KITIJ Cemil Biçer
Erkek milletinin hayatında anlatmaya doyamadığı iki olay vardır, biri av hatıraları, diğeri askerlik hatıraları. Ama illâ ki, askerlik hatıraları her anlatışta aynı olaya yeni bölümler eklenir, eklendikçe içinden çıkılmaz bir hâl alır. Benim askerlik hatıram öyle olmayacak seveceksiniz, sabredip sonuna dek okursanız…
Efendim gelelim “Mayın eşeği ile alkış çavuşu’’nun hikayesine. Hikaye dediğime bakmayın anlattıklarım edebiyat literatüründe “Anı” türüne dahildir, Hikaye dememdeki maksat, kirli ve kötü kokulu adamların “akım”ı, “bokum” anlayıp hakkımda tevatür üretmeleri endişesi nedeni iledir.
Ben askerliğimi bir hudut karakolunda yedek subay olarak yaptım. Coğrafi olarak yer belirtmeyeceğim. Kimse heveslenmesin varsayın ki olay Fizan’da geçiyor! Anlatan da Memlük asıllı bir Çerkes asteğmen -kurgu nasıl ama!-…
Çerkesler diasporada; ya üst düzey bürokrat ya da bencileyin -yedek de olsa- subay olurlar. En iyi bildikleri iş zabitanlıktır! Arada sırada içlerinde yazar, çizer takımı da çıktığı olur…
Karakolumuz doksan yıl önce, gece yarısı yapılan anlaşma ile apar topar çizilmiş bir sınır ile ortasından geçen, dere baz alınarak bölünmüş bir köyün ortasına kurulmuş,
Sabah uyananlar bakmışlar ki, derenin iki yanına dikenli teller çekiliyor, “aman”, “zaman” dinlemeyen askerler dereyi geçmeye çalışanlara vermişler dipçiği.
Jandarma komutanı öğleden sonra toplamış köy ahalisini dere kenarına, “Eyyyy ahaliii!” diye kükremiş, “Bundan sonra derenin öte yanı Fizanistan’a aittir ve orada kalanlar da Fizan vatandaşlarıdır” diye devam etmiş. Ahalinin kahır ekseriyesi Türkçe bilmediğinden olayın vahameti anlaşılmamış, köylüler kıkır kıkır gülmüş. Komutan, muhtarı çağırmış yanına olayı özetle anlatmış “Benim söylediklerimi bunlara lisan-ı münasiple anlat’’ demiş.
Muhtar bu, adamı durduk yerde muhtar seçmezler! Aklı ve feraseti en uygun olan muhtar olur, bu memlekette! Her iş bombok yapılır ama tek doğru ve isabetli seçim muhtar tespitinde yapılır, Serkisof saati gibidir, tıkır tıkır yürür bütün işler.
Muhtarlar, devlet ile başı bozuk ahali arasında öyle uyumlu görev yaparlar ki, alan da memnundur satan da! “Her mesleğin bir piri vardır” derler ya rivayet olunur ki, “diplomasi” ilminin piri muhtarlardır!
Muhtar lisan-ı münasip ile olayı anlatmış ahaliye, olayın ayırdına varan kadınlar, kızlar başlamışlar zılgıt çekmeye, ama ne zılgıt..! Yer gök imlemiş, kurtlar kuşlar yuvalarına saklanmışlar.
Günlerce, aylarca, yıllarca sürmüş bu zamansız ayrılığın travması. Hatta aradan geçen doksan yıla rağmen görev yaptığım dönemde hala bu derin travmanın izlerine tanık olmuşumdur…
Tavuklar birbirine karışmış, inekler, koyunlar birbirine karışmış! Kuzular bir yanda kalmış civcivler öte yanda ama insanlar asla birbirlerine kavuşamamışlar,
O meşum ayrılık gecesinde, nenesi ile birlikte derenin öte yanındaki akrabalarına yatılı misafirliğe giden Zühre ve kardeşleri bile ölene kadar birbirlerine sarılamamışlar. Uzaktan uzağa hasretle tüketmişler ömürlerini.
Derenin bu yanında cenaze olmuş, seslenmişler öte yana. Bir o yanda cenaze namazı kılınmış, bir bu yanda,
Derenin bu yanında düğün olmuş, seslenmişler öte yana. Bir bu yanda halaylar çekilmiş, bir öte yanda.
İşte öykümüzün öznesi olan hatıratımız böyle bir geçmişe sahip!
Gelelim şimdi asıl konumuz olan mayın eşeği ile alkış çavuşlarının maceralarına….
Aradan geçen doksan beş yılda köy ahalisi tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağlayamadıkça karşılıklı olarak iki ülke arasında kaçakçılığa başlamışlar. “Kaçakçılık” deyince öyle hırsızlık, yağma, talan falan anlaşılmasın. Bu bir ticaret şeklinin adıdır ve gayette namuslu ahlaki kurallara dayalı yapılır. Sadece devlet bu ticaretten vergisini alamadığı için olayı yasa dışı ilan etmiştir, ceberrutluğu da bundandır! Yoksa ne kaçakçılık kötüdür, ne de kaçakçılar. Eğer devlet vergisini düzenli alabilse işler tıkır tıkır yürüyecek.
