VARAN – 4 ÇERKESLERİN 21. YÜZYILI

Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam

Bayılıyorum şu akademisyen bilinenlerimizin kerameti kendilerinden menkul kesin yargılarına. Örnek mi? O kadar çok ki… İşte onlardan biri: Yine “Çerkeslerin 21. Yüzyılı” kitabından, sayın Erdoğan Aydın’ın yazısından. Ha, bu arada bu akademisyenlerimizin doğru ile tümden yanlışı öyle bir harmanlamaları sarıp sarmaları var ki, konuyu bilmeyen birinin bu çarpıtmalara inanmaları işten bile değil. Sonra da gelsin alıntılar birbirini ağırlamalar. (Bunun da örnekleri gelecek kısmetse.)

Neyse uzatmayalım Sayın Erdoğan şöyle başlamış yazısına:

“Çerkeslerin 21 Mayıs 1864 merkezli hayatı bugün de Çerkes anlatısında temel bir rol üstleniyor ki bir yere kadar böyle olması çok doğal. Soykırımın kabulüne ve giderek anavatana kavuşmaya yönelik çaba asimilasyona direnmenin ve yaralarını iyileştirmenin yolu olarak da çok önemli kuşkusuz.”

“(…) anavatana kavuşmaya yönelik çaba asimilasyona direnmenin yaralarını iyileştirmenin bir yoludur.’’ (Bize göre tek yoludur.)

Aynı paragrafın son cümleleri de yine itiraz etmeyeceğimiz çoğu kişinin kabullenebileceği şu cümleler:

“Ancak soykırım sonrasındaki hayatında da oldukça ciddi sorunlar, büyük sürgünler ve acılar yaşayacaktı. Çerkes toplumu ve hala da yaşamaya devam ediyor. Buna rağmen soykırım sonrası bu sorunlu hayat, Çerkes anlatılarında yeterince yer bulamıyor.”

Ve iki doğru tespitin arasına sıkıştırılan gerçeğin tam tersi şu çarpıtma:

“Ancak bu bakış, Çerkeslerin, başta kimlik hakları olmak üzere reel olarak yaşadıkları sorunların çözümüne ilişkin bilinç ve enerji oluşturmalarını sağlamıyor, onları adeta tarihe hapsediyor.”

Ben de akademisyenlerimizin konu kendi halkımız olunca bilimden uzaklaşmaları, araştırmayı, birincil kaynaklara başvurmayı bir kenara bırakıp kendi dünya görüşleri ile uyumlu yargılarda bulunmalarını anlamakta zorlanıyorum.

Örneğin asimilasyona direnme konusunda dilin, dili kaybetmemenin, dili koruyup geliştirmek için yapılan çalışmaların önemini kim yadsıyabilir. Peki, akademisyenimiz “devrim olur, sorunlarımız çözülür” diyenlerin ya da “kalışçıların” bu konudaki bir, tek bir çalışmasını gösterebilirler mi acaba? Anavatandan, Ürdün ve Suriye’den alfabeler, kitaplar getirenler, getirtenler dönüşçüler değil mi? Alfabeyi, tek sayfa halinde dergiyle birlikte dağıtan, şiirleri klişe yöntemi ile sahibi ve sorumlusu olduğu “Kafkasya Kültürel Dergi” de daha 60’lı yıllarda yayımlayan İzzet Aydemir ağabey değil mi? Anavatan ile ilişkilerden, anavatana dönülüyor oluşundan, dönülmesi gerektiğinden Türkiye’de yayın yolu ile ilk söz eden İzzet ağabey değil mi? Gizlice teksir yöntemi ile alfabeler basanlar, Çerkesçe okuma yazma kursları açanlar kimlerdi dersiniz? Çeviriler yapanlar, ezberlediği birkaç şiiri öğrendiği birkaç şarkıyı, dernek toplantılarında, pikniklerde, geziler boyunca otobüslerde bıktırırcasına söyleyenler dönüşü küçümseyenler miydi sizce? Peki “çeviri ile dönüş mü olurmuş” alaylarına aldırmadan çevirileri yapanlar, yayınlayanlar…

Ama daha önemlisi de var. Genellikle sağ partilere oy veren ailelerde yetişmiş, lise yıllarında ‘’Komünizmle Mücadele Dernekleri’’nde yer almış yürüyüşlere katılmış birçok arkadaşımızın, anavatan ile tanıştıktan Dönüş’ü benimsedikten sonra “komünist olmakla” suçlanacak kadar demokrat olmaları, demokrasiyi savunmaları.

