TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKA ARAYIŞLARI VE RUSYA’NIN ARTAN ÖNEMİ

Dr. Mustafa Peköz
18 Mayıs 2010

Türkiye’nin iç politik gelişmeleri baş döndürücü bir şekilde kaosa doğru ilerliyor. Baykal’ın CHP Genel Başkanlığı’ndan istifası ile başlayan süreç, sadece Türkiye’nin iç politik dengelerini dizayn etmekle sınırlı değil; aynı zamanda bölgesel politikaları da etkileyecek bir sürece girilmiş bulunuyor. Bunun yansımalarını önümüzdeki süreçte çok daha net olarak göreceğiz. Küreselleşmenin bölgesel politikalardaki etkileri giderek belirginleşiyor. Kapitalist sistemin kendi iç dönüşüm sürecine paralel olarak bağımlılık ilişkileri yeniden tanımlanmaya başlandı. Emperyalist ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki ilişkiler, küreselleşme ile birlikte yeni biçimler aldığı gibi, geçmişte var olan mutlak bağımlılık yerini daha geniş çıkarlara bırakmaya başladı.

Küresel sistemin çatışma merkezinde olan Ortadoğu’daki gelişmeler bunun somut bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Bölge, 21. yüzyılın küresel savaşının merkezi haline gelirken aynı zamanda ülkeler arasındaki dengeler yeniden şekillendi.

Bu sürecin önemli bir halkası olarak Türkiye, geçmiş bağımlılık ilişkilerine yeni bir boyut kazandırarak bölgede çıkarlarına uygun politikalar geliştirmeye çalışıyor. Geçmişte bütün varlığıyla ABD’ye bağımlı bir politika izlerken, 1990’lardan itibaren gelişen süreç, Türkiye’nin dış politikasında bazı değişikliklere yol açtı. ABD’ye endekslenmiş tek yönlü dış politikayı terk etmeye başladı. Bağımlılık, çok daha belirgin olarak ‘karşılıklı çıkarlara’ dönüştü. Bölgesel arayışlarını yoğunlaştıran Türkiye’nin iç politik yapısındaki değişim süreci bölge politikalarına yansımış bulunuyor.

Türkiye’nin dış politikasının şekillenmesinde birkaç nokta ön plana çıkıyor. Birincisi, ABD ile olan çok yönlü bağımlılık ilişkileridir. Bu geçmiş süreçten farklı olarak değişmeye başlamış bulunuyor. Özellikle Irak savaşı ile başlayan kırılma, başka boyutlarda artarak devam etti. Bu nedenle Obama, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ‘stratejik ortaklıktan’ çıktığını ve ‘karşılıklı çıkarlara’ dönüştüğünü açıkladı. Bu politik yönelime baktığımızda ABD ile Türkiye ilişkilerindeki değişimin anahtarını vermektedir. Türkiye ABD’nin İran politikasından nispeten rahatsız, İsrail ile olan dengeler bakımından ‘stratejik işbirliğini’ fiilen sonlandırdı. ABD’nin Kafkasya stratejisine zımnen destek verdi ama aktif rol almadı. ABD, Türkiye’nin mevcut politikalarındaki değişimi fark ettiği için, Mısır’ı bölgede etkin bir güç olarak aşamalı bir şekilde ön plana çıkarmaya çalışıyor.

İkinci nokta, Türkiye’nin AB ile olan ilişkileridir. Çok yönlü ve karmaşık olan bu dönem, özellikle Türkiye’nin iç politikasını ciddi oranda etkiledi. İç politik çatışma ve rekabette İslamcı hükümet, AB’ye üyelik sürecinin güvencesiyle iç dengeleri kendi lehine kullandı ve önemli oranda başarılı oldu. Dış politikada ise çok farklı bir yön izledi. Türkiye’nin ihracat ve ithalatında AB çok önemli bir yer tutuyor. Karşılıklı ekonomik bağımlılık olmasına rağmen İran, Ermenistan, İsrail konusunda AB ile Türkiye’nin politikaları bire bir örtüşmüyor. Türkiye AB’ye aday bir ülke olarak, komşu ülkelerle hatta bazı Afrika ülkeleriyle vizeleri karşılıklı kaldırmaları, dış politikalardaki farklığın önemli tipik bir örneğidir.

Üçüncüsü ve belki de en çok dikkat çeken, Rusya ile olan ilişkilerin boyutudur. G-20’ler içerisinde yer alan ve dünyanın 17. büyük ekonomisine sahip Türkiye, son 15 yıldır, çok yoğun olarak Rusya merkezli Avrasya-Asya politikasına yönelmektedir. Rusya ile Türkiye arasında başlayan süreç, iki ülkenin dış politikasında çok önemli bir dönemeci oluşturuyor.

