SEVGİLİ NEVZAT KARDEŞİME AÇIK MEKTUP

Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam

Sevgili Nevzat

Bildiğiniz gibi çok uzun yıllardır konunun içindeyim. Çok kişi tanıdım. Çok kişi ile birlikte yürür gibi olduk. Kimileri ile çok kısa sürede kimileri ile uzun yürüyüşlerden sonra ayrıldık. Bu yolda tanıştığım, kişilerin konumuza ilgileri ve paradigmaları konusunda, haklarında yanıldığım kişilerin çok az olduğunu söyleyebilirim. Bu az sayıda kişilerden birinin YEMUZ Nevzat olmasına inanın çok üzülüyorum. Bu üzüntüm de yanılmayı yaşamaktan çok, yetenekli, çalışkan ve özverili olmanıza karşın, halkımızın geleceğe kalma çalışmalarında verimli olmak bir yana zararlı olmaya başlamış olmanız…

Evet, çok, gerçekten çok üzücü…

Şimdi sizden ricam son paylaşımınıza getireceğim eleştirileri bir savunma refleksi ile değil de dışardan biri gibi değerlendirmeniz ve empati yapmanız. Örneğin;
“Anavatan’da yine savaş, yine ölüm, yine acı, yine hüzün ve gözyaşı…
Kafkasya yine kara bulutlarla kaplı, yine yüreklerde kor ateş, yine çaresizlik, yine ayrılık.
“Coğrafya kaderdir!” diye boşuna söylenmemiş demek ki.
Oysa ödenmişti bu coğrafyada yaşamanın ağır bedeli. Şimdi bu da neyin nesi?” diye başlıyorsunuz yazınıza.

Hayrola Nevzat’cığım. Anavatan bizim bilmediğimiz bir saldırıya mı uğradı yoksa?..  Bu kadar mı ilgisizsiniz anavatana? Bu söyledikleriniz bu günlerde anavatanda yaşananlardan çok ama çok uzak. Anavatanda bu günlerde üç cumhuriyetimizin devlet statüsüne kavuşmasının 100. yılı kutlanıyor görkemli ve takip edemediğimiz çok sayıda etkinliklerle. Bunların en görkemlisi de 20 Eylülde idi. Üç cumhuriyetin kültür emekçileri, Cumhuriyetlerimizin başkanları ile birlikte Kremlin Sarayı Konser Salonundaydı. RF Başkanı da gelmiş cumhuriyetlerimizi kutlamıştı.

Bu bilinen nedenle tedirginlikler, acılar yaşanmıyor anlamına değil elbette… Ama empati yapmanızı rica etmiştim değil mi? Peki, bu günlerde RF de yaşananlar çok uzun yıllardan beri TC’de yaşananların bire bir aynısı değil mi? Ülke güvenliği söz konusu olduğunda ordu sınır ötesi harekat yapmıyor mu? Bu harekatlar yıllardan beri devam etmiyor, bu harekatlarda Çerkes gençleri de yaşamını yitirmiyor mu? Çok üzücü olmakla birlikte bu yaşananları “Türkiye yine kara bulutlarla kaplı, yine yüreklerde kor ateş, yine çaresizlik, yine ayrılık.” diye tanımladığınız oldu mu hiç?

Çok az ulusal hakkı olan TC vatandaşı Çerkeslerin, vatandaşlık görevini yerine getirmelerini ve bu görevleri sırasında ölmelerini, şehit olmalarını, doğal karşılayıp (ki doğru olanıdır), ulusal hakları anayasa ile koruma altına alınmış, anavatan Çerkeslerinin vatani görevlerini yerine getirmelerini hayretle karşılamak, hakkaniyet olabilir mi?

“Hani biz oynamış, dünya seyretmişti ya bu sürgün, bu soykırım, bu ölüm oyununu!
Yoksa dünya aynı dünya, yönetmen aynı yönetmen mi?
Yine mi oynayacak, yine mi öleceğiz?
Kaldı mı ölmeye gücümüz?” diyorsunuz. Bunları yazan konuya ilgisiz biri olsaydı, bilmezliğine verilebilirdi. Oysa sizin gibi biri yazdığında bu çarpıtma neden diye sormamak mümkün değil.

