TÜRKİYE’NİN GÜNEY KAFKASYA’DAKİ ROLÜ

T. Tamer Kumkale

Günümüzde küresel çıkar mücadelelerinin acımasızca sürdürüldüğü Güney Kafkasya Türkiye’nin ilgi ve tesir sahası içinde bulunmaktadır. Siyasi odakların masa başında hazırlayıp kamuoyunu oyalamak maksadıyla piyasaya sunduğu sanal gündemler yakın çevremizde bizim için hayati önemi olan gelişmeleri gözardı etmemize sebep olmaktadır. Oysa, Türkiye’nin dış politika plânlayıcılarının Güney Kafkasya’yı çok yakından takip etmeleri, bölgedeki gelişmelere müdahil olmak için hazırlıklı olmayı milli bir sorumluluk olarak görmeleri ve gerekmektedir.

Güney Kafkasya (veya Transkafkasya) olarak nitelendirilen bölge Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan devletlerini kapsayan, Büyük Kafkas dağlarının güneyinde yer alan coğrafi bölgedir. Rusya’yı tarihi Güneye yani sıcak denizlere açılma hedefine ulaştıracak yol üzerinde bulunan bölge tarihte siyasî, ekonomik, dinî, sosyal, kültürel ve askeri mücadelelerin alanı mücadelelerin alanı olmuştur. Güney Kafkasya, Rusya içlerine Güney-Kuzey istikametinde yapılacak bir kara harekatının yığınak bölgesi olarak da önem kazanır. Güney Kafkasya halkları 7. yüzyıldan itibaren İslamlaşmaya başlamıştır.

Bölgede ve çevre ülkelerde petrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunması, Doğu- Batı ve Kuzey-Güney istikametinde enerji koridorlarını üzerinde taşıması önemini arttırmaktadır. 1991 yılına kadar SSCB bünyesinde özerk cumhuriyetlerle yönetilen bölgede soğuk savaş sonrasında yeniden yapılanmalar meydana gelmiştir. SSCB’den bağımsızlığını kazanan ülkeler Rusya Federasyonu’nun ağırlıklı kontrolünün devam ettiği “Bağımsız Devletler Topluluğu” üyesi olmalarına rağmen batı dünyasına, yani kapitalizme doğru yönelmeye başlamışlardır.

Türkiye’nin sınırları ötesindeki komşu ülkelerle ilişkilerinde geliştirdiği temel politikası; komşularının bağımsız, egemen, toprak bütünlüğüne sahip, istikrarlı, kendi aralarında ve bölgesel planda barış ve işbirliği içinde yaşayan, çağdaş evrensel değerleri benimsemiş ve demokratik dönüşümü gerçekleştiren devletlerin varlığı ve bu devletlere bu yönde siyasi ve ekonomik destek sağlanması şeklindedir. Bu temel politika Güney Kafkasya için de aynen geçerlidir.

Türkiye Cumhuriyeti bölge ile sınırlarını 13 Ekim 1921’de Kars’ta imzalanan “Türkiye İle Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Arasında Dostluk Antlaşması” ile çizmiştir. Bu anlaşmanın giriş kısmında yer alan aşağıdaki ifadeler bölgeye olan ilgimizin kapsamı ve çerçevesini vurgulamaktadır.

“Ulusların kardeşliği ilkesini ve kavimlerin kendi geleceklerini özgürce saptamak hakkını tanımakta birleşmiş bulunan ve aralarında her zaman iyi ilişkilerin ve karşılıklı çıkarlara dayanan gerçek dostluk bağlarının kurulmuş olduğunu görmek özleminde olan, bir yandan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, öte yandan Ermenistan,Azerbaycan ve Gürcistan Sosyalist Cumhuriyetleri Hükümetleri, Rusya Sovyetleri Sosyalist Cumhuriyeti Hükümetinin de katılmasıyla, bir Dostluk Antlaşması yapılması için görüşmelere girişilmesine karar vermişler ve bu amaçla;…”

Türkiye’nin Güney Kafkasya ile köklü tarihi ve kültürel bağları mevcuttur. Güney Kafkasya’nın istikrarlı yönetimlerle yönetilmesi, bölge halkları arasında sürekli barış ortamının sağlanması ile birlikte bölgenin refah seviyesinin yükseltilmesi de Türkiye için önemlidir. Bu yüzden Türkiye, SSCB’nin dağılmasını müteakip bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını öncelikle tanıyan ülke olmuştur. Ermenistan dışında Azerbaycan ve Gürcistan’la diplomatik ilişkiler tesis etmiş ve bu ülkelere ekonomik destek yanında her türlü yardımı sağlamaya gayret etmiştir.

