...................
...................

MUTLULUK YOLU      3.BÖLÜM -11

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

Ertesi sabah kızın kaçırılma olayı dışında köyde konuşulan bir şey kalmamıştı. Bir evden öbür eve  kız kaçırma olayı değişik renklere büründürülmüş halde dolanıp duruyordu köyde. Çoğunluk yapılanı yakışıksız, köy adına utanç verici bir davranış olarak görüyordu. Birçok kişi toplumsal gelişimin farkında bile değildi, ama birkaç yıllık  Sovyet iktidarı kitleler üzerinde olumlu bilinç yaratmıştı, bu bilinç düzeyi, toplumdaki değişimi belli ediyordu.


Ancak düşman fitne saçmaya devam ediyordu. "Kadın özgürleşti, okuyacak diyerek, kızın başını yaktılar. Gece kaldırılıp  götürülen dulu artık kim alır ki?", "Yahu, o genç konuk  için okumuş diyorlar, ama kafasızın bir imiş, yanlış yapıyor. Kendisi bir kızı beğenmiş diye, asırlık Adige geleneklerini ne diye iteler ki? Dedikleri gibi bir komünist ve gerçek bir Sovyet insanı ise, şimdi başkasından  düşmüş olan dulu alsın da görelim!" gibi zehir saçan konuşmalar yayıyorlardı köye. İnsanlar böylesine sözler karşısında atışıyorlar ve hırgür içine düşüyorlardı.


Sabaha çay kahvaltısından sonra Değotluk ile Mıhamet, birlikte Bibolet'in yanına geldiler. Köyde dolanıp duran haberleri anlattılar. Hala Nafset'in sorunu  kapanmış değildi, silah ve ev basmayla başarılamayan iş, şimdi eski Adige usulüne göre, fitne fesada boğuluyor, paslanmış prangalar bir bir  ortaya çıkarılmak isteniyordu. Zincire  dolayıp kızın umudunu kırmak, onu köleliği kabule  zorlamak istiyorlardı, kızın karşısında bu tehlike vardı şimdi. Kızı  yırtıcı hayvanların elinden nasıl kurtardılarsa, şimdi de bilinçli bir biçimde bu gibi insanların dilinden kurtarmak gerekiyordu kızı. Kitlelere çıkış yolunu da göstermek gerekiyordu.


Hemen oracıkta, üçü de Nafset’in yanına gitmeye karar verdiler.


Karşıda, pörsüyüp çökmeye yüz tutmuş bir kalpak gibi dökük, saz damlı küçücük bir Adige evi duruyordu. Bu küçük ailenin bahçesinde ev dışında, bir ağıl ve bir de bir kümes vardı sadece. Gerisi ot ve çimenle kaplıydı.

 
Kulats’ın gelinodasına (leğune) girdiler. Burası da eski/kadim bir Adige odasından başkası değildi:Kabartılmış yastıklar divana dizilmişti. Evlerine girmiş olan kutular (къамлан)   bir  masanın üzerinde toplanmıştı. Kutuların üzerinde  cam bardaklar , benzeri kap kacaklar ve öte beri diziliydi. Arasında özel bir yer ayrılmış bir çift lastik kadın ayakkabısı da vardı. Odada biraz da bir ekşime/rutubet  kokusu vardı.  
 

Üçü de konuşmadan oturuyordu, konuşma isteği de duymuyorlardı. Üçü de Nafset’in başına gelen olayın üzüntüsü içindeydi. Başsağlığına gitmiş gibi, üçü de üzgün üzgün oturuyordu.
 

