KAFFED ARAF’TA İMİŞ…

Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam

Bu yazıda KAFFED Genel Başkanı Sayın Ümit Dinçer’in Marmara Bölge toplantısı sonrası başkanlarla paylaşılan yazısını ele alalım. Ancak daha önce Ümit Bey ile kişisel bir anlaşmazlığım olmadığı ya da KAFFED’i salt eleştirmiş olmak için eleştirmediğimin kanıtı iki alıntı paylaşayım sizlerle.  Bu iki ileti öyle ”dediğim dedik biri” olmadığımın da kanıtı olur benim sadece son dönem yazılarımı okuyanlar için.

Anımsayanlar çıkacaktır. Özelinde uyarmadığım, görüş belirtmediğim, kanıt sunmadığım hiçbir arkadaşımızı herkese açık eleştirmediğimi de paylaşmıştım birkaç kez.

İşte 3 Kasım 2015 yılında Dr. Ümit Bey’e e-mail posta kutusuna ilettiğim yazının bir bölümü:

Alıcı: drumitdincer 3 Kas 2015 23:53

Ümit’ciğim  Merhaba,

Nereden başlasam mı diyeyim. Bir düşündüm… Meslektaşız birbirimizi daha iyi anlarız diye biraz doktorluk yapalım dedim.

Önce hastanın durumu:

Ümit’ciğim, DÇB kuruluş kongresi ve ondan öncesi 125. Yıl etkinlikleri dahil, DÇB’nin bütün genel kurullarına delege olarak katıldım biliyorsundur. Ancak inan ki sonuncusu kadar (2012) sönük geçen bir genel kurulumuz olmadı şimdiye kadar. İnşallah bir daha da yaşamayız.

Nedeni mi? Bence delegeler dahil, son derece büyük bir ilgisizlik ve bu ilgisizlikten kaynaklı bilmezlik. En önemlisi de iletişim eksikliği. Daha önceki toplantılarda bizler kulis yapmaktan yemek yemeye zaman ayıramaz, kenti hiç görmeden dönüş yollarına düşerdik. Şimdilerde ise konuşmaya dertleşmeye kulis yapmaya zaman ayıramıyoruz.

Evet, en önemli eksiklik iletişim eksikliği demiştim.

Örneğin Dil ve komisyon konusunda sizin söylediklerimi eksik, yanlış anlamanızın nedeni daha önceki yönetim ve danışma kurulu toplantılarında defalarca konuşulmuş bir konunun, konuyu birlikte konuştuğumuz arkadaşların, sizlere hiç anlatmamış olması, benim de sizlerin konuyu enine boyuna görüşmüş ve ne yapılacağı konusunda kararınızı vermiş olarak gelmiş olduğunuzu sanmamdır.

Ben, bildiğiniz konuları sıfırdan başlayıp anlatmak hoş olmazdı, diye düşündüm.

Genel kuruldan sonra da konuştuğum arkadaşlardan aynı izlenimi aldım. Yani dil konusunda ne gibi öneriler olabileceğini, kendilerinin önerisinin ne olacağını ya da gruplardan kimi destekleyeceklerini düşünmediklerini… Dil konusunda kendilerine bilgi sunulacağı bir konferansa geldiklerini umanlar ve hayal kırıklığına uğrayanlar az değildi.

Bakın dil konusunda benim getirdiğim yazılı rapor dışında hiçbir konuda bir rapor sunulmadı.

Ben de dil komisyonu olarak değil kişisel olarak yaptım sunumu. Çünkü koca bir çalışma dönemi boyunca bir kez bile toplanmamıştık. Ancak hiç biri bir diğerine hesap soracak durumda değildi çünkü hiçbir komite gerçek anlamda toplanmamıştı.

(…)

İkinci iletim 8 Kasım 2015 te

Alıcı: drumitdincer 8 Kas 2015

Ümit’ciğim Merhaba,

İlk iletide yazdıklarım için bir şeyler yazarsın diye bekledim ama yazmayınca ikinci konuya ilişkin görüşleri de yazayım dedim.

