini anlıyordum ama biz hep beraberdik. Boşnak asıllı Halit Maviçepken gerilla kursları vereceğim diyerek Pazar günleri sırt çantalarıyla Termoso ve Sıçan adasına yürüyüşler yapardık. Bir akşam tarikat mensuplarıyla yine beraberken ileri gelenlerden olan Terzi ya da Çamur Şevket adıyla tanınan kimse hala oğlumuza seslendi. ‘‘Gültekin bunlar yeterince olgunlaştılar, ikinci adımımızı söyleyelim‘’ dedi. Gültekin ‘‘hayır yeterli derecede olgunlaşmadılar’‘ diyerek red etti. Bu cevap gücümüze gitmişti ve hep beraber ‘elveda’ diyerek onlardan ayrıldık.

İşte bu aşamada Kafkas dergisi de elimize geçince yeni mekanımız belli olmuştu: Kafkasya

Beraber liseyi bitirdiğimiz Nihai ile birlikte Ankara’da üniversite seçme sınavlarına katıldık.
Sınavlardan sonra İzzet Aydemir’i ziyaret ettik’ derneğe gittik. Duyduklarımız anlatılanlar ilgimizi çekiyordu.

Sınavlar belli olmuştu. İstanbul Erzurum ya da Ankara Üniversitelerinde okuyabilecektim. Ben Ankara Üniversitesi’ni tercih ederek kayıt olurken Nihai Gazi Eğitim Enstitüsü’ne karar verdi.

Otur Otur

Dernek binası Kızılay meydanına yakın ve devamlı gidiyorduk. Pazar günleri de Devlet Su İşleri Müdürlüğü’nün kantininde folklor çalışmalarının yapılacağı ve yeni elemanlar alınacağı söylenir. Bizde Nihai ile birlikte DSİ’nin yemekhanesine gittik. Elbrus bey yeni gelenlere yukarıdan bakarak sıraya girmemizi ister. Sırası geleni ‘’yürü yürü’’ emrini veriyor sonunda ya ‘’otur otur!’’ ya da ‘’sağa geç’’ derdi. Nihai’ye de bana da otur otur emrini verir ve folklorist kariyerimiz sona erer.

Adigece Okuma Kitabı

İzzet Aydemir’in yanına devamlı giderdik ve yeni yeni kişilerle tanıştık. Bunlardan Gazi Eğitim Enstitüsü’nde okuyan Ceyhan Çelikkıran ile Nizamettin Duman’la tanıştık. Ceyhan elinde bir kitapla yanıma yanaşarak Adigece okuma yazmayı öğrenmek ister misin diyerek alfabeyi uzatır. Alfabe bilmediğim görmediğim harflerle hazırlanmıştı. Ceyhan ‘bu alfabe anavatan Adigey’de okullarda kullanılan alfabe. Ben harflerin okunuşunu alfabedeki harflerin üstüne yazdım. Adigece bildiğin için yardımımla öğrenirsin. Hemen derse başladık. Alfabeyi alarak Cebeci Hukuk Yurdu’na gittim ve okuma salonuna geçerek okumaya başladım. Bir kaç gün içinde okumayı sökmüştüm. Yaşamımda en sevinçli günlerden biri olmuştu.

İlk Adigece Şiir Kitabı ve…

Hukuk tahsili yapan Sefer Berzeg ile de ilk tanıştıklarımızda biri oldu. Sefer, KUBE Şaban’ın Latin harflerine dayalı alfabesini de bana öğretmişti. Sefer Berzeg ‘’Vatan Düşüncesi’’ adlı Latin alfabesi ile hazırladığı Adigece ve Türkçe şiirleri 1967 yılında yayınlar. Başlangıçta herkes ne olacağı üzerinde kafalarını yorarak Sefer’in geleceği üzerinde karanlık tablolar çizilirken hiçbir şey olmaz. Sefer’in dediğine göre parlamentoda Maraş milletvekili olan sayın Enver Kaplan telefon ederek kara tablolar çizmiş. Ama hiçbir şey olmadı.

