Habip Yıldırım
Coğrafi konum itibariyle Kafkasya, her yönden gelen kavimlerin bir uğrak yeri olmuştur. Bölgede kalan ve Kafkasya’nın coğrafi yapısına paralel, orijinal bir yerleşim tarzı gösteren kavimler birbirlerine karışmaksızın ayrı bölgeleri yurt edinmişlerdir. Dolayısıyla, bölgedeki kavimler önce doğal, daha sonra da siyasi olarak birbirlerinden izole edilmiş bir hale gelmişlerdir. Bu durum ise, bölge halklarının sorunlarının kendi aralarında çözülmesini engellemiş ve bölge dışı güçlerin politikaları için bölgeyi istismara açık bir zemin haline getirmiştir (Kumkale, 1995:91).
Etnik mozaiğin zenginliği bölgede önemli bir kültürel ve sosyal zenginliğe sebep olmuş fakat bu durum bölge içi ve dışından güçlerin müdahalesini kolaylaştırmıştır. Kafkas Toplulukları göçe zorlanmış, çoğunluğun içine azınlıklar yerleştirilmiş, azınlıkların çoğunluğu yönetmesi istenmiş ve bu tür olaylar bölge içinde düşmanlıkların doğmasına sebep olmuştur (Demir,2003:70). SSCB zamanında cumhuriyetlerin sınırları etnik
topluluklar arasında bir takım sorunlar bırakacak şekilde çizilmiş, tarihi, doğal ve etnik şartlar göz önünde tutulmamıştır. Bu da SSCB’nin dağılmasından sonra eski düşmanlıkların, menfaat çatışmalarının ortaya çıkmasına ve kanlı çatışmalara sebebiyet vermiştir (Devlet,1998:279). Kafkasya’daki etnik grupların nüfusları, dağılımları ve önemleri değişmiş olmasına rağmen günümüze kadar değişmeyen tek özellik bölgedeki etnik mozaiğin sürmesidir (Demir,2003:70).
Kafkasya, jeostratejik konumu ve doğal zenginlikleri ile tarihin bilinen bütün dönemlerinde emperyal güçlerin iştahını kabartmıştır. Kafkasya, tarih boyunca en kötü günlerini Rusya’nın bu bölgeye yönelik işgal girişimleri ile birlikte yaşamıştır (Karayel, 2005:151). Slav milliyetçilerinin ve Rus yöneticilerinin, “üçüncü Roma” gibi imparatorluk kurma hırsları ve “sıcak denizlere ulaşma istekleri” gibi stratejik çıkarları yüzünden Rusya, Kırım ve Kafkasya’da katliamlar ve sınır dışı etme eylemlerini gerçekleştirerek bölge içinde ihtiyaç duyduğu etnik temizliği icra etmiştir (Karayel, 2005:160).
Kafkasya’yı Kafkasyalılardan arındırma süreci uzun savaşların ardından yerli halkların Rus Çarlığı’na yenilgisiyle 1859-1864 yılları arasında büyük bir sürgüne dönüşmüş, zaman içerisinde bu yok etme planı uluslararası hukuk açısından ancak jenosit ile tanımlanabilecek uygulamalarla bugüne kadar devam ede gelmiştir. Rusların Kafkasya’ya yerleşme politikasının sonucu olarak;sadece 1864’te 1 milyon 500 bin Kafkasyalı yurdundan olmuştur (Tastekin ve Özkaya, 2002:3). 14 Osmanlı İmparatorluğu’na sürgün edilen Kafkasyalıların 1 milyona yakın olduğu bazı araştırmacılara göre bu rakamın 2 milyona ulaştığı ve bunların %50’sinin yollarda açlık,
hastalık, soğuk ve deniz tutması sebebi ile hayatlarını kaybettikleri belirilmektedir (Güngör, 2005:18).
Kafkasya’nın özellikle Kuban ve Karadeniz bölgelerinden yaklaşık 1 milyon 500 bin insan, 1858-1864 yılları içinde tüm yaşam olanakları yok edilerek yurtlarından kovulmuşlar ve Osmanlı topraklarına gönderilmişlerdir (Berzeg, 2005:94). Kafkas halkının uğratıldığı sürgünler, 1864 yılından sonra da durmuş, hız kesmiş değildir.