En üzgün olanı da Bibolet idi. Her zamanki akılcı ve sabırlı yaklaşımları uçup gitmişti artık. Bir çıkış yolu, belli bir düşünce çizgisi izleyecek durumda değildi.  Üzüntüsü, aklını başından almış gibiydi. Nafset’e karşı duyarsız davrandığı için kendi kendisini  kınıyordu durmadan. Üstüne üstlük, bu son günlerde içinde, aşk ateşi yeniden belirmiş ve iyice tutuşup yükselmişti. Üzüntü, pişmanlık ve tasa içini kaplamıştı, umut ve  umutsuzluk, bunların hepsi bir atlıkarınca gibi dönüp duruyordu kafasının etrafında. Sabırsızca Nafset’in gelmesini bekliyordu ama biraz da korkmuyor değildi: “Beni nasıl karşılayacak acaba? Dans sırasındaki soğuk bakışı, yine sürecek mi? Yoksa…“

Vıstanekoların evine gittiği ilk akşam, Nafset’le karşılıklı olarak kitaba asıldıkları sıradaki bir dakikalık göz göze bakışmaları, tatlı bir anı olarak yeniden  belirmişti içinde. İki yıl geçmişti aradan ama görüntüsü hala yok olmamıştı bu bakışmanın
...
 

Kapıya doğru yaklaşan bir ayak sesi duyuldu. Bibolet’in kalbi iyice atmaya başlamıştı. Kendinden geçmiş, açılacak kapıyı bekleyip tabure üzerinde oturmaktaydı.
 

Ancak kapıyı açıp içeri giren Nafset değildi. Evlenme öncesine göre, daha utangaç bir görünüme bürünen Kulats idi gelen.
 

Kızlığındaki güzelliğinden  bir şey kalmamıştı geride. Giysileri yıpranık, kendi de çok solgundu. Evlenmiş sıradan bir Adige kadını gibi, bir kadıncağız olmuştu sonunda. Başka bir zaman kesitinde olsaydı, Bibolet, Kulats’ın bu görünümü üzerine bir akıl yürütebilirdi. Şimdi öyle şeyler düşünecek durumda değildi. İçi iyice daralmıştı, “Niye Nafset gelmiyor? Başına bir şey mi gelmiş yeniden?”
 

Başlarına bir şey gelmişse, bunu Kulats’ın davranışlarından sezmeye çalışıyordu Bibolet. Ancak Kulats renk vermiyordu, sadece konuk karşılanırken gelenek gereği  söylenen  güzel sözlerle yetiniyordu. Bibolet’in Kulats’ı dinleyecek hali kalmamıştı, gözü kulağı kapıya odaklanmıştı.
 

Kulats ile daha çok Mıhamet ve Değotluk konuştular. Sıradan konuşurlarken kapıya gelmişti Nafset. Hepsinden önce  Bibolet görmüştü onu. İçeri girmeyi göze alamıyormuş gibi bir süre kapı önünde oyalanmıştı Nafset. Sonunda başka bir  yol kalmamış olmalı, hemen başını kaldırıp baktı. Bir anlık süreyle göz göze geldiler, Bibolet, arzu ve umut diye bir şeyin Nafset’in gözlerinde kalmadığını görmüştü. En sevdiği birini toprağa vermiş, cenazesi olan birinin bakışları vardı Nafset’in gözlerinde.
 

Ancak, bu bir bakışı ile içindekileri  anlatmayı başarmıştı. Ardından hızla toparlandı Nafset, içindekini belli etmemeye çalıştı, keyifsiz ve soğuk tavrına yeniden büründü. Büyük bir arzusu olan birinin sıradan dostlarını karşılayışı gibi giriverdi odaya. İçindeki soğukluğu gizleyerek bir hoş gediniz dedi ve gelenlerin ellerini tuttu, geri çekilip masa aralığında ayağa dikildi (*).
 

Mıhamet’le Değotluk, Kulats ile sürdürdükleri şakalaşmalara bir son verip bir süre sustular. Kulats da “Siz oturun” diyerek odadan ayrıldı.
 

