...................
...................

MUTLULUK YOLU      1.BÖLÜM -02

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

V.  BİR KADININ YAŞAM ÖYKÜSÜ

- Bak hele, gece yarısının kaçkın atlısı gibi nereden çıktın böyle! Geceleri dolaşıp duran atlılara mı katıldın yoksa, diye geniş ağzını, üst dudağı burnuna değecekmiş kaldırarak ve şakalar yaparak, fırtına gibi giriverdi içeri Yusıf.
- Biz de biraz süvaricilik oynayalım, ötekilerin dönemi tamam, kapansın artık dedik, diyerek şakayla karışık ayağa kalkarak karşılayıvermişti onu Bibolet.  
- Vallahi bilemem, sen haydutlara katılırsan, ben de komünistlere katılırdım! O zaman ben de seni köpekler tarafından sürülen kurtlar gibi kovalar dururdum! Yahu diyorum, siz komünistler bu Adige haydutlarına bir yaşam hakkı olsun tanımayacak mısınız, büsbütün silip süpürüyorsunuz zavallıları?

Yusıf laflarını ağzından avuçla döker gibi şakayla karışık konuşuyordu. Bibolet’in Adige giysilerine bir baktı; sarımtırak Buhara kalpağını iterek başının tepesine oturttu,  tanıyamamış gibi uzaktan bir bakıp sordu.
- Vallahi yaman bir atlı gibi giyinmişsin gerçekten! Haydutlar boşuna yakınıp durmuyorlar anlaşılan! Herkesi korkutacak gibi bir görüntün var.
-Haydut olarak hiç karşıma çıkma sakın! Komünistler de Adige elbiseleri giyebiliyorlar, haydutların kökünü kurutabileceklerini, çok şeyi başarabileceklerini insanlara kanıtlamış oluyorlar, diyerek şaka ile karışık yanıtlar veriyordu Bibolet de.
- Ben de fark etmemişim şimdiye değin. Sahi, Let, sana ne kadar da yakışmış bu Adige giysileri. Senin mi, yeni mi diktirdin yoksa, diye sordu Ayşet, Bibolet’in elbisesinde elini gezdirerek.
- Adige giysileri giymemi babam ile komşu yaşlılar istediler, çok da zorladılar bunun için beni. Moskova’dan yeni dönmüştüm, komşumuz yaşlı Hacemet (Хьэджэмэт) bize uğradı. Elini tutmak için kendisini karşılamıştım. Ancak elini uzatmadı, kızmış gibi bana bir baktı.  Niye bana karşı kırgınsın böyle, dediğimde de, İyi bir çocuksun, gelmene de sevindim ama bu başındaki kasket de ne demek, hiç yakıştıramadım sana. Bir Adige kalpağı (па1о) bulamamışsan al benim kalpağımı, diyerek bastonunun ucuyla kepimi başımdan düşürdü. O andan beri okul kepim sandıkta kilitli. Buraya gelirken de bulup buluşturup bu emanet elbiseleri bana giydirdiler.
- Çok iyi yapmış sana Hacemet, bir daha kep giymiş dönmemelisin köye artık, diyerek azarladı kardeşini Ayşet.
- Otursana, niye ayaktasın böyle. Yusıf konuğun ayakta kaldığını fark etmişti. Komünist de olsan konuksun. Anlat bakalım haberleri. Gerçekten ciddi biçimde haydutların peşine düşmüşsünüz anlaşılan, iyi de oldu, herkesi rahatsız ediyorlardı! Dışarıda bir buzağı bile bırakamaya gelmiyordu, şeytan alıp götürüyordu. Çok iyi yaptınız. Şimdi biraz sinmişler gibi ama fırsat bulur bulmaz yeniden ortaya çıkarlar. Köyünüzde büyük bir çatışma olduğu söyleniyor? Nasıl olmuş bu şey, anlatırsan dinleriz.
- Şöyle oldu. Krasnodar’dan üç kişi köyümüze geldi, güvenilir birkaç genci de yanlarına alıp haydutların ormandaki yuvalarını buldular ve yok ettiler. Haydutların birini öldürdüler, birkaçını da yaraladılar ama başlarındaki Darhoko (Дархъокъо) ile birlikte öbürleri kaçtılar. Yakalananların verdiği bilgiler üzerine, haydutlara yardım ve yataklık yapan birkaç kişi daha yakalanıp köyden götürüldü.  
- Doğrusu yaman kişilermişsiniz. Sen de var mıydın o yakalayanlar arasında?
- Vardım.
- Peki, Darhoko ne oldu? Vallahi tam da azılı biri o!
- Darhoko’nun günleri sayılı, adamın peşine Bolşeviklerin düştüğü görülmesin bir, fazla adım attırmazlar adama.
- Sende de Bolşevik cesareti oluşmuş anlaşılan! Zavallı Adige aptalları da Darhoko’yu bir şey sanıp peşinde dolanıyorlar, kurşun işlemezmiş diyorlar, çok şey anlatıyorlar onun için.
- Neredeydin böyle gece yarılarına değin, diyerek konuşmayı değiştirdi ve Yusıf’a bir soru yöneltti Bibolet. Sen de öyle bir Adige yiğitliği peşinde olmayasın sakın?
- Benim aptallıkları bıraktığım çok oldu. Senin adamlarınla işim yok benim, bana bir şey yapamazlar. Köyde daha büyük bir sorunumuz var: Köyümüzde ç’apşe (kırığı olan birini, eğlenti düzenleyerek ve lafa tutarak uyutmamak biçiminde bir Adige tedavi yöntemi. -HCY) yapıyoruz, bütün köy sırt sırta vermiş bu işle uğraşıyoruz.
- Ç’apşeden bu kadar erken ayrıldığına göre bir kusur işlemiş olmalısın, oraya bir gidersek seni yargılatırım!
- Adige ilişkileri konusunda bende kusur bulamazsın, sen asıl bizi eğitim ve bilim konularında aydınlatmıyorsun bir türlü. Ç’apşede karşıma çıksaydın seninle baş ederdim! Adige kemendi ile seni seni bağlar ve umarsız bir duruma düşürürdüm.
- Orada da sana kolay bir lokma olmazdım, dedi Bibolet.
- Dışeşıv, sen niye  erken ayrıldın oradan ç’apşeden, hiç böyle yapmazdın da? Let’in geldiğini mi öğrendin yoksa?
- Erken dönmeyi düşünmüyordum ama Yedıg Vıstaneko’nun (Устанэкъо Едыдж) oğlu bir delikanlı konuğumuz olduğunu söylediği için geldim. Yahu senin Vıstanekolarla ne gibi bir işin olur ki?

