...................
...................

MUTLULUK YOLU      2.BÖLÜM -04

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

III. DEDE

Vıstaneko (Устанэкъо) ailesinden, en büyük olan üç erkek kardeş, aralarında bir anlaşma olsun yapmadan, öylesine birer pay alıp aileden ayrılmışlardı. Babaları Yedıg (1) ise (Едыдж), haşin ve sert biri idi, zaten doğuştan eksik olan tüm sevgi ve ilgisini, aile ocağını tüttürmesini ve yaşlılığında kendisine bakmasını beklediği küçük oğluna vermişti. Kızları ile ailenin adına bir leke getirmemeleri dışında, pek ilgilenmiyordu. Kızlarına "Kız çocuğu emanet mal gibidir" anlayışıyla yaklaşıyor ve tüm ilgisini en küçük oğluna veriyordu.

Babanın kızlarla pek ilgilenmemesi, anneyi üzüyordu, anne Hımsad'ın (Хъымсад) kızlarına birer yetimmiş gibi kol kanat germesi, sevgi ve ilgisini, babalarınkinden farklı olarak kızlarının üzerinde toplaması,  kocası ile sık sık karşı karşıya gelmesine de neden oluyordu.

Bu arada ana, en çok büyük kızına ilgi duyuyor ve en çok da onu seviyordu. Çok sert bir kadın olmasına karşın, Hımsad, söz konusu olan büyük kızı Kulats (Кулац) olduğunda birdenbire yumuşayıveriyordu. Ana sevgisinin boyutunu kim çizebilir, ama eli ve ayağı daha düzgün görünen Kulats, fidan gibi ince uzun boyu ve endamı ile güzel bir kızdı. Bu nedenle midir ne, Kulats’ın karşısında adeta eli ayağı ve dili tutuluyordu. Ana, yaşamı boyunca görmediği mutluluğu kızı Kulats görsün istiyordu. Bunun özlemini içinde, Kulats için daha güzel elbiseler alıyor, onu kolluyor ve onu yorucu işler dışında tutuyordu içinde. Kulats, yılan gibi eğrilebilen ince, uzun ve zarif vücudu ile gerçekten çok güzel bir kızdı. Çift örgülü saçları aşağı, omuzlarına değin iniyor, evin saygın kedisi gibi yumuşak yumuşak adımlar atarak yürümeye başladığında, sevgisini artık içine gömemiyor, çaktırmadan onu süzmeye çalışıyor, evine her gelen saygın kişiye,  onu bir biçimde göstermenin yolunu arıyordu.

Nafset, pek de önemsemediği ikinci kızıydı. Babanın oğluna, ananın da Kulats'a olan ilgileri, o ikisine ayrıcalık sağlıyor, onlara yüklenmesinden kaçınılan, odun ve su getirme gibi ev işleri henüz küçük bir kız olduğu günlerden başlanarak Nafset’in sırtına yüklenmişti. Evdekilerin Nafset'i böylesine ihmal etmekte olmaları büyük baba Karbeç'in, ona ayrı bir ilgi göstermesine yol açmıştı.

Karbeç (2) yüz yaşına basmış, saçı ve sakalı kartopu gibi beyazlaşmış aksakallının biriydi artık. Rus ordusunun Adige Ülkesi'ni ateş çemberinden geçirerek istila edişini görmüş ve yaşamıştı. Bu nedenle Rus olan her şeye karşı içinde tükenmez bir nefret ve soğukluk taşıyordu. Rus sobası istemediğinden, ailenin kaldığı büyük evin yanında, içinde Adige bacası (3) olan ayrı bir küçük ev (oda) inşa etmişlerdi onun için. Ev ve dünya işlerinden el ayak çekmişti. Dünya ışığını bile istemiyormuş der gibi,  uzun kirpikleri ve gür kaşları adeta gözlerini kapatır olmuştu. Unutmadığı ve ilgi duyduğu şeyler ise eski Adige yaşamı üzerine anlatılar ve anıları idi. Ocak başında ya da namazlığında oturmadığı sürece, bıkıp usanmadan eski Adige ev eşyalarının küçük benzerlerini odunlar üzerinde yontuyor ve işliyordu. Bunları odasındaki raflarda diziyor ve onları sevdiği çocuklara veriyordu. Ancak beğendiği çocuk da pek az çıkardı. Hele şimdiki çocuklar içinde beğendikleri, belki yüzde bir çıkardı. Onlar da göz kapakları daha şişçe, daha uzun burunlu ve daha kirli yüzlü olanlar olurdu. Nerede olursa olsun öyle bir çocukla karşılaştığında, "Yavrum, senin bulunduğun köyde az da olsa bir bereket kalmış olmalı…" gibi sözler sıralar, çocuğu alıp evine götürür, oyuncaklardan birini verir, doyurur, ardından evine bırakırdı.