Bibolet, kalbi durmuş halde gözlerini ayırmadan Nafset’e bakıp duruyordu. Bu gece yaşadığı bela karşısında dudağını kemirmiş olmalı, kızın dudağındaki ısırıkları öncelikle fark etmişti. Sıtmadan yeni kurtulmuş biri gibi yüzüne pişikler yayılmıştı. Yanaklarından fışkıran kanı çekilmiş, iyice solgunlaşmıştı. Vücudu, önceleri olduğu gibi, yine dimdik idi, ancak başını, geçirdiği felaketin ağırlığı nedeniyle olmalı, farkında olmaksızın öne doğru eğmekteydi. At nalı altında ezilmiş güzel bir kır çiçeğine benziyordu, içindeki gençlik duyguları, kendisine uzanan  yabani bir  el tarafından çiğnenmişti. Eski çocuksu hareketliliği, şık giyimi ve bütün bunlar artık güneş ışığı karşısında parıldamıyorlardı, canını dişine takmış, yıkılmadan ayakta durmaya çalışıyor, arzularına gem vurmuş gibi üzgün üzgün  dikiliyordu.
 

Oysa bir bilinci olan insan zor ve ölüm karşısında bile kirlenmez, aksine daha da arınır, yenilenir. Nafset de başına gelen bu acı durum karşısında yıkılmadı, boyun eğer  bir tutum da takınmadı. Kalbinde açılmış olan yarayı, bütün gücünü toplayıp sarmaya çalışıyor, bunun çabasını sürdürüyordu. Gençliğinin verdiği, çiçek görünümü yansıtan gözleri,  eski çevikçe davranışları, artık kedere dönüşmüştü, ama bilinçli olmanın kazandırdığı değer ve insanca güzelliği de daha bir görünür olmuştu.

Bibolet bütün bunların farkındaydı, Nafset’in insanca kişiliğine verdiği değer daha da sağlam bir temele oturmuştu, kıza karşı duyduğu sevgiye de sevgi eklenmişti. İçi  sevgiyle dolmuştu. Kızın başına gelen bu uğursuz olay karşısında, başkalarınınki gibi ona karşı içinden bir soğukluk duymuyor, aksine ona karşı daha da bir  yakınlık duyuyordu. Onu her şeyi ile seviyordu. Başına her ne geldiyse, iki eli, iki ayağı kopup kötürüm kalmış olsa bile, onu sevinçle kucağına alıp dolaştırmaya hazırdı. Kızın insanca tatlılığı ve insanca temizliği kendisi için yetip de artardı.
 

“Ancak kızın soğuk ve yabancı biri imiş gibi bakmakta olmasının nedeni de ne  olabilirdi? Kızın kendisine karşı o denli soğuk olması acaba nedendi?” diyor, içindeki kaygı daha da artıyordu Bibolet’in. Gözleriyle Nafset ile konuşmak, ona güzel şeyler söylemek istiyor, ne diyeceğini bilemiyor, sadece oturup bekliyordu. Kızın gözlerine bir kez olsun bakmak istiyor, bunun için de kızın başını kaldırmasını bekliyordu. Kızın içindekini gözlerinden okumak istiyordu.
 

Ama Nafset gözlerini yukarı kaldırmıyordu. Kızın çok üzgün olduğu anlaşılıyordu, bu yüzden de aşağı bakıp dikiliyordu. Bazen başını kaldıracak olsa bile, gözlerini Bibolet’den kaçırıyordu. Başını, kendisini ve oturanları umursamayan bir tavır takınıyor, gözlerini çeviriyor ve  indiriyordu.
 

“Yaşam umudunu ve mutluluk özlemlerini yitirmiş, öbür Adige kızları gibi kaderine boyun eğmiş, kendisini kapıp kaçırana evet demek gibi bir düşünce mi doğmuştu içinde…”, kurşun yemiş biri gibi, Bibolet’in içinde de bir endişe belirdi. Adeta kanı çekildi, biraz da bir yabancılık, uzak düşme duygusu belirdi içinde. İlk geldiğinde, kıza moral verici sözler söylemeyi düşünmüştü, şimdi böyle şeyleri bir yana atmıştı. Kaygı ve arzularını iteleyip ilk konuşmayı başkasının yapmasını bekleyip oturuyordu.
 

Konuşmayı Mıhamet başlattı:

- Nedir bu halin Nafset, bu kadarcık bir şey için mi moralini bozdun, önüne bakıp duruyorsun da?  diyerek, biraz üzgün ve biraz da şakacı bir tavırla.

