X. ÖNDER KIZ (ПШЪЭШЪЭ ПЭРЫТЫР)
Gegu (oyun-eğlence) tüm coşkusuyla sürüyordu. Phaçik ve
pşıne (mızıka) sesleri tüm görkemiyle meydanı doldurmuştu.
Herkesin coştuğu büyük bir gegu vardı. Kutlama gegusu
olduğundan, yaşlı genç herkes buraya gelmişti. Karbeç
de, kendisi için getirilen sandalyeye oturmuş, kaşları güneş
ışıklarının altından parıldayarak geguyu izliyordu.
Meydanda oynayan çiftlerin oyunlarını bitirdikleri bir sırada
İshak hatiyak'o'ya (хьатияк1о;geguyu yöneten) seslendi ve onu
yanına çağırdı. İshak'ın sözlerini beğendiği anlaşılan hatiyak’o
da sevinçten uçarcasına yerine geri döndü. Eli ile işaret edip
çalgıcıları (pşınave’yi) durdurdu.
- Hey, hey, hey, Tanrı sizi de sevindirsin (тхьам ыгъэчылэн)!Yan
köşelere kaçmayın, benim için de aybetmiş demeyin, "bilmediğimi
sormuşsam bunda ne var? Bana söyleneni size iletmekle dedikoducu
mu olur muşum? Satrançta piyon kuralına göre yedirilir, söyleyin
şimdi bana, oyun oynama sırası kimin, diye sorduğumda, yaşlıların
tümü hep birlikte onun adını söylediler:"Önder bir yaşlımız, bir
elçimiz olarak Moskova'ya gönderdiğimiz, isteğimizi de
kırmayacağını bildiğimiz Halaho'dur o kişi, dediler.
Böylesine görkemli bir kutlama günü onuruna, yaşlı başlı biriyim
artık demeden, gençliğindeki gibi oynamanı senden bekliyoruz"
dedi. Uygun mu, ey ahali?
“Uygun, uygun!”, “Hem uygun, hem de yerinde”, sesleri
topluluktan yükseldi.
Şakayla karışık takılarak ve kollarına da girerek yaşlılar
Halaho'yu aralarından çıkardılar. Hatiyak'o koştu, Halaho'yu
kolundan tutup ortaya çekti. Tam o sırada Değotluk da
hatiyak'o'ya bir işaret yapıp onu yanına çağırdı. Hatiyak'o geri
döndü ve Halaho'nun elinden tutarak topluluğa seslendi:
- Böylesine bir günde birbirine denk (eşit) olanların dans etmesi,
birbiriyle uyumlu biçimde oynamaları, danslara başlandığında,
gencimiz ve yaşlımızla aynı tempoda olmamız, çalışma alanında
önder olanın bu mutlu anımızda da önderimiz olmasını arzuluyoruz:
Kızlarımızın en zekisi, en akıllısı, doğan yeni dünya ışığına
(güneşine) bağrını ilk açan ve beyazdan bir altınmış gibi aramızda
parıldayıp durmakta olan, işte bu yazıyı (Köy Sovyeti binası
üzerinde asılı olan bezdeki yazıyı işaret etti) incecik
parmaklarıyla yazmış olan Vıstanekoların güzel Nafset’ini,
bir öncü, bir yaşlı ve bir düzenleyici olarak aramızda bulunan
Halaho ile dans etmesini gençlerimiz arzu ediyorlar. Uygun değil
mi, ey ahali?
Kitle büyük bir coşkuyla bu isteği onayladı.
Nafset de kızların arasından ayrılıp ileriye çıktı. Kızıl yazması
güneşe karşı parıldıyor, iki kırmızı yanağı da yazmasının
kızıllığına karışıp gidiyordu. Bir Mayıs Günü konusundan
Değotluk’un söz ettiği gün, Değotluk’un sözlerinde bazı saklı
niyetler bulunduğunu sezmişti, ama bunun ne olduğunu ancak şimdi
anlamıştı. Halaho’nun da kızıl başörtüsünü takıp kutlamaya
gelmesini Nafset’ten istemiş olmasının da nedenini şimdi
kavramıştı. Her ikisinin isteğinde birer gizli amaç bulunuyormuş
anlaşılan. Onların böyle bir gizli niyetlerinin olduğunu bilseydi,
Nafset, dünyada buraya gelmezdi, ama şimdi ne yapabilirdi ki,
artık geri çekilmenin bir yolu da kalmamıştı.