Dernekle sıcak ilişkilere geçinceye kadar bir kaç aylık bir zaman geçti. Derneğimizin kendi binası yoktu. Dernekte gizliden gizliye bir ikilik olduğu anlaşılıyordu. Bir tarafta halktan halkın insanları diğer tarafta Çerkes aristokratları. Başlangıçta Çerkes aristokratlarının yanında vunekoşım Hasan Yedıc ve diğerlerinin yönetimde olduğundan olacak yer aldım.

Aristokratların dernekçilikten bekledikleri kısaca şuydu: Halk oyunlarımızla devletin balelerine katılmak ve kendimizi başka uluslara kabul ettirmek. İkinci gurup ise okumaya okutmaya ve kültüre daha çok ilgi duyuyordu. Dernek seçimlerinden önce tarihi ‘’Keklik Pınar’’ına hep beraber gidilerek yeni yönetim kuruluna seçilecek kişiler için kulis yapılırdı.

O yıllarda Çerkes gençleri birbirini desteklerdi. Cebeci Yurdu’nda Uzunyaylalı bir Abazin arkadaşımız (Uğur Yağan) kaldığımız yurtta Doğu Anadolulu bir kısım öğrencilerle bir birlerine girmişler. Olayı haber alan diğer arkadaşlarımız polisiyle’ askeriyle’ öğrencisiyle yurda geldiler. Bizleri yurdun lokaline çağırdılar, beraber getirdikleri silahları da alenen masa üstüne kayarak gözdağı verdiler. Gerek Uğur gerek ben olayın bittiğini, teşekkür ettiğimizi ve gitmelerini rica ettik. Bu olaydan sonra bizleri yurtta yalnız bırakmadılar ve 59/1 taşıdılar.

1967’de ikinci gurup seçimleri kazandı. 7 Mayıs 1967-12 Mayıs 1968 arası faaliyet raporu: 1968 döneminde tekrardan aristokrat düşünceli kişilerinde olduğu gurup seçimi kazandı. Kulis faaliyetlerinin 59/1’de yapılarak dernek yönetim kuruluna aldıkları oylarla birlikte şöyleydi: Zekiye Kazuk 126, Hayrettin Bozkurt 129, Sami Binicioğlu 113, Yaşar Bağ 125, Ceyhan Şahin 88, Mürsel Öğün 38, Ayten Alptekin 107 , Batıray Özbek 100, Sedat Atilla 57, Faruk Ermemiş 44, Harun Öğün 58, Cankat Devrim 55, Halis Güneş 51 ve Nail Seymen 56 oy.

59/1 sakinleri olarak MHP’den senatör olan Sami Binicioğlu’na karşı olmamıza rağmen büyüklerimizin ısrarı sonunda aramıza aldık.

Yönetim kurulu görev taksimini şöyle yaptı.
Zekiye Kazuk Başkan.
Hayri Bozkurt 2. Başkan
Batıray Özbek sekreter.
Haysiyet divanı; Hasan Basri Arslan, Hayri Nart, Ali Aytek, Bedrettin Kankuş, Saim Tuç, İhsan Sabri Bulur.
Murakabe Kurulu; Münir Erkök, Bedri Temiz, Yaşar Batu, Neriman Tan, Sırrı Coşkun ve Kemal Okur.

Bu gurup halen kullandığımız dernek binasını aldı. Alırken de en güvendiğimiz halk oyunları gösterilerinden elde edilecek gelirlere güveniyorduk. Bir çok illerde gösteriler yapıyorduk.

Antalya kentini de ziyaret ettik ve Nisan ayının 14’ünde görkemli bir gösteri yaptık. Dönüşte yolumuzun üstünde olan Burdur’un bir Adige köyünün sakinleri bizleri davet ettiler. Böyle bir köyün varlığından bile haberimiz yoktu. Yönetim kurulundan olan Yaşar Bağ ve ben köye gitmeğe karar verdik. Haber de yolladık. Elbrus bey buna karşı çıktı ve gitmeyeceğiz dedi. Yaşar bey ise ‘Folklor ekibinin nereye gidip gitmeyeceğine yönetim kurulunun vazifesi dahilindedir, gideceğiz’ diye ısrar edince otobüs köye doğru hareket etti.

