Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam
Masamda görmekte geciktiğim bir kitap: “Çerkesya Yurtseverleri ХЭКУПСЭХЭР”
Baskı tarihi: Mayıs 2013. Basım yeri Ankara.
Sözde “Çerkesya yurtseverleri”nin güya kendilerini anlatmaya çalıştıkları bir kitap. İlk elde söylenebilecek olan her zaman yaptıkları gibi içi doldurulmamış, somutta ne anlama geldiği belirsiz söylemler, çarpıtmalar: yalanlar ile bezenmiş ya da ağızdaki baklanın fırlayıverdiği cümleler.
Çözümü güya dönüşte görenlerin çözüm karşıtı söylemleri… amaçları… ve bir sürü çelişki…
Örneğin kitabın halkımıza seslenilen ilk sayfasında; “Çerkes halkına sesleniyoruz! Kurumlarımıza, örgütlerimize, gruplarımıza ve tek tek HERKESE… 21 Mayıs 1864 Büyük Çerkes Sürgünü’nü Anma gününde gelin BİRLİK . olalım. Güçlerimizi birleştirip taleplerimizi haykıralım. Çünkü ZAFER BİRLİK’le kazanılır.” denmiş.
Şimdi gelin bu çağrıyı birlikte irdeleyelim ve somutta peki bir anlamı olmadığını dolayısı ile de akıl dışı olduğunu görelim.
Bir kez birlik olmaya çağrılan kurumların ayrı olmalarının nedeni amaçlarının, önceliklerinin, taleplerinin farklı olması değil midir? Birleşenler, birlik olanlar amacı aynı olan kişiler kurumlar değil midir? Ya da amaçları farklı olan kurumların bir araya gelmesi, görüşlerini birleştirmeleri için eski deyimle asgari bir müşterek gerekmez mi? Yani gerçekten birlik isteyen bir grubun önce hangi talepler için bir araya gelinebileceği çalışmasını yapması ve şu talepler için güçlerimizi birleştirelim demesi gerekmez mi? Talepler açıklanmadığında yapılan çağrı havada asılı kalmayacak mıdır?
Peki “Çünkü ZAFER BİRLİK’le kazanılır” her zaman, her yerde, her şey için söylenebilecek, ancak içi doldurulmadığında kof bir söylem değil midir? Zaferden anladıkları farklı olan kurumların birlik olabilmeleri mümkün müdür? Mümkün olmadığına göre birliğe çağıranların zaferden anladıklarını açıklaması gerekmez mi? Söylenmesi gereken de “şöylesi bir zafer için şu talepleri haykırmak üzere güç birliği yapalım” değil midir? Bu şekli ile çağrı da eveleme-geveleme-oyalama değil midir?
- Sayfadaki “Sunu”da…
“(Kheku)…Çerkesler için sıradan bir ülke, sıradan bir vatan değildir. Burası binlerce yıldır yaşadıkları topraklar olup olağanüstü güzellikte kadim vatanlarıdır. Vatanlarını çok sevmişler ve herkesten kıskanmışlar, dışarıdan gelen saldırılara karşı canları pahasına savaşmak zorunda kalmışlar hiçbir zaman terk etmeyi düşünmemişlerdir, ta ki 150 sene önce soykırım ve kitlesel sürgüne uğrayıncaya kadar.
Bu sebeple hep Khekupse (хэкупсэ) olmuşlardır.
Çerkesçe’de pse (псэ) can, Khekupse (хэкупсэ) vatanını canı gibi seven anlamına gelir.”
İşte büyük bir yalan. Bence ülkelerine olan sevgileri dillendirdikleri gibi “çok büyük” olmadığı için Çerkesler, çıkarları çakışan iki imparatorluk ve onları destekleyen dönemin dünya güçlerinin oyununu göremediler. Daha çok kendi benliklerini sevdikleri için ülkelerini %90 oranında terk ettiler. Sağ kalabilmek için sürgüne boyun eğdiler…
Diaspora ülkelerinde yaşayanlar şimdi de çok sevmiyorlar ülkelerini… Yaşamlarının merkezine ülkelerini değil hep kendilerini koyuyorlar.
