Ertesi sabah kızın kaçırılma olayı dışında köyde konuşulan bir
şey kalmamıştı. Bir evden öbür eve kız kaçırma olayı değişik
renklere büründürülmüş halde dolanıp duruyordu köyde.
Çoğunluk yapılanı yakışıksız, köy adına utanç verici bir davranış
olarak görüyordu. Birçok kişi toplumsal gelişimin farkında bile
değildi, ama birkaç yıllık Sovyet iktidarı kitleler üzerinde
olumlu bilinç yaratmıştı, bu bilinç düzeyi, toplumdaki değişimi
belli ediyordu.
Ancak düşman fitne saçmaya devam ediyordu. "Kadın özgürleşti,
okuyacak diyerek, kızın başını yaktılar. Gece kaldırılıp
götürülen dulu artık kim alır ki?", "Yahu, o genç konuk için
okumuş diyorlar, ama kafasızın bir imiş, yanlış yapıyor. Kendisi
bir kızı beğenmiş diye, asırlık Adige geleneklerini ne diye iteler
ki? Dedikleri gibi bir komünist ve gerçek bir Sovyet insanı ise,
şimdi başkasından düşmüş olan dulu alsın da görelim!" gibi zehir
saçan konuşmalar yayıyorlardı köye. İnsanlar böylesine sözler
karşısında atışıyorlar ve hırgür içine düşüyorlardı.
Sabaha çay kahvaltısından sonra Değotluk ile Mıhamet, birlikte
Bibolet'in yanına geldiler. Köyde dolanıp duran haberleri
anlattılar. Hala Nafset'in sorunu kapanmış değildi, silah ve ev
basmayla başarılamayan iş, şimdi eski Adige usulüne göre, fitne
fesada boğuluyor, paslanmış prangalar bir bir ortaya çıkarılmak
isteniyordu. Zincire dolayıp kızın umudunu kırmak, onu köleliği
kabule zorlamak istiyorlardı, kızın karşısında bu tehlike vardı
şimdi. Kızı yırtıcı hayvanların elinden nasıl kurtardılarsa,
şimdi de bilinçli bir biçimde bu gibi insanların dilinden
kurtarmak gerekiyordu kızı. Kitlelere çıkış yolunu da göstermek
gerekiyordu.
Hemen oracıkta, üçü de Nafset’in yanına gitmeye karar verdiler.
Karşıda, pörsüyüp çökmeye yüz tutmuş bir kalpak gibi dökük, saz
damlı küçücük bir Adige evi duruyordu. Bu küçük ailenin bahçesinde
ev dışında, bir ağıl ve bir de bir kümes vardı sadece. Gerisi ot
ve çimenle kaplıydı.
Kulats’ın gelinodasına (leğune) girdiler. Burası da eski/kadim bir
Adige odasından başkası değildi:Kabartılmış yastıklar divana
dizilmişti. Evlerine girmiş olan kutular (къамлан) bir masanın
üzerinde toplanmıştı. Kutuların üzerinde cam bardaklar , benzeri
kap kacaklar ve öte beri diziliydi. Arasında özel bir yer ayrılmış
bir çift lastik kadın ayakkabısı da vardı. Odada biraz da bir
ekşime/rutubet kokusu vardı.
Üçü
de konuşmadan oturuyordu, konuşma isteği de duymuyorlardı. Üçü de
Nafset’in başına gelen olayın üzüntüsü içindeydi. Başsağlığına
gitmiş gibi, üçü de üzgün üzgün oturuyordu.