Bu tartışmalar sürerken köye ulaşıldı. Köylüler şaşkınlıkla, hayret içinde sevinç ve coşkuyla karşıladılar. Otobüsten önce Yaşar Bağ daha sonra ben ve diğerleri indik. Ancak otobüste başta Elbrus bey olmak üzere onun müritleri yerlerinden kalkmadılar ve otobüsten inmediler.

Yaşar Bağ otobüse bindi ve inmelerini rica etti. Ancak kimse inmedi.

Yaşar Bağ mecburen geri indi ŞEVCEN Orhan ‘’Yaşar ağabey birde ben konuşayım müsaadenizle deyip izin alıp otobüse bindi ve kapıları kapattırdı. Sonra otobüsten inmeyenlere ‘’bu otobüsten inmeyenlerin ……… ederim dedi ve aşağıya indi.

Az sonra önde Elbrus bey olmak üzere geri kalanların hepsi de aşağı indi. İndi ama hepsinin suratları asık durdular.

Ankara dönüşünden sonra Elbrus bey ‘Bu şartlar altında ekibi çalıştıramayacağını‘ içeren bir dilekçe yazdı. Yönetim kurulunda bir telaş başladı.

Yaşar Bağ şu konuşmayı yaptı. ’Değerli büyüklerim, paranın ödenmesi eğer folklor ekibimizin gösterilerine kaldıysa bu derneği kapatalım. İşte şimdi dernek olduğumuzu kanıtlayalım. Başka çözüm yolları arayalım. İkincisi Elbrus bey blöf yapıyor. Onun gidebileceği tek kapı Adige kapısıdır. Kapıdan atsak bacadan geri gelir. Şimdi oturalım nasıl çalışalım, onun planlarını yapalım’ dedi.

Otobüsten inmeyenler kimlerdi acaba? Şocen Orhan’ın aramızdan ayrıldığı yıllar oldu. Allah mekanını cennet eylesin. Üzülerek öğrendim ki, Yaşar BAĞ da ağır hastaymış. Kendisine acil şifalar dilerim. Bu dostlarımız ya da olayı yaşanlarımızdan birileri tesadüfen olsa da hatıralarını yazmışlar mıdır acaba?

Halk oyunları ekibi konusunda Yaşar Bağ”ın dediği olur, olaydan iki üç hafta geçtikten sonra sayın hocamız ve talebeleri tekrardan aramıza katılırlar. Yönetim satın alınan dernek binasını finanse edebilmek için Türkiye çapında büyük bir eşya piyangosu düzenler. Yurt çapında gerçekleştirilen başarılı bir kampanya sonrası biletlerinin tümü satılır. Elde edilen gelirle de Ankara Çerkes Derneği’nin bugünkü güzel binasına temel olan mütevazı bina alınır.

Kürdistan’ı layık görenler

Savaş acıdır. Savaş yokluktur. Savaş zavallılıktır. Savaşta kazanan yoktur.

Savaş çaresizliğin dışa yansımasıdır. Bir kere ateş edeceğine bin kere düşünmek daha iyidir ve karlıdır her yönden zararını çekenler Çerkesler olmuştur. Suriye’den yardım toplamaya gelen hemşerilerimiz için dernek yönetim kurulumuz, Hayri Bozkurt’un Sıhhiye Menekşe sokaktaki evinde bir toplantı yaptı. Yönetim kurulu dışında da saygınlığı olan sevilen kişilerde davet edildi.
Toplantının nedeni hakkında dernek başkanımız bilgi verdikten sonra ‘’söz almak isteyen var mı’’ diye sordu.

Sami bey el kaldırdı ve söze başladı: ’’Buraya gelmeden önce Başbuğumuzu ziyaret ettim. Ona toplantı nedenimizi anlattım. Hepinize selam ve sevgilerini gönderiyor. Ve dedi ki, ’’eğer Suriye Adigeleri istiyorlarsa buraya getirebileceğiz.’’

