ESKİLERDEN: ANLAŞILMAK MUTLULUKTUR

Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam

Saat 22: 14.

Hemen her akşam olduğu gibi bilgisayarımın başındayım. Uzun zamandır evde yalnızım. Sağlık sorunu nedeniyle eşim Ankara’da. Sitelerimizde dolaşmak, yazmak eleştirmek, bana ilişkin eleştirileri okumak… Yalnızlığımı yenme çabasından öte bir yaşam biçimi oldu benim için.

“Anlaşılmak mutluluktur”. Belki herkeslerden daha çok, yazanlar tatmak ister bu mutluluğu. Gerçekten ne büyük mutluluktur istediklerinizi anlatabilmiş olmak ve yanıt bulmak benzer yürek atışları ile.

Anavatana dönüş yaptığımdan beri yazıştığım eski arkadaşlarımla, dosyalar dolduracak kadar çok, çoğu da yanıtsız kalan yazı birikti. Bütün bu yıllar, eski arkadaşlarıma, birlikte belirlediğimiz “dönüş ilkelerini” yeniden benimsetmek mücadelesi ile geçti. Çok yumuşak başlayan eleştirilerim zamanla sertleşti. Yakın çevrede adım “üslup bilmeze” çıkarıldı. Evet zaman, zaman çok keskin yazdığım, konuştuğum da olur. Bunun da farkındayım. Ancak tuhafıma giden, bunda arkadaşların kendi paylarının da olabileceğini hiç düşünmemeleri… Eleştiriler nasıl sertleşmesin, yazılanlar yanıtsız bırakılıyorsa, yapılması gerekenler yapılmamışsa, yapılmıyorsa, en önemlisi “Dönüş İlkeleri” hepten unutulmuş, paradigma kaybedilmiş, politika çarpıtılmış ise…

Ancak anlık mutluluklar da yaşamıyor değilim. Örneğin 2006 yılı Ocak ayı başları. Kaf-Fed merkezinde, dernekteyiz.

Dil Komisyonu toplantısı.

Komisyonda olmadığım halde incelik gösterdiler, ben de çağrıldım toplantıya. Çoğu eski kadrodan. Mutluluk heyecan… Nereden nereye… Ádığece yazılı metinleri, kitapları sakladığımız yılları anımsamamak, yakılmak zorunda kalınan kitaplar, belgeler için yeniden üzülmemek ne mümkün.

Evet, Türkiye Cumhuriyeti AB yolunda. Genç arkadaşların hazırlamış olduğu Anadil Projesi desteğe layık görüldü. Cep harçlıklarımızla, teksir makinaları ile alfabe çoğalttığımız günler geride kaldı. Bu projeyi en iyi şekilde gerçekleştirme çabası yoğun… Mutluluğu asıl büyüten program çerçevesinde eğitim görecek, kursu bitirecek on beş adayın Abazaca ve yirmi beş adayın da Ádığece ders verebileceği belgelerinin verilecek olması. Daha önemlisi bunun T.C. Milli Eğitim Bakanlığı’nca geçerli sayılacak olması. Bu 94 belgeleri alan arkadaşların daha sonra açacağı kurslar belki de arzu edilen yoğunlukta olamayabilecek. Ancak bu çalışmanın önemini küçültmez. Birçok yazımda altını çizdim, asıl eksiğimizin çağın gereklerine göre hareket edememek olduğunu ama işte çağın olanaklarını kovalayan genç kadro, projesini de çağın gereği gibi hazırladı ki desteğe layık görüldü. Emeği geçen tüm arkadaşları gönülden kutluyorum.

”Nerden nereye” deyimini sadece TC yönetimi, Türkiye’deki demokrasinin gelişmesi, anadillerin özgürleşmesi anlamında kullandığımı sanmayın. Gençliğimizde anadilimizi okuyup yazma konusunda karşımıza engel çıkartanlar, kendi büyüklerimiz, dernek yönetim kurullarında da yer alan yaşlılarımızdı.