Türkiye’nin Azerbaycan ve Gürcistan ile dostluk ilişkileri ve işbirliği giderek artmaktadır. Karşılıklı üst düzey ziyaretlerin sıkça yapıldığı bu ülkelerin uluslararası alanda hak ettikleri yere ulaşmalarında Türkiye her iki ülkeyi her platformda destek vermektedir.

Türkiye’nin Kafkasya’daki ana hedefi, bölge ülkeleri Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın da katıldığı çok kapsamlı bir işbirliğinin sağlanması olmalıdır. Bu çerçevede Türkiye gerek bu ülkelerin birbirleri ile olan sorunlarının çözümünde ve gerekse Türkiye ile olan ilişkilerinde daima yapıcı ve uzlaştırıcı rol oynamak zorundadır. Gerek birbirleri ile olan ilişkilerinde ve gerekse kendi içindeki etnik ve dini milliyetçilik sorunlarının asgariye indirilmesi bizim için önemlidir. Bu yüzden bu ülkelerin bağımsızlıklarının pekiştirilmesi, toprak bütünlüklerinin korunması, bu ülkelerin Rusya’nın baskı ve kontrolünden çıkartılarak batı ile bütünleşmelerinin sağlanmasında ve nihayet zengin ekonomik potansiyellerinin hayata geçirilmesinde Türkiye’ye ciddi sorumluluklar düşmektedir. Bunun dışında Türkiye, bölge ülkelerinin NATO, AGİT, Avrupa Konseyi, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi bölgesel örgütlerle bütünleşmelerini aktif şekilde desteklemek zorundadır.

Türkiye’nin bölge ile ilgili ilişkileri arasında Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı, Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı ve 21 Kasım 2007’de Gürcistan bölümünün temeli atılan Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Hattı gibi önemli projeler bulunmaktadır. Bu projeler hem Türkiye ve hem de bölge ülkelerini stratejik bir konuma taşımıştır. Bu projelerin aksamadan devamının sağlanması Güney Kafkasya’nın istikrar ve refahının sürekliliği açısından önem kazanmaktadır.

Ermenistan- Azerbaycan arasındaki Yukarı Karabağ’ın işgali konusu , Gürcistan ve Rusya arasında Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlık istekleri, Rusya ile Çeçenistan arasındaki bağımsızlık mücadelesi sorunu bölgede hâlâ çözümsüzlüğünü koruyan temel sorunlardır. Güney Kafkasya’da kalıcı barışın önünde bu sorunlar en büyük engeldir.

11 Eylül saldırılarını müteakip ABD’nin yeni dünya düzeni kurma ve merkezinde İslami örgütlerin bulunduğunu iddia ettiği uluslararası terörle mücadelede yeni yöntemler geliştirerek bunları teker teker uygulamaya soktuğu bilinmektedir. ABD’nin Afganistan’ın ve Irak’ın işgali ile başlayan Avrasya’ya girme ve yerleşme gayretleri Ortadoğu’daki İslam ülkelerinin demokratikleştirilmesi ve yeniden yapılanmasını hedefleyen Büyük Ortadoğu Planı’nın devreye sokulması ile devam etmiştir. Türkiye’ye bu plân dahilinde önemli görevler yüklendiği bizzat başbakan Erdoğan tarafından defalarca belirtilmiştir. ABD’nin bu yapılanmasında başbakan Erdoğan’ın BOP Eşbaşkanı olarak görev aldığı da bizzat kendisi tarafından dile getirilmiştir. Bu durumda bölgede ülkemizin milli çıkarlarına göre davranan bir Türkiye’nin değil, ABD’nin milli çıkarlarının elde edilmesinde taşeron ülke gibi kullanılan bir Türkiye’nin var olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.