Yusıf merakla Bibolet’e bakmış, acaba ortalıkta anlayamadığı bir gizli şey mi varmış gibi bakmıştı.

Bibolet, yolda başından geçenleri anlattı.
- Vot Çert! (Bak hele!), diyerek Yusıf kendi baldırına bir vurdu. Çarçabuk cebine elleyip gümüş cıgara tabakasını çıkardı. Sözlerini birbirinin ardından sıralayarak, kız konusuna girmiş olmasına sevindi ve büyük bir dikkatle. Kağnıdaki kız büyüğü idiyse yöremizin en güzel kızıyla yan yana oturmuşsun demektir! Köy gençleri aç kurt gibi kapısını aşındırıp duruyorlar onun, sense kendiliğinden onunla birlikte olma şansını yakalamışsın. Çert znaet (vay canına), nasıl oluyor, anlayamıyorum bir türlü,  nerede bir güzel varsa, hep seni bulur!

Yusıf tütününü sarıp dudakları arasına yerleştirdi, ardından yakmak için lambanın üzerine uzattı.

Cigarasını yakmak üzere lambaya iyice sokulduğunda, Yusıf’ın yüzünü daha yakından görmüş ve şaşırıp kalmıştı Bibolet. Yusıf’ın yüzünden birbiriyle çelişen görüntüler yansıyordu. Saçları ve kaşları simsiyahtı, tıraşlı bıyık ve sakalı ateş saçıyormuş gibi kızıla çalıyordu, uzamıştı ve sıktı; çene ucu inatçı özelliğini yansıtıcı bir genişlikteydi; dudakları tatlı ve sabırcı olmayan kişilere
özgü kalın ve geniş görünümlüydü; gözleri uzayıp giden mavi gökyüzünü yansıtıyorlarmış gibisine yumuşak, güzel ve mavi görünümlüydüler. Yüzüne bakıldığında, onun sabırsız ve kararsız biri olduğu anlaşılabiliyordu. Kişiliği ve fiziki yapı olarak, en çok da bu özellikleri yansıyordu. Akılsız biri değildi, köyündeki sorunları bilmiyor da değildi. Ancak bunlardan birini olsun iş edinecek kararlı ve tutarlı bir yol tutturacak bir yapıda da değildi. Dudaklarını şişiren, eğlence ve zevk içinde yaşamak dışında bir amacı olmayan, giyim kuşamına düşkün, vaktini böylesine şeylerle geçirip duran biriydi. Okumak istemiş, Bibolet’le birlikte stanitsada (belde) üç ay kalmıştı,  ama sonunda bıkıp köyüne dönmüştü. Karşılaştığı her güzel kızı kaşen (arkadaş, yavuklu) yapıp oyalanıyordu.

Cıgarasını tüttürdü, derinden bir iki nefes çekti, burnundan ve ağzından dumanları bir bir savurup yeniden konuşmaya başladı:
- Ne güzel, ince uzun boylu bir kız değil mi?
- Hayır, o olmamalı, benim gördüğüm çok genç bir kız. Adı da Nafset.