Yıl 1968. Dönemin gençlerine dernekçilik, dernek disiplini vb. konularda çok emeği geçmiş sevgili Yaşar Bağ ağabeyimizin destekleri ile Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Gençlik Kolu’nu kurduk. Dernek Yönetim ve Onur Kurulu ile Gençlik Kolu toplantı halindeyiz. Önümüzdeki çalışma döneminde yapılabilecek şeyleri konuşuyoruz, belirli bir saygı çerçevesinde. Başkanımız Cemil Yıldız, gençlik kolunun ilkelerini iletti yönetim kurulumuza. Sonra da çalışma programımızı. Maddelerden biri anadilde okuma yazma kursları açmaktı. Tüm büyüklerimizde bir infial. Nasıl olabilirdi. Komünist bir ülkeden gelen kitaplar nasıl taşınabilir, nasıl okunabilir, nasıl okutulabilirdi. Buna nasıl cesaret edebilirdik. Hem bu kitapları nasıl sağlıyorduk. Nerden, nasıl geliyordu bu kitaplar?

Amasya’lı Ceyhan Lu ağabeyimiz söz alır bu sorular üzerine. Tanıyanlar bilir Ceyhan ağabey çok ağır-aheste, çok yumuşak konuşurdu. Genelde de dinlemeyi tercih eden, daha çok, üreten bir ağabeyimizdi. O dönemde de Kafkasya Kültürel Dergi’ye emek veren, İzzet Aydemir ağabeye 95 yardımcı olanlardandı.. Evet söz alan Ceyhan Lu, tanımlamaya çalıştığım kendine özgü konuşması ile “Vallahi kitaplar, diğer arkadaşlarıma nasıl geliyor bilmiyorum ama bana, TC postaları ile geliyor” demez mi?… Soruyu soran büyüğümüz dahil makaraları koyuvermiştik.

Çok, çok uzun yıllar oldu Lu Ceyhan ile görüşemediğimiz. En son İzmir taraflarında olduğunu duymuştum ama Ceyhan ağabey özellikle o toplantıdaki hali ile hep gözümün önünde… Bir de her okuduğumda gözlerimin nemlenmesine engel olamadığım Kafkasya Kültürel Dergi’deki şu anlatısı ile… Biliyorum okuduğunuzda, siz de iliklerinize kadar duyumsayacaksınız sürülen, aldatılan atalarımızın, çocuklarımızın, halkımızın nasıl tükendiğini, köylerimizin nasıl yok olduğunu… Hem her birimiz maalesef artık tanığı değil miyiz doğup büyüdüğümüz köylerin yok oluşuna… Kimilerimizin köyleri belki duruyordur yerli yerinde yerleşim yeri olarak… Peki dil, nüfus, çocuk sayısı… Kim söyleyebilir okuyacak çocuk bulunamadığı için kaç köyümüzde ilkokulların kapandığını?… Hangimiz tanık olmadı köylerimizin ancak tatillerde birazcık hareketlendiğine… Dedelerimiz, ninelerimizin, torunları ile anlaşabilmek için yarım yamalak Türkçe konuşmalarına…

Sevgiyle andığım, bu yazımı okusun dilediğim Ceyhan Lu ağabey’in anlatısı bunlar dışında, kim bilir daha neler düşündürtecek sizlere… “Çerkes Vadisinde 12 Çerkes Mezarlığı Öğretmen: C. LU Amasya’dan Göyüncük’e gidenler, Kırkağaç istasyonunu geçtikten sora, Çekerek’in her iki yanında uzanan ırmağın suladığı, senede en az iki defa ürün veren ; traktörlerin arı gibi vızıldadığı, yer, yer kavaklıklar ve meyve bahçeleriyle örtülü verimli ovacıkları 96 görmüşlerdir. Irmağın sağında, solunda, kah vadinin tabanında, yada yeşillikler arasında, küçük küçük köylere –ki bunların üç tanesi 1864’den sonra Kuzey Kafkasya’dan göç eden Çerkeslerin kurduğu Gözlek, Konuralan, Bekdemir köyleridir- rastlanır.