Adige geleneğine yaslanıp hatiyak’o’ya (yöneticiye) “Ablam burada
iken, onurlandırıcı da olsa, bana uygun görülen bu görevi kabul
edemem” diyebilirdi, tek çıkar yolu buydu ama Değotluk ile
arkadaşlarının üzülmelerini de istemiyordu. Değotluk’un ve
yanındaki genç komsomolların (parti gençlik kolu üyelerinin)
kaygılı ve rica dolu bakışlarının da farkındaydı, onların
kendisini diğerlerinden ayırıp ortaya getirtmiş olmaları kişisel
bir seçim olarak görülemezdi sadece. Sürmekte olan devrim
mücadelesinde Nafset’e güvenmekte olduklarını da ortaya
koymuşlardı, onun kişiliğine ve insanca davranışlarına güveniyor,
onun kendilerini bu uğraşta küçük düşürmeyeceğine inanıyorlardı.
Ayrıca, bu gençlerin gittiği yolun üzerinde Bibolet de
bulunuyordu… Korkup da geri çekilecek olursa, Bibolet’in yüzüne
nasıl bakardı ki…
İki ayrı dünya ve iki karşıt akım yandaşları gözlerini Nafset’in
üzerine dikmiş, onun seçimini bekliyorlardı. Ya yiğitçe ve yürekli
bir biçimde, kendisinin de özlemini çektiği aydınlık yeni bir
dünya için mücadele edenlerin safında yer alacaktı ya da boyun
eğecek, eski dünyaya özgü acımasız prangaların boynuna takılmasına
razı olacaktı. Bu iki ayrı saftan hangisini seçeceğini
kestiremiyor ve bir iç mücadelesi geçiriyor, kaygı ve korku
içinde, utanmış ve her iki kesimden de çekinir halde, başını eğmiş
duruyordu Nafset…
Bu duraksamalı duruş birkaç saniyeden fazla sürmemişti. Hemen
ardından özlediği ve katılmak için can attığı aydınlık dünyaya
yüzünü döndürdü. Ayrıca bu birkaç saniye içinde yaşının ve kavrama
gücünün alabildiğine geliştiğini, iç engellerini aştığını, eski
dünyadan artakalmış hatiyako’lar (çığırtkanlar) karşısında
duraksamamak gerektiğini kavradı ve başı dik biçimde olduğu yerde
kaldı.
Şimdilere değin Adigeler, Adige kızlarını utangaç, başı eğik ve
ezik kişiler olarak görmeye alışıktılar, kızların da bu durumu
ince ve alacalı başörtüleri altında gizlemeye çalıştıklarını
görüyorlardı. Şimdiye değin Adigeler böyle tören gegularında
(eğlencelerde) bezden kızıl başörtüler taşımazlardı, böylesine
şeyler de görmemişlerdi. Bu renk, şimdi yeni doğmuş ve
dalgalanmakta olan özgürlük bayrağının da rengini anımsatmaktaydı.
Nafset şimdi, bu özgür dünyanın bir bayrağını elinde tutuyormuş
gibi, başı dik ve yukarıda, gönenç ve güven içinde yerinde
durmaktaydı. Başındaki başörtüyü daha aşağı indirmeye
çalışmıyordu. O şimdi, yeniden değeri iade edilmiş olan önder
Adige kadınlarından biriydi artık, kadın olduğu için utanan,
ezilip büzülen biri değildi bunan sonrası için. Gözlerinden
sevinçten bir ateş fışkırıyor, akıllı ve zeki bir kız olduğu belli
olur biçimde yumuşacık dudaklarından gülücükler saçılıyordu. Artık
kadınlara özgü ezilmişliğin yerini, insan olmanın verdiği güven
dolu bir gülümseyiş almıştı.
