V. GECE YARISI ÇIĞLIĞI
Ayşet'le kocasının, geçen yıl Behuko ailesinden ayrılmış
olduklarını duymuştu Bibolet ama taşındıkları evi bilmiyordu.
Sorarak evi buldu, köyün hayli dış kenarındaydı. Bahçeyi
görünce içi daraldı. Saz damlı küçük bir ev, yanı başında yarı
çökük ve neredeyse yere gömülmüş küçük bir at ahırı ve
bitişiğinde de bir tavuk kümesi. Bahçedeki her şey buydu. Bahçeyi
çevreleyen çitlerin yarısı çakılı değildi. Ayşet
sevincinden, sayıp döktürerek Bibolet’i karşıladı. Ayşet’le
karşılaştığında, içini burkan eski elbise kokuları yeniden burnuna
çalındı. Girdiği oda ve bahçe, eskisine göre çok daha yoksul
görünümlüydü, evin ancak yarısı toprak boyayla boyanabilmişti,
yoksulluk evin her yerinden fışkırıyordu. Kap-kacakların dizildiği
tek raf, simsiyah is ile kaplıydı. Canlılık taşıyan tek şey, tüten
ocaktı. Küçük süt çüveni, her zamanki gibi tavana asılıydı, Ayşet
ocakla ilgileniyordu. Bu yoksul yaşamın Bibolet’i kaygılandırmakta
olduğunun farkında bile değildi Ayşet. Kardeşi bir gün ışığı gibi
belirmişti karşısında ya bu yeterdi, onun verdiği mutluluk dışında bir
şeyi düşünecek durumda değildi. Soru ve sevinç içinde adeta yüzüp
duruyordu.
Bibolet,
Ayşet’in yanına, ocak başına oturdu. Biraz ısındı, bir şeyler de
yiyince, ortama biraz alışmış oldu. Karşılaştığı üzücü durumu da
biraz üzerinden atmış oldu. ”Ne denli perişan olsa da, kardeşimin
sağlığı yerinde ya” diyerek, Adigelerde gelenek olduğu üzere, bir
teselli yolu buldu. Evi şöyle bir gözden geçirdikten sonra sordu:
- Çok
zengin bir aileden ayrıldınız, bu kadarcık mı verdiler size,
yıllardır boşuna mı hizmet ettiniz onlara? Sağlam bir yuva
kurmanıza niye yardımcı olmadılar ki?
- Bana sözünü etme onların! Sağ salim ellerinden kurtulduysam, ona
da şükür, sense “vermediler mi?” diyorsun! O bildiğin Hacı mal
dedin mi adamın gırtlağını söker. Üstümüzdekini başımızdakini alıp
bizi kapı dışarı etmediği için şanslı sayılırız yine.
- Hacı mal mülk düşkünü, bilyorum ama kusur yine sende, ne diye
hakkınızı istemediniz ki?
- O denli üstelemeyi beriki (*) uygun bulmadı ne de olsa, babamız,
yaşlı biri, diyerek işin peşine düşmedi.
- Böylesine uysal olursanız sizi yiyecek çok kişi çıkar!
- Hayır, ben hakkımı yedirmedim. Bizim için ayırdıkları tek ineği,
yavrulayınca vermek istemediler, bunun üzerine İvan’a gittim.
Değotluk ile İvan birlikte geldiler, gözden çıkardıkları kısır
ineğin yanına benim yavrulu ineğimi de ekleyip ikisini de bana
getirdiler. Ayrıca yargı yoluyla tüm hakkınızı alınız dediler ama
üzerlerine varmadık. Gözyaşı ve ah bulunan şeyleri istemiyoruz…
- Kim miş o İvan?
- Bilmiyor musun Behukoların eski garip ırgatını? Şimdi yaman biri
oldu o. İşçi önderi (raboçkom) mi ne diyorlar ona. Ben durumu
biliyorsun sanıyordum, diyerek İvan ile Behuko arasında geçmiş
olan olayları bir bir anlattı.
- Peki Yusıf ne yaptı?
- O da evlenince babasının izinden yürümeye başladı.