Kısa tarihçesi ile ilgilenmek amacıyla bu üç köyü gezmeğe gittiğimde, amacımı gerçekleştiremedim ama bunun yerine 12 Çerkes mezarlığı ile karşılaştım (Bunlardan birisi de benim dedelerimin yattığı mezarlık). Mezar taşları yıkılmış, sahipsiz, bakımsız, zavallı bir görünüş… Bu on iki Çerkes köyü, ne zaman, hangi yolla, ne gibi çileler çektikten sonra Kafkasya’dan buralara düşmüşlerdi? Daha önce acaba diğer kader arkadaşları gibi kim bilir nerelerde konaklamışlardı?

Bu on iki mezarlık buraya kadar erişebilenlerin mezarları. Ya buralara erişemeden yollarda dökülenler. Yaşlılar, kartal bakışlı yiğitler, selvi boylu, nazlı Çerkes kızları, henüz yeşermeğe fırsat bulamadan, tırpanla biçilmişçesine toprağa serilen zavallı sabi yavrucaklar…

Mezar taşlarına bakarak haklarında öğrenmek istediklerimdi bunlar. Ama mezar taşları benimle konuşmadı, sorularıma cevap vermediler. Sanki onların uğradığı bu elim felaketin sorumlusu benmişim gibi, bazı mezar taşları başlarını toprağa gömmüşlerdi. Fakat yine de içlerinde anlayışlı olanlar vardı. Birşeyler, hatta birçok şeyler anlattılar bana. Ben pek azını anlayabildim anlattıklarının: “Biz” dediler, “şu topraklarda yatanlar, Çerkes muhacirleriyiz. Rus Çarları ülkemize göz dikmişlerdi, yurdumuza sahip olmak için savaştılar bizimle. Savaştık, savaştık, tam üç yüz yıl boyunca savaştık vatanımızı, hürriyetimizi korumak için. Ama düşmanımız büyüktü, çok güçlüydü. Tüketemedik öldürmekle, sonunda biz tükendik. Düşman ülkemizi aldı. Biz de ‘vatanımızı kaybettikse de imanımızı kaybetmedik a’ dedik. Terk ettik vatanı, geldik halifenin ülkesine, İslam diyarına.

Biz tepeleri, gökleri delen Kafkas’ın çocuklarıydık. Kartal yuvalarında büyümüştük Hamurumuz, Kafkas’ın toprağıyla yoğrulmuştu. Kafkas vadilerinin buzlu sularıyla sertleşmiş, çelikleşmiştik. Boynumuz kalın, bileklerimiz kuvvetliydi. Ne yazık ki Çekerek vadisinin çürük suyu, bataklıklarındaki uğursuz sivrisinekleri boynumuzu armut sapına çevirdi. Günlerce kulübelerimizin etrafında tir, tir titreyerek, güneşlenip yattıktan sonra bir daha kalkmamak üzere buraya, ebedi yerimize göç ettik. İşte delikanlı bu on iki Çerkes köyünün tarihçesi.

Bu on iki Çerkes köyünün kurulduğu yıllardaki nüfusu ile isimleri aşağıdadır:

Kılcak (Penexes) 80 haneAbdzax

Kabaktepe 30 Abdzax

Sergiz 500 Kheberdēy biraz da Abdzax

İskilip 60 Abdzax Kutluköy 80 Kheberdēy

Bekdemir 80 Abdzax

Konuralan 55 Abdzax

Kötüköy (Westekhuehabl) 65 Abdzax

İğdelik 70 Abdzax

Kavak 45 Abdzax

Şuayip köy 25 Kheberdēy

Gözlek 80 Abdzax

Şu anda bu köylerden Konuralan’da 40 hane, Gölek’de 15 hane, Bekdemir’de 10 hane Çerkes aile oturmakta ise de Gözlek ve Bekdmir’de oturanlar bu köylerin kuruluşunda burada oturmayıp, son senelerde başka köylerden buraya gelip yerleşen Çerkes aileleridir. Ayrıca Gözlek köyünden 15 hane de Kötüköy’e yerleşmiştir.”