Karbeç'in bir de çok bağlandığı eski bir Adige kemençesi (пхъэпщынэжъ) vardı. Armut ağacının içini oymuş, göbeğini bir kağıt gibi incelterek kemençesini kendisi yapmıştı. Çok da önemli bir şeymiş gibi iş edinip, yedi yıl eğer vurulmamış damızlık atkuyruğu kıllarını aratmış ve buldurmuştu. Onu ocak külü ile birlikte kaynatıp pişirmiş ve kemençesine yay yapmıştı. Belli bir süreye bağlı olmadan, ne zaman aklına eserse, kemençesini eline alıp çalardı. Bir başına olduğunda, soluğu güçsüz olduğundan, sesini fazla uzatamaz, herkesin öyle kolayca anlayamayacağı bir sesle, üzüntülerini ortaya döküyormuş gibi, kemençesi eşliğinde mırıldanırcasına şarkılar söylerdi.

Kış akşamları, Nafset, dedesinin kendisine anlattığı eski destan ve öyküleri dinler,  kemençesini ve şarkılarını da beğenip onun yanında otururdu. Çocukluğundan beri Nafset, dinleye dinleye bunları öğrenip alışmış ve ilgi duyar olmuştu. Nafset ile dedesi arasındaki yakınlık da daha çok bu ortak zevke dayanıyordu.

Sabah alacakaranlığında doğuda görünen Dahe (Дахэ) Dağında yaşayan ak cinlerin padişahının, ordusuyla birlikte düze inip kara cinlerle savaşması öyküsünden tutun da, olup bitmiş tarihsel öykülere (таурыхъыжъ)  değin her olayı, geçmişin derinliklerinden çıkagelmiş biri imiş gibi anlatıp dururdu. Olaylara kendince eklemelerde bulunur, bunları daha da ilginçleştiren ve korkunçlaştıran şeyler, ha şimdi bir karabasan gibi tepelerine dikilmek üzerelermiş gibi, acayip bir biçemle anlatırdı.

Henüz çok küçükken, Nafset, bu anlatılanları gerçekmiş sanıp soluğunu tutmuş dikkatle dedesini dinlerdi. Şimdi dedesinin anlattığı öykülerin içinde çelişik ve akla uymayan onca şeyin bulunduğunu artık ayırt eder olmuştu. Yine de bunları öne sürüp dedesini sıkıştırmak ve üzmek istemiyordu. Yavaş yavaş,  dedesinin anlattığı olaylardan  çok, o anlatılarda bulunan çözülmemiş sorunlar üzerinde daha çok durur  olmuştu Nafset.

Ayak işleri gördürülmesi, kendisine kızılması, bağırılması ve korkutulması dışında bir gün yüzü görmemiş, bir başına ve yetim gibi büyümüştü Nafset, bu yüzden küçük kız, içine kapanık ve düşüncelerini dışa vurmayan biri olup çıkmıştı. Huzuru dedesinin odasında buluyor, onun anlattıklarını dinlerken derin düşlere dalıp gidiyordu.

Akşamları Nafset dedesine yakacak odun ve su götürür, başka birileri yoksa sessizce dedesinin yanına otururdu. En sevdiği oturma yeri de Karbeç'in kendi yaptığı eski Adige tahta divanın yüksekçe bir köşesine kurulmak olurdu. Ancak Karbeç ihtiyarı ocak başında ise,  gider, uysal bir kuzucuk gibi, başını kucağına yaslayıp onun yanına otururdu. Karbeç ilkin ana evde olup bitenleri ona sorardı (kendisi gelenek gereği şimdiye değin gelini Hımsad’a görünmemişti), konuşma içinde giderek eski öykülere sıra gelir ve onları anlatmaya başlardı. Her ikisi kendi ayrı dünyalarına dalmış biçimde, gürültü eşliğinde Nafset’in çağırılmasına değin, sessizce otururlardı.