Nafset başını daha da eğdi, bir süre bekledikten sonra, zorlanarak ve biraz da alçak bir sesle yanıtını verdi.

- O kadar da kötü değilim, ama sevinecek durumum da yok.

- Zor durumla karşılaşmayan insan olmaz:Kurt saldırısına uğrayan, kuduz köpek tarafından  ısırılan da olur. Sen de öyle bir durumda olmalısın.
Ancak çok şanslısın, beladan çabuk sıyrılmayı başardın, buna sevinmelisin. Ben senin üzülmen için bir neden göremiyorum. Korktuğun ve kuşkulandığın bir durum varsa, hadi söyle, senin için canımı vermeye hazırım. Asla umudunu kırma.
 

Nafset, yine bir süre,  eskisi gibi başı öne eğik durdu. Söyleyeceği sözlerinin yaşam yolunun bir dönemeci olacağını düşünerek ve dikkat ederek, ama üzüntü  içinde, içi yanmış ve karar verme güçlüğü çekiyormuş gibi konuşmaya başladı:

- Bu kez bana vermiş olduğunuz desteğin farkında olmayan biri değilim. Yine bana yardımcı olmaya çalıştığınızı da biliyorum. Size karşı olan minnettarlığımı bir sağolun sözcüğüyle dile getiremem. Bana yardımcı olmayacaksınız biçiminde bir düşünce aklımın köşesinden bile geçmez. Ancak sizin yardımcı olamayacağınız, benim kendi başıma çözmem, bunu yolunu bulmam gereken şeyler olması düşündürüyor beni. Bu nedenle önüme bakıp duruyorum.

- Kimsenin sana yardımcı olamayacağı gibisine seni korkutan şey ne olabilir ki? Söylersen, belki biz, senin çözmeyi düşünüp durduğun konuda yardımcı olabiliriz, diye sordu Bibolet, biraz azarlar, biraz da üzülür bir biçimde.

- Bu benim kişisel bir sorunum, içimden gelen bir şey…diyebildi zar  zor Nafset, içi bunaldı, gözleri yaşarır gibi oldu ve başını daha da öne eğdi.

Bibolet, o an kendi içinden gelen duyguların etkisinde olmasaydı, Nafset’in gözlerinin yaşarmasının kendisiyle ilgili bir şey olduğunu, Nafset’ten beklediği sevgi yanıtının o göz yaşlarında bulunduğunu anlardı. Ama seven kişi, karşısındakini kuşkucu biçimde azarlamaya kalkıştığında, hiçbir şeyi fark etmez, gözü hiçbir şeyi görmez olur ve sonunda körleşir. Bibolet, Nafset’in gözyaşlarından yansıyan şeyi anlayamamıştı. Kızın kısa bir yanıt vermesini, kendisine kızdığı, hiçbir  şeyden çekinmediğine yordu. Kızı büsbütün yitirdiğinden kaygılandı, derin bir üzüntü içine düştü. İnadına bir süre bekledi, Nafset’e yardım etme dışında  bir umudu, yolu kalmamıştı, üzüntü içinde sessizce sözlerini sürdürdü:

- Nafset, ilk karşılaştığımız günden beri bana karşı kuşkucu bir tutum içindesin ama Mıhamet ile Değotluk’a karşı kuşku duymana gerek yok. Şu durumda sen, bir başına sorunlarını çözmeye kalkışmaman daha yerinde olur. Bizim sana yardımcı olamayacağımız zor durumların da olabilir, sana yardım edemesek bile sana yol gösterebiliriz. Şu an senin en fazla dikkat etmen gereken şey, yaşam çizginden sapmaman, bilinçli bir biçimde doğru yolda ilerlemeye devam etmendir. Kendi başına yanlış kararlar vermemelisin. Köyün karanlığı içine  gömülmüş olarak  yaşayalar “ne derler” gibisine sözlere aldırmamalısın. Senin insanlığın o gibi şeylere bağlı olmamalı. Senin insanca değerin, sana biçilecek olan saygı, izlemiş olduğun yeni yaşam  yolu, seçmiş olduğun eğitim  yolunun ışığıdır. Bu yoldan uzak düşmemeye her zamankinden daha çok dikkat etmelisin şimdi. Bugüne değin seni engelleyen Adige geleneğinin (хэбзэжъ) köhne yanlarıyla mücadele etmen için şimdi eline iyi bir neden geçti. Kararlı ol, adım atıp köhne sınırı aş, erkek  egemen olmayan ve senin mutluluğunu işaret eden yeni yola geç. Okumaya git.
 