Halaho inatçı bir ihtiyar külçesi halinde ve oynamayı istemiyormuş
gibi, zorla ve sürüklene sürüklene meydana getirilmiş ve Nafset’in
karşısına dikilmişti. Halaho isteksizce yerinde duruyor, lütfen
sağa sola dönüyormuş gibi yapıyordu. Ancak Nafset, Halaho’nun ne
denli güzel oynadığını kendi evlerinde görmüştü ve ihtiyarı nasıl
yola getireceğini düşünüp duruyordu; Nafset, ihtiyar gibi cansız
durmuyor, gözlerinden yayılan sevgi dolu bakışlarla onu etkilemeye
çalışıyor, konuşmadan, sadece gözleriyle ona ricada bulunuyor ve
onu dansa çağırıyordu. Kız, sonunda hızlanıp var gücüyle oynamaya
başladı.
- Halaho, Halaho, kız seni bastırıyor, biz yaşlıları
utandırıyorsun! Dans etmeyi unutmuşsan, içimizde yerin kalmadı,
almayacağız artık seni aramıza! diyerek ihtiyarlar yer yer
bağrışmaya başladılar.
Yaşlı genç herkes var gücüyle el çırpmaya başladı. El çırpmaları
hızlanınca Halaho, yavaş yavaş tempoya uymaya başladı. Topluluğun
el çırpmasını yoğunlaştırması ölçüsünde, oyuncular da tempolarını
hızlandırıyorlardı, bu arada komsomollar silahlarını çekip peş
peşi sıra boşaltmaya başlayınca Halaho da adeta zembereklerinden
boşandı. Hızla dönen bir topaç (пхъэмыупсы чынэ хьакуако) gibi
ortaya fırladı.
Hatiyak’o coşturucu naralar atıyor, pşınave de (mızıka çalan)
koşup gelmiş, mızıkasını Halaho’nun başucunun üzerine doğru
kaldırmış çalıyordu. El çırpma ve tabanca sesleri birbirine
karışmıştı. Ortalık barut dumanına boğulmuş, ortalık kara bir
sisle kaplanmıştı. Halaho bir kara kartal gibi bu yoğun barut
sisinin içinde bir fırıldak gibi dönüyor, dönüyor, dönüyordu.
Herkes birbirini çiğneyecekmiş gibi yığılmıştı, gerilerde duranlar
gösteriyi kaçırmamak ve daha yakından görebilmek için öne doğru
hücum ediyorlardı. Herkes şaşırmış, hayran hayran Halaho’ya
bakıyordu. Yer, unvan ve mevki gibi şeyler bir kenara atılmıştı.
Adeta zaman durdurulmuştu, kimse kendisini itip duran kişi çokluğu
ile ilgilenmiyor, sadece Halaho’ya bakıyordu. Bir süre sonra
hatiyak’o elini kaldırdı ve pşınaveyi (çalgıcıyı) durdurdu. Koşup
Halaho ile Nafset’in elini tuttu, onları meydanın orta yerine
getirip yan yana durdurdu.
Gegudekiler de soluklanmaya, yığılmış olanlar da yeniden açılmaya
başlamışlardı. Deri kapma yarışından (шъозехьэ) çıkmışlar gibi sık
sık nefes alıyor, eğilip kalkıyorlardı. Tartışıyor ve aralarında
konuşuyorlardı!
- Vay anasını be, bu Halaho da ne yaman biriymiş böyle!
- Bu adamın karşısında, gencim diye kendine güvenip sakın
yarışmaya kalkışma!
- Nafset de becerisiyle onu oynatmasını bildi!
- Yahu, Vıstanekoların bu küçük kızı da ne yaman bir kız olmuş
böyle!