Hepimiz şaşırdık kaldık.

Sami beyin sözü biter bitmez, Yaşar Bağ, ‘’Sami bey teşekkürler ilginiz için. Peki bu hemşerilerimizi nereye yerleştirmek istiyor Türkeş bey’’ diye sordu. Sami bey ‘’Onu da konuştuk. Doğu Anadolu’ya Kürtlerin arasın’’ yanıtını verdi.

Hepimiz birbirimizin yüzüne bakıp kaldık.

Yaşar bey soğukkanlılıkla ve efendice; ‘’Sayın Türkeş`e çok teşekkür ediyoruz. Biz böyle bir teklifi kabul edemeyiz. Batı Anadolu’yu teklif etseydiniz misafirlerimize söyleyebilirdik‘’ dedi.

Hemen hemen aynı tarihlerde İstanbul derneğine de Kfar-Kame’den konuklar geldiler. Açmuz Şumaf başkanları ve onlarda isteklerini dile getirdiler. İsrail’deki Çerkesleri TC’ye göç ettirmek.

Hasan Yurdakul konuklara sahip çıkar ve evine götürür. Misafir odasının penceresini açar ve size İstanbul’u göstermek istiyorum der. Ve konuklar pencere yaklaşınca şöyle seslenir: Ben sizi sevdiğimden evime getirmedim. Bilakis sizleri uyarmak için. Bir daha bu konuyu açmayalım. Unutun Türkiye’yi. Yoksa bir dahasın da her ikinizi de pencereden aşağıya atarım.


Samsun gösterileri. Soldan sağa: Sefer Berzeg, Batıray Özbek (sekreter) Dr. Zekiye Kazuk (Başkan), Hayri Bozkurt (2. Başkan)

Soldan sağa: Tahir, Yahya Gış, İmdat Halis (Hapşu), Orhan Şevcen ve Ersin Aşan


Antalya şehir parkında Ankara derneğinin ekip elemanları ve Antalyalı Adigeler

Ankara Derneğinin politikası zamanla Gençlik Caddesi 59/1 belirlemeye başladı. Sözünü ettiğimiz bu daire başlangıçta dört öğrenci tarafından kiralandı. Bodrum katı ve üstü bakkal, kasap ve sebzeci dükkanı olduğundan, Kafkasyalıların bir özelliği olan yüksek sesle konuşma alışkanlığına yasaklar olmuyor ve yapılan tartışmalarla hiç kimseyi rahatsız olmuyordu.

Ankara derneği kurucu üyeleri

Kültür dernekleri kültürün ne anlama geldiğini bilen kişilerce kurulur. Hele hele kültür derneğinin asıl amacı yokluğa mahkum olmuş küçük bir halkın geleceğinin kaygıları düşüncesiyle kurulmuşsa, kurucu üyelerinden de o denli bir kültür birikimi beklenir.

Bu nedenle olsa gerek genel de kültür dernekleri o halkın entellektuelleri tarafından kurulur ve yaşama geçirilir.

Peki kimdi Ankara Derneğini kuranlar?

M. Zihni Hızal; sivil pilot, İzzet Aydemir; memur, Hasan Dinç; hukukcu, İhsan Sabri Bulur; memur, Necati İtez Karaçay; memur, Hayrettin Şen; serbest ticaret, Cemal Özpolat; memur, Orhan Ünal (Lezgi), Necati Kaya Erdem (Osetin).

Hepimizin çok çabuk gözleyebileceği bir oluşum. Kurucu üyeler çok çeşitli meslek gruplarından gelmekte ve halkı temsil etmektedir.

Tesadüfü mü yoksa bilinçlice mi bilmiyorum ama etnik kimliğimize sahip çıkanlar en azından o yıllarda halktan insanlardı. Okuyan ve entellektuel dediğimiz kişiler ise zannımca devlet kademesinde aldıkları yerlerini kayıp etmek endişesi ile pek ilgilenmediler ya da ilgilenmez gibi göründüler.