- Ben  o sınırı aştım. Beni korkutan şey o değil, diye konuşmaya başladı Nafset, sesine biraz daha güven gelmişti. İnsanların benim için ne diyecekleri ile başıma gelenleri o kadar önemsemiyorum. Eskimiş geleneğe göre kısmet bekleyip oturacak olursan başa ne geleceğini yaşayarak gördüm ben. Ancak içinde doğduğun ve büyüdüğün toplumu aşıp bilmediğin bir yola girmek insanı korkutur ve zorluklar yaratır. Her şeyi bir yana itmeden, yavaş yavaş dönüp o söylediğin yola ayak atmak amacındaydım. Ancak o birkaç yıl içinde belirlemiş olduğum yolu bir gecede geçmek durumunda kaldım. Ölüp yeniden doğdum. Çocukça duyguları o bir gece içinde terk etmem gerekti. Umutlanıp oturmakla mutluluğu yakalayamayacağını, mutluluk için zorlu bir çaba gerekeceğini, o bir tek gecede öğrenmiş oldum. O denli şeyi tek gecede yaşamak kolay değil. Beni üzen şey sadece bu, başka bir şey değil. Seçmek istediğim yolu seçmiş oldum. İlk adım olarak, eğer Değotluk da uygun bulursa komsomola katılmak istiyorum.
 

Nafset bu sözü sesini yükseltmeden ve abartıya kaçmadan söylemişti. Seçtiği mutluluk yolunun güçlüğünü sırtlanmış gibi yavaş ve sabırlı konuşuyordu. Ama oturanlar onun bu sözlerini  bir bomba patlaması gibi karşılamışlardı. Hepsinden önce Değotluk sevinçle ayağa fırladı. Sevinerek ama emin de olamamış gibi konuştu:

- Gerçek mi, içinden gelerek mi söylüyorsun bunu, Nafset?

- Kararımı verdim, ama bir yararım olur mu, onu bilemiyorum. Şimdiye değin özlemini çektiğim yalancı duyguları üzerimden attım, kendi sorunlarımı kendim çözmeye karar verdim.

- O zaman sen yeryüzünün en iyi kızısın demektir!Uzat elini!dedi Değotluk Nafset’e doğru atılarak. Sana olan güvenimin on misli değerindesin. Seni komsomola almaktan öte, seni el üstünde bile taşırız!Genç komsmolların ilk değerli kızkardeşi olursun. Yaşadığım sürece, annemden olma kızkardeşim gibisin. Okuma işini de biz yoluna koyarız.
 

Bu durum karşısında Değotluk ile Mıhamet’in, başına gelen yüzünden Nafset’in moralinin bozulacağı biçimindeki kaygıları da sona erdi, rahat birer nefes alıp yeniden eski neşelerine kavuştular. Değotluk Nafset’in okuması üzerine planlar düşünmeye ve bunları anlatmaya başladı. Seçtiği bu yeni yolun onu götüreceği yeri Nafset’e bir resim tablosu gibi göstermeye ve ona umut vermeye çalıştı.
 