Çok uzun yıllardan beri genelde yazdığım arkadaşlara, KAFFED başkanlarına, karşılaştığım yöneticilerine, diaspora derneklerine ilişkin görüşlerimi iletiyorum.

Şu: Diaspora dernekleri, diaspora halkımızın hükümeti konumundadır. Anavatanın muhatabı da diaspora hükümeti DÇB üyesi derneklerdir.

Sizlerin, dönüş yapmış bizler aracılığı ile iletişim kurma gerekliliğiniz kalmadı artık. Sizin gerçek muhataplarınız devlet kurumlarıdır. Başkanlardır, Başbakanlardır, Bakanlardır, ilgilendiğiniz konulardaki sorumlu devlet kurumlarıdır.

Bizim görev ve sorumluluğumuz sadece ilgilenmek yardımcı olmaktır. Yani şu kuruma şöyle bir yazı yazdık der iletirseniz, kurumun ilgisini çekmek daha sağlıklı yanıt vermeleri için çabalamak gibi..

Bu anlamda sorduğunuz soruların muhatabı da konuyla ilgilenen devlet kurumlarıdır. Artı bizler, onlar kadar değişiklikleri ve son durumu bilemeyiz.

Şimdi devlet, diaspora ülkeleri ile iletişim kurma görevi olan, bakanlık işlevi olan kurum kurmuşken, onu muhatap almamanız yanlış.

Ve KAFFED’in ne yapıp edip iki sorunu mutlaka çözmesi gerekiyor.

Rusça ve Türkçeyi çok iyi bilen birini istihdam etmek. Çünkü yasaların hepsini internette bulmak mümkün ve size gelecek kimi yazılarla birlikte bunları mutlaka sağlıklı değerlendirmeniz.

Bu yasalar iyi incelendiğinde RF’nun diaspora insanına birçok hizmeti sunacağı taahhütlerini de bulacaksınız.

İşte bizler de sizlerin bu resmi girişimlerinizden sonra devreye girer ve görüş belirtir birlikte ne yapılabileceğini düşünürüz. Ama ilk ve asıl muhatabınızın devlet olduğunu hiç unutmayın lütfen.

İkinci halledilmesi gerekli konu KAFFED’de mutlaka adığabze bilen birini istihdam etmek. Anavatanla ilişkileri götürebilen, en azından anavatan ile bu kadar sıkı iletişim içinde olan bir örgütün merkezinde, buradan telefon edildiğinde anadilde yanıt verecek biri olmalı, olmayışının ayıbından kurtulmalıyız.

İlk konuya ilişkin sadece siz değil Muhlis Bey de DÇB merkezi de yanıt vermedi…  Bakalım nasıl gelişecek..

selam sevgi..

Şimdi gelelim sözünü ettiğim paylaşım bağlamında eleştirilere: İtalikler Ümit Bey’in

“Sevgili Başkanlar hepinize günaydın, Bu sabah Bursa Derneğimizin sayfasında paylaşılan bilgilendirme yazısından hareketle bazı konuları değerlendirmek isterim. Uzun süreden sonra bölge koordinasyon toplantılarının yapılmasını olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Ancak Bu toplantının gündem, katılım ve sonuçlarının ilan biçiminden “bölge koordinasyonundan” biraz daha farklı bir muradı olduğu kanısı uyandırmıştır.”

Vallahi ben de KAFFED’in yapay üyelik sorununun, böyle sakız gibi çiğnenmesinin nedeni, mutlaka farklı bir murattır diye düşünüyorum.

(…)

2) DÇB üyeliği ile ilgili meseleyi tekraren söylemek gerekirse, bu mesele “DÇB’den çıkmak” ve anavatanla ilişkileri koparmak gibi rasyonel olmayan ve iyi niyetle bağdaşmayan ifadelere sıkıştırılıyor bu çok sakıncalıdır.

DÇB’den çıkmak ve anavatanla ilişkileri koparmanın rasyonel yani akılcı olmadığının ve iyi niyetle bağdaşmadığının anlaşılmış olmasını dilerim. Ancak ben asıl amacınızın, DÇB’den çıkmak” ve anavatanla ilişkileri koparmak” olduğuna inanıyor ve bunu ifadelere sıkıştırmayıp çok açık olarak dile getiriyorum.