- Ya, öyleyse o kızın küçüğü, benim sözünü ettiğim kız değil. O da güzel sayılır… Öyleyse sen, asıl güzel olanı görmemişsin, benim ilk kaşenim o. Gidelim, sana göstereyim onu.

- Aman Allah’ım, ne de çok kaşenin varmış senin! İçlerinden birini alıp bize bir dinlenme fırsatı verseydin, dedi şakacıktan Yusıf’a Ayşet.

- Ben senin güzel dediğin kızı görmedim ama benim sözünü ettiğim küçük kız da görülmeye değer en akıllı kızlardan biriymiş gibi göründü bana, dedi ciddi ciddi  Bibolet.

- Küçüğü, büyüğü ile yarışamaz ama küçüğü beğendim diyorsan kabul! Onunla konuştururuz seni, pseluh  (псэлъыхъу) (1) yaparız onu sana. Benim kaşenim de bana kalmış olur böylece. Şunun şurasında konuksun yoksa o kızı da sana öyle kolayından kaptırmazdım.

- Let, sonunda bir Adige kızını beğendiysen ne mutlu bize. Biz burada bize kentten bir Rus kızı getirip gelmenden korkup oturuyorduk, dedi Ayşet, içinden kuşkularını atamamış bir biçimde.

- Hayır, sizin korktuğunuz gibisine şeylere kapılıp gidecek biri değilim ben. Benim sırf güzellik peşinde koşuşturan biri olmadığımı herhalde biliyor olmalısınız. Kızın kendisi de henüz çok küçük. Ben onunla kaşenlikten başka şeyler nedeniyle ilgileniyorum.  Evlendiğin kişi, peşinde koştuğun davayı anlayan ve sana destek çıkan biri olmalı. Böyle olmadığı takdirde, böyle biriyle karı-koca olmak dışında bir bağ kurulamaz, benim gibiler, öyleleri ile fazla bir beraberlik sürdüremezler. Ben kızın kız yanını değil, insanca yönlerini daha bir beğendim.


Yusıf boğulacakmış gibi tütün dumanını yutup ardından ağzından boşalttı, Bibolet’in sözlerini onaylamıyormuş gibi yapıp konuşmak istedi ama Ayşet sözü ondan kaptı:

- Hele bir bekle, Let konuşsun bakalım. Kızı görmedim ama duyuyorum, çok da beğeniyorum. Let onu nasıl buluyor, onu bir dinleyelim, dedi Ayşet.

- Nu (Peki), neymiş bakalım, söyle de o kızda bulduğun onca şeyi biz de anlayalım. Ben o küçük kızı fark edip alıcı gözle bir bakmış da değilim ama okuma-yazma gibi şeylere meraklanıyor olduğunu duyuyorum, herhalde seni de bu yönü etkilemiş olmalı. Okumak isteyen hevesli kızlarımız var ama Adige kadınları pek de okuyacak kimselere benzemiyorlar, sanmıyorum da, diyerek keyfi kaçmış bir biçimde susuvermişti Yusıf.  

- Kadınların uyanmasını beğenmemeni, karşı olmanı ve bunun nedenlerini istersen sana bir anlatayım,  yanlış davrandığını sana göstermiş de olurum! Şimdi bu küçük kıza duyduğum ilgiyi açıklamama bir fırsat tanıyın yeter ki, diyerek Bibolet ciddi ciddi ayağa kalktı. İçindeki duyguları ifade edecek sözcükleri bulmakta güçlük çekerek bir süre düşündü, ardında hiç acele etmeden konuşmaya başladı.


İnsan ilişkileri ve gelenekleri, yaşam biçimlerine bağlıdır, o yaşam biçiminin ürünüdür. Yaşayış biçimleri, iyi ve kötü gibi anlayışları o yaşam biçimine dayalı olarak oluşur. İnsan toplumunun farklı sınıf (ve katmanlara) bölündüğü dönemden başlayarak, mülk sahibi olan, güç ve egemenlik sahibi de oldu. Böylece mülkü ve egemenliği ele geçirmiş olan bir üst sınıf oluşmuş oldu. Bu sınıf yasaları kendi çıkarı doğrultusunda çıkarmaya başladı. Zorla ve güç kullanarak çıkardığı bu yasaları topluma benimsetti, böylece insanların olayları kavrama biçimleri de, bir tarafın yararına olacak biçimde düzenlenmeye başlandı. Silah, kırbaç, korkutma, kandırma, din ve gelenekler, her şey, bütün bunların hepsi yoksul ve bağımlı çoğunluğun kendi çıkarına (sınıfına) yabancılaştırılması biçiminde uygulanmaya başlandı. Tarih boyunca insan toplumları, kendi yaşam biçimlerine uygun gelenekler, insanlık anlayış ve beğenilerini üst sınıfın çıkarları doğrultusunda düzenleyerek günümüze gelmişlerdir. Kralları (пщы) ve hanları sıradan insanlar olarak değil, güneşten ve aydan gelme varlıklar olarak topluma benimsetmeyi başardılar. Kadınlarını kendileri için itaat altında tutmak için, kadının namusunu kanla temizleyip koruyan Adigeler gibi bir toplumu bile, aldıkları gelinin ilk gecesinin pşıya (2) ait bir hak olduğuna inandırmışlardı ve bunu  “Adigeliğe” uygun bir hakmış gibi kabul ettirmeyi başarmışlardı. Şeveyışıj  (шъэоищыжь) (3) geleneğinde olduğu gibi, ilk gece pşı gelinin yanına giriyordu, pşı kendine bağlı alt sınıfa bu ilişkiyi normal bir şeymiş gibi benimsetmeyi başarmıştı. Çalışan (alt düzey)  insanın gözü (bilinci) düşman (üst) sınıfın indirdiği perdeyle (нэщыпхъо) kapatılmıştı.