Hatiyak’o yine topluluğa dönüp seslendi:
- Gençler ve yaşlılar olarak sizin belirlemiş olduğunuz bu iki
kişi böylesine ortada kalmış oldular. İyilikten iyilik doğmuş
olması gelenek gereğidir. İyilik yapmaktan kaçınmayanlar kenara
çekilmesinler, ellerini sağ ceplerine atsınlar. Cepte olan böyle
günler için gerekli, bu bizim en mutlu günümüz, özgürlük güneşi
artık üstümüzde parıldıyor, yeni ve mutlu günlere eriştik. Para
toplamaktaki amacımız, dış ülkelerde zor koşullar altında mücadele
vermekte olan insanlara, emekçi kardeşlerimize yardımcı olmak
içindir. Gencimiz, yaşlımız, kız ve çocuklarımız, sizler, hepiniz
bu hayırlı çalışmaya omuz veriniz.
Hatiyak’o konuşmasını henüz bitirmişti ki Şıvmıl’ Hacıret
(Шыумыл1 Хьаджырэт) topluluğun içinde, bulunduğu yerden bağırdı:
- Siz burada toplanmış olan bu halkla dalga mı geçiyorsunuz? Yaşlı
yaşlıdır diyelim, kabul, ama ablası bu yerde duran bir kızdan
başka oynatacak kız mı bulamadınız?
Gegu derin bir sessizliğe gömüldü. Hacıret’in sağından solundan
olumsuz başka sesler de duyulmaya başladı:
- Kız diye buna mı kaldınız?
- Bir fekol’ (фэкъол1;emekçi köylü) kızı dışında kız mı kalmamış
koca köyde?
Komsomollar da ara sıra onlara karşılık vermeye başladılar:
- Yeter artık, geçti sizin eski günleriniz!
- Zenginliğinize dayanarak kızlarınızı öne çıkarttığınız dönemler
geride kaldı artık!
Atışmalar çoğaldı ve iş kavgaya doğru gelişmeye başladı.
Karşılıklı bağrışmalar arttı ve kimin ne söylediği fark edilemez
oldu.
- Halk sizin soytarılıklarınıza katlanmak zorunda değil!
- Halk kim? Siz misiniz, siz kaç aile ediyorsunuz ki?
- Görürsünüz siz bu köyde ne olup ne olmadığımızı!
- Kendinizi halk yerine koyup caka sattığınız günleri unutun
artık!
- Köyü şenlendirdiniz:Ağzı süt kokan, başı da biber gibi kıpkızıl
bağlanmış bir küçük kız dışında ortaya çıkaracak birini bile
bulamadınız!
- Kırmızıdan korkunuz, size eskilerden kalma bir geleneğiniz (xabzeniz)!
Ancak şimdi kurdun kapana yakalanması gibi kızıl bayrağa
yakalandınız, kimselere saldıracak bir gücünüz kalmadı!
- Görürsünüz siz bundan sonra olacakları, görürsünüz siz Adigeliği
ve insanlığı yok edip edemeyeceğinizi!
- Çatlayıp patlasanız bile, geçti sizin döneminiz, gün bizim
günümüz!
Sen ben kavgası sürüp giderken Değotluk topluluktan ayrılıp orta
yere geldi. Bağrışmalar sona erdi.
- Hacret neymiş burada senin beğenmediğin şey, diye sordu Değotluk
sakin, ama sert bir ses tonuyla.
- Beğenmediğim şey, topluma karşı saygısız davranmakta olmanız!
Siz gelenek (xabze) ve insanlık diye bir şey bilmiyor
olabilirsiniz, ama toplumun bu değerlere saygısı var! Ablası
dururken kız kardeşinin ortaya çıkarıldığı nerede görülmüş,
diyerek saygısız ve edepsiz bir biçimde bağırdı.
- Senin gelenek (xabze) demekle kasdettiğin şeyi biz çok iyi
biliyoruz. Köylüyü adam yerine koymadan kabarmış hindi biçimde
dolaştığın eski günlerini geri getirmek istiyorsun, değil mi?