Bizim açıkladığımız husus şudur: “KAFFED 2004 yılında (KAFDER örgütü lağv olunca ve Federasyona dönüşünce DÇB üyeliği sona erdiğinden ki bu konu 2004 yılında yapılan ve Muhittin Ünal’ın imzası bulunan başvuru evrakının 1. maddesinde mevcuttur)  başvurusunda bulunmuş, ancak süreç takip eden DÇB olağan genel kurulunda veya bir olağanüstü genel kurulda OYLANARAK kabul edilmemiş, genel kurul tutanağına geçmemiş, sonuç KAFFED’E YAZILI OLARAK BİLDİRİLMEMİŞTİR.

Bir kez KAFFED bu yapay, zorlama sorunu gündeme aldığında “açıklanan husus”, bu değildi. 1991’de kurulan DÇB’nin kapatıldığı ve şimdiki DÇB’nin de ilk kurulan DÇB olmadığı, eldeki belge denen kağıtlara göre KAFFED’in DÇB üyesi olmadığı idi. 1996 da DÇB ile ilişiği kalmayan Şhalaxhue Abu’yu başkan gösteren, hiçbir dönemde DÇB merkezi olmayan Maykop’u merkez gösteren, 2010 tarihinde düzenlenmiş kağıt ile Bırs Recami’nin Başkan Yardımcısı olduğu yazılı olan 2017 tarihinde düzenlenmiş kağıdın, uyarılarımızdan sonra belge olamayacağı anlaşılmış ve “bu husus” akla gelmiş gibi gelir bize.

Ayrıca başlarda, sözünü ettiğim belgelerde, Ürdün Derneği bağlamında Kurucu üyelik ile üyelik de karıştırılmıştır.

Gelelim konunun iyi niyet ile bağdaşmayan özüne.

KAFDER sizin dediğiniz anlamda üye mi idi ki kapatıldığında, yerine kurulan KAFFED, üyelikten düşmüş olsun. Bu iyi niyetle bağdaşmayan bir çarpıtma değil midir? Genel Kurul kararı olmadığı için KAFFED’in üye olmadığını iddia edenleriniz, KAFDER için de böyle bir karar olmadığını bilmiyor olabilir misiniz? Defalarca açıkladığımızı bir daha açıklayalım: 1991’de Sovyetler Birliği Adalet Bakanlığı, Genel Kurula katılan ve tüm ülkeleri kurucu üye gösteren tüzüğümüzü de aynı ülkelerin kurucu üye olduğunun görüldüğü 1993 değişikliklerini içereni de onaylamıştır.

Daha sonra Rusya Federasyonu ve yeni dernekler yasası. Yeni yasaya göre kurucu üyelik (üyelik değil) Örgütün genel kurul kararı ve ülke ilgili kurumunun izni koşuluna bağlanması. İşlemin tamamlanması için verilen sürede, tüm çabalara karşın, Ürdün Derneği dışında hiç birinin koşulları yerine getirememesi. KAFKUR’un devamı olduğu -sizin dışınızda herkesçe -bilinen KAFDER’in de ilk genel kurula katılan tüm diğer örgütler gibi ayrı bir karara gerek duyulmadan üye kabul edilmeleri. Peki, alınmış bir karar ve size iletilmiş bir yazı olmamasına karşın, KAFDER’i üye kabul edip, devamı KAFFED’in üyelikten düştüğünü var saymak iyi niyetle bağdaşır mı Sayın Başkan?..

Sayın Başkan, “Tarafımızca açıklanan tablo budur.” deseniz de tablo sizin açıkladığınız gibi değil, yukarıda bizim açıkladığımız gibidir. Gerçeğin ortaya çıkması için en doğrusu da, bu yapay sorunun gündeme alınması ve sonrası tüm yazışmaların kamuoyu ile paylaşılmasıdır.