 

Kadının konumu, o dönemlerde egemen olmuş olan sınıfların çıkarları doğrultusunda biçimlendirilmişti. Sömürücü sınıfların gücü ve egemenliği, yağmaladıkları ve ele geçirdikleri zenginliğe (mülke)  dayanıyordu. Bu mülkü yasalarla korumak için, güçlü bir özel mülkiyet düzeni (devlet) oluşturuldu. Bu mülkün aile içinde kalması, bir biçimde bölünüp elden gitmemesi için, yasa ve gelenekler aileye girecek ya da aileden gidecek kadınların pay (miras) almaları ve birçok hakları yok edildi. Ancak kadınsız olmayacağı için, kadının da kendilerine ait bir mal olması, hizmetlerindeki diğer köleler gibi itaat altında tutulması için bağlayıcı yasalar oluşturuldu. Bu adaletsiz düzen, din ve geleneklerin de yardımıyla iyice sağlamlaştırıldı, pekiştirildi, iyi ya da kötü, buna göre bir “Adigelik”  ve ahlak anlayışı oluşturuldu. Halkın en temiz ve en insancıl kalmış olan yarısı kölelik (унэ1ут) zincirine vuruldu. Böylece erkek,  kadının egemeni (пщы) oldu. Kadının toprak üzerinde bir hakkı, evin mülkü ve miras üzerinde de bir hakkı yoktu, toplumsal kararlara da katılamıyordu, kendi seçeceği biriyle olsun evlenemiyordu, boşanma ya da erkeğe tanınmış olan talak (т1элэкъ); tek taraflı boşanma (4) hakkı dahil hiçbir hakkı yoktu. Kadının yaşamı ve her şeyi erkeğe bağlı kalmasını sağlayacak bir biçime dönüştürüldü. Kadının görevi, erkeğin beğenisini kazanma anlayışına göre ayarlandı. Başını dayayacak bir koca bulma umut ve arzusu dışında kadına bir şey bırakılmadı. Eski zaman erkeği kendisini dinleyecek, köle gibi hizmet edecek, karılık yapacak bir kadın istediğinden, kadın da erkeğin beğenisine göre kendisini hazırlıyordu.


Adige kadınının yaşam biçimi, davranışı, karakter ve özellikleri, işte o eski dünya geleneğine uygun olacak bir biçimde düzenlenmişti. İyi bir kocaya varmak dışında bir kadının bir umudu kalmamıştı, istekleri kendisini geçindirecek bir koca bulma amacıyla sınırlanmıştı. Kendisini erkeğinin arzulayacağı bir görüntüye uydurmak zorundaydı. Buna göre, sözgelişi kendi kadın başından utanıyormuş gibi, yabancı erkeklerin kendisini görmelerinden kaçınmaya, deli gibi erkeklerden kaçmaya, sinik, uysal ve yumuşak başlı olmaya başlamıştı. Kadını, erkeğin yanında bulundurmaktan utanacağı şeylerden biri imiş gibi görmeye başladıklarından, Adige erkekleri de kadın ile birlikte görünmekten utanmaya, kadına pek bir değer vermiyorlarmış gibi davranmaya başlamışlardı. Bu oluşum din, şeriat, Adigelik, Adige geleneği ve Adigelerde bulunan uygun ya da değil kurallarla sıkılaştırılarak pekiştirilmişti. Giderek kadın kendisi için biçilen kölelik elbisesine (ve zincirlerine) alıştırılmıştır. Adige kadınının konuşma, davranış ve düşünüş biçimi, bilinci ve insanlık anlayışı, bütün bunlara uygun düşecek bir hale getirilmiştir…

 

Bibolet, konuşmasına eski dönemden girerek bir başlangıç yaptı, kadın konusunu açtı ve böylece sıra Nafset hakkındaki sözlerine geldi:

- Benim bu küçük kızda ilginç gördüğüm şey, en başta yapmacık ve özenti bir yanını görmemiş olmamdır. Kendi geleceğini düşünen, iyi bir amaca yönelen, bu amacını gerçekleştirme özlemini taşıyan, önümüzde uzanan yeni yaşama uygun bir yaşam yolu için adım atmak isteyen ve bunları kavrayan birine benziyor. Ancak onda bir insancı yan var, utanmazın ve uçarının biri de değil o. Onda utanma duygusu da, güzel bir kadın olma özelliği de, ikisi de birlikte var. Ancak utanması yapmacık değil, utanması sırf bir kadın olmasından kaynaklanan bir utanma biçimi de değil. Güzel, temiz bir kız, insancıl özelliği ile içindeki amacı birleştirmiş durumda. Böyle kızlarla rasgele sözcüklerle Adige psetlıholuğu yapılamayacağı, öylesine kişilerle bayağı davranışlara dayanan bir kaşenlik kurulamayacağı bellidir. Bu özellik Sovyet egemenliğinin bir ürünü ve onunla belirmiş olan yeni Adige kadının bir yeni görünümüdür, ”Ben kendimi, kadınmışım diye sana ezdirmem, benim sorumluluklarım bir tek erkekle sınırlı değil” diyen bir karakter bu. Benim bu küçük kıza karşı sevgimin kaynağı, onda bu özellikleri gömüş olmamdır”, -diyerek Bibolet konuşmasını tamamladı.

- Aynen öyle! Tam da benim düşündüğüm gibi konuştun, Let, dedi ciddi ciddi Ayşet. Küçük kız okumak için can atıyor. Bir şeyler okumaya çalıştığı, boşta gezen gençlere yüz vermediği için bayağı eleştiriliyor. Kadınlar arasında o kızdan sık sık söz edilmekte olduğunu duyuyorum. Başına bir iş açmasından kaygılandığımdan, sık sık durumunu soruyor, öğrenmeye çalışıyorum. İlk gelişinde sana ondan söz etmeyi düşünmüştüm ama unutmuşum, döndüğünde anımsamıştım ancak. Zavallıcık insan olmak istiyor ama hiçbir yardımcısı yok. Ailesi okumasına kesin karşı.

- Bütün köy, Yusıf da aralarında olmak üzere, zavallı kızın bu güzel isteklerini bastırmaya çalışıyorlar, diyerek Bibolet lafı Yusıf’a dokundurdu.

- Sen çelme atmaya çalışıyorsun, ya toje eto ponimayu! (Ben zaten bunu biliyorum!). Ancak okumakla Adige kadını bir yere varamaz diye beni düşündüren şeyler de var, diyerek Yusıf şaka eder biçimde konuşmaya başladı. Bana bir akşam görülüp iletilmiş olan haberi sen de duymuş olsaydın moral diye bir şeyin kalmazdı. Köyümüzde pek de tanınmayan küçük bir temiz kız vardı. Rusça-Adigece okumaya çalışıyordu.  Geçtiğimiz yıl, komşu köyden bir gence zorla verildi. Kızın güvendiği ve yardım beklediği kişilerden biri de bendim. Kızı alan genç de ara sıra bize uğrayan bir tanıdığım idi. Kız köyümüzden bir gençle bağlantılıydı, birbirlerini seviyorlardı. Ancak ailesi köydeki çocuğu beğenmediğinden kızı zorla öbür çocuğa verdi. Ancak çocuk bulaşıcı bir hastalık taşıyordu. Doğrusu ben de bilmiyordum öylesine kötü bir hastalığının olduğunu. Arkadaş olarak bana geliyor, kıza ilişkin olarak içini bana açıyor, bana güveniyordu. Bu nedenle engel olmak istememiştim. Bir gün çocuğa hastalığı ile ilgili bir soru sormuştum, iyileştiği gibisine sözlerle konuyu değiştirmiş, doğru dürüst benimle konuşmaktan kaçınmıştı. İyileşmediğini anlamıştım. Sonuç olarak zavallı kızı o hastalıklı gence verildi. Sonunda bir akşam kızın öldüğünü haber aldım… Ölümünden önce haber gönderip beni çağırmıştı, son kez görmüştüm. Zavallı kız, o güne değin köydeki sevdiği genci aklından çıkaramamıştı. Yalnız kaldığımızda: ”Şumafe’yi (uğurlu süvari) severek hadırıhe’ye (хьадырыхэ) (5) gittiğimi ona iletiver… Aileme de… Kendi elleriyle beni ölümün kucağına attıklarını söyleyiver. Pşıkan (Пщыкъан)  artık rahat etsin! Pşıkan kızın ağabeyiydi, köydeki gence verilmesini asıl engelleyen oydu. Bütün bunları gördükçe, okumanın da kadınlar için çözüm getirebileceğinden kaygılanıyorum. O kız da okumak, bir şey olmak istiyordu ama insana hiç fırsat tanırlar mı?

- Kalekuteko’nun (Къэлэкъутэкъо;Kale yıkan) kızı olmalı. Küçük bir kız, temiz bir kadındı zavallıcık, diyerek Ayşet de bir iç çekti üzgün üzgün.