Kalan halkın da toprak yönetiminin genel baskıcı karakteri nedeniyle 1865’te Çeçenya ve Osetya’dan, 1866 ve 1878 yıllarında Abhazya’dan daha sonraları Adigeler, Karaçaylılar, Abhazlar ve Dağıstanlılardan olmak üzere daha birkaç yüz bin kişilik bir Kafkasyalı nüfus daha yurdunu terk ederek yabancı topraklara göç etmek zorunda kalmıştır (Berzeg, 2005:95).
Kafkasya’nın çeşitli bölgelerinden, Kuzey ve Güney Rusya’dan 19. yy. boyunca çeşitli Müslüman topluluklar Osmanlı topraklarına göç ettirilmiştir. Sürülenlerin toprakları, evleri ve sahip olduğu diğer tüm mal varlıkları Kafkasya’ya ikame ettirilen Rus ve Kazaklara verilmiştir (Tastekin ve Özkaya, 2002:3). Bunun neticesinde Kuzey Kafkasya’nın toplam nüfusunda yarı yarıya azalmalar meydana gelmiştir (Bice,1991:51).
1864 sürgününe maruz kalan Kafkasyalılara tekrar anavatanlarında toparlanma fırsatı verilmemiş, Kafkasyalılar tekrar 1943 ve 1944 yıllarında J. Stalin’in tarafından geniş çaplı bir soykırıma maruz bırakılmışlardır. Kafkas halkları, asılsız bir şekilde II. Dünya Savası’nda Almanlarla işbirliği yapmakla suçlanmışlardı. 23 Şubat 1944 günü Çeçen ve aynı etnik kökene sahip olan İnguşlar binlerce insanın ölümü pahasına Sibirya’ya
sürülmüş, bunları 2 Kasım 1943’te Karaçaylılar, 8 Mart 1944’te de Balkarların Sibirya ve Kazakistan’a sürülmeleri takip etmiştir. Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri de sürgün edilmişlerdir (Taştekin ve Özkaya, 2002:4). İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Stalin’in Ahıska Türklerini sürmesinden sonra, Ahıskalıların yüzyıllarca yaşadığı köy ve
kasabalara Gürcü ve Ermeniler yerleştirilmiştir (Tasdemir, 2005: 34)
SSCB, sürgünleri büyük bir gizlilik içerisinde gerçekleştirmiş, kamuoyu 26 Haziran 1946’da “İzvestiya” gazetesi tarafından yayınlanan küçük bir haber vasıtasıyla yaşananlardan haberdar olabilmiştir (Tastekin ve Özkaya, 2002:4).
J.Stalin’in bölgeye müdahalesi, hassas olan demografik yapının iyice bozulmasına sebep olmuş, bugünkü çatışmaların temelini teşkil etmiştir. J.Stalin’in iskan politikasına göre Güney ve Kuzey Kafkasya halkları hiçbir zaman tamamen kendi bölgelerinde tutulmamış, bir bölümü Sovyet Rusya’nın çeşitli bölgelerinde iskân ettirilerek bunların yasadığı topraklara başka halklar getirilmiş hatta yasadıkları bölgelerde oluşturulan idari
sınırlarla etnik bütünlülük parçalanmıştır. Bu sayede bölgelerin eski ve yeni sahipleri arasında ihtilaflar ve çatışmalar çıkmıştır (Kalafat, 1999: 97; Kantarcı, 2006: 35; Yanar, 2002: 32). Bu göçlerden sadece Gürcüler ve Ermeniler ayrı tutulmuştur (Bice, 1991: 101; Yanar,2002:31).
Kendine özgü bir çeşitlilik gösteren Kafkasya’nın demografik yapısında Türkler, Gürcüler ve Ermeniler belirleyici unsurlar olmuşlardır (Kantarcı, 2006: 33).
Kafkasya nüfusunun, yaklaşık %35.2’sini “yerli olanlar”, %64.8’ini ise “yerli
olmayanlar” oluşturmaktadır. “Yerli nüfus” içerisinde Gürcüler %46.5 ve Çeçenler %11.9 ile ilk sırada yer alırlar. Bunların dışında kalan ve bölgenin yerlisi olan unsurlar ise, %41.6’lik bir paya sahiptir. Yerli olmayanların %56.6’sı ise Türklerden oluşmaktadır. Türk nüfusunun ise %82,7’sini Azerbaycan Türkleri oluşturmaktadır. Bunların dışında kalan yerli olmayan nüfusun %22.7’ sini Ermeniler, %16.2’sini Ruslar oluşturmaktadır (Avsar,1997:1878).