Ayrıca siz, “Yıllardır toplantılarına gitmiş olmak, aidat ödemek, çalışmalarına katılmış olmak bu hukuki durumu ortadan kaldırmamaktadır” deseniz de RF yasalarına göre bu durum, kurucu üyelik için değil ama üyelik hukuki durumunu yaratmaktadır. Durum bu iken, RF Adalet Bakanlığının hukuki kabul ettiği bir durumu, sizin kabul etmeyişinizin mantıklı bir gerekçesi olabilir mi? Bu yaklaşım iyi niyetle bağdaşır mı? Her ülke dernekler yasasının, TC dernekler yasasının kopyası olmasını beklemek gülünç değil mi?

Sizin, “Rusya Federal yasaları ile olan durumunu aydınlatmak için “Bağımsız” hukukçulardan da mütalaa almış ve meseleyi kamuoyu ile paylaşmış” olmanız ise başlı başına büyük bir skandal ve DÇB’yi, üyesi olduğunuz üst örgüt değil, hasım olarak gördüğünüzün en kesin kanıtıdır.

“Nasıl ki siz değerli başkanlar KAFFED üyeliğiniz konusunda bir eksikliğe, hukuki eksikliğe veya fiili duruma rıza göstermez iseniz biz de göz bebeğimiz gibi gördüğümüz KAFFED’İN arafta kalmasına, üyeliğinin hukuki zemine oturtulmamış olmasına rıza gösteremeyiz.” diyorsunuz. Anlamı, Cennet ile Cehennem arasındaki yer olan “Araf” sözcüğü bilinçli bir seçim ise ve DÇB üyeliğini Cennet’te, dışında olmayı da Cehennem ile eş tutuyorsanız eğer, bana da sizi kutlamak düşer. Ama Araf’ta kalması kişinin kendi amelleri sonucu olduğu gibi KAFFED’i Araf’ta bırakan de kendiniz değil misiniz? Asıl amacınız Araf’ta kalıp yaygara koparmak, DÇB’yi itibarsızlaştırmak, halkı anavatandan soğutmak olmasın sakın. Araf’ta kalmama konusunda samimi olunsaydı eğer, 2004’ten bu yana, biri İstanbul’da olmak üzere gerçekleştirilen 7 Genel Kuruldan birinde üyelik önergesi verilmez miydi? KAFFED’in oy birliği ile üye olması sağlanmaz mıydı? Bu yapay sorun böyle gündemde tutulur muydu?

“Keşke Bursa’da yapılan toplantıda buna ilişkin iki kelam edilmiş olsa idi. Ama görülüyor ki “DÇB olmadan olamaz” konusuna sıkışmış bir görüntü yansıdı medyaya.”  Bakın burada size katılıyorum. Keşke sadece iki kelam ile de yetinilmeyip konu enine boyuna tartışılsaydı. Ben size, onların yapmadığını yapmanızı, bu konunun tartışılacağı bir platform oluşturmanızı, eldeki tüm yazışmaları paylaşmayı öneriyorum.

“4) Sosyal medyalar aracılığı ile birtakım çalışmaları görüyor ve biz de değerlendirmeler yapıyoruz elbette. İki konuda toplumu yanlış yönlendirecek, itham edici kavramları bazen bilerek bazen sehven kullanan başkanlarımız var buna özellikle dikkat çekmek isterim. Ne şahsım ne YK üyelerimizin hiçbirinin Anavatan karşıtlığı diye bir şey söz konusu değildir” deseniz de ben anavatana karşı olduğunuz görüşünde olduğumu yineliyor ve Ziya Paşa’nın “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözünü anımsatmanın yeterli olacağını düşünüyorum.

“Bunu zaman zaman pervasızca dillendirenler oluyor, şiddetle men ederim. Kimse bizim anavatan sevgimizi kendisi ile veya bir başkası ile kıyaslamaya, ölçüp biçmeye rica ederim tevessül etmesin. Mukabele etmek durumunda kalırız ve hoş olmaz.” Sizin ayrıcalığınız, dokunulmazlığınız mı var Sayın Başkan? Benim demokrasi anlayışıma göre, herkes herkesin anavatan sevgisini ölçüp biçmeye de kıyaslamaya da tevessül edebilir. Mukabele etmek de en doğal hakkınız. Ancak burada bütünü ile katıldığım için, daha önce birkaç kez paylaştığım, sevgiye ilişkin görüşü, mukabele ederken işinize yarar düşüncesi ile yineleyeyim.