En
üzgün olanı da Bibolet idi. Her zamanki akılcı ve sabırlı
yaklaşımları uçup gitmişti artık. Bir çıkış yolu, belli bir
düşünce çizgisi izleyecek durumda değildi. Üzüntüsü, aklını
başından almış gibiydi. Nafset’e karşı duyarsız davrandığı için
kendi kendisini kınıyordu durmadan. Üstüne üstlük, bu son
günlerde içinde, aşk ateşi yeniden belirmiş ve iyice tutuşup
yükselmişti. Üzüntü, pişmanlık ve tasa içini kaplamıştı, umut ve
umutsuzluk, bunların hepsi bir atlıkarınca gibi dönüp duruyordu
kafasının etrafında. Sabırsızca Nafset’in gelmesini bekliyordu ama
biraz da korkmuyor değildi: “Beni nasıl karşılayacak acaba? Dans
sırasındaki soğuk bakışı, yine sürecek mi? Yoksa…“
Vıstanekoların evine gittiği ilk akşam, Nafset’le karşılıklı
olarak kitaba asıldıkları sıradaki bir dakikalık göz göze
bakışmaları, tatlı bir anı olarak yeniden belirmişti içinde. İki
yıl geçmişti aradan ama görüntüsü hala yok olmamıştı bu bakışmanın...
Kapıya doğru yaklaşan bir ayak sesi duyuldu. Bibolet’in kalbi
iyice atmaya başlamıştı. Kendinden geçmiş, açılacak kapıyı
bekleyip tabure üzerinde oturmaktaydı.
Ancak kapıyı açıp içeri giren Nafset değildi. Evlenme öncesine
göre, daha utangaç bir görünüme bürünen Kulats idi gelen.
Kızlığındaki güzelliğinden bir şey kalmamıştı geride. Giysileri
yıpranık, kendi de çok solgundu. Evlenmiş sıradan bir Adige kadını
gibi, bir kadıncağız olmuştu sonunda. Başka bir zaman kesitinde
olsaydı, Bibolet, Kulats’ın bu görünümü üzerine bir akıl
yürütebilirdi. Şimdi öyle şeyler düşünecek durumda değildi. İçi
iyice daralmıştı, “Niye Nafset gelmiyor? Başına bir şey mi gelmiş
yeniden?”
Başlarına bir şey gelmişse, bunu Kulats’ın davranışlarından
sezmeye çalışıyordu Bibolet. Ancak Kulats renk vermiyordu, sadece
konuk karşılanırken gelenek gereği söylenen güzel sözlerle
yetiniyordu. Bibolet’in Kulats’ı dinleyecek hali kalmamıştı, gözü
kulağı kapıya odaklanmıştı.
Kulats ile daha çok Mıhamet ve Değotluk konuştular. Sıradan
konuşurlarken kapıya gelmişti Nafset. Hepsinden önce Bibolet
görmüştü onu. İçeri girmeyi göze alamıyormuş gibi bir süre kapı
önünde oyalanmıştı Nafset. Sonunda başka bir yol kalmamış olmalı,
hemen başını kaldırıp baktı. Bir anlık süreyle göz göze geldiler,
Bibolet, arzu ve umut diye bir şeyin Nafset’in gözlerinde
kalmadığını görmüştü. En sevdiği birini toprağa vermiş, cenazesi
olan birinin bakışları vardı Nafset’in gözlerinde.
Ancak, bu bir bakışı ile içindekileri anlatmayı başarmıştı.
Ardından hızla toparlandı Nafset, içindekini belli etmemeye
çalıştı, keyifsiz ve soğuk tavrına yeniden büründü. Büyük bir
arzusu olan birinin sıradan dostlarını karşılayışı gibi giriverdi
odaya. İçindeki soğukluğu gizleyerek bir hoş gediniz dedi ve
gelenlerin ellerini tuttu, geri çekilip masa aralığında ayağa
dikildi (*).
Mıhamet’le Değotluk, Kulats ile sürdürdükleri şakalaşmalara bir
son verip bir süre sustular. Kulats da “Siz oturun” diyerek odadan
ayrıldı.
Bibolet, kalbi durmuş halde gözlerini ayırmadan Nafset’e bakıp
duruyordu. Bu gece yaşadığı bela karşısında dudağını kemirmiş
olmalı, kızın dudağındaki ısırıkları öncelikle fark etmişti.
Sıtmadan yeni kurtulmuş biri gibi yüzüne pişikler yayılmıştı.
Yanaklarından fışkıran kanı çekilmiş, iyice solgunlaşmıştı.
