YEMUZ Nevzat Tarakçı
22.07.2008
Birileri, Afrikalı zenciye, kutuplardaki beyaza davasını anlatırken,
Bir diğeri, çok uzak diyarlarda, yeni bir dil, farklı bir kültür öğretme gayretiyle çırpınıp dururken,
Kıtalar ötesinde açtığı kurumlarla bütün insanlığı kardeş olmaya, evrensel düşünmeye, insanlık değerlerini yansıtmaya çağırırken,
“Evim gök kubbe, ailemse bütün insanlık!” derken,
Dilini, şarkısını, dansını öğretirken,
Ben, kendi öz çocuğuma ana dilini öğretemiyorsam,
Şarkımı dinletemiyorsam,
Kimliğini benimsetemiyorsam, başımı kollarımın arasına alıp düşünmeli değil miyim?
Birilerini suçlamadan önce suçu kendimde aramalı değil miyim?
Benim yapmak istediğimi benden daha iyi yapanlardan ders almam gerekmiyor mu?
Yapamıyorum işte ben, beceremiyorum!
Lamı cimi yok bunun, olmuyor!
Geleceğimiz olan gençlerin her biri bir tarafa savruluyor.
Zaman hızla daralıyor, güzellikler yok oluyor!
Neden peki?
Bir araya gelemediğim için.
Somut projeler üretemediğim için.
Ellerimi tutuşturamadığım, gönüllerimi birleştiremediğim için.
Dava adamı olamadığım için.
Çoğu zaman samimiyeti bırakıp vitrine oynadığım için.
Hiç kimseyi beğenmeyip daima kasılıp durduğum için.
Ama birtakım şeyleri çok iyi yapıyorum.
Mesela yıkıcı eleştiriyi,
Mesela küçük, minnacık düşüncelerde boğulmayı,
Sanal alemde devletler kurmayı,
Klavye başında yakıp yıkmayı, kırıp dökmeyi.
Peki, benim yerden yere vurduğum, kınadığım, aşağıladığım bu insanlardan almam gereken ders var mı acaba?
Ben, neden beğenmediğim bu insanların yetiştirdiği kadar fedakar gençler yetiştiremiyorum?
Neden kucağımı daha geniş açamıyorum, ufkumu daha geniş tutamıyorum?
Neden aynı samimiyeti gösteremiyorum?
Eleştirdiğim oluşumların, sevmediğim kişilerin eksiği, yanlışı, beğenmediğim tarafı olabilir ama ders almam gereken tarafı varsa bırakmalıyım önyargıyı, terk etmeliyim kıskançlığı, yok etmeliyim nefreti, kompleksi, kin ve hasedi.
Kendi davasını dünya ekseninde ayağa kaldırmış kişileri hedef göstermek, çerden çöpten laflarla ileri geri konuşmak, yüreklere ve bileklere basmayı marifet saymak bize bir şey kazandırmaz ki!
Bu tarz alaycı, aşağılayıcı eleştiriler hiçbir kardeşimize, hiçbir büyüğümüze yakışmaz ki!
Zihniyetini beğenmiyor olabilirim, tarzı tarzıma uymuyor olabilir, ama ya ortaya çıkan eser?
Ya mevcut samimiyet?
Ya ortadaki icraat?
Bizim yapmamız gereken, dünyanın diğer ucundaki gençlere yeni bir dil öğreten, onlara evrensel değerleri taşıyan oluşumu çok iyi incelemek, alınması gereken ders varsa onu almak olmalı.
Ben niçin öğretemiyorum ana dilimi?
Niçin yaşayamıyor gençlerimiz öz kültürünü?
Neden etrafa savrulup gidiyor gençlerim?
Önce kendimi eleştirmek durumunda değil miyim?
Bu ağır faturayı kim ödeyecek?
“Kafe” yetecek mi, “yunafe”yle bitecek mi?
Büyük işler inanç ister, yürek ister, emek ister, zaman ister!
Toplumumuzu yönlendirme pozisyonunda olanlar yazarken, konuşurken, eleştirirken çok dikkatli olmalı, derin düşünmeli, iyi hesaplamalı.
