HOROZU ÇOK OLAN ÜLKEDE SABAH ERKEN OLUR

KITIJ Cemil Biçer

Fakülte son sınıfta coğrafya bölümü olarak Pamukkale travertenlerini incelemek üzere bir eğitim gezisi yapmıştık. Gezimiz yarı eğitim,yarı turistik gezi amaçlı olduğundan kampımızı güzel bir köyün yanına kurduk. Gündüzleri coğrafi incelemelerde bulunuyoruz, akşamları köy kahvesinde köylü dostlarımızla yarenlik ediyoruz… Köy insanları yumurtamızı, tereyağlarımızı, kaymaklarımızı, sütlerimizi eksik etmiyorlar sağ olsunlar.

Son derece mutluyuz…

İlk günlerin yorgunluğunu atıp köy konforuna alışınca sorunlarımız başladı. Allah eksikliğini göstermesin her evin avlusunda büyük bir kümes, kümeslerde bol miktarda rengârenk tavuklar var onları sevmek, yem saçmak en çok sevdiğimiz köy uğraşlarından.

Ancak aynı şeyi her kümeste rengarenk haşmetiyle sabahın köründe Berlin Filarmoni Orkestrası gibi akortsuz öten Denizli Horozları için söyleyemeyeceğim!

Bütün gün dağ bayır dolaşmaktan bî-tâb düşmüşüz. Yorgunluktan tavuklar gibi erkenden yatıyoruz ama daha şafak atmadan bizim köyün horozları sözleşmişler gibi aynı saatte ve aynı anda ötmeye başlıyorlar.

Hiç Denizli Horozu ötüşü dinlediniz mi bilmiyorum, kardeşim müthiş bir gırtlakları var mübalağasız beş dakika es vermeden ötüyorlar.

Hani üç beş günlük misafir olsanız nostalji dersiniz otantizm dersiniz hoş gelir, zevk alırsınız. Bizim gibi bir aylık yatılı çadır hayatı yaşıyosanız, bu güzel ötüşler Çin işkencesine dönüşüyor bir müddet sonra.

Bizim köy horozları hem uzuun uzuuun ötüyorlar, hem de ötüşün biri bitmeden diğerini başlatarak kuşluk vaktine sarkan bir konser oluşturuyorlar.

Sabah kahvaltısında arkadaşlarla bir durum değerlendirmesi yaptık, beni bu konuyu çözme konusunda görevlendirdiler. Ancak kamp sakinlerinin tek koşulu vardı, horozların canına kast edilmeyecek, bunu kırmızı çizgimizdir diyerek hasseten belirttiler.

Kahvaltının akabinde arkadaşlar araziye çıktılar, ben köy kahvesine doğru yollandım.

Ege köylüklerini, özellikle iç Ege köylüklerini bilen bilir, genel bir yazılı olmayan “zimnî” kural vardır! Köy işleri ortaklaşa yapılır, erkekler kahvede oturur, kadınlar biteviye çalışır. Ortaklık yüzyıllar öncesinden böyle tesis edilmiştir. Bu durum tüm Anadolu coğrafyası için genel geçerliliği olan bir kuraldır aslına bakarsanız.

Köyde erkek olarak zaten yaşlı on beş yirmi pinpon ihtiyar kalmış, gençler ya okumak için ya da turistik işletmelerde çalışmak için gurbetçi olmuşlar. Bizim pinpon köylülerde gün boyu köy kahvesinde çene yarıştırıyorlar.

Köy kahvesine vardığımda tüm köy erkekleri îçtima olmuş tavşan kanı çaylarını höpürtederek içiyorlardı, selam verip çöktüm muhtarın masasına.

Konuya nasıl gireceğimi akşamdan planlamıştım! Hâl-hatır sorma faslından sonra sözü dolandırmadan Denizli Horozlarına örkledim; “vay efendim bu horozlar bir dünya hazinesiymiş, vay efendim bu horozları UNESCO koruması altına almalıymış…’’

Derken garsona seslendim, bu sefer bütün çaylar benden tazele iksan abiii!!