Karbeç
'in eski öykülerini dinlemeye gelenler de çok olurdu. Ancak adamın çok yaşlı olması, gürültü patırtıya katlanamayacak ve her söyleneni de kaldıramayacak olması gibi nedenlerle gençlerin fazla uğradıkları bir yer değildi Karbeç’in evi. Yanına en çok, yaşlı başlı ve dünya işlerinden el ayak çekmiş ve onunla anlaşabilecek durumdaki kişiler gelirlerdi.

Bu tür ihtiyarlar içinde Karbeç'e en fazla uğrayan, Karbeç'in de ilgiyle ve sevinerek karşıladığı kişi ise Halaho idi. Dünya haberlerinden ve köyde olup bitenlerden sıyrılıp Halaho, bastonuna dayanarak, bir ırmak kıyısına kurulmuş gibi, eskiden olup bitmiş olan şeyleri dinleyip otururdu Karbeç’in yanında. Ancak Halaho da, tıpkı Nafset gibi, Karbeç'in anlattıklarını bugünkü dünya işleri ile karşılaştırarak değerlendirme alışkanlığı edinmişti. Dinler dinler, ardından köy haberlerini Karbeç'e anlatırdı. Sevmediği ya da sevdiği, arzuladığı ve mutluluk duyduğu her şeyi Karbeç'e söylerdi. Karbeç de, hiç farkında olmaksızın, Halaho'nun içinde yaşadığı dünya olayları ile tanışmış gibi olurdu. Her dört beş günde bir Karbeç'in yanına gelip dünya olaylarını ona anlatması nedeniyle, sonunda Karbeç de Halaho gibi düşünmeye başlamıştı. Köyden Halaho’nun sevmediklerini onunla birlikte sevmemeye, kınadıklarını da kınamaya başlamıştı. Karbeç her sorunu eski zaman ölçülerine göre değerlendirmeye, Halaho'nun kendi de bunları dünya işleri açısından değerlendirmeye, her ikisinin aklı birbirine yatmaya ve iki dost kişi gibi birlikte hareket etmeye başlamışlardı




AÇIKLAMALI NOTLAR:

1)
Adige ve Kabardey edebiyat dillerinde “ge” sesi yoktur ya da düşmüş ve değişime uğramıştır ama onu karşılayan bir “ce” sesi de vardır. Bu nedenle “g” sesi ve Latin yazılışı, sonuna “o” ya da “u” sesi gelmediği sürece “c” olarak okunmalıdır. Örneğin, ”Yedıg” sözcüğü “Yedıc” biçiminde okunmalıdır. ”Ge” sesi Karadeniz kıyısında yaşamış olan Natuhay, Shapsugh, Hak’uç, Wubıh, vb tarafından konuşulan Adige lehçelerinde ve bazı Kabardey lehçelerinde vardır, ama şimdiki resmi Adige ve Kabardey yazı dillerinde yoktur, bu sesler sadece Rusça karşılıkları söz konusu olduğunda aslına uygun sesler olarak kullanılmaktadırlar: Örneğin, Rusça olarak “Kemal” yazılırken, Adigece ve Kabardeyce olarak da, ”чъ”, yani esas “ç” sesi değil “ke” karşılığı “ç” (ч) sesi kullanılarak  “Çemal” (Чэмал) biçiminde yazılmakta ve okunmaktadır. ”K’eraş” (К1эращ) sözcüğü de “ч1” (ç’) karşılığı değil, ”к1” (k’) karşılığı bir sesle “Ç’eraş” biçiminde okunmaktadır. Bu durum Shapsughlar ve bazı Kabardeyler için kuşkusuz yazı yazmada bir zorluk yaratmaktadır.  -HCY
2) Karbeç (Къарбэч)- Türkçe ve Tatarca kökenli bir sözcük olup, ”Karbek”, ”Karbeg” = “Kar Bey” anlamındadır. -HCY
3)
Eski Adige bacası, evin ya da odanın ortasında olur, orada ateş yakılır, mutfaktaki ocağın üstündeki çengellere kurutulması için et ve peynir asılır, karşısında halka oluşturularak oturulurdu. O zamanlar odun çok olduğundan bu baca revaçtaydı. Bugün terk edilmiştir. Eski Adigeler kışa girerken mutlaka hayvan keser, etini kurutur ve kış boyunca da yerlerdi. - HCY

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son