YOKSA KORKUYOR MUYUZ?

YEMUZ Nevzat Tarakçı
04.11.2009

Bu kültürle yaşamaktan, bu kimliği taşımaktan, bu dili konuşmaktan korkuyor muyuz yoksa?

Sürgünü, dönüşü dillere pelesenk etmiş halimizden, sözün ilerisine geçemeyen vaziyetimizden mutlu muyuz?

Mutlu muyuz duyarsızlığımızdan, kavgalarımızdan, önyargılarımızdan, benlik ve enaniyetimizden?

Yetiyor mu bize, maziyle kupkuru öğünmeler, kimseyi beğenmemeler?

Yetiyor mu “Kâfe” yetiyor mu “Yunafe”?

Peki, son günlerde etrafı kasıp kavuran ülke gündemine, bizim de katacağımız bir şeyler yok mu acaba?

Yok mu dernek ve üst kurullarımızın söyleyecek sözü?

Talep ettik mi acaba mikrofonu?

Eğer söylenecek sözümüz yoksa, yalan mıydı bu güne kadar söylenilegelen “Daha fazla özgürlük, daha fazla kültürel haklar!” söylemleri?

Sahte miydi  bu güne kadar duyduğumuz “değişim”, “açılım” önerileri?

BİZ NEREDEYİZ?

Şimdilerde, şartların gereği büyük fırsat yakalanmışken, düşünen, üreten insanımızın yıllarca dillendirdiği “Daha fazla özgürlük, daha fazla kültürel haklar!” söylemleri  taban bulmuşken, özgürlükler için harekete geçilmişken biz neredeyiz?

Biz, bu çalışmaların hangi boyutundayız?

Neden konuşmuyor, niçin görüşmüyoruz?

Derneklerimiz, dernek başkanlarımız, üst kurumlarımız, temsilcilerimiz, yazar ve çizerlerimiz, neredeler?

Yoksa “Bu özgürlükler çalışmasına bize haber vermeden başladınız, o halde biz bu işte yokuz, zaten biz halimizden memnunuz, bir talebimiz de olamaz!” mı diyoruz?

Yoksa, ”Bu olay siyasidir!” önyargısında mı boğuluyoruz?

Değilse, bu duyarsızlık, bu önyargı, bu heyecansızlık,  bu basite alma, bu umursamazlık bir siyasi tutum bağnazlığı mı?

Merak ediyorum bu önyargılar ne katacak davamıza?

Bahane mi Allah aşkına bunlar.

Kültürel derdi,  yok olma endişesi olan hangi samimi insan bu minnacık hesaplarda boğulur?

Evet, galiba biz halimizden memnunuz ve yeni hak ve özgürlüklerden korkuyoruz!

“Bize hak vermiyorlar!” diye bağırıp durmak varken,

Farklılıkları kabullenememek hastalığıyla sarmaş dolaş yaşarken,

Samimiyetsizlik ruhumuza işlemişken,

Hayatı ezber yaşamak dururken,

İnançsızlık, ümitsizlik, hayalperestlik ve dahi tembellik basiretimizi bağlamışken,

Daha da önemlisi, biz bu halimizden memnunken,

Şikâyet edip oturmak, tam da bize göreyken,

Hızla eriyip tükenirken, Allah aşkına bu “açılım” da nerden çıktı?

Korkuyoruz galiba, korkuyoruz!

ÇAL  GÜZELİM “KÂFE”Yİ!

Öyle ya “Hadi bakalım anadili daha etkili konuşmak, öz kültürü daha iyi yaşamak için kurun TV’nizi, yazın kitaplarınızı, açın kreşlerinizi, yapın eğitimizi, yürütün çalışmalarınızı” denilirse?

Ya gerçekten iş ciddiye biner de sözün ötesine yani icraata geçmek zorunda bırakılırsak?

Ya bu işin içine, yüreğimizi , zamanımızı, cüzdanımızı koymak zorunda kalırsak?

Ya derneklerimiz daha ciddi işler yapmak zorunda bırakılırsa?

Ya Türkiye’deki milyonlarca insan, korkmadan, güvenle toplumsal barış, özgürlük ve bütünlük çizgisinde özgürce yürümek zorunda kalırsak?

Olmaz! Hem sonra hani bu konularda eğitilmiş elaman, hani imkân?

Hem yani bizler bundan sonra evlerimizde anadilimizle mi konuşacağız? Çocuklarımız Nart destanlarıyla mı büyüyecek? Radyomuz, gazetemiz, TV’miz, okulumuz bu kültüre, sevgiye, barışa, mutluluk ve kardeşliğe hizmet mi edecek? Yani bu kültür şahlanacak, bu dil geniş çevrelerce konuşulacak, toplumsal barışa katkı mı sağlayacak?

Olur mu canım sen de!

“Yok, yok bu açılım işi siyasidir, inanın siyasidir!”

Biz işimize bakalım.

Çal güzelim “KÂFE”yi!