Irak’ın işgalini müteakip Ortadoğu’ya yerleşen ABD, SSCB’nin bölgeden çekilmesini fırsat bilerek Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile yaptığı ikili anlaşmalar çerçevesinde bu ülkelerde çeşitli askeri yardım kolaylıkları elde ettiği bilinmektedir. Asya Türk cumhuriyetlerinde kurulan ABD üsleri bir yandan kuruldukları ülkeleri kontrol ve denetim altında tutarken diğer yandan da dünya güç merkezi olma potansiyeline sahip Rusya, Çin, Hindistan ve Pakistan’ı da yakından kontrol etmektedir.

ABD’nin yeni dünya düzenini kurmayı plânladığı ve Güney Kafkasya’yı da kapsayan coğrafyanın tam merkezinde ise, Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye vardır. Bir diğer ifadeyle ABD, zengin Türk coğrafyasını kontrol altında tutarak bölgede askeri üstünlüğünü devam ettirmek istemektedir.

Türkiye’nin Kafkaslardaki milli çıkarlarını tam olarak tespit edebilmek için Rusya Federasyonu ve ABD’nin Kafkasya’daki çıkarlarını bilmek gerekir ..

Rusya Federasyonu

SSCB’nin sona ermesiyle birlikte, Sovyet rejimi sadece Avrupa ya da Orta Asya’da değil, Kafkaslarda da büyük ölçüde kalkmıştır. Kafkasya’yı arka bahçesi olarak gören Rusya’nın bölgedeki etkinliğini yitirmesi, Karadeniz’de Boğazlardan Akdeniz’e geçişte, Orta Doğu ve Orta Asya’da tüm etkisini kaybetmesi anlamına gelecektir ki, Rusya kendisi için böylesine yaşamsal bir öneme sahip coğrafyayı kaybetmeyi kesinlikle göze alamaz. Dolayısıyla Rusya, Güney Kafkasya ülkeleri olan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’la olan askeri, diplomatik ve ekonomik ilişkilerini geliştirerek sürdürmek zorundadır.

Rusya’nın Güney Kafkasya devletleriyle ilişkilerini tekrar SSBC dönemindeki seviyeye çıkartma çabalarında bölgede yaşayan Rus nüfus etkin rol oynamaktadır. Rusya Güney Kafkasya’daki Rus nüfusu arttırma plânları yaparken bu bölgede yaşayan Rus kökenlilerin bölgeyi terk etmelerine de izin vermemektedir. Rus kültürünün bölgede hakim kültür olarak kalması için büyük çaba harcamaktadır.

Ayrıca “Bağımsız Devlet Topluluğu” adı altında teşkilatlandırdığı eski SSCB cumhuriyetleri üzerindeki etkinliğinin devam edebilmesi için hem Güney hem de Kuzey Kafkasya’da konuşlu Rus askerlerinin geri çekilmesine yanaşmamaktadır.

NATO’nun, çeşitli Doğu Avrupa ülkelerini içine alarak sınırlarını Kafkasya’yı kapsayacak şekilde genişletmesi ile Rusya’nın bölgedeki hareket kabiliyeti büyük ölçüde sınırlanmıştır. Buna rağmen Rusya; Suriye, İran Ermenistan, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile işbirliğine giderek NATO’nun genişleme çabasına karşılık vermeye çalışmakta ve Körfez ve Hazar Havzası’nı kontrol altında tutmaya çalışmaktadır.

Rusya, 1991’den bu yana çeşitli sıkıntı ve darboğazdan geçmesine karşın, büyük devlet konumunu hep muhafaza etmiştir. Özellikle, Putin’le beraber iç siyasette atılan yeni adımlar ve ekonomik iyileştirmeler, dış siyasette de etkisini göstermiş, Rusya, temel milli çıkarlarına yine var gücüyle sarılmaya başlamıştır. Bu milli çıkarlar kısaca şu şekilde özetlenebilir;

– Rusya, kendisini SSCB’nin devamı olarak görmekte ve SSCB’yi yeniden toparlama gayreti içerisindedir.

– Rus toplumunda Rus milliyetçiliği belirgin bir biçimde artmaya başlamıştır.