İksan abi mal bulmuş magribi gibi tepsiyi kapıp çay ocağına yollandı, bende lafı fazla uzatmadan konuya girdim.

Muhtar emmi köyünüz çok güzel, siz çok güzel insanlarsınız ama biz bu horozların sabahın köründe ötmeye başlamalarına alışamadık! uykusuzluktan heder olup gideceğiz bu Anadolu kırsalında, deyiverdim bir çırpıda.

Kahvedeki tüm insanlar kahkahalarla gülmeye başladı benim sözlerime. Muhtar vâkur bir poz takınarak ardıç dalından yontulmuş ağızlığına tabakasıdan çıkarıp sardığı sigarayı yerleştirdi. Yeleğinin saat cebinden çıkarttığı kavlı muhtar çakmağı ile cigarasını yakıp derin bir duman çekti.

Ciğaranın dumanını esen imbat yeline doğru savurarak “Derdin bu olsun yeğenim, o işi olmuş bil yarın sabahtan itibaren bu köyde artık hiç bir horoz ötmeyecek!” dedi sigaradan kehlibar sarısı olmuş pala bıyıklarını sıvazlayarak.

Bu horoz ötüş işinin bu kadar kolay çözüdüğüme hayret ederk muhtarı sımsıkı kucaklayıp İksan abiye çayları tazelemesi haykırdım.

Kahvedeki herkes kahkahalarla gülmeye devam ediyorlardı. Bir ara, acaba benimle makaramı sarıyorlar diye düşünmeye başladım kiii, muhtar emmi ayağa kalkıp kahve halkına sert bir ifadeyle “Duydunuz beyler! Misafirlerimiz horoz sesinden rahatsız olmuşlar, çaylarınızı içtikten sonra herkes evine gidip gereğini yapsın!” diye ünledi.

Süklüm püklüm mahçup bir tavırla fısıldadım; Ama muhtar emmi arkadaşlarla ortak kararımız var! Horozların can güvenliğine bir zarar gelmemeli!

Muhtar, kaşlarını çatıp babacan bir ifade ile “Bu işi bir şekilde çözeceğiz yeğen! Orasına karışma sen!” dedi.

Milli bir mesele haline gelen “Denizli Horozlarını Koro Halinde Ötüş Sorunsalı“nı çözmüş olmanın heyecanı ve sevinçiyle kahve sakinlerinden izin isteyip arazide güneşin sıcağında kavrulmuş arkadaşlarımın yanına doğru hızlı adımlarla yürümeye koyuldum.

Olayın tüm gelişim sürecini kelime atlamadan arkadaşlarıma aktardım. Menemenli platonik aşkım Yasemin’im “Horozların can güvenliği sağlandı değil mi?” diye atıldı kuzgûni siyah, uzun kiprikli gözlerini kırpıştırarak. “O iş tamam Yasoş’um!” diye fısıldadım kulağına, ergen liseli heyecanı ile.

Akşam kampa geldiğimizde yorgunluktan hemen yatmaya çekildik çadırlarımıza ama hepimiz büyük bir merak içinde daldık uykuya, horozlar ötecekler miydi?

Ertesi sabah horazlar ötmedi!! Kümese koştum. Horozlar dolanıp duruyor. Kesilmemişler..

Ben durur muyum muhtarın yanında bittim. Ne yapıp ettimse bir ipucu vermedi. ‘’Eğer bir gün köye yerlerşir de biri gelip sana ‘horozların sesinden rahatsız olduk’ derse, ben sana anlatırım ne yaptığımızı’’ diyerek konuyu nazikçe kapadı!

Tamam, köyde Denizli Horozları’nın sesini kestirmiştik ama her akşam yandaş tv kanallarında Denizli’nin kadrolu horozları koro halinde ötmeye devam ediyorlar! Onları da muhtara söylesem mi acaba? Kendi horozlarına ne yaptılarsa bunlara da yapsın, biz de rahat edelim…

Bu hatıramı kaleme almama ilham veren millet ittifakının Altılı Masa başkanlarına şükranlarımı sunarım!