GERÇEK ve GENÇLİK KİMİN UMURUNDA

YEMUZ Nevzat Tarakçı

Dernek toplantısı.
Genç; ağır, emin adımlarla konuşma kürsüsüne yöneldi.
Mikrofonu eline aldı, şöyle bir salonu süzdü.
Duruş, düzgün, bakışlar derin ve keskin.
Genç, her halinden belli ki dolu, hem de ağzına kadar dolu.
Bakıyor, salon da dolu.
Gözleri salonda genç arıyor.
Salonda genç yok denecek kadar az.
Genç, endişeli, zira salonun yaş ortalaması oldukça yüksek.
“Gerçi ben de 30 yaşlarındayım!” diye geçiriyor içinden!
Yöneticiler konuştu, yetişkinler konuştu… sıra kendisindeydi…
Tüm konuşmaları dikkatle dinlemiş, konuşulanları not almıştı.
Kendisinden önce konuşanlar, neden “mutlaka konuşulması gereken, çok acil çözüm bekleyen konuları” konuşmamıştı, buna bir anlam veremedi.

TAHAMMÜLSÜZLÜK
Aslında bu durumu çok da yadırgamadı alışkındı bu durumlara, ne de olsa dernekte büyümüştü.
Bilirdi derneği, bilirdi yetişkinlerin tavrını, bilirdi çoğu yaşça büyüğün gençlere tahammülsüzlüğünü!
Bir kez daha salona baktı, endişesi arttı, biraz daha gerildi…
Yutkundu, bir kez daha yutkundu…
Ama konuşmalıydı, mutlaka konuşmalıydı.
Yaşanan felaket sonrası yardımı sürecinde yaşadıklarını, kızgınlık ve kırgınlıkların unutulup can pazarındaki halka yardım ulaştırmak varken yaşanan çirkinlikleri, gecesini gündüzüne katıp sahada sabahlayan yardım kampanyasının sembolleşen kahramanlarının yanında bazı yetkililerin süreçteki tutarsız kararlarını, egolarını, kavgacı tutumlarını, sen- ben davalarını, afra ve tafralarını, küsenleri, kırılanları, ayrılanları konuşmalıydı.

YALANCI PEHLİVANLAR
Ama en çok da süreçte bölgeyi terk edip süreç sonrasında bölgeye dönen, şimdilerde “Her yardımı ben yaptım!” tavrıyla rol yapan yalancı pehlivanları…
Diğer taraftan hayranlıkla izlediği samimi, güzel insanların insani yönlerini anlattıktan sonra, utançla izlediği o ahbap- çavuş ilişkilerini, kıskançlıkları, haset ve nefretleri, yalanları, iftiraları, dev gibi görünen cüceleri, yüzü maskelileri… Hepsini anlatacaktı.
Yine yutkundu, derin bir nefes daha aldı…
Yok, yok anlatacaktı, ne olursa olsun anlatmalıydı.
Belki hayatının en sakin ses tonuyla hâzirunu saygı sözleriyle selamlayarak başladı konuşmasına.
Ana diliyle kendisini tanıttı, niçin kürsüye geldiğini anlattı.
Bölgede yaşanan, yönetmenliğini malum yetişkinlerin yaptığı süreçte toplumun aldığı ağır yarayı, kendisine yapılan hakaretleri, yaşça büyüklerin bu olan bitenlere tepkisizliğini, yıpranan yönetimlerin değişmesi gereğini vurguladı.
Bölgede yaşananları, kendisinin bizzat yaşadığı o unutulmaz acıları, o zor geçen günleri…
Üslubu da konuşmanın içeriği de harikaydı!
Oldukça samimi, dolu dolu bir konuşmaydı.
Genç, her kelimeyi itinayla seçti, her sözünü pamuklara sararak söyledi.
Gereğinden fazla dikkatliydi, titizdi, çünkü yaşça “büyüklerin gazabına uğramak” dediğimiz bir gerçek vardı.
Bir başka derneğin genel kurulunda yaşananlardan, o süreçte göreve talip olduğunda karşılaştığı akıl almaz hallerden, halının altına süpürülen gerçeklerden, suya sabuna dokunamayan yöneticilerden, doğruları bildiği halde konuşmayanlardan bahsetti…

“BİR OLALIM!”
Hiç birlik olamadığımız halde sürekli birlik, beraberlik mesajları verip dağılıyoruz.
Dün böyle yaptık, bugün de böyle yapıyoruz, yarın da böyle yapacağız.
En garip olanı da bu süreçte yaptıklarınızı neden bu kürsüde bu kadar vurgulayarak kendinizi anlatıyorsunuz bu ayıptır bize yakışmaz.
Halkımız için elbette elimizden geleni yapacağız, ama bazı konuşmacılar yaptığı her şeyi burada nasıl da ağız dolusuyla anlatıyor.
Ayıp değil mi, insan samimiyetle yaptığı iyilikleri burada halka haykırır mı, bu yakışmıyor bize!
Sorunları konuşamıyoruz, çözüm üretemiyoruz, konuşan gençleri linç etmeyi gelenek haline getirdik…
Bir şey daha söyledi ki…
“Çok şey söylemeyi planlamıştım ama anladım ki bu salonda bizler aynı frekansta konuşmuyoruz.” Dedi. Kim bilir belki daha fazla konuşmanın, bu kadar samimi olmanın gereksiz olduğuna inanmış olmalı ki sözlerini saygı ifadeleriyle tamamlayıp kürsüden ayrıldı.

EZBER BOZULMADI
Peki ne mi oldu?
Bu kadar yetişkinin ve thamadenin olduğu yerde bir genç nasıl olur da ezilip büzülmeden, ölçülü, seviyeli, böyle ayakları yere basan cümleler kurar? Der gibi bakanlar vardı.
Kim bu?
Hemen yaşça büyüklerden biri, mikrofonu istedi, gencin bunları söylemeye asla hakkının olmadığını, toplumun birlikteliğinin önemli olduğunu vurguladığı ağır ithamlarla dolu cümleler kurdu.
Evet, gelenek bozulmamıştı, yine alkışlar koptu.
Salon genci de alkışladı, gencin aforoz girişimi sahnesini de.
Bu salon alışkındı bu sahnelere, gündemden bihaber ezberini tekrarlayanların sayısı hep kabarık olurdu burada.
Çoğu yetişkinin derdi kültür ve toplum olmaz, bazen konuşmuş olmak için, bazen kişisel kavgalar, toplumsal sorunlar değil kişisel sürtüşmeler konuşulur.
Haklı haksız herkes, herkesi alkışlar ve programlar biter.
Koca salonda iki kişi haykırabildi bu linç girişiminin yanlışlığını. İki kişi, iki yürekli kişi!

FİLLER ve ÇİMENLER
Bu bitmeyen kavga kimin kavgası?
“Filler ve çimenler” sahnesi, kavga, sen-ben kavgası, ego mücadelesi…
“Konuşuyoruz ama nece konuşuyoruz, konuşuyoruz ama anlaşamıyoruz!”
“Gençler, bizim her şeyimiz!”
“Birlikteysek güçlüyüz!”
Yaşasın gençler, yaşasın birlikteliğimiz!
Biz, dünyanın en kusursuz, en soylu toplumuyuz!
Yewua pışınawua!