Evet yukarıdaki liste köylerin kuruluş yıllarındaki durumu…1968 yılındaki durumu da Ceyhan Ağabey tespit etmiş. Peki ya şimdi, 2006 daki durum … Bu anlatıyı okuyan, halkını seven, dili kültürü yaşasın isteyen her insanın, sizce de yüreği sızlamaz, gözü nemlenmez mi? Ya siz kendinizin yürek burkulmasına engel olabildiniz mi? Diyasporada var olunamayacağını iliklerinize kadar duyumsamadınız mı?

Mıyequape dönüşü CC’deki posta kutusuna bir aya yakın bakamamıştım. Bir hafta kadar önce açtığımda çok uzun süre önce yazılmış birkaç ileti buldum kutuda. Bunlardan birini Sayın Aytek Kubat göndermişti. CC’deki 28.01.2006 tarihli dağarcık’da, haftalık yazımda, sözünü ettiğim, eleştirdiğim Ankara Derneği’ndeki bayramlaşma merkezli yazıda değindiğim hemen her konuya değinen, ince bir yazı. Sayın Kubat ile ilk kez bu bayramlaşmada karşılaşmıştık, genel konuşmalar, çerçevesinde, görüş belirtmeler dışında, özel bir sohbetimiz de olmamıştı. İzninizle, xabze dışına çıktığım için de utanarak yazının kimi bölümlerini vereyim:

“Sayın Hatam Necdet Bey, Öncelikle selam ve sevgilerimle sizi kucaklıyorum. Uzun süre bir arıza nedeniyle bilgisayar’ım devre dışıydı, bu nedenle internet bağlantım kesilmişti. Sizin kendinize özgü üslubunuzla kaleme aldığınız nazik, kırıcılıktan uzak ama etkili yazılarınızı okumaktan mahrum kalmıştım. Şimdi uzun bir süre sonra sizi okumaktan büyük bir keyif aldığımı dile getirmek isterim.”

Hemen her tartışmada, yazışmada eski arkadaşlarımca, çoğun özünde haklı olmama karşın üslubumun yanlış olduğu, kırıcı olduğu konusunda o kadar çok eleştirildim, eleştiriliyorum ki Sayın Kubat’ın bu sözleri benim için gerçekten mutluluk kaynağı oldu. Anlaşılma mutluluğunu yaşattı. Kimi eski arkadaşlarımla, tartışmalarımızı gerçekten kırıcı boyutlara götüren asıl nedenin, benim kırıcı üslubumdan çok, özle ilgili olduğu, üzücüdür ki kimi arkadaşlarımın paradigmalarının değişmiş olduğu görüşümü pekiştirdi. Bu arkadaşlarımın, yazılarım için kendilerinden farklı düşünenlerin de olduğunu görmeleri 99 isteğim, xabzeye aykırı davranmama neden oldu, lütfen affedin…

“Bayramlaşma” yazımdaki eleştirilerime katılan Sayın Kubat, xabzeye uygun nasıl bayramlaşılması, genelde bir toplulukta xabze’ye uygun nasıl selamlaşılması gerktiğini o kadar güzel anlattı ki sadece bende kalmasına gönlüm razı olmadı:

“Bu tür olayları, telefon mesajlarıyla yer ve zaman belirterek ilan etmekle organize etmiş sayılamayız. Sizin de değindiğiniz gibi; Konukları karşılama, müzik benzeri birçok şeyi düşünmek ve yılda iki defa gerçekleşen böyle günleri çok iyi değerlendirmemiz gerek.

Salona girenlerin büyük bir çoğunluğunun bırakın “Xabze”yi protokol kaidelerini bile bilmediklerine, bilenlerin de o karambolde suyun akışına kendilerini bıraktıklarına şahit olduk. Sizi rahatsız eden hususlar, beni de, belki birçok kişiyi de rahatsız etti.

Böyle bir salona giren kişinin kapıya en uzak oturan kişiye bakması onun davranışlarına göre kendi rolünü oynaması gerektiğini yine bu tür toplantılarda bilenlerin bilemeyenlerin kulağına üflemesi, ayrıca iki ayda bir çıkan dergimizde kısa-kısa anlatılması gerekmektedir.