Ancak bu tür umut verici sözleri sadece Değotluk ile Mıhamet söylüyorlardı. Bibolet ise, arada bir , bir iki söz söylemek dışında konuşmadan neşesiz oturuyordu. Nafset’in kölelik yolunu benimsemiş olduğu kaygısı ise yok olmuştu. Nafset’in söylemiş olduğu insanca sözler onun değerini daha da artırmıştı. Ne denli ona güveni olsa bile, kızın bilincinin o denli güçlenmiş olacağını ummuyordu. Ona ulaşamama kaygısı yanında,  Nasfetin insanlığı  Bibolet’in gözünde yükseldikçe yükselmişti.

Ancak bunu da ilginç bulacak durumda değildi. İçinde doğan aşk ateşinin karşılıksız kalacağı   korkusu, Bibolet’in  içine düşmüştü. Nafset’in kendisini sevdiğini sanma hatasına düştüğüne inandı. Kızın mektubuna yanıt vermemiş olması da içine oturmuştu. Şimdi kız daha büyük bir sorunla karşılaşmıştı, bu bakımdan kızın, Bibolet’in hatasını geri plana itip  umursamayacağını sanmıştı. Bu durum karşısında Bibolet’in konuşma hevesi de kalmamıştı. ”Bu bana müstahak!Yardım edeceğini söyle, palavralar sık, ardından unutup işin içinden çık. Sözüne sadık kalan ve kızın yardımlarına güvendiği kişiler Değotluk ile Mıhamet idiler, onun için kız onlarla konuşuyor”. Böylesine umutsuz duygular içinde, farkında olacağı ve göreceği bir şey kalmamış gibi, içi daralmış halde oturuyordu.

Nafset de benzeri şeyleri düşünüyordu. Değotluk’un karşısında sergilemiş olduğu mutluluk planlarını aşıp bir şey düşünecek durumda değildi. Odaya ilk girdiğinde olduğu gibi, ayakta başı öne eğik ve üzgün dikiliyordu. Her ikisi de birbirlerinin ne düşündüklerini bilmiyorlar, birbirlerine karşı kanatlanmaya yüz tutmuş olan sevgi umutları artık kalmamıştı, ikisi de bilmeden birbirlerinden uzaklaşmış durumdaydılar.
 

Bir süre böyle oturduktan sonra Bibolet, bir cesaret bulup Nafset’e sordu:

- Nafset, ne diye bana karşı o denli kırgınsın?

Nafset konuşmaktan kaçınır gibi bir süre bekledi. Ardından başı önüne eğik, zorluk çekerek, zar zor konuştu:

- Ne diye sana kırgın olayım ki? Bana söylemiş olduğun güzel sözler ve şimdi de benim için zahmete katılmış olman durumu dururken, sana karşı ne gibi bir kırgınlığım olabilir ki…
 

Nafset’in gözleri yaşardı, konuşmasını kesti. Tam o sırada Kulats içeri sofrayla girdi, bunu gerekçe gösteren Nafset de hızla dışarı çıktı.

Rayon merkezine, Nafset’in akrabalarının evine gidip ayrıldıklarında olduğu gibi, şimdi de üç kişi evden çıkmış dönüyorlardı. Bibolet’in içinden konuşmak gelmiyor, sessizce yürüyordu.
 

Mıhamet ile Değotluk, Bibolet’in niçin üzgün olduğunu biraz fark eder gibiydiler. Nafset’in içinden geçenleri Bibolet’in anlayamamış olduğunu anlamışlardı. Ancak kızla Bibolet’in karşılıklı davranışları üzerine bir şey söylemeyi de uygun bulmuyorlardı. ”Aşık ile aklı  olmayan birdir” (Ашыкъы хъугъэри зиакъыл зимыежьри зэфэд) der gibi bazı sözler Mıhametin aklından geçti, ama gülümsemelerini bıyık altında saklamayı yeğledi. Bibolet’i doğrudan eleştirmeyi uygun bulmadı, biraz da  mecazа (ч1эгъч1элъ)  vurdurarak konuştu.
- İşte bu kız, tam bir kız! Akıl verelim diye gittik yanına, ama o bizden de akıllı çıktı…



(*) Eskiden Kafkasya’da kadınlar ve kızlar erkekler karşısında oturmazlardı. -HCY.

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son