TÜÇAS

KIP Fuat Aydemir
03.02.2010

Türkiye Çerkes Anonim Şirketi

Örgüt; belirli bir amaç ya da amaç grubuna yönelik, birbiriyle bağlantılı eylemlerin gerçekleştirilmesi için bireylerin önceden belirlenmiş davranış kalıpları, görevler ve sorumluluklar çerçevesinde bir araya gelmesiyle oluşan, tamamlayıcı ve süreklilik gösteren toplumsal yapılanmadır diyor sözlükler. Dernek ise; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel bir kişiliğe sahip kişi topluluklarındandır. Ek olarak da Türkiye’de dernekler kanununun olduğu vurgulanıyor.

Benim üzerinde durmak istediğim örgütler kurulurken özellikle belirli bir amaç grubuna yönelik tanımlamasıdır. Bunu derneklerimize indirgediğimizde faaliyet alanlarını sınırlandırmış olduğumuz gerçeği ile karşılaşıyoruz.

Türkiye’de yaşayan genelde Kuzey Kafkas Halkları özelinde de Çerkesleri ele aldığımızda şu soruyu sormak gerektiği kanısındayım. Belirli bir topluluğa hizmet amaçlı bir yapılanmaya giderken örgüt kurucuları neleri göze alarak örgütsel yapılarını ve eylemliliklerini şekillendirirler? Hitap ettiği toplumun ekonomik-kültürel ve siyasi yapılarını mi dikkate almalılar? Yoksa kendi doğrularına uygun bir topluluk yaratmak amacıyla mı kurulurlar?

Türkiye 12 Eylül solunun örgütlenmeleri bellidir. On sosyalist bir araya gelir ve sistem değişimini hedef  koyup, devrime giden yolda gerekli stratejisini oluşturur. İlkeler nettir. Halkın bu ilkelere uymasına çalışılır. Uyan örgüte katılır, uymayanlar sınıflara ayrılır. Bilinçsiz halk, işbirlikçi kesim, lümpen kesim, karşı devrimci kesim, burjuva kesim vs. Örgüt şablonları genelde hazırcılık mantığı ile  devrimi gerçekleştiren başka ülkelerden kopya edildiği için halkın bu şablona sokulmasına çalışılırdı. Çin şablonu, Arnavut şablonu, Küba şablonu, Sovyet şablonu gibi. Ne Türkiye’nin coğrafi yapısı ne de yaşayan halkların yapısı çok fazla önemli değildi. Elbet bu şablona sokulacaktı millet ama olmadı.

Çerkeslerde örgütlenmeler neden dernekçilik bazında sınırlı kaldı? Neden bir şabloncu da çıkmadı bizlerden ya da çıkan şabloncular neden tutunamadı? Türkiye genelinde yaşayan Çerkeslerin yapısını iyi algıladığımızda sorunun cevabi aslında çok da basitti. Her halk kendine uygun yöneticiler tarafından yönetilir lafını kullanıp ‘’Her halk kendine uygun örgütlenmelere katılır”a uyarlarsak sanırım ne demek istediğimi daha netleştirebilirim .

Neden siyasi bir yapılanma çıkmadı? Neden dönüş örgütlenemedi? Neden derneklerimiz kültürel faaliyetlerin üzerinde bir misyon üstlenemedi? Bu sorulara verilen en kolay cevap hep “O zaman çalışan dernekçiler yapmadılar da ondan” olmuştur. Milli bilincimiz vardı, herkes anavatanı biliyordu da ancak bir babayiğit çıkıp bunları örgütleyemedi, diyenlerimizde var. TÖB-Der der vardı öğretmenler için, Pol-Der vardı polisler için… Dön-Der neden olamadı dönüşçüler için? Çünkü şu gerçeği kimse kabullenmek istemiyordu sanırım. Bizim siyasetle, dönüşle işimiz yok, biz geleneklerimizi yaşatmaya, başka Çerkes insanlarımızla tanışabileceğimiz, vorser yapabileceğimiz, dans edebileceğimiz, gece yapabileceğimiz dört duvar istiyoruz diyen insanlar bizim insanlarımızın çok büyük çoğunluğuydu. Bunu zamanında fark eden daha ilerici kesim itiraf edemeseler de ”Bizden bu kadar, bunlarla bu işler olmayacak, ben dönüyorum” deyip ama buna tabi “Türkiye’de misyonum bitti, gidip anavatan da örgütlenmeye başlayayım” kılıfı ile kapatıp ayrılmışlardı dernek ortamlarından. Diğer bir kesim de ”Yahu bu derneklerden bizim örgütlere adam falan çıkmaz, bunlar apolitik olmuş, gelenekçi yapıda insanlar” deyip bir süreliğine ayrıldıkları şablon örgütlenmelerine geri dönmüşlerdi. Yani garip bir çark dönmekteydi. 2 milyona yakın bir halktan ne legal ne illegal bir siyasi yapılanmaya gidilememişti. Koşulların olması mı önemliydi, koşullar olsa da o koşulları dolduracak insanlarımızın olmayışı mı?