Dernekte açıkça ya da belli etmeden yürütülen kalıtsal düşünceler vardı. Geleneksel sosyal yapıya göre kendilerine öncelik payı veren tanıyanlar ve ona göre Çerkesliği yorumlayanlar. Bu tür düşüncelere tamamen karşı çıkanlar; geleneksel sınıf yapısının yanı sıra kabilecilik yapanlar-kendini Verk sayan bir büyüğümüz ‘’dernek seçimleri gerekli kanuni zorunlulukları yerine getirmek içindir. Kim seçilirse seçilsin derneği biz yönetiriz deyince Hatko Yaşar Bağ ‘’olmaz öyle şey. Seçilen kişidir başkanımız ve onun dediğini yapmak zorundayız’’ demişti.

Kendilerini Çerkes kabul ederek Ankara’nın çeşitli mahallelerinden hafta sonlarında gelenler çok oluyordu. Ne yazık ki bunlar anadillerini genelde iyi bildikleri halde kendilerini derrnekte pek rahat hissetmiyorlardı. Bu nedenle de çoğu kez dernekten uzak kalıyorlardı. Sonuçta amacımıza ulaşamıyorduk.

59/1 kapısı gerçek bir Adige haçeşi gibi her zaman açıktı. Adını duyan bilen herkes gelip, yiyip içip kalkıp gidiyordu. Herkese her gün kapısı açıktı. Az zamanda adı Türkiye dışında yaşayan Çerkesler arasında da yayıldı. Günlerden bir gün eve geldiğimizde evde kumral genç bir delikanlının oturduğunu gördük. Adigece selamlaşıp neren geldiğini sorduk.
– Suriye’den, cevabını verdi
– Kimlerdensin?
– Hatko
– Hatko mu?
– Evet.
– Hatkoyum demekle Hatko olunmaz. Hatkoluğunu göstermen, kanıtlaman gerekir.
– Nasıl anlamadım.

Sururi arkadaşımız dinle kardeşim; ’’Biz çift sürerken karasabanın kazdığı dizeye öküzler düşünce kendiliklerinden çıkamazlardı’’ diye anlatmaya başlamıştı ki, misafirimiz o ne ki, çölde ağabeyimle ciple geziyorduk. Birden bire önümüze bir yılan çıktı. Yılanı ezmek için cipi üstüne sürünce yılan cipe dolandı ve bizi havaya kaldırdığı gibi‘’ dedi. Sururi ‘‘tamam tamam Hatkolugun kanitlandi” diye gülüştük.

Güleriz ağlanacak halimize

Sururi, Asetin kökenli arkadaşımızdı. Yakın arkadaşı Cankat kendisini Düzceye götümüş. Dönüşünde ”ben bir haftada Adigece öğrendim” dedi. Hepimiz kahkahalarla güldük. Vallahi öğrendim dedi ve söze başladı. ‘’Dokuz kişi bir minibüsüm binmişi tıxuğ’’. Görüldüğü gibi cümlede tek bitr tıxuğ sözcüğü Adigece. Aynı asimile Düzce’ye mahsus değil diasporada hemen hemen aynısı diyebiliriz.

Birlik beraberlik

Üniversitelerde okuyan öğrenciler arasında birlik ve beraberlik bu yıllarda örnek bir seviyedeydi. Ankara Cebeci Hukuk yurdunda bir kaç Adige kalıyorduk. İçimizden birinin okuma salonundaki tuttuğu yer için doğu Anadolulu öğrencilerle küçük bir tartışması oldu.

Bunun haberini alan diğer üniversitelerdeki Çerkes kökenli öğrenciler, sivil kıyafetli polisler vs Cebeci yurduna geldiler.

İçeridekilerden çok daha fazlası da yurdun etrafını çevirirdi. Yurtta adlarımız anons edildi ve öğrenci kantinine ziyaretçimiz olduğu ve kantinde beklendiğimiz söylendi. Kantine gidince birde ne görelim; Çerkes kökenli öğrencilerle dolu. Tabancalar (polislerin) açıkça masaların üstüne konmuştu. Bu gövde gösterisinden sonra bizimle daha efendice geçinmeye başlarlar.