- Minyon yüzü şişmiş, gözlerinde fer kalmamış halde, “Şumafe’ye ilet…” dediğindeki yüz ifadesi hala gözümün önünden silinmiyor. Gözleri bana bile bakmıyorlardı, dünyaya küsmüştü, yaşam, üzüntü ve sevgi duygusuyla dolu, bu dünyadan göçüp gitmişti, diyerek eklemede bulunmuştu Yusıf içerlenerek.

 

Konuşma kesintiye uğradı. Yaşama doyamayıp vakitsiz ayrılan kızın hayaleti oda içine gelip karşılarına dikilmiş gibi bir süre susup oturdular.

- Ne diye şimdi böyle  üzülüyorsun ki, dedi Bibolet, Yusuf’a haksızlığa karşı çıkmadığı için .

- Buna üzülmeyip de neye üzüleceğim ki, demişti Yusıf. Bibolet’in sorusundaki inceliği anlayamadığından, şaşırmış halde başını kaldırıp Bibolet’e bir baktı.

- Erkekler olarak  birleşip kızcağızın başını yaktınız, şimdi üzülmüşsün ne yazar?


Yusıf, sonunda Bibolet’in ne demek istediğini, kendisini kınamakta olduğunu anlamış, susmuştu. Bir süre yan tarafa bakıp durdu, çok alçak sesle, kendini adamakıllı haksız görerek, üzgün bir biçimde sözünü devam ettirdi:

- Peki, ne yapsaydım, po-tvoemu (tuhafsın), ne yapmamı bekliyordu? Bana güvenip sırrını bana açmış olan bir gence ihanet edip işi bozmaya kalkışsaydım yakışır mıydı, Adigelik ve insanlık ölmüş mü ki, öyle mi yapmalıydım?

- Ben de o söylediğin gibi davranmış olmanı Adigeliğe uygun bir şey olarak görmüyorum ama sen, sana öğretilmiş olan Adigelik gereği nasıl davranılması gerekiyorsa öyle davrandın, ”adammış gibi” sana güvenip sırrını açan adama karşı görevini yerine getirdin, kadın konusunda ise “erkeğin yüzüne” kara çaldın! Adigeliğe uygun hareket ettiğini, Adige “insanlığını” yerine getirdiğini düşündün. Ancak gerçek insanlığı öne çıkarıp daha farklı hareket etmen gerekirdi: Küçücük ve masum bir kızı Adigelik tutkun için kurban verdin, bunu önlemeliydin.
Başına bela örülen o masum kıza arka çıkman, onu bu beladan kurtarman gerekirdi. Bu kötü hastalığı taşıdığı halde evlenmeye kalkışan o edepsize de haddini bildirmeliydin.

Kendinden geçerek Bibolet sesini yükseltmişti.
 -Yargı önüne çıkarmalıydın onu! Gerçek bir insanlık bilincin olsaydın, işi o noktaya vardırmazdın, ses tonunu düşürerek konuşmasına devam etti Bibolet, kızı zorla ona vermelerini engelleyebilirdin. O masum kıza yardım eder, Sovyet yönetiminin ona sağladığı hakları anlatır, zorbalığa karşı çıkma hakkı bulunduğunu ona kavratırdın, onu uyandırır, son çare olarak da anasını, babasını ve o çok akıllı ağabeyini yargıya teslim edebilirdin. Ancak öyle yapacak olsaydın, sana kuşkusuz Bolşevik damgasını yapıştırırlardı. Omuzların herhalde bu yükü taşıyacak güçte değildi.

- Nu (peki), Adigelik ve insanlık anlayışımız tükenmişse, artık bilemem, dedi Yusuf başka diyecek bulamayınca.

- Anlayamadın mı hala, Adige geleneği denen şeyin kadına ilişkin konularda nasıl uygulanmakta olduğunu! Görüyorsun işte, kadının,  Adigelik denerek, erkeğe itaat eden, onun sözü dışına çıkamayan, kul köle olması istenen, hiçbir hakkı bulunmayan biri haline getirildiğini. Ağabeyinin elinden tutup kız kardeşini kendisine en fazla başlık verene sunma hakkı Adigeliğe ters değil. Dünyası sevdiği ile sınırlı olan genç bir kızın dünyasını yıkmak, onu sevdiğinden koparıp sevmediği birine vermek Adigeliğe uygun. Erkek olma dışında özelliği olmayan, pislik içinde yüzen bir delikanlıya kızı vermemek de Adigeliğe aykırı. Kızın güvendiği bir erkek arkadaşı olarak sana bağladığı umudunu, onun temiz duygularını, güzelliğini,  tek aşkını ve küçücük yaşını, her şeyi, Adige “delikanlılığı” adına kurban edip bunların hepsini o pis kişiye yedirdin. Örnek bir Adige delikanlısıymışsın gerçekten!

