“ANILARA DOLANIK YÜRÜMEK”

Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam

“Anılara Dolanık Yürümek” adlı 2012 de Ankara’da yayımlanmış kitabın önsözünden bir bölümle CC’ye Yeniden Merhaba

“Merhaba,

Bu ikinci kitabımda bulacağınız yazıları da birinci kitabım “Türkiyeli Çerkes Çemberi”inde yer alanlar gibi, daha önce CircassianCenter web sitesinde yayımlanmış olan yazılarım arasından seçtim. İzleyenleriniz bilir, СС’deki köşemin adı “dağarcık”. Ancak aynı sitede “dağarcık”ta yer bulanlar dışında, “Anılara Dolanık Yürümek…”, “Yen İçinde” ve “Eski-Yeni” başlıkları ile de yayımlanmış yazılarım var.

Bu kitaptaki anılara dolandığım ilkyazı,  ilk kitabımın son yazısı. Aynı başlığı taşımasa da kurgusu benzer birkaç yazı ile birlikte bu yazı sanki daha çok beğenilenler arasında.

Buradan yola çıkarak seriyi sürdürmeyi ve “Anılara Dolanık Yürümek” adı ile yayımlamayı düşündüğüm ikinci kitaba sadece bu yazıları koymayı düşünmüştüm önce. Yazılarımı yeniden okuduğumda başka başlıklarla yayımladığım birçok yazının da kurgu olarak bunlara çok yakın olduğunun farkında oldum. Bu durumda yazıları harmanlamak çok çelişki olmayacak, yazılar da kitaplaşmayı daha uzun süre beklememiş olacaktı. Öyle de oldu.

Ancak bu kitap ta parçalı oldu ilki gibi; çünkü farklı zaman dilimlerinde yazılanların derlendiği kitapların, parçalı olmasının önünü almak çok güç. Böylesi kitapların, başı sonu kurgulanarak yazılan kitaplar gibi konu bütünlüğü göstermesi pek mümkün olmuyormuş.

Dahası, Tahsin Yücel ustanın bile başaramadığını benim başarabilmem olası değildi. Evet, Sayın Yücel, “Yazın ve Yaşam” adlı deneme kitabının önsözünde, şunları söylemek gereğini duymuştu:

“Okura ulaşmış bir yapıt tümüyle yazarın değildir artık, bir bakıma aynı yapı da değildir; doğru ya da yanlış, öznel ya da nesnel, tinsel ya da özdeksel, her türlü yoruma açık olması nedeniyle, çoğu kez yazarın usundan bile geçirmediği, gizli anlamlarla yüklü karmaşık bir alandır. Roland Berthes’ın bir yazısında belirttiği gibi, son söz okurundur her zaman. Son söz okurun olduğu için de bir yazarın yapıtını savunma, onun tam kendi istediği biçimde değerlendirilmesini sağlama yolunda harcadığı çabalar, başarısızlığa adanmış çabalardır genellikle.  Bunun için belki de en iyisi sözü doğrudan doğruya yapıta bırakmaktır. Ama değişik zamanlarda yazılmış, değişik parçalardan oluşmuş bir kitabın, kendini belli bir konu çerçevesinde, belli bir düzene göre biçimlenmiş kitaplar gibi savunabileceğini sanmak da aşırı bir iyimserlik olur: okurla kendileri arasında ortak bir alan yaratmaya parçaların boyutları yetmez, değişik dönemlerde, değişik koşullar altında konu edindikleri olgular arasındaki ayrılıklar da söz konusu parçaların kendileri arasında birer çelişki gibi görülebilir. Bu nedenle, bu tip kitapların  fazladan bir açıklamayla desteklenmesi, yerinde, hatta zorunlu bir tutum sayılabilir.”

Ustaya kesinlikle katılmakla birlikte, yazılarımın Sevgili Hapae Erhan’ın benim de farkında olmamı sağladığı, ortak bir ana fikri var sanki: Anavatana Dönüş.

Evet, gerekliliği ile olmazsa olmazlığı ile olabilirliği ile…  Anavatana Dönüş.

Bunu bilinçli olarak yaptığım sanılmasın sakın. İnanın değil. Başlayıp gelişmekte olan yazıya bu düşünce, doğrudan ya da tebdil-i kıyafet, bir yerlerden sızı-sızıveriyor. Çok farklı bir konuda yazdığımı sanırken, Dönüş çevresinde dolanır buluyorum kendimi.

Ama doğrusu, önleyemediğim bu saldırıya üzüldüğümü söyleyemem. Söylesem de pek inandırıcı olmaz sanırım. Evet, kurgulamıyorum ama yazı süzgeçten geçirildiğinde elde kalan hep Dönüş oluyor… İşin gerçeği bu.

Dolayısıyla yazılarımda kendimi yinelediğim de oluyor az olmayan sıklıkla. Bu da okurların pek hoşlanacakları bir şey olmasa gerek. Bunu bilmeme karşın, yazdıklarımı yinelemekten kurtaramıyorum kendimi. Bunun da nedeni benim ve sorunumuzun gerçeklerimiz olmalı diye düşünüyor kendimi avutuyorum.