Sıradan kişiler gibi piyasa laflarıyla hareket etmemeli aydınımız.
Özünü bilmediği konuları konuşmamalı, yazmamalı.
Sadece kendini doğruluk abidesi sanmamalı.
Bir toplumun sanatçısı, yazarı, çizeri toplumunu zora sokacak eleştirilerden, kitleleri hedef göstermekten şiddetle kaçınmalı. Ortak paydalar aramalı hep. Kollarını alabildiğine geniş açmalı, kendisi gibi düşünmeyenleri de sımsıcak kucaklamasını bilmeli.
Ben Kemalist’im,
Ben ateistim,
Ben komünistim, deme hakkına herkes sahiptir.
Ama hiç kimse, inanca duyarlı kesimle dalga geçme, dini değerleri hiçe sayma hakkına sahip değildir.
Ham sözler Çerkes aydınına hiç yakışmaz, bu yanlışları gönül huzuruyla asla yapamaz!
Peki, nedendir bu hiddet, niçindir bu şiddet!
Varsa anlayan beri gelsin!
Vitrininde dini motif var diye, iktidar partileriyle ortak paydası mevcut diye bir zihniyeti karalamak, çok basite kaçmak anlamına gelmez mi?
Bunu da, sözüm ona, Çerkeslik adına yapmak bir garabet değil mi?
Şahsi kızgınlıklarımızı, mevcut hazımsızlıklarımızı, Çerkeslik adına dillendirirsek toplumumuza büyük haksızlık yapmış olmaz mıyız?
Bizim gibi düşünmeyenleri, duygularımızı paylaşmayanları üzmez miyiz?
İten, dışlayan, herkesi kendisi gibi düşünüyor sanan dar görüşlü kişiler toplumunun sesi olabilir mi?
Beğensek de beğenmesek de, kabul etsek de etmesek de, diyalog, hoşgörü ve barış mesajları ile bütün dünyada ilgi ile izlenen bir oluşumu,
İnsanlığı kucaklayan bu sevgi ve hoşgörü anlayışını dünya anlamaya çalışırken bizim alaycı yaklaşımımız bilgisizliğimizden değilse önyargımızdandır.
Dünya, bu kadar ilgiye mazhar olmuş bir aydın hareketini, insanlığın ufkunu açan bir zihniyeti anlamaya çalışırken bazılarının bunu görmemezlikten gelmesini anlamak mümkün olmuyor.
Acaba, bizim dışımızda oluşan hareketleri hafife almadan anlamaya çalışsak öz çocuklarımıza ana dillerini öğretme konusunda onlardan faydalanabileceğimiz noktalar bulabilir miydik?
“Yoksa bir Çerkes’in Çerkes olmayan birinden alabileceği güzellik asla olamaz!” mı diyoruz.
Korkum şu:
Acaba çok mu ön yargılıyız?
Acaba, dünya görüşüne katılmadığımız, fikrini benimsemediğimiz bazı oluşumlardan çıkartmamız gereken dersleri atlıyor muyuz?
Acaba hırs ve haset, yeni metotlar öğrenmemize, ilerlememize mani mi oluyor?
Acaba çok iyi tanımadığımız veya tanımak istemediğimiz için bize itici gelen bir düşünceyi, bir felsefeyi, eski alışkanlıklarımızla, refleks veya komplekslerimizle, eksik yanlış veya karartılmış bilgilerle mi sorguluyoruz?
Ya insafsızca eleştirdiğimiz kişiler başkaları için yaşamanın destanı yazmakla meşgulse?
Ya bunlar, yüzyılımızın en büyük sivil toplum harekâtını yürütüyorsa?
Benliklerini, kişisel hedeflerini ve günlük hislerini başkalarının mutluluğunda eriten eğitim gönüllüleriyse bunlar?
Ya yanlış bilgilerle yerden yere vurduğumuz kişiler, kişisel ihtiraslarını, insani emelleri uğruna yok etmesini bilen fedakâr insanlarsa?
Ya eksik veya yanlış bilgilerle yanılttığımız toplumumuz bizi sorgularsa?
Ya bu dalgınlığımızdan, dağınıklığımızdan dolayı tarih bizi yargılarsa…