- Yusıf evlendi mi?
- Duymadın mı? Geçen yıl evlendi. Evlendi, babasına layık bir
evlat oldu, bir köpek gibi baba mülkü üzerine sessizce kondu.
- Çok çabuk kabuk değiştirmiş. Son gelişimde, eninde sonunda
babasının yolunu izleyeceğini fark etmiştim ama bu kadar çabuk
değişeceğini doğrusu düşünememiştim.
- O senin tanıdığın Yusıf yok artık. Hacı’nın gölgesine saklanıp
adam kılığına bürünmek istiyor ama Hacı’yı aratacak biri o.
Ayrılışımız sırasında, ortalıkta görünmemeye dikkat ediyordu ama
alacağımız şeyleri azaltmak için fısıltılı konuşmalar da yapıyordu.
- Desene İvan, Hacı’nın canına okumuş!
- E-e, Hacı’nın da, ailesinin de, diyerek Ayşet bitmez tükenmez
yakınmalarını yeniden başatacaktı ki, Bibolet konuyu değiştirdi.
- Vıstaneoların küçük kızı ne durumda, diye Nafset’i sordu Bibolet.
- O kızı sen mırın kırın karşıladın ama o kız tam senin istediğin
gibi, ileriye dönük, tam bir insan ve bilinci gelişmiş yeni
yetişme kızlardan biri oldu. Let (**), alsana onu bize.
- Evet, tam da buldun, evlenmek dışında bir derdim kalmamış sanki,
diyerek aldırmazmış gibi bir tavır takındı Bibolet. ”Okuyacaktı,
bir şeyleri okumaya çalışıyordu da?”
- Olur mu hiç, bir Adige’ye öyle bir şans verilir mi hiç!İyi
okuma, yazma öğrendiği söyleniyor. Öyle biri için okuma şansı,
senin gibi birini bulması ve okutması ile olur, yoksa Adigeler ona
okuma fırsatını tanımazlar.
- Nafset, kendisini okutacak birini bulursa okur. Ancak yiyecek ve
giyecek bulduğunda, ev içinde ağ ören örümcek misali seni bile
okutmaya kalkışacak kızlar da az değil, asıl öylelerinden
çekiniyorum. Sırtındaki giysileri dışında değerli bir şey
taşımayan, taşımayı da düşünmeyen birine yakalandın mı… diyerek
kaygılarını döktürmeye başlamıştı Bibolet.
- Her şeye bir bahane bulursan ebedi evlenemezsin sen! Nasıl
olursa olsun birini bize getir tek, başka şey istemiyoruz dedi
Ayşet. Ardından yine kendi dertlerine dönmeye kalkıştı ama Bibolet
konuyu yine istediği yöne döndürdü.
- Nafset evlenmemiş mi hala?
- Evlenmedi ama seni bekleyip oturacak da değil! Etrafında dolanıp
duran bir sürü delikanlı var. İsmahil hırsızın teki ama yakışıklı
biri, köydeki kızlar ona vurgun. O ise Nafset’e tutkunmuş.
- Peki kız ne diyor?”Farkında olmadan bu sözler Bibolet’in
ağzından dökülmüştü.
-Köyde çok şey söyleniyor. Kız onunla Adige muhabbeti, şakası
yapmış olmalı, adamın şaka yapmadığını, ciddi olduğunu anlayınca,
kızın geri çekildiği söyleniyor. Adam da bunu gurur meselesi
yapmış diye anlatılıyor. Zorla kızı kaçıracak (pşaşer yıhışt) diye
bir laf dolaşmıştı köyde. Ailesi kızın İsmahil’e varmasını istiyor
ama kız ne düşünüyor, bilemiyorum, seni bekliyormuş gibi geliyor
bana.
- Kaçıracaklar mı dedin? Böylesine bir çılgınlığa kalkışacak
kişiler kaldı mı artık?
- Var tabii, hırsızın, soyguncunun biridir o İsmahil, aklına
koyduysa hiç bakmaz, yapar onu. Kaçırır, kızcağıza da boyun
eğdirir, Adige geleneği deyip işi kapatırlar.