Zaten süreç içerisinde işler tıkırına girmiş bile, devlet adına o coğrafyada gören yapan bürokrat memur ve dahi özellikle asker taifesi işi öylesine “organize” hale getirmişler ki, devlet bile bu işe şaşar olmuş… Yani “al takke-ver külah” kanunu yürürlüğe girmiş zimnen.
Ben o karakolda görev yaparken bu zimnen uygulanan “kaçakçılık” yasası yürürlükteydi. Ancak, yeni filizlenmeye başlayan ayrılıkçı terör örgütü de böylesi vergisi algısı olmayan ticari alanı kontrol etmeye, kaçakçılardan vergi almaya başlamıştı! Bu durum, devletten ziyade devlet adına zımni uygulamalar yapan zevat-ı kîram huzursuz etmeye yetmişti.
Zaman zaman kaçakçılarla güvenlik güçleri arasında çıkan silahlı çatışmalarda kaçakçılar ve askerler yaralanmaya, ölmeye başlamıştı. Ölen askerler al bayrağa sarılı anlı şanlı törenlerle şehadet bröveleri ile son yolculuklarına uğurlanırken, kaçakçıların ölüsü köy meydanında sahipleri tarafından alınsın diye günlerce bekletilir olmuştu. Ahali korkudan ölüsüne sahip çıkamadığı için kaçakçının cesedi sıcak havada şişip kokmaya başlardı.
Sınıra döşenen “topuk koparan” adı ile maruf İtalya yapımı mayınlar işimizi oldukça kolaylaştırmıştı artık gece yarılarına kadar karda, buzda sıcakta devriye gezip risk almak yükümüz hafiflemişti! Biz sadece mayın sesine odaklıydık. Nöbetçi kulelerinden mayın patlamasını duyar duymaz alarma geçip olay yerine intikal ediyorduk.
Patlama olan yere vardığımızda, ayağı parçalanmış kaçakçı ile ölmüş eşeğin cesedinden başka bir şeyde bulamıyorduk. Geride kalan kaçakçılar, tüm kaçak malları alıp ya sınırın bu yanına, ya diğer yanına kaçmış olurlardı. Yani parsadan payımızı alamaz olmuştuk! Bu da görev aşkımızı kamçılıyordu. Bizimki vallahi kişisel menfaat değil, tamamı ile memleket sevdası idi!
Bu olaylarda bol miktarda da sahipsiz yükü olmayan eşekler yakalardık mayınlı sahada ve etrafında. Halk arasında bu eşeklere “mayın eşeği” adı verilir, mayınlı araziye bir gurup eşek sürülür arkadan ticari emtia yüklü katırlar ve arkalarından da kaçakçılar yürürdü.
Eşek deyip geçmeyin! Eşekler önsezileri çok güçlü hayvanlardır. Toprağın altında belirli mesafede gömülü mayınları algılama yetenekleri vardır. Ancak, bazen derine düşen mayını hissedemediklerinde de mayın patlar, eşekte “eşek cennetine” giderdi.
Çoğu zaman eşekler mayınlı araziden kervanı kazasız belasız geçirirlerdi. Kimsenin ruhu duymadan, burnu kanamadan ticaret hitama ererdi. Bunlar hiç hoşnut olmadığımız durumlardır, vergi tahsilatı gerçekleşemediği için!
Bazı zamanlarda mayın eşekleri mayına basar parçalanırlar. Yanındaki eşekler panik yapar dağılırlar mayınlı araziye. O esnada gerideki temizlenmiş araziden gelen kaçakçılar ve katırlar tornistan edip kaybolurlar! Biz olay yerine geldiğimizde mayınlı arazi içinde onlarca mayın eşeğinin kıpırdamadan durduğunu görürdük.
Patlamanın şoku ile önsezileri dumura uğramış mayın eşekleri saatlerce kendilerine gelmek için beklerler. Biz o mayın eşeklerini mayınlı araziden çıkartıp müsadere etmek zorunda kalırdık. Eşeklerin saatlerce kendilerine gelip mayınlı arazinin dışına çıkmalarını beklemeden askerler çavuşların eşliğinde tempo ile alkış yaparak eşekleri yürümeye zorlarlardı…
Bu göreve Sınır Güvenliği Talimnamesi -ST-7 -10/B gereğince “Alkış çavuşluğu” denirdi…
Şimdi yukarıda anlattığım öyküyü, çocuklar pırıl pırıl zekaları ile anlayıp yorumlamışlardır! Hayal dünyalarında yeni pencereler açılmıştır.
Kirli ve pis kokulu büyükler ise anlattıklarıma değişik anlamlar yükleyip “Sen bizim kahraman askerlerimize dil mi uzatıyorsun? Vatanın bekası için başlattığımız şanlı harekatı küçümsüyorsun musun..?” gibi afkurmalara başlarlar…
Yok efendim! Yok öyle şey!
Hezeyanlarınızı başka yere kusun, bu olay Türkiye’de değil Fizanistan’da yaşanmış bu bir…
İkincisi bizim ordumuzda hiç bir zaman mayın eşekleri kullanılmamıştır…
Üçüncü olarak biz eşeği mayın tarlasından çıkartmak için alkış tutmayız, ‘’ne hali varsa görsün’’ der geldiğimiz gibi geri döneriz…
Dördüncüsü bizde vatan için ölmeye hazır milyonlarca eşşek var.