Gerçekleri görmek bizlerin hayal dünyasındaki turlarımızı kısaltır tabi ki. Ancak hayal dünyasında gezinmeyip o zamanın koşullarında “Ellerinden gelenin“ de ötesinde bir şeyler yapmaya çalışan genci yaşlısı bir kesim vardı ki; işte bu insanlardı omuzlarına aldıkları yükün altında her türlü fırçalamaya maruz kalan.

– Neden yapmadın?
– Neden örgütlemedin insanları devrim yolunda?
– Dönüş yolunda, şeriat yolunda?

Bu bağrışmalar arasında “ya gidin be kardeşim, dernek kiranı bile ödemeyen sen, derneklere bir adım bile atmayan sen, işgününde yok sayılıp, konuşmada ön sırada yer kapan sen, general sen” diye haykıran ama bunu dışarı vuramayan bir kesim vardı ki, hala babadan okula geçercesine tek ayakta kalan kesimdi.

General ağırlıklı askersiz bir ordu benzetmesine sahip biz Çerkes halkının tümünün sesi olabilecek siyasi bir yapılanmanın çıkmayacağı bir gerçektir. Lafı fazla uzatmadan bir türlü görmek istemediğimiz bu gerçekle bence ne kadar erken yüzleşirsek o kadar ‘’halkımız için ne yapabiliriz’’e karar veririz. O nedenle net olarak elimizdekinin kıymetini bilmeden hazine avına çıkmanın hayal kırıklığı bizlerden çok şeyler götürecektir.

Çerkeslerin tek örgütlenebileceği yapılanmalar derneklerimizdir. Çerkes halkı için yapılabilecek en büyük örgütsel değişiklik Türkiye’deki yeni değişimler paralelinde Kaf-Fed isminin Türkiye Adige- Abaza Halkları Federasyonu’na dönüşmesi olacaktır ya da Türkiye Çerkes Federasyonu. Ancak bence yapılması gereken en büyük değişim ne siyasi yapılanma ne de sadece dernek isimlerinin değişimidir. Derneklerimizin amatör yöneticilikten profesyonel yöneticiliğe kaydırılması olmalıdır.

Gönüllü birlikteliklerle gönüllerin ömrü yettiği kadar bir şeyler üretebiliyorsunuz. ‘’Neden yapmadın’’ sorusu sorma yetkisi kimsede olamıyor haklı olarak. O nedenle dernekler kanununu aşan bir üst örgütlenme (ki, vakıf olabilir) şekli ile profesyonel kadrolarca idare edilebilecek ve ekonomik kaynağını bağışlara değil de kendi yaratacağı ekonomik yatırımlardan alabilecek tabiri caizse “Türkiye Adige-Abhaz A.S.”  yapılanmasının yolları aranmalıdır.

İngiltere’de halkevi örneğini verirsek: Halkevi Kürt halkının derneğidir. Vakıf hizmeti görmektedir. Çok büyük bir üye sayısına sahiptir ve üyeler her ay düzenli olarak bağışlarını öderler. Ancak vakıfın yaşamasını sağlayan bu bağışlardan ziyade halkevi tarafından kurulan “yap-işlet-devret” modelinin bir değişik versiyonu “kredi ver-iş aç-kredini geri al-kar payı al” yuvarlamasıdır. Bir Kürt halkevine gider, iş planını gösterir ve diğer üyelerden ve vakıf gelirlerinden toplanan sermaye ile o Kürt’e iş yeri açılır. İşyerini çalıştıran Kürt, önce aldığı krediyi belirlenen sürede geri öder. Ödemesi bittikten sonra her ay düzenli bir kar payı verir Halkevi’ne. İşyerinde de Kürt çalıştırır. Yazıyı okuyan insanlarımız eminim “bizim millet ödemez ki” diyorlardır ya da “yav Çerkes’le iş yapılır mı” ya da ‘’Yahu adam gider işi batırır 1 ayda” diyenlerimiz de vardır. Bunun oturması uzun bir zaman almıştır. Tabi ki benzerinin olması beklenmemektedir ancak döner sermaye mantığının örgütlerimizce uygulanabilir olması ile birçok şeyin önünü de açacaktır. Daha iyi faaliyet binaları, daha profesyonel yönetim ve çalışma kadroları, Çerkes kimliğinin öne çıkması, ekonomik dayanışma ve bunların getireceği daha sayabileceğimiz birçok faydalı şey.

Kaf-Fed’i eleştirmek, yerin dibine batırmak onların ivmesine bir nebze omuz vermeyen bizler için en kolay yöntemdir. Bırakın Kaf-Fed’i, bir yörede dernek açmanın koşullarını yaşayanlar çok iyi bilir. Her şeyin başının önce para sonra konuşandan ziyade çalışacak kişi sıkıntısıdır. Herkes yaşam mücadelesi verirken bizlerin klavye başında “yeme-içme-gezme, sen madem dernekçisin bizim ulusal sorunumuzu çöz, döndür bizi anavatana, dilimizi yaşat, kültürümüzü yaşat” demek sanırım en zahmetsiz ulusal savaşçılıktır.

Para+kadro = Ulusal kimlik+kültürel kalkınma+anavatan diaspora köprüsü…