“Sevgi soyut değil somut bir kavramdır. Değeri de sevdiğinizi söylediğiniz kişi ya da şey için vazgeçebildiğiniz şeylerin toplamıdır.”

Paylaşımınızın asıl irdelenmesi gerekli bölümü de kof sözlerle bezenmiş şu son paragrafınız. Örneğin “Rusya karşıtlığı sıkça işleniyor kısa bir açıklama farz oldu:” diyerek ekliyorsunuz “Halkımızın yararına olduğuna “İNANIRSAK” Rusya taraftarı oluruz, onaylarız, alkışlarız. Hiçbir kategorik karşı pozisyonumuz yok. Ancak HALKIMIZIN YARARINA OLMADIĞINA inandığımız konularda da Rusya’ya da karşı çıkarız, Türkiye’ ye de karşı çıkarız, Amerika’ya da karşı çıkarız.” Breh,breh, breh…

Ben de diyorum ki; siz halkın yararına olanı da ayıramazsınız ki. Hayır, donanımınız yetersiz olduğu için değil. Halkımızın geleceği bağlamında açıkladığınız bir amacınız olmadığı için. Evet, Tüm çağrılarımıza karşın Halkımız için gelecek kurgunuzu, halkımızın nerede nasıl geleceğe kalabileceği konusunda düşüncenizi yani hedefinizi açıklamadınız. Oysa halkın yararı, belirlenen hedefin gerçekçi olmasına, söylem ve eylemlerin de sizi bu gerçekçi hedefe götürüp götürmeyeceğine sıkı sıkıya bağlı değil mi? Ortada hedef yokken halkın yararından söz edilebilir mi?  Hedef doğru saptanmış olsa sizi bu hedeften uzaklaştıracak söylem ve eylemler halkın yararına olabilir mi?

 “Hiç bir kimse veya kurum sorunu olan kişi veya devletle tam ittifak içinde olamaz.” Olabilir ya da olmalı diyen mi var? Ya da somutlaştırmanız gerekmiyor mu böyle genel-geçer doğruları. “Ancak Kimse halkımızın çıkarlarının önünde değildir.” “Kimse”, “halk”, “çıkar” sözcüklerinin İçleri doldurulmadığı sürece, bu söz de ağdalı da olsa kof değil midir? “Doğru inandığımız şeyi yapmaya devam edeceğiz” Bense size doğru olduğuna inandığınızı yapmaya kalkmazdan önce, yukarıda söylediklerimizin ışığında doğruyu bulmaya çalışın derim. “Bu konuda siz değerli başkanlarımızın değerlendirme ve yönlendirmeleri bizim için önemlidir ancak bunu sosyal medya üzerinden değil  “kurum içi değerlendirme ve kurumsal iletişim kanalları” ile yapmayı tercih ederiz.” Vallahi doğru. Ama bu bilinçte olan sizlerin, üyesi olduğunuz –hala Araf’ta olsanız da-  DÇB ile sosyal medya üzerinden hesaplaşmaya kalkmanızı, “Bağımsız hukukçulardan mütalaa alıp bunu da kamuoyu ile paylaşmış” olmanızı ne ile açıklarsınız Sayın Başkan.

Son söz: Kimse endişe etmesin lütfen,” diyorsunuz. Ben kendi payıma hiç mi hiç endişe etmiyorum. Kargadan kılavuz seçenlerin yönetiminde olan bir KAFFED’in olmasındansa olmamasının daha bir halkımızın yararına inanıyorum. Endişe etmememin asıl nedeni de bu kurumu kurabilen halkımızın yoldan çıkanları dizginleyebileceğine olan güvenimdir.

Özetle Sayın Başkan ya bu deveyi güdecek ya da şöyle veya böyle bu diyardan gideceksiniz.