Vücudu, önceleri olduğu gibi, yine dimdik idi, ancak başını,
geçirdiği felaketin ağırlığı nedeniyle olmalı, farkında olmaksızın
öne doğru eğmekteydi. At nalı altında ezilmiş güzel bir kır
çiçeğine benziyordu, içindeki gençlik duyguları, kendisine uzanan
yabani bir el tarafından çiğnenmişti. Eski çocuksu hareketliliği,
şık giyimi ve bütün bunlar artık güneş ışığı karşısında
parıldamıyorlardı, canını dişine takmış, yıkılmadan ayakta durmaya
çalışıyor, arzularına gem vurmuş gibi üzgün üzgün dikiliyordu.
Oysa
bir bilinci olan insan zor ve ölüm karşısında bile kirlenmez,
aksine daha da arınır, yenilenir. Nafset de başına gelen bu acı
durum karşısında yıkılmadı, boyun eğer bir tutum da takınmadı.
Kalbinde açılmış olan yarayı, bütün gücünü toplayıp sarmaya
çalışıyor, bunun çabasını sürdürüyordu. Gençliğinin verdiği, çiçek
görünümü yansıtan gözleri, eski çevikçe davranışları, artık
kedere dönüşmüştü, ama bilinçli olmanın kazandırdığı değer ve
insanca güzelliği de daha bir görünür olmuştu.
Bibolet bütün bunların farkındaydı, Nafset’in insanca kişiliğine
verdiği değer daha da sağlam bir temele oturmuştu, kıza karşı
duyduğu sevgiye de sevgi eklenmişti. İçi sevgiyle dolmuştu. Kızın
başına gelen bu uğursuz olay karşısında, başkalarınınki gibi ona
karşı içinden bir soğukluk duymuyor, aksine ona karşı daha da bir
yakınlık duyuyordu. Onu her şeyi ile seviyordu. Başına her ne
geldiyse, iki eli, iki ayağı kopup kötürüm kalmış olsa bile, onu
sevinçle kucağına alıp dolaştırmaya hazırdı. Kızın insanca
tatlılığı ve insanca temizliği kendisi için yetip de artardı.
“Ancak kızın soğuk ve yabancı biri imiş gibi bakmakta olmasının
nedeni de ne olabilirdi? Kızın kendisine karşı o denli soğuk
olması acaba nedendi?” diyor, içindeki kaygı daha da artıyordu
Bibolet’in. Gözleriyle Nafset ile konuşmak, ona güzel şeyler
söylemek istiyor, ne diyeceğini bilemiyor, sadece oturup
bekliyordu. Kızın gözlerine bir kez olsun bakmak istiyor, bunun
için de kızın başını kaldırmasını bekliyordu. Kızın içindekini
gözlerinden okumak istiyordu.
Ama
Nafset gözlerini yukarı kaldırmıyordu. Kızın çok üzgün olduğu
anlaşılıyordu, bu yüzden de aşağı bakıp dikiliyordu. Bazen başını
kaldıracak olsa bile, gözlerini Bibolet’den kaçırıyordu. Başını,
kendisini ve oturanları umursamayan bir tavır takınıyor, gözlerini
çeviriyor ve indiriyordu.
“Yaşam umudunu ve mutluluk özlemlerini yitirmiş, öbür Adige
kızları gibi kaderine boyun eğmiş, kendisini kapıp kaçırana evet
demek gibi bir düşünce mi doğmuştu içinde…”, kurşun yemiş biri
gibi, Bibolet’in içinde de bir endişe belirdi. Adeta kanı çekildi,
biraz da bir yabancılık, uzak düşme duygusu belirdi içinde. İlk
geldiğinde, kıza moral verici sözler söylemeyi düşünmüştü, şimdi
böyle şeyleri bir yana atmıştı. Kaygı ve arzularını iteleyip ilk
konuşmayı başkasının yapmasını bekleyip oturuyordu.
Konuşmayı Mıhamet başlattı:
-
Nedir bu halin Nafset, bu kadarcık bir şey için mi moralini
bozdun, önüne bakıp duruyorsun da? diyerek, biraz üzgün ve biraz
da şakacı bir tavırla.