- Vallahi siz komünistler yaman adamlarmışsınız doğrusu, ancak dediğiniz gibi eskimiş geleneği ve yaşam biçimini değiştirebilirseniz tabii! Ancak hiç sanmıyorum, üzülmüş gibi lafı geveledi Yusıf.

- Senin gibi üzülmekle kalsaydı herkes, dünya arabasının peşine takılıp kalmış olsalardı, bugün gelmiş olduğumuz yere asla gelemezdik.


Yusıf’ın anlattığı sözlerin bulandırdığı ortam o akşam durulmadı bir türlü. Dostça, arkadaşça bir söyleşi olanağı kalmamıştı artık. Vakitsiz yaşama göz yuman o genç kadının üzüntüsü herkesi derinden etkilemişti. Yusıf bir iki kez atılıp konuşmak istedi ama başaramadı, sonunda sustu. Bir şey söyleyemeden konuşmalara ara sıra bir iki söz söyleyip katılmakla yetindi.


Ayşet, Bibolet ile Yusıf’ın birbirlerini kırmalarından korkmuş, kaygı içinde oturuyordu.  Bir iki kez her ikisinden de yana tavır alıp konuyu değiştirmek istedi.


Ayşet’in üzüldüğü başka bir konu vardı daha. Hepsinden çok tek dayanağı ve güvencesi olan biricik kardeşini yitirme kaygısını taşıyordu. Şimdi bu kaygı, büyüyerek içine yerleşmiş umarsız bir düşünceye dönüşmüş,  evin içinde, başucunda pırpırlayıp kanat çırpan bir kırlangıç gibi uçuşuyordu: ”Bibolet-komünist…” bu iki sözcük içine işlemiş, oturmuştu, bir türlü de çıkmak bilmiyorlardı. Bu akşamki ateşli konuşmalardan, Bibolet’in henüz aralarına katılmamış da olsa, kalbinin komünistler için çarpmakta olduğunu Ayşet, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde anlamıştı. Onu azarlamak, canını ve her şeyini ortaya koyarak, onlara katılmasını önlemek için yalvarmayı bile düşünüyordu: ”Katılma onlara, biricik güneşim, katılma komünistlere, acı bize!”  Ancak bunu söylemeye dili varmıyordu. Olmayacak bir sözcük, inada vardıracak bir sözle Bibolet’i kendinden uzaklaştırmaktan da korkuyordu. Komünistlerin gerçekleştirmek istedikleri şeyleri, Adige geleneğinin kadınları ezmek biçiminde uygulandığını anlıyor, Bibolet’e hak vermiyor da değildi. ”Söylediklerinin hepsi de doğru, söylediklerin biz Adige kadınlarının çektiği yanında az bile, üçte bir bile değil. Ben sana daha fazlasını da anlatabilirim…” diyordu içinden ama bunun bir işe yaramayacağını anlıyor ve susuyordu. Bir yandan da kardeşinin ele aldığı derin konular, güzel ve akıcı bir Adigece ile bütün bunları anlatması, düşüncelerinin çok derinlere inebilmesi, Ayşet’in içini ısıtıyor, kaşlarını gururla kaldırmasını sağlıyordu. Ancak yine de kişisel kaygıları ağır basıyordu: ”Gerçek orada kalsın, zavallılık biz kadınların kaderi, yaşamımız bu bizim, çekeceğiz bu çileyi, hep çektik zaten. Let de, komünistler de bunu değiştiremezler, dünyaya başka düzen getirmeye kimsenin gücü yetmez. Yeter ki, Let, komünistler arasında yitip gitmesin, insanların nefretini de üzerinde toplamasın, bu kadarı bize yeter. Kendi başını kurtarsın, iş güç sahibi olsun” gibisine bir görüşte karar kılıyor. Bunu Bibolet’e de kabul ettirmeyi, ona yalvarmayı düşünüyor ama içindeki düşünce çatışmalarını geçemiyor ve başladığı yere geri dönüyordu: Kişisel kaygıları ile Bibolet’i kendinden soğutmadan onu gittiği yoldan döndürmeyi hedefliyordu.


Bibolet,  sözlerinin çok sert kaçtığını ve Yusıf’ı hedef alarak üzdüğünü anlamıştı. Ancak pişman da değildi. Yusıf’ın tutum ve davranışını beğenmemişti. Yusıf aptalın biri değildi. Onu iyi bir yola çekebileceğini, onun önemli görevler yüklenecek biri olduğunu sanıyordu. Onu kendi saflarına katabilirse, yararlı olabileceğine inanıyordu. Ancak baş başa kalana değin o konuya değinmekten kaçınmıştı.


Birbirlerine mesafeli bir biçimde birlikte haç’eşe gittiler. Soyunma sırasında ilk konuşmayı Bibolet başlattı.

- Nafset’in ailesinin adı için “Vıstanekolar” mı demiştin?


Yusıf suratı asık çizmelerini çıkarıyordu.