– Rusya’da Rus Ortodoks Kilisesi tekrar ön plana çıkmaya başlamıştır.

– Yeniden yapılanma sürecinde tamamen duran savunma sanayi yeniden güçlenmiş ve Rus ordusunun geliştirilmesi çalışmaları hızlandırılmıştır. Özellikle Güney Kafkasya’daki Rus askeri varlığı en iyi birliklerinin bu bölgede konuşlanması suretiye arttırılmıştır.

– AB ve ABD’ne olan borçlarını ödeyerek batı boyunduruğundan kendisini kurtaran Rusya kendi milli çıkarlarına uygun milli politikalar üretmeye başlamıştır.

– Rusya, Ortadoğu’da ABD hakimiyetini kabul etmemektedir. Kendisinin başlıbaşına bir güç merkezi olduğunu kanıtlamaya çalışırken bölge ülkeleri ile ikili ilişkilerini geliştirerek ABD’nin tek başına hakimiyetine alternatif olabilecek stratejiler üretmektedir. Bu politikalar bölgedeki petrolü kontrolüne alan ABD’nin bölgede mevcut askeri ve siyasi varlığının azaltılmasına yöneliktir.

Amerika Birleşik Devletleri

ABD’ Ortadoğu petrolleri ile birlikte Hazar Havzası petrolleri üzerinde hakim konuma gelmesi sonucunda yeterli petrol kaynakları bulunmayan Çin, AB ülkeleri, Hindistan v.s gibi küresel güçleri zor duruma sokacaktır. Soğuk savaş öncesi SSCB’nin bu bölge ülkeleri üzerinde önemli bir etkisi olduğu düşünüldüğünde ABD’nin bölgeye gelişi ile bölgeden dışlanan Rusya’yı çok tedirgin etmiştir.

Eskiden tamamen Rusya’nın kontrolünde bulunan hazar Bölgesi petrollerinde bugün çok uluslu büyük şirketler söz sahibi olmuşlardır. Ancak, ne pahasına olursa olsun, Hazar Havzası’ndaki zengin petrol ve doğalgaz kaynakları çok uluslu şirketlerin ilgisini tamamıyla bu bölgeye kaydırmasına neden olmuştur. Bu şirketlerin büyük çoğunluğu ABD kontrolünde bulunmaktadır.

Bölge petrolünün üretiminde ve batıya taşınmasında ABD’nin Türkiye ile işbirliği içinde olduğunu söyleyebiliriz. Bir bakıma ABD, Türkiye’yi Doğu-Batı istikametinde kesintisiz işleyebilecek bir enerji koridoru” gibi görmeyi düşündüğünü söyleyebiliriz.

Güney Kafkasya’da ve Hazar Denizi doğusundan itibaren başlayan Rusya’nın güneyini boydan boya geçerek Uygurlar ile Çin denizine kadar olan bölge Türklerle meskundur. Yani ABD’nin küresel alandaki ezeli rakibi Rusya ve Çin içlerine kadar uzanabilmesi ayrıca Hindistan ve Pakistan’ı kuzeyden kuşatarak etkisizleştirebilmesi için bu Türk kuşağından azami derecede yararlanması gerekmektedir. Türkiye, bu Türk toplulukları kuşağına her alanda etkili olabilecek ve onları yönlendirebilecek potansiyel güçtür. İşte bu bakımdan Rusya ve Çin istikametinde yapılacak bir harekat için askeri ve lojistik üs ve yığınaklar bölgesi konumunda bulunan Güney Kafkasya ABD açısından çok önemlidir. Şu anda Türkiye’nin yanında Azerbaycan toprakları da ABD için stratejik bir konuma sahiptir ve ABD siyasi politikalarını bu iki ülkeye tam destek ve güven üzerine inşa etmiştir.

Özetle; Güney Kafkasya, ABD açısından Orta Asya ile stratejik irtibatı sağlayan anayolun başlangıç bölgesidir. Burada kritik ülke Azerbaycan’dır. Eğer Azerbaycan tekrar Rusya hakimiyetine girerse, Orta Asya devletlerinin bağımsızlığı anlamsız hale gelebilir. Bu yüzden ABD, bölgede Rusya ve İran’ın etkin duruma gelmesini önlemeye, enerji kaynaklarını ele geçirmeye ve bölge devletlerinin toprak bütünlüğünü korumaya çalışmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti

Bugün Güney Kafkasya’da iki kutuplu yapı mevcuttur. Bu kutuplardan birinde Rusya, İran ve Ermenistan yer alırken, diğerinde ABD, AB, Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan bulunmaktadır.

