YAZAR EROL ANAR’LA SÖYLEŞİ

Ramazan Turan
Lozan

‘Hayatın içerisinde öylesine duygular vardır ki biran yaşanması bile bir ömre bedel. Aşk da bunlardan birisidir. Aşk insana çok şey öğretebilir, ehlileşmez, insana boyun eğmemeyi ve mücadele etmeyi öğretir.’

”Yazmak beni hayatla barıştırıyor”
Geçtiğimiz günlerde Hera Yayıncılık tarafından iki kitabı daha yayımlanan Yazar Erol Anar’la kitaplara ve hayata dair bir söyleşi yaptık.

Bugüne kadar 14 tane kitap yazdınız. Ne zamandan beri yazıyorsunuz?
Profesyonel olarak beş yıldır yazıyorum. Yani ilk kitabım beş yıl önce yayınlandı. Daha önce yazma denemelerim olmuştu, fakat o zamanlar genelde resimle uğraşıyordum.

Neden resim yapmayı bıraktınız?
Aslında resimi bırakmadım ama kendiliğinden edebiyata doğru bir yönelme oldu. Resim de edebiyat da kendini anlatma biçimidir, ama ben edebiyatla kendimi daha iyi anlattığımı düşünüyorum. Yazmak insana sınırsız olanaklar sunuyor.

Nasıl sınırsız olanaklar?
Edebiyat evrensel bir kavram ve yazdıklarınız dünyanın her tarafındaki insanlara ulaşma şansına sahip. Örneğin ben ikinci dünya savaşını tarih kitaplarından değil romanlardan öğrendim.

Söyledikleriniz ressamları kızdırmaz mı
Edebiyata ilişkin anlattıklarım aslında resim içinde geçerli ama, resim bir tane ve bu da resim sanatının kitlelere ulaşmasını engelleyen bir durum. Kuşkusuz bir tuvalde de birçok şey anlatılabilir fakat bir romanın içinde de binlerce resim vardr. Ben resim sanatında denenmemiş ve yapılmamış çok az şeyin kaldığına inanıyorum. Söylediklerim resim ile edebiyatı karşılaştırmak anlamına gelmiyor sadece benim edebiyata yönelmemin gerekçeleri olabilir.

Kitaplarınızda aşk olgusunu yoğun olarak işlemişsiniz. Neden ‘Aşk’la bu kadar meşgulsunuz?
Hayatın içerisinde öylesine duygular vardır ki, biran yaşanması bile bir ömre bedel, Aşk’da bunlardan birisidir. Aşk insana çok şey öğretebilir, Aşk ehlileşmez, insana boyun eğmemeyi ve mücadele etmeyi öğretir. Aşk sevgiye dönüştüğünde insan sonsuz bir şekilde özgürleştirebilir. Aşk özgürlüğün içindedir, özgürlükte aşkın içinde. Eğer bir toplumda gerçek aşklar yaşanmıyorsa o toplum da yaşamıyor demektir. İşte Avrupa bunun için bir mezarlıktır. Marquez’den Balzac’a, Tolstoy’dan Çehov’a pek çok yazar aşkı en iyi şekilde anlatmışlardır.

Aşklar ve Yalnızlıklar, Hayata Dair Notlar, Sonra Aşk Bitti vs. kitaplarınızda genelde karamsarlık hakim neden?
Bir kitabı yazarken ne kadar kurgulasanız da o anki ruhsal durumunuz yazdıklarınızı belirliyor. Aslında genel olarak kitaplarımda karamsar bir havanın egemen olduğuna inanmıyorum, ama elbette karamsar yanlar da vardır. Hayat da öyle değil mi, içinde birçok duyguyu aynı anda barındırmıyor mu? Belki de yapmaya çalıştığım şey olumsuzlukları da ortaya koyarak olumluyu yakalama çabasıdır. Tabii bir kitapta her tür duygu olduğu için de bunlardan biri bazen ön plana çıkabilir. Bazen karamsarlık, boş bir ümitten daha gerçekçidir.

Yazmaya başlarken hangi yazarlardan etkilendiniz?
Çocukluktan bu yana yapıtlarını severek okuduğum romancılar Orhan Kemal ve Kemal Tahir’dir. Biri kent emekçilerini diğeri de kırsal kesim insanlarını anlatır ve ikisinin de kendisine göre yazma stilleri vardır. Yalın ve akıcı bir anlatım biçimidir bu. Ayrıca dünya edebiyatından çok etkilendiğim, sevdiğim yazarlar da vardır. Bunların başında Dostoyevski gelir. Jack London, Hemingway, Koschinski, Bukowski ve Rus yazarları ile dünyanın değişik bölgelerinden pek çok yazar.

Yazarken konularınız neye göre belirliyorsunuz ve nasıl bir tempoda çalışıyorsunuz?
Bana göre yazmak bir hastalıktır bir kez size bulaştı mı ondan kurtulmanın imkanı yoktur. Kafamda yazacak o kadar çok konu var ki, bütün bunlar yazmaya ömrümün yetmeyeceğini düşünüyorum. Yazıyorum çünkü yazmak beni kendimle ve hayatla barıştırıyor.