Yine kanıt diyorsanız karşılaştırın Kafkasya Kültürle derinin anavatan ile ilişkilerden, dönüşten söz etmeye başladıktan önceki ve sonraki yayın politikasını. Belki o zaman anlarsınız Dönüşün çözüme ilişkin nasıl bir bilinç ve enerji oluşturduğunu…

Ama amaç gerçeği araştırıp bulmak değil de Çerkesleri kendi siyasal görüşlerine eklemlemek olunca böyle saçmalıklar gerekiyor olmalı.

Ayrıca dil bilinci, kimlik bilincinin de besi kaynağı değil midir? Ekteki paragraf DÇB’nin birçok metninde yer alan bu konudaki yaklaşımımız:

“ДАХ-м ипшъэрылъ шъхьаIэр; ратэкъухьагъэ илъэпкъы ичlыгужъ ригъэгъотыжьыныр ары, иIэщэри ныдэлъфбзэр ары… Сыда шъIомэ, бзэр тхыдэ, бзэр IорыIуат, бзэр лъэпкъыр нэмыкIхэм ахэзымыгъэгъуащэрэ. инэщанэхэр зыщиухъумэшъурэ гъэхъун…Бзэр, цIыф лъэпкъым изэхашIэ, игугъэ-гурышъэхэр зыпIурэ, зылэжьырэ чIы гъэбэжъу. Хэкури цIыым ыгу кIуачIэ зыщигъотырэ, зэрэлъэпкъыр зыщигъэшъыпкъэжьырэ, лъэпкъэу зызщиухъумэжьышъурэ чIыгу Iахьэр ары. Гукъаоми, мэхъу лъэпкъхэм ячIыгу арагъэбгынэу. Ау фэшъыпкъэ лъэпкъхэм абгынэрэп абзэ, къаухъумэ. Къыухъумэн зылъэкIыгъэ лъэпкъхэм, ашIуагъэкIодыгъэхэр яныдэлъфыбзэкIэ къащыпыжы.

Хэкумрэ ныдэлъфыбзэмрэ, ми тIур зэкIэрыпчын умылъэкIынэу пытэу зэхэгъэшагъэх, зэхэпшагъэх. Зыр адрэм лъабжьэ-кIуачIэ фэхъу. Хэкур къэзгъотыжьырэм ныдэлъфыбзэри къегъотыжьы. Ныдэлъфыбзэр зыIурылъ, нэдэлъфыбзэр къэзыштэжь хэхэсыр хэкумкIэ къаплъэ, къэнацIэ мэхъу… ЗыфызэшIокIыхэрэми чIыгужъым къагъэзэжьы.“ DÇB’nin öncelikli amacı çok sayıda ülkeye dağıtılmış olan halkımızı anavatana kavuşturmaktır.

En büyük aracı da anadildir.

Çünkü dil tarihtir, dil söylencedir. Destandır dil. Dil bir halkın, diğer halklardan farklı özelliklerini koruyabildiği korunaklı bir adadır… Dil bir halkın bilincini, duygu ve düşüncelerini besleyip geliştiren verimli topraktır. Vatan da kişinin güç bulduğu, farklı bir ulus olduğunun anlamına vardığı, bir ulus olarak kendisini koruyabildiği toprak parçasıdır.

Üzücüdür ki tarihte, halkların vatanlarından sürüldüğü, uzak düşürüldüğü dönemler de oluyor. Ancak dilini içselleştirmiş bilinçli halklar, dillerini bırakmıyor koruyorlar. Koruyabilen halklar da kaybettirilen değerleri anadilleri ile yeniden kazanıyorlar.

Vatan ve anadil… Bu ikili ayrılamayacak kadar birbirlerine sarılıdır, birbiri içinde yoğrulmuştur. İkiliden biri diğerinin temeli, biri diğerinin güç kaynağıdır… Anavatana dönenler anadilini de buluyorlar yeniden. Anadilini unutmamış, unuttuğu anadilini yeniden kazanan diaspora, yönünü anavatana dönüyor, kavuşma özlemi duyuyor, olanak bulanlar da anavatana dönüyorlar.

Bu da önce CC’de paylaşılmış sonra da 2010 yılında çıkan “Türkiyeli Çerkes Çemberi adlı kitabımızda yer alan Demokratik Açılım ve Çerkesler başlıklı yazımızın, akademisyenlerimizin ruh halini de yansıttığını düşündüğüm bir bölümü:

“Dahası, diasporada özellikle politik olaylarda, özellikle ülke halkının belirgin olarak ayrıştığı konularda Çerkesler adına yapılacak her girişimin hüsranla sonuçlanacağını bunun genetik sosyal psikolojik nedenleri olduğunu düşünüyorum.