Dünya Adasının(Asya-Avrupa-Afrika) merkezinde yer alarak Doğu-Batı arasındaki ticaret yolları ile enerji nakil hatlarını üzerinde bulunan Güney Kafkasya kontrolü elinde bulunduran tarafa stratejik üstünlükler sağlamaktadır. Bu bakımdan dünyayı kontrol etmek isteyen süper güçlerin asla vazgeçemeyecekleri bir bölgedir.

Geçen bin yılda 600 yıl bölgede ve dünyada süper güç olarak etkin rol oynayan Osmanlı Devletinin tarihi, kültürel ve siyasi temelleri üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin milli çıkarları bu bölge üzerinde hakim güç olarak bulunmasından geçmektedir. Güney Kafkasya Anadolu’dan ayrı düşünülemez. Aslında Türkiye’nin doğal sınırları Kafkas Dağları ve Hazar Denizine kadar dayanmak zorundadır.

Güney Kafkasya bölgesi; bir taraftan Orta Asya Türk Devletleri ve toplulukları arasında bir köprü vazifesi görürken diğer yandan Rusya’nın Çar Büyük Petro’dan beri değişmeyen “Sıcak denizlere inme” politikasına karşı Rusya ile aramızda bir tampon bölge görevi yapmaktadır. Bu alanda Türkiye’nin dayandığı güç Azerbaycan Türkleridir. Azeri Türkleri 50 milyona yaklaşan nüfusları ile İran’ın Kuzeyinde ve Azerbaycan Cumhuriyetinde yaşamaktadır. Bu büyük Türk topluluğu bölgede hakimiyet kurmak isteyen güçlerin asla gözardı edemeyecekleri ve daima yanlarına çekmek isteyebilecekleri stratejik bir güç olarak görülmektedir.

Türkiye, bu gücü iyi değerlendirmiş ve Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyetini daima doğal müttefik olarak görmüştür. Her alanda işbirliği daima iki devlet ve tek millet olarak görülerek uygulanmaya çalışılmıştır. “Dilde birlik, fikirde birlik, işte birlik” prensibi ile ilişkiler geliştirilmiştir.

Sonuç Olarak;

Türkiye’nin, Güney Kafkasya’dan başlayan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türk toplulukları ile tarihi ve kültürel bağları vardır. SSCB dönemindeki kapalı rejim içinde bu bölge ile kopan ilişkilerimiz 1991 yılından itibaren yeniden kurulmuştur. Bir bakıma bölge Türkiye’nin doğrudan etki alanı içine girmiştir.

Türkiye bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetlerini ilk tanıyan ülkelerden biri olmuştur. Her alanda kalkınmaya ihtiyacı olan bu ülkelerle ilişkilerimizi en üst düzeye çıkarmak için büyük çabalar harcanmıştır. Türkiye’nin kardeş olarak gördüğü bu ülkelerle olan ilişkileri bölgede menfaati olan güçlerin doğal olarak ilgisini çekmiştir. Başlangıçta her alanda çok üst düzeyde sürdürülen ilişkiler giderek yavaşlamıştır. 2010 yılına gelindiğinde Türkiye’nin bu ülkelerle olan ilişkilerinin milli çıkarlarımız açısından yeterli düzeyde olduğunu söylemek mümkün değildir.

Bölgedeki tarihi etkinliğini yitirmek istemeyen Rusya Federasyonu’na karşı Kafkasya politikalarında bende varım diyen ABD, kendilerinin dışında başka bir gücün bu coğrafyada varlık göstermesine izin vermemektedir. Türkiye’de bu istenmeyen güçler arasında görülmektedir. Ancak Türkiye’nin bölgede cereyan eden güç mücadelesinin dışında kalmak lüksü yoktur. Türk milli politikalarında Güney Kafkasya başrolde bulunmak zorundadır.