Nafset başını daha da eğdi, bir süre bekledikten sonra, zorlanarak
ve biraz da alçak bir sesle yanıtını verdi.
- O
kadar da kötü değilim, ama sevinecek durumum da yok.
-
Zor durumla karşılaşmayan insan olmaz:Kurt saldırısına uğrayan,
kuduz köpek tarafından ısırılan da olur. Sen de öyle bir durumda
olmalısın.
Ancak çok şanslısın, beladan çabuk sıyrılmayı başardın, buna
sevinmelisin. Ben senin üzülmen için bir neden göremiyorum.
Korktuğun ve kuşkulandığın bir durum varsa, hadi söyle, senin için
canımı vermeye hazırım. Asla umudunu kırma.
Nafset, yine bir süre, eskisi gibi başı öne eğik durdu.
Söyleyeceği sözlerinin yaşam yolunun bir dönemeci olacağını
düşünerek ve dikkat ederek, ama üzüntü içinde, içi yanmış ve
karar verme güçlüğü çekiyormuş gibi konuşmaya başladı:
- Bu
kez bana vermiş olduğunuz desteğin farkında olmayan biri değilim.
Yine bana yardımcı olmaya çalıştığınızı da biliyorum. Size karşı
olan minnettarlığımı bir sağolun sözcüğüyle dile getiremem. Bana
yardımcı olmayacaksınız biçiminde bir düşünce aklımın köşesinden
bile geçmez. Ancak sizin yardımcı olamayacağınız, benim kendi
başıma çözmem, bunu yolunu bulmam gereken şeyler olması
düşündürüyor beni. Bu nedenle önüme bakıp duruyorum.
-
Kimsenin sana yardımcı olamayacağı gibisine seni korkutan şey ne
olabilir ki? Söylersen, belki biz, senin çözmeyi düşünüp durduğun
konuda yardımcı olabiliriz, diye sordu Bibolet, biraz azarlar,
biraz da üzülür bir biçimde.
- Bu
benim kişisel bir sorunum, içimden gelen bir şey…diyebildi zar
zor Nafset, içi bunaldı, gözleri yaşarır gibi oldu ve başını daha
da öne eğdi.
Bibolet, o an kendi içinden gelen duyguların etkisinde olmasaydı,
Nafset’in gözlerinin yaşarmasının kendisiyle ilgili bir şey
olduğunu, Nafset’ten beklediği sevgi yanıtının o göz yaşlarında
bulunduğunu anlardı. Ama seven kişi, karşısındakini kuşkucu
biçimde azarlamaya kalkıştığında, hiçbir şeyi fark etmez, gözü
hiçbir şeyi görmez olur ve sonunda körleşir. Bibolet, Nafset’in
gözyaşlarından yansıyan şeyi anlayamamıştı. Kızın kısa bir yanıt
vermesini, kendisine kızdığı, hiçbir şeyden çekinmediğine yordu.
Kızı büsbütün yitirdiğinden kaygılandı, derin bir üzüntü içine
düştü. İnadına bir süre bekledi, Nafset’e yardım etme dışında bir
umudu, yolu kalmamıştı, üzüntü içinde sessizce sözlerini sürdürdü:
-
Nafset, ilk karşılaştığımız günden beri bana karşı kuşkucu bir
tutum içindesin ama Mıhamet ile Değotluk’a karşı kuşku duymana
gerek yok. Şu durumda sen, bir başına sorunlarını çözmeye
kalkışmaman daha yerinde olur. Bizim sana yardımcı olamayacağımız
zor durumların da olabilir, sana yardım edemesek bile sana yol
gösterebiliriz. Şu an senin en fazla dikkat etmen gereken şey,
yaşam çizginden sapmaman, bilinçli bir biçimde doğru yolda
ilerlemeye devam etmendir. Kendi başına yanlış kararlar
vermemelisin. Köyün karanlığı içine gömülmüş olarak yaşayalar
“ne derler” gibisine sözlere aldırmamalısın. Senin insanlığın o
gibi şeylere bağlı olmamalı. Senin insanca değerin, sana biçilecek
olan saygı, izlemiş olduğun yeni yaşam yolu, seçmiş olduğun
eğitim yolunun ışığıdır. Bu yoldan uzak düşmemeye her zamankinden
daha çok dikkat etmelisin şimdi. Bugüne değin seni engelleyen
Adige geleneğinin (хэбзэжъ) köhne yanlarıyla mücadele etmen için
şimdi eline iyi bir neden geçti. Kararlı ol, adım atıp köhne
sınırı aş, erkek egemen olmayan ve senin mutluluğunu işaret eden
yeni yola geç. Okumaya git.