Öyleyse yas elbiseni giy ve odana çekil, sizin gelenek diye
istediğiniz şey sona erdi. Senin küçük kız diye küçümsediğin bu
kız kadar bir aklın olsaydı bu söylediklerini söylemezdin. Bizim
şimdiki geleneğimize göre üstünlük zenginliğe ya da soyluluğa göre
biçimlenmiyor, üstünlük bilgiye ve hizmete göre kazanılıyor. Bunu
hala anlayamadınsa, artık anlayacaksın!
- Senin değil, köylünün ne dediği önemli! Sen gelenek ve insanlık
diye bir şeye değer vermiyorsun, ama köylü veriyor, diye bağırdı
biri daha Hacıret’in geri tarafından.
- Köylüyü kendiniz gibi görüyorsanız, yanılıyorsunuz. Haydi
soralım bakalım köylüye, diyerek Değotluk başını kaldırıp
topluluğa seslendi:
- Ey ahali, ey köylü! Bu toplantımızın düzenleniş biçimini uygun
bulmuyor musunuz?
“Uygun, uygun buluyoruz!”, ”Bunları ne diye muhatap alıp
konuşturuyorsunuz! Beğenmiyorlarsa evlerine dönsünler!” gibi tek
tük konuşmalar duyulmaya ve sesler yükselmeye başladı. Ardından
İshak ortaya geldi. Konuşmaları durdurup durumu yatıştırmak üzere
bir konuşma yapmaya başladı:
- Ortaya çıkarılan yaşlımız kimsenin nefretini kazanmamış, doğru
sözlü yaşlı önderlerimizden biridir. Kız da bizim kızımız, bugünkü
kutlama için köy kızları içinde en fazla emek vermiş olan kızımız.
Bütün köylünün gördüğü gibi, göz dolduran bu harfleri yazabilecek
kadar bir becerisi ve bilgisi olan daha başka bir kız göremiyorum
köyümüzden. Yaşı küçük de olsa, adı gururla anılan kızlarımızdan.
”Ablası dururken” demeniz de yakışıksız. Onun ablası da aklı
başında bir kız, bu kız da onu küçük düşürmek için ortaya çıkmadı.
Eskiden de olurdu böyle şeyler. En zeki kızlara, ablası yanında
olsa bile, kızın örnek davranışını ödüllendirmek için, bir
günlüğüne, yani süreli olarak ablalık payesi verilirdi. Bunun gibi
insanca şakalar yapmak Adige geleneğinde vardır. Adigelerce
düzenlenen en akıllıca ve düzgün gegulardan biridir bugünkü bu
eğlentimiz de. Yakışıksız hiçbir durum yaşanmadı. Aksine çok güzel
bir gegu yaşanıyor!”Sadece senin dans edişin bile yeter
saygınlanman için benim güzel küçük şaşım (kızım)!Yaşamın boyunca
mutlu olasın”, diye sözlerini Nafset’e dönüp tamamladı İshak.
Ancak Hacret daha da asabileşmiş bir biçimde, uygun ya da değil
ayırmadan, terbiyesizce ihtiyara bağırdı:
- Anlaşılan sen de satın alınmışsın İshak, uygunsuzluğa kılıf
uydurmaya çalışıyorsun! Sen ucuz bir yaşlısın sadece, gelenek dışı
böyle bir uygulamayı hiçbir Adige gegusunda görüp görmüşlüğün de
yoktur!
İshak yerine dönerken atılan bu laflar üzerine durakladı ve kızgın
bir halde geri döndü. Sopasını sert bir biçimde yere çakıp başını
Hacıret’e doğru çevirerek sert bir biçimde onu yanıtladı:
- Sen görmemiş olabilirsin, ama söylediğim şeyleri bizler gördük!