- Evet, Vıstanekolar, dedi isteksiz ve soğuk su altında imiş gibi, çok yavaş bir sesle.

- Nasıl bir aile onlar?

- Küçük bir emekçi fekotl (фэкъол1) (6) ailesi, çalışıp geçiniyorlar.

- O zaman o senin kaşenin için karşı karşıya gelebiliriz! Kaşenini senden kapmayı düşünmüyor da değilim, dedi Bibolet, ortamı şakaya vurup biraz olsun yumuşatmak için.

- Seni rakip görmüyorum. Senin hiç istemeyeceğin kızlardan biri o. Eski Adige kızı olarak senin kınamakta olduğun bütün özellikler onda bir araya gelmiş durumda.

- Nafset de öyle mi?

- Hayır, o şimdilik, verk ve pşıtl (köle) gibi şeyler peşinde değil.

- Onun pselıhoları yok mu, diye sordu Bibolet, kendisini hesaba katmadan, biraz da kaygılı bir biçimde.

- Delikanlılık taslayan bir iki kişinin kızın peşinde dolandığını biliyorum. Öyle ama onlarla konuşmayı kabul etmedi bile. Ancak kız bir bellendi mi kurtulması olanaksız, fazla bekletmezler. Bilirsin biz Adigeler: Bir kız kendini belli eder etmez onu yalnız bırakmazlar, hemen peşine düşerler, şöyle ya da böyle, evlenmediği sürece de peşinden ayrılmazlar. Senin Nafset’in de öylelerinin elinden kurtulup hiçbir yere kaçamaz,  okuma derdi de oracıkta biter, diyerek şakadan değil, ciddi olarak konuştu Yusıf.


Bibolet de böyle bir yanıt beklediğinden, hemen lafı değiştirip Yusıf’a sokulup sordu.

- Gerçek niyetin nedir: Böyle kalmak, nereden bir mızıka sesi gelse oraya koşup oturacak mısın köyde böyle?

- Ne yapmamı bekliyorsun? Sovyet Parti Okulu’na yazılayım desem, senin deyiminle kulak (7) ailesi çocuğu derler ve beni okula almazlar. Kendi kendime okuyacak da değilim ya.

- Köyde bir iş tutsan!

- Köyde ne gibi bir iş bulabilirim ki?

- Nu (ne), sen şimdi köyde yararlı olabileceğin bir iş bulamıyorsan, ne diyeceğimi bilemem, diyerek sözünü geri aldı Bibolet. Yusıf’a olan güveni yavaş yavaş erimeye başlamıştı.


Yattıktan sonra da, iki yaşıt genç,  karanlıkta tütünlerinin ateşi görünür biçimde uzun süre yatakta konuşmalarını sürdürdüler.


Dip Notlar
1.
Pseluh-Genç kız ve genç erkekler, kendi aralarında arkadaş olmak ve giderek de evlenmek için konuşurlar. Buna pseluh denir. Pseluhlar birbirlerine değer verir, bir arada iken başkaları ile pseluh anlamında konuşmazlar. Bunu dışında pseluh’un bir bağlayıcılığı yoktur.
2.
Pşı- Derebeyi, prens, kral, hükümdar karşılığı soyluluk unvanı.
3.
Şeveyışıj-Kız kaçıran bir delikanlı başka bir ailenin, bir tanıdığının evinde düğün bitimine değin konuk ve evinden uzakta olarak kalır. Düğünden sonra bir eğlence düzenlenir ve delikanlı arkadaşları tarafından evine uğurlanır. Buna “şeveyışıj “-damadı konuk olarak bulunduğu evden kendi evine, karısının yanına götürme, denir.
4.
Talak-Kur’an’da, Talak Suresinde kadına tek taraflı boşanma yolu da açılmış olmasına karşın, sonradan düzenlenen şeriat, yani İslam hukuna göre, kadına tanınan hakların birçoğu geçersiz sayılmış, talak, yani tek yanlı boşanma hakkı, istisnalar dışında,  erkeğe bırakılmıştır.
5.
Hadrıhe-Adige mitolojisinde “Ölüler Ülkesi”, Hıristiyan ve İslam dönemlerinde de “Ahret”-“Öbür Dünya” karşılığı anlam kazanmıştır.
6.
Fekotl-Köle olmayan köylü sınıfı. Derebeyi (pşı) olmayan Adige toplumlarında, fekotl sınıfı özgür ve egemendir, kimseye vergi vermez; derebeyi olan Adige toplumlarındaki fekotl sınıfı derebeyine bağlıdır, ona vergi verir, onun konuklarını zorunlu olarak ağırlar ve onun komutası altında savaşa katılır, ancak derebeyini terk edebilir ve istediği yere göç edip yerleşebilir.
7.
Kulak-Sovyetler döneminde zengin köylü sınıfı. Stalin bu sınıfı ortadan kaldırmıştır.

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son