Konular insanın toplumsal hayatından, ilişkilerinden ve yaşananlardan oluşuyor. Bir edebiyat yapıtı ne kadar kurgu olsa da, hep yaşanmışlığın izlerini taşıyor. Bir kitabı yazmaya başlamadan önce genellikle kafamda olgunlaştırırım. Bu bazen beş altı ay sürer. Yazmaya başladığımda 7-8 saat disiplinli bir şekilde yazarım. Genelde geceleri çalışıyorum, gündüz pek yazmıyorum.

Yeni çıkan iki kitabınız, Hayata Dair Notlar ve Sana Mektuplar’da daha çok kendinize ve yaşama dair yönleri işlemişsiniz…
Evet, son iki kitapta özellikle yalın bir dil tutturmaya çalıştım. Hayata Dair Notlar, ölüm, zaman, aşk, özgürlük, dostluk, ikili ilişkiler, sevgi, yabancılaşma, yalnızlık gibi konulardaki aforizmalardan oluşuyor. Sana Mektuplar’da ise kendime ve hayata ilişkin düşüncelerimi mektup tarzında yazdığım bir kitap. Bu kitap çeşitli kişilere yazılmış 29 ayrı mektuptan oluşuyor.

Sana Mektuplar’da insanın hayal kırıklıkları, istekleri ve yabancılaşması gibi konular dikkatimi çekti. Bir de sorduğunuz sorular var, neden bu kadar soru?

Aslında yaşamak ölüme sorulmuş en büyük sorudur. Soruların yanıtlarından daha önemli olduğunu ve yanıtları değişse de soruların hiç değişmediğini fark ettiğimden buyana hayatın içerisinde de ne kadar çok soru olduğunu algıladım. Örneğin, 4 bin yıl önce sorulmuş olan ‘insan nedir’ sorusu, bugün hala geçerliliğini koruyor ve insan yaşadıkça da koruyacaktır. Öyleyse sorular yanıtlarından daha önemlidir.

Bir kitabınızda isminizin karşısında Hatko yazıyor. Yoksa ikinci isminiz mi?
Kuzey Kafkasya kökenli Çerkes bir aileye mensubum, Hatko da benim sülale soyadımdır. Ailem yaklaşık 130 yıl önce Çarlık Rusya’sı tarafından sürgün edilmiş.

Bir de İnsan Haklar Tarihi kitabınız var. Sanırım bu kitap toplatılmıştı da..
Evet kitap çıktıktan üç gün sonra toplatılmıştı. Dava açıldı fakat sonra beraat etti. Daha sonra ‘Düşünce Özgürlüğü’ kitabım toplatıldı, ondan on ay ceza aldım, ceza ertelendi. Bir yazarın sahip olduğu en değerli şey, kendisini özgür bir biçimde ifade edebilme gücüdür. Bu nedenle bir yazar kendisine otosansür uygulamamalıdır. Türkiye’de birçok yazar yazdıklarından dolayı kovuşturmaya uğramakta yada cezaevine konulmaktadır.

Peki düşünce özgürlüğü önündeki bu engeller nasıl alınır, ya da Türkiye’deki aydınlar bunun için neler yapmalı?
Düşünce özgürlüğü, insan haklarının temel ve ana haklarındandır. Hele bir yazar için vazgeçilmezdir. Kuşkusuz bu sadece aydınların ya da yazarların mücadelesi ile olamaz ve toplumun diğer taleplerinden kopuk da olmamalıdır. Düşünce Özgürlüğü mücadelesi ancak toplusal dinamikleriyle buluştuğu oranda başarı kazanabilir. Türkiye’deki yazarların bu konuya eskiye oranla daha duyarlı olduğunu söylemek mümkün. Bu mücadeleler sonucunda bir gün Türkiye’de de sınırsız ifade ve düşünce özgürlüğünün yaşanacağına inanıyorum.

Kimdir?
Erol Anar, 1965 yılında Samsun’un Havza ilçesinde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladıktan sonra çeşitli üniversitelerde dönem dönem Antropoloji, resim ve sanat tarihi öğrenimini gördü. Yurtiçi ve dışında çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları yayınlandı.

İnsan Hakları Tarihi, Krallar ve Soytarılar, Kaplar, Merdivenler Maskeler, Yaralı Bir Yüreğin Güncesi, Düşünce Özgürlüğü, Öte Kıyıda Yaşayanlar, Aşklar ve Kuşlar Azalırken, Aşklar ve Yalnızlıklar, İnsan Hakları Küreselleşme Postmodernizm, İçimde Irmaklar Akıyor, Sonra Aşk Bitti, Hayata Dair Notlar ve CQ Öyküleri adlı 14 kitabı yayınlandı.