Başlamışken yarıda bırakmayayım. Oturan yaşlının davranışları neler olabilir?

1) Salona giren kişi 7 yaşında olsa bile ayağa kalkmak esastır. Ancak Thamade o andaki sohbeti veya konuşmayı kesmemek için oturduğu yerden başını öne eğerek gelen kişiyi selamlar.

2) Ayağa kalkıp kendisini selamlar ve el işaretiyle oturmasını veya kendisine bir yer bulmasını işaret eder.

3) Ayağa kalkıp bir adım öne çıkar.

4) Ayağa kalkıp oturduğu yerin önünü açarak birkaç adım ilerler.

Salonda bulunan diğer kişiler de yaşlının davranışına paralel hareket ederler. (genelde thamadelerin sağ tarafında bayanlar sol tarafında baylar yaş durumuna göre oturmalı veya ayakta durmalıdırlar) Salona giren kişi erkekse kendisinden daha genç olanlar bulundukları yerden bir sola, bayan ise hemcinsleri yine yaş durumuna göre bir sağa kayarak kendisine yer açarlar.

Salona giren kişi Thamadenin 1 ve 2 nolu davranışlarından selamının alındığını anlar ve sessizce kendisi için açılan yere geçer. 3 nolu davranış Thamadenin kendisiyle tokalaşmak istediğini belirtir. Salona giren kişi seri adımlarla kendisine yaklaşıp elini alır. Thamadenin sağında oturan elini uzatırsa onunla ve Thamadenin solundaki ile de tokalaştıktan sonra geri, geri yürüyerek kendine açılan yere gider. Kaideyi bilen bir dördüncü kişi elini uzatmaz.

4 nolu davranış: Gelen kişinin, saygıdeğer bir büyük olduğunu gösterir. Gelen yaşlı da üç kişi ile tokalaştıktan sonra yüksek sesle salondakileri selamlayıp kendisine gösterilen yere oturur.

Bu tür yerlerde maddi güç, makam ve mevki’e değil aklıselim yaşlıya itibar edilir.

Büyüklerimden özür dileyerek şunu dile getirmek isterim ki; Kafkasya’da misafirhaneler (Ádığece haççeş) en üst seviye sosyal ilimler akademisi görevini görüyorlardı. O kültürü almamış olanların yaşları, etiketleri ne olursa olsun topluma yarar sağlamıyorlar. Söz konusu bayramlaşmamızda bir ağabeyimiz sözüm ona modern bir örnek sergiledi; Öncelikle bayanların oturduğu köşeye yöneldi. Elbetteki geleneklerimizde bayanların öncelik taşıdığı yerler var ama kanaatimce o yer burası değildi”.

Sayın Kubat’ın, adı geçen yazımda yaptığım isim yanlışlığı için yazdıkları, kırıcı olmayan, hep göz önünde bulundurmaya çalışacağım bir ince eleştiri örneği; “İnternet’teki 101 yazınızdan konuşmam esnasında bir hata yaptığımı zannediyorum. Galiba Musa Kunduk Paşa diyeceğime oğlu Bekir Sami Kunduk’un adını vermişim. Bu da sizi tarih olarak yanıltmış olmalı. Eğer böyle bir hata yapmış isem özür dilerim.”

“Muhacirin Hicrandır Ömrünün Yarısı”. Bilmem ki bir kitabın adı kendini nasıl bu kadar güzel tanımlayabilir. Hele okumayı bir bitireyim, yolculuk sırasında beni dolayacağı anıları da sizinle paylaşmaya çalışacağım ve soluk alabildiğim sürece de yürüyeceğim. Çünkü biliyorsunuz halkıma sözüm var.

“(…)

sözün kısası güzelim;

seni sarsmamalı

en sağlam bildiklerinin yıkılışı

yldırmamalı seni

en yılmaz bildiklerinin yılgınlığı

yürümeli, yürümelisin

inancın doğrultusunda sağlam adımlarla

taaa ki…

ereğine varıncaya dek

ya da ölünceye…”