-
Ben o sınırı aştım. Beni korkutan şey o değil, diye konuşmaya
başladı Nafset, sesine biraz daha güven gelmişti. İnsanların benim
için ne diyecekleri ile başıma gelenleri o kadar önemsemiyorum.
Eskimiş geleneğe göre kısmet bekleyip oturacak olursan başa ne
geleceğini yaşayarak gördüm ben. Ancak içinde doğduğun ve
büyüdüğün toplumu aşıp bilmediğin bir yola girmek insanı korkutur
ve zorluklar yaratır. Her şeyi bir yana itmeden, yavaş yavaş dönüp
o söylediğin yola ayak atmak amacındaydım. Ancak o birkaç yıl
içinde belirlemiş olduğum yolu bir gecede geçmek durumunda kaldım.
Ölüp yeniden doğdum. Çocukça duyguları o bir gece içinde terk
etmem gerekti. Umutlanıp oturmakla mutluluğu yakalayamayacağını,
mutluluk için zorlu bir çaba gerekeceğini, o bir tek gecede
öğrenmiş oldum. O denli şeyi tek gecede yaşamak kolay değil. Beni
üzen şey sadece bu, başka bir şey değil. Seçmek istediğim yolu
seçmiş oldum. İlk adım olarak, eğer Değotluk da uygun bulursa
komsomola katılmak istiyorum.
Nafset bu sözü sesini yükseltmeden ve abartıya kaçmadan
söylemişti. Seçtiği mutluluk yolunun güçlüğünü sırtlanmış gibi
yavaş ve sabırlı konuşuyordu. Ama oturanlar onun bu sözlerini bir
bomba patlaması gibi karşılamışlardı. Hepsinden önce Değotluk
sevinçle ayağa fırladı. Sevinerek ama emin de olamamış gibi
konuştu:
-
Gerçek mi, içinden gelerek mi söylüyorsun bunu, Nafset?
-
Kararımı verdim, ama bir yararım olur mu, onu bilemiyorum. Şimdiye
değin özlemini çektiğim yalancı duyguları üzerimden attım, kendi
sorunlarımı kendim çözmeye karar verdim.
- O
zaman sen yeryüzünün en iyi kızısın demektir!Uzat elini!dedi
Değotluk Nafset’e doğru atılarak. Sana olan güvenimin on misli
değerindesin. Seni komsomola almaktan öte, seni el üstünde bile
taşırız!Genç komsmolların ilk değerli kızkardeşi olursun.
Yaşadığım sürece, annemden olma kızkardeşim gibisin. Okuma işini
de biz yoluna koyarız.
Bu
durum karşısında Değotluk ile Mıhamet’in, başına gelen yüzünden
Nafset’in moralinin bozulacağı biçimindeki kaygıları da sona erdi,
rahat birer nefes alıp yeniden eski neşelerine kavuştular.
Değotluk Nafset’in okuması üzerine planlar düşünmeye ve bunları
anlatmaya başladı. Seçtiği bu yeni yolun onu götüreceği yeri
Nafset’e bir resim tablosu gibi göstermeye ve ona umut vermeye
çalıştı.