Türkiye’nin dış politikasında ciddi bir değişikliği ifade eden bu durum, bölgesel ilişkilerde dengelerin yeniden belirlenmesin ciddi bir rol oynayacaktır. Rusya, Avrasya ve Kafkasya’da yeniden etkinliğini pekiştirdi. Bugünkü tarihsel ve politik koşullar çok farklı da olsa Sovyetler Birliği dönemindeki gücüne ulaşmaya başladı. Türkiye bu durumu çok net olarak görüyor. Rusya ile kurulan yakın ilişki, bölgesel ilişkilerde önemli bir avantaj sağlayacağının farkındadır. Rusya da Türkiye ile kuracağı olumlu ilişkilerin, İslam dünyasına açılmasında önemli bir köprü görevi göreceğinin bilincindedir.

Karşılıklı çıkarları, ‘stratejik’ olarak tanımladıkları anlaşmalarla somutlaştırma sürecine girdiler. Bunu birkaç somut verisi ön plana çıkıyor. Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in, 11-12 Mayıs tarihlerinde Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaret, sadece iki ülke arasındaki ilişkiler bakımından değil esasen bölge ilişkilerini etkileyecek düzeydedir. Birincisi enerji sektöründe çok önemli stratejik anlaşmaların yapılması oldu. 4.8 gigawattlık ve 20 milyar dolarlık bir nükleer santral merkezinin yapılması projesi Rusya’ya verildi. Türkiye’nin gelecekte nükleer güç olma niyeti olduğu için İran politikasında farklı bir politika izliyor. Rusya ile yaptığı anlaşma ile bir bakıma kendisine bir zemin hazırlamak istiyor.

Ayrıca Avrasya enerji yolları müzakereleri de somutlaştırıldı. Rusya, yılda yaklaşık 15 milyar metreküpü bulacak doğalgazın Türkiye üzerinde taşınması sorununu önemli oranda çözdü. Rusya, stratejik enerji kaynaklarını elinde bulunduran ülke olarak, Türkiye ise geçiş koridoru olarak birbirini tamamlamak istiyorlar.

Rusya bölgesel ilişkilerde sorun istemiyor. Bu konuda hem Ermenistan’ı hem de Azerbaycan’ı uyardı ve Türkiye ile uyumlu bir politika izleyebileceğinin mesajını verdi. Ayrıca Türkiye, Kafkasya konusunda Rusya’ya ters düşebilecek bir politika izlemekten kaçınacağını ve özellikle ABD’nin bölgedeki faaliyetlerinin bir parçası olmayacağının garantisini verdi. Rusya’nın bölgesel politikalarda belki en çok hassas olduğu ve asla taviz vermeyeceği bir konu olduğunu bilen Türkiye’nin izlediği politikaya Rusya tarafından hemen karşılık verildi. Karşılıklı vizeler kaldırıldı. Bu karar, Türkiye’nin Asya derinliklerine açılması bakımından son derece önemli bir halkayı oluşturuyor.

Rusya, Türkiye’den ithalatını ciddi oranlarda arttırdı. Bu, ekonomik olarak ciddi sorunlar yaşayan Türkiye için önemli bir avantaj oluşturuyor. Diğer önemli bir nokta, Rusya’nın Ortadoğu politikasında Türkiye’ye destek vermiş olmasıdır. Örneğin İran, Filistin, Lübnan ve Suriye konusunda izlediği politika ile Türkiye’yi mutlu etmişe benziyor. Uzun yıllardan sonra Suriye’nin limanlarını Rusya savaş gemilerine açması ve hatta üs vermesi, Rusya’nın Akdeniz’e açılması bakımından stratejik öneme sahiptir. Türkiye bu sürecin oluşmasında belli bir rol oynadı.

Türkiye, Ortadoğu dengelerinde kendisine yeni ortaklar arıyor. Rusya bu sürecin önemli bir halkasını oluşturmaktadır. Dış politikadaki değişimlerde Rusya’nın artan rolü karşılıklı çıkarlar bakımından önemsenmektedir.

Türkiye’nin dış politikasında meydana gelen bu değişim akıllara bir başka soruyu getiriyor. Örneğin, bir dönem ABD, sadık adamlarından biri olan Menderes’i hayal kırıklığına uğrattı. Beklenilen ekonomik yardımlar yapılmadı, Marshalle planı çerçevesinde verilen yardımlar daha çok askeri nitelikteydi. Ekonomik sorunlara çözüm bulamayan Menderes, çareyi Sovyetler Birliğiyle ile ilişkileri geliştirmekte buldu. Somut adımlar atmak için hazırlıklar yapılırken, NATO’nun çocukları askeri darbe yaptı. Sol görüntülü askeri darbeyle Başbakan Menderes idam edildi ve Demokrat Parti kapatıldı.

İslamcı AKP hükümetinin Rusya ile yakınlaşma politikası nedeniyle böylesi bir sürecin olması son derece zordur. Ne uluslararası ilişkiler, ne Türkiye’nin iç politik dengeleri buna uygundur. İçte politik güçler dengesi İslamcı AKP’den yana gelişirken, küresel ilişkiler ve özellikle AB politikaları bakımından askeri darbeler güncelliğini yetirmiştir. Bugünkü özgün koşullarda askeri darbeleri tercih etmeyen küresel sermaye, CHP ve Baykal örneğinde olduğu gibi, bu sürece kendi çıkarları doğrultusunda çok farklı boyutlarda müdahale etmektedirler.