Ankara Derneği’nin Ankara kentinde çok iyi bir adı vardı. Bir ara dernek binası ararken Ankara Beşevlerde Çerkes olmayan bir sanatçı görev için bir kaç yıllığına yurt dışına gidiyordu. Bizim dernek binası aradığımızı duymuş ve dayalı döşeli villasını bize ücretsiz vermişti. Bu derece güvenleri vardı.

Ankara Derneği’nin yazılmamış tüzüğü 59/1’de sözlü olarak tüm diaspora Adigelerine ‘dönüş’ tezini anlatıyor ve benimsetiyordu. Dernek binasının satın alınmasından sonra İbrahim Abaza ile birlikte Kiril harfleriyle okuma yazma kursları açtık. Bunun haberini alan yönetim kurulundan Başkan Zekiye hanım karşı çıktı ve her ikimizi dernekten atmak için uğraştıysa da yönetim kurulunda bilhassa Hayri Bozkurt ve Yaşar Bağ ağabeylerimiz ve diğerleri ona uymadılar.

Dernek yönetiminde olan bir büyüğümüzle göçle ilgili sohbet ederken (o yıllarda hep göçten söz edilirdi) ‘ah şu komünistler bizi vatanımızdan sürdü deyince şaşırıp kalmıştım. Saygıdeğer büyüğümüz yanılıyorsunuz. Çerkesler komünistlerce değil Çar tarafından kovuldular. O zaman Karl Marks daha kapitali bile yazmamıştı, deyince bu kez kendisi şaşırıp kalmıştı.

Pito’nun aramıza katılışı

Türk televizyonunu yeni yayına başlamış ve bilgi yarışmaları düzenliyordu. Bu yarışmalarda devamlı olarak bir kişi kazanıyordu. Özdemir Özbay adlı Hukuk Fakültesi öğrencisi olan bu kişi Uzunyayla Abazinlerinden ve kendi anadilinin yanı sıra Fransızca’da biliyordu.

Dernek başkanımız Kemal Cankat’ın kardeşi bizi kendisi ile tanıştırdı. 59/1 öyle hoşuna gitti ki burada kalmaya başladı. Türkiye koşullarına göre lüks sayılan bir evde kalan Özdemir o lüks evi bırakarak bizde kalmaya başladı. İri yarı olmasından dolayı kendisine Abazin dilinde cüce ya da küçücük anlamında ‘Pito’ adını taktık. Bu ayaklı bilgi kütüphanesi de 59/1 müdavimi olmuştu. Evinde kaldığı eniştesi ”bu çocuğu bizden koparıp kendine çeken bu evi görmek isterdim” derdi. Evet kanepelerde ya da iki, yerine göre üç kişin beraber yattığımız lüks evimiz. Bilgi ve ruhen rahat ettiğimiz 59/1.

Dergilere yardım

Ankara’da yayınlanan Kafkas Dergisi ile İstanbul’da yayınlanan Yeni Kafkas Dergisi’nin ekonomik zorluklarını bildiğimizden yardım etme amacıyla İbrahim Alhas başkanlığında Kafkas yayınevi kurmak istedik. Rahmetli Vasfi Güsara da bir bilgilendirme yazısı gönderdik. Cevabı şu olmuştu: Özbeklerin ve Bozkurtların arasında benim yerim yok! Sonuçta yayınevi maalesef kurulamamıştı.

Yaşar Bağ, Elbruz hocadan devamlı olarak halk oyunları topluluğuna Adige halk danslarını da Zefaku Tleperüş vs. gibi öğretmesini istedi. Elbrus hoca ise bu oyunların sahneye uygulanamayacağını bahanesini ileri sürerek reddediyordu. Zamanla perosterıkadan sonra yapılabilineceğini, uygulanabileceğini anavatandaki artistlerimiz kanıtlarlar.