Soykırım karşısındaki çifte standart (adığabzesi daha ağır ve  yazmak istemiyorum) tavrınızı irdelemek de kısmetse bir dahaki yazıya…

Yazının 07. 05. 2012 tarihinde CC de paylaştığım yazıdan alıntılar bölümü, uzun yazı okumaktan sıkılmayanlar için.

Mahir Kaynak mı Yanılıyor, Yoksa…?

Yazılarımı okuyanlar, Sayın Mahir Kaynak’ın görüşlerini ne kadar önemsediğimi bilirler. Evet, ben Sayın Kaynak’ın görüşlerini çok değerli bulur, zaman zaman da -halkımız politikacılarına yol gösterir umuduyla – yazıların kimi bölümlerini yazılarıma eklemlerim. Üzücüdür ki bizim sanal kahramanlar, Sayın Kaynak gibi olayları evrensel ilkeler temelinde açıklayanlardan pek ders almaz, temeli akıl değil duygu olan görüşlerini sürgit dile getirirler. Hem de büyük gerçekleri dile getiren bilge edaları ile.

Örneğin daha Çerkes’in Kuzey Kafkasya halklarının hangilerini kapsadığı konusunda anlaşamayanların ortak siyaset oluşturabileceği var sayılır. Günün birinde de olsa, kimselerin kendilerine “neden ortak siyaset oluşturmadınız?” sorusunu sormayacağının güvencesi ile büyük büyük laflar da edilir.

Yıllarca çeşitli legal, illegal siyasi örgütlerde bulunmuş ve siyaseti, ancak siyasi örgütlerin belirleyebileceği ve yapabileceğini, çok iyi bilen kişiler, herkesin üye olabildiği, üye olmak için hemen hiçbir koşulun aranmadığı, üyeliği sürdürmek için bir bedel ödemenin gerekmediği, öncelikleri çok sık değişebilen derneklerimizin, siyaset oluşturup, siyaset yapabileceklerini söyler dururlar. “Akıl arama” toplantılarında dile getirir bildirilerde de yer verirler. Bu akıl dışı yaklaşımla halkımızı oyalarlar. Altını çiziyorum “eveleme, geveleme, oyalama” oyunu oynarlar.

Bunların daha evrensel (!) düşünenleri, daha dünya çapında (!) siyasetçi olanları, Çerkes siyasetini Türkiyeli Çerkes Çemberini kıramamış Çerkeslerin belirleyeceği, öngörüsünde bulunurlar. Ortak akıl arayanların ortak oldukları tek alan siyaset anlayışları gibi gelir bana. Bu siyasilerin (!) siyasetten anladıkları Anavatan insanımız, cumhuriyetlerimiz ve cumhuriyetlerimizin üyesi olduğu Rusya Federasyonu’na ne yapmaları gerektiği aklını vermektir. Tüm aramalara karşın bulamadıkları aklı, böylesine bol keseden dağıtmak da işin ilginç ve şaşılası yönlerinden biridir.

Örneğin, Yugoslavya Adığelerinin anavatana getirilmesi konusunda siz hiç kendilerinin neler yapabildikleri konusunda tartışanlara tanık oldunuz mu?

Ya da Çeçen savaşında TV’ler dahil, çeşitli platformlarda hamasi nutuklar atanların kaçı, kamplardaki kardeşlerimizle ilgileniyordur dersiniz?

Peki, sadece Türkiye’deki sanal ortamda yazılıp çizilenler veri olarak alındığında Suriyeli Çerkeslerin sorunlarının çözüldüğü sonucuna varılamaz mı?  Ya da Anavatandaki çalışmalardan bile hiç söz edilmemesi, kendilerinin de bir şeyler yapmaları gereğini anımsatacağı korkusu olamaz mı?

Sorarsınız bu akıl dağıtan akıl danelere;

Kimileriniz muhtarlık gibi görse de ulusal cumhuriyetlerimizi, halkımızın, sayıları ancak birkaç on bini bulan, “yurtsever de, ulussever de olmayan” savaş artığı “korkak” anavatan Çerkesleri mi yoksa sayıları kimilerine göre en az altı milyonu bulan yurtsever(!),ulussever(!) yiğit(!) anavatanı “aşkların en güzeli ile”  uzaktan seven diaspora Çerkesleri mi kurmuştur?