Kaçırma konusu gündeme düşünce Bibolet’in içinden bir ürperti
geçti. Bir süre söylenenler üzerinde düşünüp oturduktan sonra,
Bibolet, köy Sovyetine (Muhtarlığa) gitmeliyim diyerek evden
ayrıldı. Daha dün Nafset’in özerklik gegusundan (danslarından)
erken ayrılıp acele köye dönmüş olması, İsmahil’in niyeti,
kaçırılma endişesi, Nafset’in o beklenmedik dansı, ilk
bakışmalarındaki sıcaklık, ardından gelen kızın soğuk bakışları,
bütün bunlar, çevresinde dönüp koşuşturan bir at, bir film şeridi
gibi gözlerinin önünden geçti. İçini büyük bir sıkıntı kapladı.
Komsomol örgütüne gitti, bir çocuk gönderip Değotluk’u çağırttı.
Onunla Nafset’i konuşmayı umuyordu ama olmadı. Değotluk kendi
derdindeydi.
- Ne iyi
ettin de geldin, Bibolet! Bu akşam komsomol örgütümüzün bir
toplantısı var. Tam da zamanında geldin. Artık bizim için
uluslararası durum üzerine bir konuşma yaparsın. Geleceğini hiç
ummamıştım ama gelirsen diyerek çocuklara senin konuşmanı
dinletmek istiyordum, çocukları da umutlandırmıştım, diyerek
Değotluk sevinçle karşıladı Bibolet’i.
Bibolet,
iş toplumsal bir konu olduğunda hayır diyebilecek biri değildi.
Nafset’i ne denli görmeyi istiyor olsa da, konuşma yapması
isteğine hayır diyemezdi. ”Nafset’in yanına yarın gitsem de olur.
Bir şeye bozulup dönmüşse, bunu bana Değotluk’un kendi söylerdi.
Köydeki komsomollarla konuşmak da çok önemli” diye düşünerek
toplantıya katılma ve konuşma yapma kararı verdi.
Toplantıya
komsomollar dışında Mıhamet ile Amdehan da gelmişlerdi. Moskova’da
okuyan öğrenci bir konuşma yapacak diye duyurulunca hayli insan
gelmişti. Kalabalık bir kitle toplanmıştı. Bibolet içindeki
kaygıları bir yana atıp uzunca bir konuşma yaptı. Konuşma
sonrasında çok sayıda soruyu da yanıtladı. Derken gece yarısı
oldu.
Konuşma
sona erdi ama Değotluk bir örgütlenme işi daha var diyerek, gitmek
üzere olan kitleyi durdurdu. Tam konuşmaya başlayacaktı ki,
köyde, uzakça bir yerden, gecenin sessizliği içinden bir kızın
çığlık sesi duyuldu. Çığlıkla birlikte köpek havlamaları da arttı.
Topluluk bir anlık bir duraklama geçirdi. Bibolet ile Değotluk
aynı anda dışarı fırladılar.
-Komsomollar, haydi, çabuk, diyerek bir yanda da komut verdi
Değotluk.
Koşmaya
başlamışlardı ki tüfek sesleri de geldi.
Bunun
üzerine bahçe, avlu ve sokakları şudur budur demeden atlayıp
geçmeye başlamıştı Bibolet de. Avluları, mısır bahçelerini geçip
topluluğun koştuğu yere doğru koşuyordu durmadan. Köpekler de
havlayarak topluluğu izlemekteydiler. Ormandan duyuluyormuş gibi,
öteden beriden, karanlığın içinden insan sesleri geliyordu.
Tüm köy,
yarışırcasına bir yöne, Vıstanekoların evine doğru koşuyordu.
Vıstanekolara doğru koşmakta olduklarını da konuşmalardan anlamıştı Bibolet:
- Ne oldu ki?
- Vıstanekoların kızını kaçırmışlar!
Bahçe
kapısında bir topluluk vardı. Bahçenin içinde de, karaltı
biçiminde bir başka grup daha vardı. Bahçedekilerin zapt
edemediği, Nafset’in anası olmalı, sayıp döktüren bir kadın
vardı.