Senin gibilerin baktığı ve gördüğü şeyler, sadece çıkarınız
bulunan şeylerdir, asla bilgece ve insanca şeyleri düşünmezsiniz,
bunu bil a evladım! Bunu bilmediğin benim gibi yaşlı biri ile
konuşma biçiminden bile açığa çıkıyor. Sizin obez (бэскъагъэ;şişman)
kızlarınızın zengin kızı diye, öne çıkarıldıkları ve iltifat
gördükleri geguları özlüyor olmalısın sen! Geçti o günler, a
evladım! Şimdiki köy sizin gibi beş on hanenin emrindeki köy değil
artık, şimdiki köy biziz, üç yüz elli hanenin tamamıdır!
İshak kıpkırmızı kesilmiş halde yerine döndü.
Ardından bir kargaşa baş gösterdi. İshak’ın vınekoş’u
(унэкъощ) (*) iki genç Hacıret’e sert çıktılar ve
onun İshak aleyhinde konuşmasına izin vermediler. Hacıret de “Köy,
madem sizmişsiniz, sizin olsun!” diyerek topluluktan ayrıldı ve
gitti. Onun ardından kendini soylu gören birkaç kişi daha gegudan
ayrıldı. Behuko Hacı da sakalları sallanarak, kızgın bir
koç gibi, sopasına dayalı bir süre bekledikten sonra, ”Adi
herifler! İmansız ihtiyar!” diye mırıldana mırıldana Alıko
ile birlikte toplantıdan ayrılıp gitti.
Oturma takımları getirilip Halaho ile Nafset’in önüne kondu.
Komisyon oturdu. Yardım kampanyası başlatıldı. Kargaşadan önce
para vermeyi düşünmeyenler de ellerini ceplerine attılar, böylece
bir hayli para toplandı. Düşmanın yol açtığı kargaşaya inat,
gençler daha dolu ve daha coşkulu bir biçimde yeniden dansa
başladılar.
Bugünkü eğlenti süreci içinde hatiyak’o’nun söylediği övücü
sözlerden biri akıllarda yer etmişti, bu övgü dolu sözler, övgüsü
yapılan kişi dışında, köylü tarafından da beğenilmiş ve
onaylanmıştı:
Kulats Mıhamet’i çağırdı ve ona bir şeyler söyledi; Mıhamet de
hatiyak’o’ya seslenip onu yanına çağırdı ve ona bir şeyler
söyledi, ayrıca para da verdi;hatiyak’o da üç kez hapşırarak
pşıneyi (çalgıyı) durdurdu, ortamı sessizleştirdi ve daha ince
bir dille topluluğa seslendi:
- Hey, hey (Уи-уи)!Nedjehable (**) yönüne (Нэджэхьаблэ) bir
baktığımızda bir kız görüyoruz. Bedeni saksağanın beyazı, saçları
saksağanın siyahı, iki kaşı kırlangıcın kanatlarını andırıyor,
adım atışı ise ceylanın yürüyüşü gibi, kızların içinde gözü ve
kirpiği eşsiz olan Vıstanekoların Kulats’ı beni çağırdı ve bana
şöyle dedi:”Hey, hatiyak’o, böylesine bir günde çok yoruldum deme,
yaptığını çok görme! Bugün çok sevdiğim biricik kız kardeşime
köyümüzde verilmiş olan değer, benim açımdan gurur verici, bu
konuda duyduğum sevinci dile getirmeye gücüm yetmez! Bugün geguda
orta yere dikmiş olduğun bu iki kişi için canım kurban olsun!”
diyerek, bana yüz ruble para verdi.
- A benim iki gözüm! A benim kurban olduğum güzelim! Bu parayı
Laba ırmağı çakılları arasından çıkarmış olmalısın, çok gurur
verici, ama bilgece düşüncen paradan da daha değerli, baharın
çiçeklerle kendini belli etmesi gibi, yaşamının da bugün ortaya
koymuş olduğun bilge davranışın gibi yinelene yinelene sürüp
gitmesini diliyorum, a benim güzelim (сидах)!
(*)
Vınekoş (унэкъощ)- aynı soy, sülale mensubu.
(**) Nedjehable (Necehable)-Buradaki “hable” köy değil,
büyük bir köyün, 350 haneli Şecerıye köyünün bir mahallesi
anlamındadır. HCY |