Çünkü bugün, Ukrayna sorununu sadece seyretmeyen Dünya, o uzun savaş yıllarında da bizleri sadece izlemekle kalmamışlardı. Küresel güçler silah yığınağı yaparak, paralı savaşçı desteği vererek kendi çıkarları için günümüzde Ukrayna’yı kullandıkları gibi, geçmişte halkımızı da kullanmışlardı. Üstelik yardımın sadece sözünü ederek, yardım talebi ile kapılarına giden elçilerimizle görüşmeyerek…

Anımsayacağınızı sanıyorum. “Yalnızlığın Yanlışlığı” başlıklı yazısında “Çerkesler, (…) Son olarak Çarlık Rusya’sının yayılmacılığına karşı yüz yıldan fazla direnmiş, fakat sistemli ve sürekli bir şekilde uygulanan kolonyalist politikalara yenik düşüp yurtlarından kitlesel olarak sürgün edilmişlerdir…” diye trajedinin yalnızca bir yanını gören Sayın Erol Taymaz’ı, daha 20.12.2010 tarihinde “Yanlışlığın Yalnızlığı” başlıklı yazımda nesnel bakış açısı ile şöyle yanıtlamıştım:

“Çerkes (Adige Abaza ve Wubıh) sürgününde asıl etken elbetteki Çarlık Rusya’sının kolonyalist politikasıdır. Ancak Osmanlı İmparatorluğu ve diğer büyük bölge güçlerinin etkisi gözden uzak tutulduğu için eksiktir.

Bizce olayın özeti birkaç cümle ile şudur:

– ‘En güçlü olmak, koşullar elvermiyorsa, bir diğerinin en güçlü olmasını engellemeye çalışmak’ dünya dünya olalı beri, büyük devletlerin evrensel, temel ilkesidir.

– Günümüz dünya güçleri nasıl ki dünyanın çeşitli bölgelerinde, kendi çıkarları için bölge halklarını hiç önemsemeden savaşıyor, halkları da savaştırıyorlarsa, döneminde Kafkasya’da asıl savaşanlar, yok olması pahasına bizleri savaştıranlar dönemin dünya güçleri idi.

– Halklarımızın kaderini çizen büyük güçler arasındaki antlaşmaların hiçbirinde Kafkas halklarından birinden birinin imzasının olmayışı savımızın en kesin kanıtıdır.

Birçok tarihçinin belirttiği gibi bu devletler. Kafkas halklarını hiçbir zaman özne olarak kabul etmemiş hep nesne olarak görmüşlerdir.

– Savaşın asıl nedeni, Çarlık Rusya’sının genişleme, en büyük olma temel kuralı gereğince sıcak denizlere inme, Hindistan ticaret yollarını ele geçirme ve sayılabilecek daha bir çok nedenle Kafkasya’yı, özellikle de Kuzey-Batı Kafkasya’yı ele geçirmek istemesidir.

– Osmanlı, İran, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın asıl amacı Çarlık Rusya’sının genişlemesini, büyümesini önlemektir. Başlarda Kafkas Halklarının Rusya’yı durdurabileceği sanılmış, yardım edilir gibi yapılmış ancak Rusya’yı Kafkasya’da durdurmanın mümkün olmadığı görüldüğünde (Çarlık Rusyası Karadenizin doğu kıyılarını da işgal ettiğinde) de savunma hattı olarak Osmanlı topraklarını seçmişlerdir. Böylece Osmanlı’nın güçlendirilmesi gündeme gelmiştir.

– Dolayısı ile savaşın son bulmasından çok önce, özellikle Kuzey-Batı Kafkasya halklarının Osmanlı topraklarına göçürmek planları ve antlaşmaları yapılmıştır.

Özetle Çerkes’siz bir Kuzey-Batı Kafkasya amaçlayan Çarlık Rusya’sı itmiş, bu coğrafyadaki insanların gücüne ihtiyacı olan Osmanlı Devleti çekmiş, gücü takviye edilmeyen Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın daha da büyümesini engelleyemeyeceği tehlikesini gören Avrupa ülkeleri de sürgünü desteklemişlerdir.