Ancak bu tür umut verici sözleri sadece Değotluk ile Mıhamet
söylüyorlardı. Bibolet ise, arada bir , bir iki söz söylemek
dışında konuşmadan neşesiz oturuyordu. Nafset’in kölelik yolunu
benimsemiş olduğu kaygısı ise yok olmuştu. Nafset’in söylemiş
olduğu insanca sözler onun değerini daha da artırmıştı. Ne denli
ona güveni olsa bile, kızın bilincinin o denli güçlenmiş olacağını
ummuyordu. Ona ulaşamama kaygısı yanında, Nasfetin insanlığı
Bibolet’in gözünde yükseldikçe yükselmişti.
Ancak bunu da ilginç bulacak durumda değildi. İçinde doğan aşk
ateşinin karşılıksız kalacağı korkusu, Bibolet’in içine
düşmüştü. Nafset’in kendisini sevdiğini sanma hatasına düştüğüne
inandı. Kızın mektubuna yanıt vermemiş olması da içine oturmuştu.
Şimdi kız daha büyük bir sorunla karşılaşmıştı, bu bakımdan kızın,
Bibolet’in hatasını geri plana itip umursamayacağını sanmıştı. Bu
durum karşısında Bibolet’in konuşma hevesi de kalmamıştı. ”Bu bana
müstahak!Yardım edeceğini söyle, palavralar sık, ardından unutup
işin içinden çık. Sözüne sadık kalan ve kızın yardımlarına
güvendiği kişiler Değotluk ile Mıhamet idiler, onun için kız
onlarla konuşuyor”. Böylesine umutsuz duygular içinde, farkında
olacağı ve göreceği bir şey kalmamış gibi, içi daralmış halde
oturuyordu.
Nafset de benzeri şeyleri düşünüyordu. Değotluk’un karşısında
sergilemiş olduğu mutluluk planlarını aşıp bir şey düşünecek
durumda değildi. Odaya ilk girdiğinde olduğu gibi, ayakta başı öne
eğik ve üzgün dikiliyordu. Her ikisi de birbirlerinin ne
düşündüklerini bilmiyorlar, birbirlerine karşı kanatlanmaya yüz
tutmuş olan sevgi umutları artık kalmamıştı, ikisi de bilmeden
birbirlerinden uzaklaşmış durumdaydılar.
Bir
süre böyle oturduktan sonra Bibolet, bir cesaret bulup Nafset’e
sordu:
-
Nafset, ne diye bana karşı o denli kırgınsın?
Nafset konuşmaktan kaçınır gibi bir süre bekledi. Ardından başı
önüne eğik, zorluk çekerek, zar zor konuştu:
- Ne
diye sana kırgın olayım ki? Bana söylemiş olduğun güzel sözler ve
şimdi de benim için zahmete katılmış olman durumu dururken, sana
karşı ne gibi bir kırgınlığım olabilir ki…
Nafset’in gözleri yaşardı, konuşmasını kesti. Tam o sırada Kulats
içeri sofrayla girdi, bunu gerekçe gösteren Nafset de hızla dışarı
çıktı.
Rayon merkezine, Nafset’in akrabalarının evine gidip
ayrıldıklarında olduğu gibi, şimdi de üç kişi evden çıkmış
dönüyorlardı. Bibolet’in içinden konuşmak gelmiyor, sessizce
yürüyordu.
Mıhamet ile Değotluk, Bibolet’in niçin üzgün olduğunu biraz fark
eder gibiydiler. Nafset’in içinden geçenleri Bibolet’in
anlayamamış olduğunu anlamışlardı. Ancak kızla Bibolet’in
karşılıklı davranışları üzerine bir şey söylemeyi de uygun
bulmuyorlardı. ”Aşık ile aklı olmayan birdir” (Ашыкъы хъугъэри
зиакъыл зимыежьри зэфэд) der gibi bazı sözler Mıhametin aklından
geçti, ama gülümsemelerini bıyık altında saklamayı yeğledi.
Bibolet’i doğrudan eleştirmeyi uygun bulmadı, biraz da mecazа
(ч1эгъч1элъ) vurdurarak konuştu.
- İşte bu kız, tam bir kız! Akıl verelim diye gittik yanına, ama o
bizden de akıllı çıktı…
(*)
Eskiden Kafkasya’da kadınlar ve
kızlar erkekler karşısında oturmazlardı. -HCY. |