RUSYA’YI ÖĞRENMEYE ÇALIŞMAK

Mehmet Ali Kışlalı
Radikal 15 Mayıs 2010

Rusya Başkanı Medvedev’in ziyaretinde, başta bir nükleer santral kurulması, iki ülke arasında vizenin kaldırılması olmak ve beş yıl içinde ticaret hacmini 100 milyar dolara yükseltmeyi hedefleyerek 17 anlaşma imzalanması beni 1960’lı yılların başına götürdü. 27 Mayıs’tan sonra Milliyet’in diplomasi muhabirliğini yaparken, bir yandan da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde; Prof. Nermin Abadan ve Prof. Mehmet Gönlübol yönetiminde ‘Uluslararası İlişkiler’ konusunda doktora yapmaya çalışıyordum. Amacım, o zamanki adıyla Sovyetler Birliği ile Türkiye ilişkilerine odaklanmaktı. Hatta Prof. Gönlübol’un önerisiyle, daha sonra Ankara Gazeteciler Cemiyeti yayınları arasında yer alacak “Sovyetler Birliği Birleşmiş Milletler’de” başlıklı bir de kitap yazmıştım.

Osmanlı İmparatorluğu döneminden sonra, Cumhuriyet’in kuruluşundaki ilişkilerin yaşadığı safhaları öğrenmenin verdiği ilgi özendiriciydi. Diğer yandan o günlerde ülke için bir numaralı düşman addedilen Sovyetler Birliği ile ilişkilerin adeta yok derecesinde olmasına da anlam veremiyordum. Dünyanın ABD ile birlikte, iki kutbundan biri olan dev komşumuzda olup bitenleri bile İngiliz, Fransız uzmanların yazılarından izlemek gerekiyordu.

Bu düşüncelerle British Council’in bir bursuyla İngiltere’de St. Anthony’s College’de ‘Türk-Sovyet ilişkileri’ konusunda doktora yapmak için müracaat etmiş, çeşitli aşamaları geçtikten sonra, nihai kararı verecek karma komisyonda, Milli Eğitim Bakanlığı temsilcisinin vetosu ile reddedilmiştim. Toplantıda Dışişleri Bakanlığı Temsilcisi Büyükelçi Şefik Fenmen’in, sonradan öğrendiğim ısrarına karşın, Milli Eğitim temsilcisi “Bu konuda uzmana ne gerek var? Komünizm ve Sovyetlerle ilişkilerden başka inceleyecek yararlı konu mu yok?” deyip başka önerileri desteklemişti. Oysa bana yöneltilen sorular karşısında; amacımın bu Türkiye için çok önemli ilişkileri inceleyerek gazetecilikte bu konuda uzmanlaşmak, gerekirse üniversitede de ders vermek olduğunu belirtmiştim.

Burs sağlayamadım. Doktorayı da tam gün gazetecilik faaliyetleri içinde tamamlayamadım. Ama kitaplığımda kocaman bir bölümü Sovyetler Birliği, Rusya hakkındaki kitaplarla doldurdum, Moskova’da görev yapmış The New York Times’ın Pulitzer ödüllü büro şeflerinin kitaplarından ve gözlemlerinden yararlandım. Çeşitli vesileyle yaptığım Rusya ziyaretlerinde, bilgi eksikliğini hep hissettim.

50 yıl önce ‘Türk-Rus ilişkilerini öğrenmeye ne gerek var?’ diyenler, eğer hâlâ hayatta iseler, bugün iki ülke arasındaki ilişkilere bakıp herhalde çok şaşırıyorlardır.

Medvedev, gelişmelere bakıp; “Türkiye ile Rusya sözde değil, gerçek birer stratejik partner olmuşlardır” derken, Erdoğan “Nükleer enerjideki ilk yatırımımızı Rusya ile yapmamız manidardır, anlamlıdır” demektedir.
Gerçekleştirilecek projelerden Samsun-Ceyhan petrol boru hattı projesininse, Boğazlar’dan geçen yüzlerce tankerin yarattığı tehdidi önlemesi bekleniyor. Bu bakımdan aynı zamanda ‘Bir çevre projesi’ olduğu da düşünülüyor.

İmzalanan, ama TBMM’nin onayından geçmesi gereken bütün bu anlaşmalar bir yana, bu yıl Türkiye’ye gelmesi beklenen 3 milyon kadar Rus turistini rahatlatacak ve bu sayının daha da artmasını sağlayacak ‘vize serbestisi’nin yaratacağı boyut, bu konuda sıkıntı çekmekte olan Türk iş adamlarının da işine yarayacak.

Artık bir dönem çok korkulan komünizm tehdidi yok.

Türk-Rus yakınlaşmasının yaratacağı başka boyutların da olacağını düşünüyorum.

Soğuk Savaş boyunca Sovyet tehdidi karşısında kalan, NATO’ya katılmasıyla bir garanti sağlarken, diğer yandan da neredeyse tüm savunma planlarını olası Sovyet saldırılarına karşı yapan Türkiye’nin durumunda önemli rahatlık var.

Dünya koşulları karşısında atılan kimi adımlar Türkiye’nin, sanıldığı gibi, kendisine farklı açıdan bakan Batı dünyasına, kimsenin ‘cebinde keklik’ olmadığını da göstermekte.

Yine de kimi çevrede mevcut olan “Rusya ile yakınlaşmaya ABD’nin bakışı, Rusya’ya enerjide olan bağımlılığın artmasının sıkıntıları ve tüm bu anlaşmaların arka planında yer aldığı ileri sürülen maddi ilişkiler” gibi konular, hâlâ üzerinde durulacak kaygılar olarak mevcudiyetini koruyor.