- Evine yemine’inin (***) uğradığı kişi benim! diyor, zorlanıp
kurtulmaya çalışıyor ve çığlık üzerine çığlık atıyordu. ”Yavrumu
vakisiz aldılar benden! Bırakın beni! O eşkıya bozuntusu yaptı
bunu. Bırakın beni!Evlerini ateşe verip yaşlı genç hepsini yakıp
geçeceğim!Gece yarısı evimi basıp bana bunu yapanların Allah
kökünü kurutsun!Yanmış olan benim!
Bahçe
içindeki gruba uzak olmayan bir yerde, endişe içinde, bastonuna
dayanmış duran beli bükük biri daha vardı. Bu kişi Nafset’in
dedesi Karbeç idi.
- Ne oldu, diyorum?Ne oldu, diyorum?Hala öyle şeyler yapılabiliyor
mu?Günah ve insanlık diye bir şey kalmamış mı, diye sayıp
döktürüyordu Karbeç. Kimsenin Karbeç’i dinleyecek durumu yoktu.
Kendisi de daha ileriye gidemiyordu, çünkü gelini orada,
topluluğun içindeydi…
Vıstanekoların bahçesinin biraz ötesinde karaltı gibi bir grup
insan daha vardı, konuşmalar duyuluyordu. Bibolet ile Değotluk
oraya doğru koştular.
Bahçe
dönüşünde bir at arabası kalabalık tarafından çevrilmişti. Tek bir
at koşuluydu. Bibolet ile Değotluk vardıklarında, sağdaki koşulu
atın inildeyerek yerde yatmakta olduğunu gördüler. Biri soluk
soluğa bir şeyler anlatıyordu.
- Durun, dedim para etmedi. Durun, ateş ediyorum, dedim olmadı.
Sürücüye bir el ateş ettim, vurdum mu bilmiyorum, kendini ön
tarafa attı. Arkadaki, arabadakilere ateş edeyim dedim, kızı
vurursam diye çekindim. Atı vurursam kaçamazlar diyerek ata iki kez ateş ettim. At yığılır yığılmaz arabadakiler
tabancayla karşılık vermeye başladılar. Karşılıklı ateş sürerken
diğerleri kızı alıp köy içine doğru kaçtılar.
Yetişir
yetişmez Değotluk haberi anlatan kişiyi çağırdı.
- T’ıhu, gel buraya, diyerek.
- Değotluk, sen misin?Çok dikkat ettim ama beni oyuna getirdiler,
diye sesini alçaltıp yanlarına geldi T’ıhutsık’u.
- Çok dikkatli olmuşsun, çok dikkatli olmuşsun, diye karşılık
verdi Değotluk da. Dikkat etmen gereken kişileri kaçırmışsın!Ne
tarafa gittiler, görebildin mi?
- Şu sokaktan kaçtılar, diyerek T’ıhutsık’u eliyle bir sokağı
işaret etti.
Bibolet
köydeki sesleri dinledi. Köpek havlamalarıyla durumu kestirmek
olanaksızdı. Köpek havlamaları seyrekleşmiş, işaret edilen
taraflardan tek tük köpek sesleri geliyordu. “Ya köyden dışarı
çıktılar, ya da bir eve girdiler” dedi Bibolet, hemen Değotluk’u
bir yana çekip konuştu:
- Hemen silahlı komsomollara köyü çevirttir. İlk önce kaçtıkları
bu kesimi arattır. İkimiz Muhtarlığa (selsovete) gidelim. Sırayla
evleri arattıralım.
Değotluk
komsomolları gruplardan çağırtıp hepsini görevlendirdi. Mıhamet de
komsomollarla birlikte gitti. Kendileri birkaç gençle birlikte
muhtarlığa doğru yürüdüler.
- Kim bu T’ıhu dediğin kişi? Nasıl olmuş da o kişi grubun evi tam
bastığı bir sırada, tüfekle önlerine çıkmış? Komsomol mu yoksa,
diye sordu Bibolet, yolda giderlerken Değotluk’a.