Sürgünümüzde rol alan devletlerin varislerine yüksek sesle “çeşitli ülkelere dağıttığınız halklarımızı anavatanına dönüşünü sağlamalısınız” deme hakkını da verecek, Anavatana dönüşe katkılarını sağlayacak bu yaklaşımın ön plana çıkartılmamış olması ayrıca şaşırtıcıdır.”

Gelelim koyu renkle dikkat çektiğiniz “sürgün, soykırım, ölüm oyununa”… Bu konuda, “uluslararası arenada ilk defa “soykırım” (genocide) kavramının tarifini yapan, gündeme gelmesi ve kullanılmasına ön ayak olan, BM Soykırım Sözleşmesi’nin hazırlanması ve sonuçlanması evrelerine birinci derecede katkı sağlayan kişi Raphael Lemkin’” in soykırım tekniklerinden ikisini görmezden duymazdan gelmeniz ve hiç göndeme getirmemeniz “nesnel” görüntünüze gölge düşürmüyor mu?

Sevgili Nevzat, Lemkin’in tanımladığı “Bölgedeki sokaklar, caddeler, yerleşim yerleri, ilçeler ve illere kadar adlarının değiştirilmesini öngören politikaların uygulanması ve yerel halkın dilinin okullarda okutulması ve kendi dilinde yayıncılık yapmasının yasaklanması”  soykırım tekniklerinden ve bunu bize uygulayan devletlerden hiç, ama hiç söz etmemeniz samimiyetle bağdaşır mı?

Lemkin, soykırım ve inkâr – Altüst Dergisi (altust.org)

Peki yukarıda altını çizdiğimiz uygulamaları,  “BM soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılmasına ilişkin sözleşme” nin de soykırım olarak tanımladığından hiç haberiniz olmayabilir mi?  Bakın sözleşmede ilgili madde ne diyor Sevgili Nevzat:

Madde 2

(…)

  1. b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;

(…)

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, SOYKIRIMI SUÇUNUN ÖNLENMESİ VE CEZALANDIRILMASINA İLİŞKİN SÖZLEŞME « Soykırımlar (wordpress.com)

Devamında yine bir çok saçmalık ve sizin de suret-i haktan görünmeye çalışsanız da olaya NATO gözlükleri ile baktığınızın, gıyabi milliyetçi olduğunuzun, deplasman sever futbolcu olduğunuzun kanıtı cümleler ve hiç empati yapmadığınızın kanıtı cümleler. Dileyenler içi yazınızın linkini de verelim: ANAVATAN’IN SEFERBERLİK SINAVI 

Ve yazınızdan ibretlik birkaç cümle daha:

“Barış ve bağımsızlık mı, şimdilik çok uzaklarda.”

Anavatanın bağımsızlık amaçladığını nereden çıkardınız? Anavatan’ın “Sonsuza kadar Rusya ile birlikteyiz” düşüncesinde olduğunu  hiç mi duymadınız? Yoksa bağımsızlığı onların adına siz mi istiyorsunuz?

“Diğer taraftan bu son durumun, merkezde dağılmaya, yerelde derlenip toparlanmaya kapı açacağı beklentisi içinde olanlar da yok değil.”

Sizin beklentiniz ya da öngörünüz ne? Ben yıllardır dillendirdiğim öngörümü bir kaz daha yineleyeyim. Merkez dağılırsa (Allah yazdıysa bozsun) yerel derlenip toparlanmayacak hepten yok olacaktır.

Evet, Sevgili Nevzat, Anavatanın ne yapması gerektiğine bırakın, diasporanın yüz katı bedel ödeyerek anavatanı koruyan, cumhuriyetleri kuran, tarihi bayrağımızı dalgalandıran anavatandaki kardeşlerimiz karar versin. Dönmeyeceğiniz, yaşamayacağınız, kaderini paylaşmayacağınız, gerektiğinde bile bedel ödemeyeceğiniz anavatanı aşkların en güzeli ile uzaktan sevmeyiniz. Halkımızı gerçekten seviyorsanız bulunduğunuz coğrafyadaki sorunlarımızı ve çözüm yollarını dile getiriniz.

Ya da şimdiye kadar Dönüş karşıtı hiç kimsenin yanıtlamadığı soruyu siz yanıtlayınız:

Halkımız geleceğe nerde ve nasıl kalabilir?