Dahası, ulusal değerlerini koruma çabamız da hiç olmadı diaspora Çerkesleri olarak. Örneğin, sürgünden bu yana hiçbir diaspora ülkesinde, özellikle diaspora devlet uygulamalarına karşı Çerkes toplumsal hareketi örgütleyemedik. Çerkesler olarak gasp edilen haklarımızı koruma girişimine hiçbir şekilde bulunmadık. Meşrutiyet döneminde kurduğumuz örgütler ve anadilde eğitim veren okullarımız cumhuriyetin ilk yıllarında kapatıldı sineye çektik. Köyler sürüldü karşı koymadık. Köylerimizin adları değiştirildi ses vermedik. Dönem geldi dilimiz yasaklandı “peki” dedik. Kendimizi bildik bileli taşıdığımız soyadlarımız Türkçe sözcüklerle değiştirildi hemen benimsedik. Cumhuriyet dönemindeki ilk derneğimizi ancak 1946’da Çerkes’i hiç anımsatmayan bir ad vererek “Dosteli Yardımlaşma Derneği adı ile açabildik. Yıllardır Çerkes ile hain sözcüklerinin birlikte kullanılmasına kendimizi alıştırdık. Bir halkı sürmenin, köy adlarını değiştirmenin, binlerce yıldır kullandığı soyadlarına izin vermemenin, dilini yasaklamanın soykırımın dik alası olduğunu usumuza bile getirmedik. Demokratik açılım sürecinde bile iktidar partisinin söylemlerinin sınırını aşamadık. Çerkesler adına Çerkes sözcüğünün bir kez bile geçmediği basın duyurusu yaptık…
Anavatanımızı çok sevilen türkçe şarkıdaki gibi hep uzaktan sevdik. Ellerde bayraklarımız “anadilim onurum savaşırım korurum diye caddeleri doldurduk ancak seçmeli adığece derslerini boş bıraktık. 21 Mayıslarda Karadeniz’in güney kıyılarında toplandık: sıkılı yumruk ve öfke taşan sözlerle barış diledik. Güya canımız gibi sevdiğimiz anavatanımızın 9 yıl süresince uzatılan vatandaşlığını elimizin tersi ile ittik. Abhazya bağımsızlık savaşında şehit düşen kardeşlerimizin çocuklarına yıllık 120 dolar eğitim katkısını çok gördük. Her fırsatta anasını çok sevdiğini terennüm edip en küçük izinde anasına değil dinlence yerlerine koşanlar gibi davrandık. Anavatanı çok sevdiğimiz şarkısını dilimizden düşürmedik ancak birçoğumuz izinlerimizde Avrupa, Afrika, Asya ülkelerine koştuk. 1 000-1 500 dolara arsa, 5 000-10 000 dolara konut alınabildiği günlerde bile anavatanda bir arsam, başımı sokacağım bir yuvam olsun demedik. Türkiye’deki üniversite öğrencilerinin yüzlercesine burslar verirken anavatana gelen öğrencilerden bunu esirgedik.
Özetle Çerkesler hiçbir zaman “khekupse (хэкупсэ)” olmamışlardır. Peki, bunlar ve daha fazlası gerçeğimiz iken, Çerkeslerin vatansever, ulussever oldukları yalan temeli üzerine Çerkesya inşa edilebileceğini düşlemek akılla bağdaşır mı? Ya da bu gerçekleri görmezden gelmek halkımızı aldatmak değil de nedir?
YALANIN BÜYÜĞÜ “Çerkesya Yurtseverleri ХЭКУПСЭХЭР”-1
NEDEN GERİ ZEKALILIK OLAMAZ “Çerkesya Yurtseverleri ХЭКУПСЭХЭР”-2
CEHALETLE VAR (!) OLMAYA ÇALIŞMAK “Çerkesya Yurtseverleri ХЭКУПСЭХЭР”-3