Sayıları milyonları bulan diasporada mı yoksa Anavatanda mı ulusal bayrak resmi devlet bayrağı olarak kabul görmektedir?

Anavatan mı diaspora mı daha çok, şiir, öykü, roman yazmış ve yayınlamıştır?

Peki, kimler daha çok beste yapmıştır?

Diaspora Çerkesleri midir tüm dünyaya kültür ürünlerimizi, müziklerimizi danslarımızı tanıtanlar?

Anavatandakiler bir yana diasporadaki söylenceleri, efsaneleri derleyip yayımlayanlar da Anavatan Çerkesleri değil midir?

Yugoslavya Adığelerinin anavatana dönüşlerinin politik zeminini diaspora Çerkesleri mi hazırlamıştır? Milyonların mı yoksa yüzbinlerin mi ekonomik katkısı daha büyük olmuştur?

Anavatanın yaz tatili için ağırlayabildiği diaspora öğrencileri sayısı ile diasporanın ağırlayabildiği anavatan öğrencilerinin sayısını karşılaştırılabilir mi?

Anadilini bilmez anaba-baların, çerkesçe bilir anavatan çocuklarının mı, anadilini bilir ana-babaların çerkesçe bilmez diaspora çocuklarının mı sayısı daha büyüktür?

Sizlerin de bildiğiniz gibi bunlara daha birçok soru eklenebilir? Ancak daha eklenebilecek olanlarla birlikte tüm soruların yanıtı tektir:

-Tıssss…

Dolayısı ile böylesi soruları kendi kendilerine hiç sormazlar. Dahası soruları gündeme getirenlere de kızarlar. Ancak kendilerini, anavatan Çerkeslerinden daha yurtsever, daha akıllı, daha yiğit, daha demokrasi aşığı, daha… daha… sanmaktan da ve bunu uluorta dile getirmekten de ilginçtir hiç utanmazlar…

Sayın Kaynak’ın yazılarına ve alabileceğimiz derslere dönersek:

…dünya üzerindeki konumumuz değişince düşünce sistemimizin değişmesi kaçınılmazdır.

Geçmişte Çarlık Rusyası-Kafkas savaşları yıllarında, Çarlık Rusyası’nın büyümesini istemeyen dünya güçleri, Çarlık Rusyası’nı Kafkasya’da durdurabileceklerini umdukları sürece, dedelerimizin düşünce sistemi vatan için ölmeyi her şeyin üstünde tutmuştur.

Ancak Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’da durdurulamayacağı anlaşılıp cephe Anadolu’ya çekilince dedelerimizin düşünce sistemi de değişmiş, yani değiştirilmiştir. Artık dedelerimizin düşünce sisteminde, kendi ülkelerinde esir olarak yaşamaktansa Halifenin ülkesinde özgür(!)yaşamak ön plana çıkmış yani çıkarılmıştır. İlginçtir “Halifenin ülkesine gitmek”, döneminde de ve bugün de daha fanatik Müslüman olan orta ve doğu Kuzey Kafkasya Halkları için değil, Çarlık Rusyası’nın işgal etmeyi daha çok istediği Kuzey Batı Kafkasya Halkları için daha önemli kılınabilmiş, Osmanlı ile Çarlık Rusyası arasında bu konuda antlaşmalar yapılmıştır.

Dikkat Çarlık Rusyası ve Çerkesler arasında değil, daha öncekilerde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu ve Çarlık Rusyası arasında imzalanmıştır bu antlaşmalar. Dolayısı ile diasporada daha mutlu olabilen yurtsever (!) Çerkeslerle, diasporadaki kardeşlerinin dönüşünü bekleyen Anavatan Çerkeslerinin konumları temelden farklıdır. Konumları bu denli farklı olan iki kesimin düşünce sistemlerinin aynı olması da mümkün değildir.