Benim gerçeğim, bir yazar değil bir politikacı olmam. Dolayısı ile yazılarımı değerlendirirken, önceliği yazmak olan bir yazar değil bir politikacı olduğumu göz ardı etmeyiniz lütfen. Evet, ben halkımın, sorunlarını sorun edinmiş, sorunlarına çözüm arayan bir politikacısıyım.

Yazma nedenim de diaspora ulusal varlığımızı sürdürmenin tek yolu olarak gördüğüm çözüm önerisini, olabildiğince daha çok sayıda Çerkes’e ve ilgili tüm kişi ve devlet yönetimlerine anlatabilme, doğruluğuna herkesi inandırma, gerçekleşmesine de katkıda bulunmalarını sağlama çabası.

Sorunumuzun gerçeği de bugünden-yarına çözülemeyecek olması, benim de bilincinde olduğum, uzun erimli bir süreç olması…

Doğrusu bu iki gerçeğin, okurların beni hoş görmeleri için yeterli olabileceği umudunu da taşımıyor değilim.

Sayın Yücel’in yukarıda andığım “önsöz”ünün, bir paragrafı daha var, kendime yakın bulduğum:

“Şöyle böyle on yıllık bir süre içinde yazılmış, değişik denemelerden oluşan bir kitabı savunmaya gerekçe hazırlamak için mi söylüyorum bütün bunları? Hayır, çünkü yalnızca kitabın dağınık parçalardan oluşması yöneltmez yazarı savunmaya; böyle bir çabaya girmesi için, onda yeterince değerlendirilememesinden korktuğu derinlikler, güzellikler bulunduğuna, geçerliliği tartışma götürmez kesinlikler getirdiğine de inanması gerekir. Duygularımı doğru çözümleyebiliyorsam, bu kaygıların hiçbirisi yok bende. Yazılarım neredeyse on yıl önce, “Söylem Çağı” adlı deneme’de özlemini dile getirmeye çalıştığım, bir karşılıklı konuşma, bir birlikte arayış niteliği taşısın, belli bir bağlam düzleminde, belli bir nokta çevresinde genişleyen bir soru demeti olsun, okura tartışmasız kesinlikler sunmak, yol göstermek yerine, erişebileceği en büyük kesinliği onun yanıtında bulsun isterim.”

Anavatana Dönüş konusundaki keskinliğimi bilenleriniz, kesinlikler sunmayı önermeyen bu paragrafı nasıl kendime yakın bulduğumu anlamakta güçlük çekmişsinizdir. Açıklayayım;

Evet, biz dönüşçüler, ulusal sorunumuzun çözümü, kesinlikle “Anavatana Dönüştür” diyoruz ancak, kimseler başka çözüm yolları önermesin de demiyoruz.  Dahası gizli ya da açık, sözde değilse bile özde karşı olanların salt eleştirip başka çözüm yolu önermemelerine bir anlam da veremiyoruz.

Evet, biz dönüşçüler, ulusal sorunumuzun çözümü kesinlikle “Anavatana Dönüştür” diyoruz ancak, ulusal sorunu dert etmeyenlere, asimile olmuşlukları ile mutlu olanlara dönüşü dayatmak bir yana “sözlerimiz sizlere değildir” diyoruz.

Evet, biz dönüşçüler, ulusal sorunumuzun çözümü kesinlikle “Anavatana Dönüştür” diyoruz ancak, “dönüşü doğru bulan herkes mutlaka dönmelidir, anavatana dönmeyen Çerkes değildir” demiyoruz.

Evet, biz dönüşçüler, ulusal sorunumuzun çözümü kesinlikle “Anavatana Dönüştür” diyor ve aynı kesinlikle; “ulusal sorunu sorun edinen ve ulusal sorunun çözümünü anavatana dönüşte gören herkes, kendisi diasporada oşup anavatana dönemeyecek olsa da, ya da anavatanda yaşıyor olsa da bilgisi, birikimi, olanakları ölçüsünde dönüşe katkıda bulunmak zorundadır.”diye ekliyoruz.

Dahası biz dönüşçüler, en sağlıklı, en kolay en hızlı dönüşün nasılını arayış, “bir karşılıklı konuşma, bir birlikte arayış niteliği taşısın, belli bir bağlam düzleminde, belli bir nokta çevresinde genişleyen bir soru demeti olsun, okura tartışmasız kesinlikler sunmak, yol göstermek yerine, erişebileceği en büyük kesinliği onun yanıtında bulsun “ diliyoruz

Özetle, yazılar sizi içine çekebildiğinde, kendinizi “Anavatana Dönüş” çevresinde dolanıyor bulacağınızı umuyor, buna şaşmamanızı diliyor, yavaş, yavaş hazırlıklara başlamanızı öneriyoruz.

Üçüncü kitapta buluşmak umuduyla kalın sağlıcakla…