Önce bir tespit:

Sürgünden bu yana hiçbir diaspora ülkesinde, özellikle diaspora devlet uygulamalarına karşı Çerkes toplumsal hareketi olmamıştır. Hiçbir şekilde gasp edilen haklarını koruma girişiminde bulunmamışlardır.

Örneğin; Meşrutiyet döneminde kurduğumuz örgütler ve anadilde eğitim veren okullarımız cumhuriyetin ilk yıllarında kapatılmış sineye çekmişiz. Köyler sürülmüş karşı koymamışız. Dönem gelmiş dilimiz yasaklanmış “peki” demişiz. Kendimizi bildik bileli taşıdığımız soyadlarımızın Türkçeleri ile değiştirilmesini benimsemişiz. Cumhuriyet dönemindeki ilk derneğimizi ancak 1946’da Çerkes’i hiç anımsatmayan bir ad vererek “Dosteli Yardımlaşma Derneği’’ adı ile açabilmişiz. Yıllardır Çerkes ile hain sözcüklerinin birlikte kullanılmasına kendimizi alıştırmışız. Demokratik açılım sürecinde bile iktidar partisinin söylemlerinin sınırını aşamamışız. Çerkesler adına Çerkes sözcüğünün bir kez bile geçmediği basın duyurusu yapmışız…

Madalyonun yalnız bu yüzü görüldüğünde Çerkeslerin çok korkak, çok sünepe olduklarına hükmetmek hiç de Çerkeslere haksızlık olmayacaktır.

Ancak, madalyonun bir de ikinci yüzü var. Diaspora ülke genelini ilgilendiren, Çerkesler adına olmayan hemen her harekette Çerkes en önde. Padişah yandaşı Aznavur da Çerkes, Çerkes Ethem gibi. Talat Aydemir Fethi Gürcan da… On iki Mart’ın astığı üç gençten biri Yusuf Aslan da. Çerkes Teşkilat-ı Mahsusa’da, Hamidiye Alayları’nda, Menderes’in yanı başında, Amasya’da Misak-ı Milli’de. Ordu üst kademelerinde, Hariciye’de sanatta, sporda… On iki eylül öncesi sol fraksiyonların hemen hepsinde ön safta… Sağda Türkeş’in güvenilirleri… Hemen her dalda nüfusunun yoğunluğu ile açıklanamayacak bir etkinlik…

Büyük bir çelişki değil mi?… İşte bizce, bu büyük çelişkinin temelinde yatan şey Çerkeslerin kendilerini hala konuk saymalarıdır. Evet Çerkesler birey olarak diaspora ülkelerini vatan olarak benimsiyorlar. Uğruna her türlü tehlikeyi göze alabiliyorlar. Kendilerini ülkenin ve halkın ayrılmaz parçası sayıyorlar. Ancak ilginçtir, Çerkes halkı olarak bu ülke topraklarında hakları olmadığı duygusunu da aynı yoğunlukta yaşıyorlar. Büyük ölçüde bilinçaltı bir dürtü ile kendilerini konuk saymakta, kendisini konuk eden evin düzenine karışmanın töresine aykırı olduğunun bilinci ile Çerkes olarak Türkiye’nin düzenine karışmayı yakışıksız bulmaktadır.

Politik olaylarda katılmada alabildiğine cesur olabilenler, girişken olanlar ise aslında Çerkes olarak değil diaspora ülke halkının bir bireyi olarak hareket edenlerdir, halkımız için bir gelecek kurgusu olmayanlardır, kendilerini diaspora ülke ve halklarının ayrılmaz bir parçası olarak benimseyenlerdir. Ne Çerkes Ethem, ne Anzavur, ne Atatürk’ün yanı başında bağımsızlık savaşına katılanların, ne de çeşitli sol-sağ politik gruplarda yer alanların birlikte oldukları gruplara kişilere kabul ettirebildikleri bir Çerkes gelecek kurgularının olmaması bu bilinçaltı dürtünün ürünüdür. Dahası denebilir ki Çerkesler diaspora ülkeleri politik yaşamında etkin, önde oldukları ölçüde Çerkes ulusal kaygısından uzaklaşmaktadırlar.”

İşte Böyle…