Günümüze gelirsek;

Bilinmeli ki Rusya Federasyonu’nu parçalamak, Kafkasya’yı Rusya Federasyonu’ndan koparmak isteyen dünya güçlerinin çıkarı diaspora Çerkeslerinin anavatanlarında çoğalmaları değil, diasporada asimile olmaları yönündedir. Dolayısı ile de diaspora Çerkesinin düşünce sistemi bu yönde değiştirilmeye çalışılmaktadır.

Sayın Kaynak’ın 06.05.2012 günlü Star Gazetesindeki köşe yazısının bu sava kanıt olabileceğini düşünüyorum: “Ülkenin siyasi konumu değişince buna uygun bir düşünce sistemi geliştirilir. Bu durumda bir kişinin sağcı, solcu, milliyetçi, dindar olmasının önemi yoktur. Ülkedeki siyasi düşünce dünyadaki yerimize göre belirlenir.”

İşte bizim özelimizde eski sağcı, eski solcu, dinci, güya bağımsızlıkçı hatta eski dönüşçü “eski-yeniyetmelerin” tüm söylem ve etkinliklerin aynı amaca, diaspora insanının entegrasyonuna kilitlenmiş olmasının, ortak eylemlerde bulunabilmelerinin nedeni de işte bu çok açık olan giz(!) değil midir?

Çoktandır kayıplara karışmış DİÇEĞ’in,  yani Demokrasi İçin Çerkes Girişimi’nin iki sözcüsünün dünya görüşlerinin bir birinden çok farklı oluğunu ve ÇHİ yani Çerkes Hakları İnsiyatifi, (bizim deyimimizle ise Çerkes Halkları İntegrasyon İnsiyatifi) öncülerinin dünya görüşlerinin de bir birine pek yakın olmadığını anımsayın lütfen. Böylelerini, “yürü dendiğinde yürüyen, dur dendiğinde zınk diye duranlar” diye tanımladığımı ve sloganlarla yürürlerken trafik lambası kırmızı yandığında durarak, bu tanımımda ne kadar haklı olduğumu doğruladıklarını da…

Yine de kendilerine göre bunlar birer kahramandırlar. Şimdilere kadar kimselerin göze alamadığını göze almakta, kimselerin söyleyemediklerini söylemektedirler. Ancak söylem ve eylemlerinin iktidar partisinin çizdiği sınırlara bile dayanmadığını da ustalıkla gözlerden uzak tutmaktadırlar.

Oysa DİÇEĞ piyasaya sürüldüğünde, yaptığımız eleştiriler bir yana, 13.01.2010 ‘da yazdığımız ve Türkiyeli Çerkes Çemberi adlı kitabımızda yer alan “Demokratik Açılım ve Çerkesler” adlı yazımızda dile getirdiğimiz gibi “Türkiye’deki çalkantı sadece Türkiye ile sınırlı bir demokratikleşme mücadelesi ile açıklanamaz. Yeniden yapılandırılan sadece Türkiye değil dünyadır. Buna koşut Türkiye’de büyük bir iktidar savaşı verilmektedir.”

Özetle; Türkiye’nin dünya üzerindeki konumu değişmekte bölgesel güç olması planlanmaktadır. Türkiye’de yaşayanların bu görüşü birlikte desteklemeleri için ortak değerlere sahip olmaları gerekmektedir.

Ancak bölgede birbirinden çok farklı kültürel yapılar bulunmaktadır.

Farklı dilleri, kültürel yapıları, dini anlayışları bunları yadsıyan resmi ideoloji ile yakınlaştırmak mümkün olmadığı için de Türkiye’nin düşünce sisteminin değişmesi daha önce yadsınan değerlerin, tolere edilebildiği bir düşünce sistemine geçilmesi gerekmektedir. Türkiye’de yaşanan da tam işte budur ve halkımız özelindeki bu özgürlük istemleri, yürüyüşler, haykırışlar, özgür olunduğu duygusunun yaygınlaştırılması etkinlikleri, entegrasyon yani yumuşak asimilasyon kahramanlarımızın değil, dünyayı yeniden yapılandırma projesinin ürünüdür.