- O en iyi komsomollarımızdan biri. İsmahil’in Nafset’e ilişkin
niyetleri köye yayılınca, kız kaygılandı, ben de bu son iki
gecedir gizlice sırayla iki silahlı komsomol görevlendirmiştim ama
kızı kaçırmaya yeltenmelerine değin T’ıhutsık’u niye onlara ateş
etmemiş ki anlayamıyorum…
Muhtarlıkta büyükçe bir kalabalık toplanmıştı. Muhtar sert
gözüküyor, öteye beriye koşuşturuyormuş gibi yapıyordu. Adamlar da
kaygılıydılar, birbirleriyle konuşup durmak dışında bir şey
yapmıyorlardı. Muhtarlığa ayak basar basmaz Bibolet topluluğa
dönüp seslendi:
- Şeceriyeliler! Sovyetler ülkesinde yaşıyorsanız, bu gece
köyünüzde olmaması gereken en kötü bir olay yaşanmış. Zorla kız
kaçırmak, haydutluğun, kötülüğün ta kendisidir. Bunun açıklaması
olmaz. İnsan görünümlü de olsa bunu yapan, bir insan olamaz. Bunu
yapan kudurmuş köpekten (хьашхъурэ1у) daha adi biridir, diye
başlayıp kor gibi yakıcı sözlerini topluluğun üzerine yağdırdı.
- Ayıp, köyünüzün ayıbı, utancı hepinizin utancı. Kudurmuş köpeğe
dönüşmüş bu kişileri bulmak köyünüzün borcu. Hemen bütün köyü
seferber etmeniz gerekiyor. Köyü, her evi, gerekirse yakın mezraları bir bir
aramalı. Bu durum sadece köyünüz için değil, tüm oblast (****)
için de utanç verici bir olay, diyerek konuşmasına son verdi
Bibolet.
Topluluk
kaygılandı, doğru söylüyor, çok ayıp yapıldı gibi sözler odanın
içinde yankılandı.
Kısa boylu
ve bol gömlekli biri topluluğun içinden çıkıp kalın sesiyle
konuşmaya başladı:
- Konuk, sen de ayıbettiğini bilmiyor olmalısın, yavuklun
(kaşenin) olan bir kız kaçırıldı diye, gece yarısı köyü birbirine
katmaya kalkışıyorsun? Biraz olsun Adigelik-insanlık diye bir
şeyin kalmışsa öyle konuşmaman gerekirdi! Yapılabilecek bir şey
varsa, sabahleyin gündüz gözüyle de yapılabilir. Her zaman için
kız kaçırılır, her zaman olan bir şeydir bu. Yarın her iki aile de
anlaşır, köylüyü fitlediğin ve söylemiş olduğun bu sözler de
yanına kar kalmış olur!. .
Daha
sözünü bitirememişti ki, Halaho bastonuyla adamın üzerine yürüdü.
- Görüyor musunuz bu imansızı! Senin Adigeliğinin, insanlığının ne
olduğunu hepimiz çok iyi biliriz!Kızı götüren kart köpeğin
yardakçısısın sen!Biz seni çok iyi tanıyoruz!Senin gibi ayakkabı
paralayan köpekleri köyden sürdürmekte gecikmişiz anlaşılan,
diyerek Halaho adama bir sopa vurmak için ileri adım attı. Hemen
atlayıp Halaho’yu durdurdular.
“Bu bol gömlekli bodur adamı ben nerede görmüştüm ki?Bu kalın sesi
de nereden tanıyorum ki?diyerek içinden bir süre düşündü Bibolet.
O bir anlık zaman içinde geçmiş gözlerinin önünde yeniden
canlanıverdi. İlk kez, Nafset’in yanına giderlerken
karşılaştıkları İsmahil’in refakatçisiydi bu kalın sesli bodur
kişi. Halaho’nun söyledikleri ile kendi anımsadıklarını bir araya
getirdiğinde Bibolet, bu adamın ne türden bir adam olduğunu hemen
kavradı. İçinde tutuşmuş olan kızgınlık ateşi soğuk bir nefrete
dönüştü.
- Hele bir durun, diyerek elini kaldırdı Bibolet.
Uğultu
dinince, adama dönüp yavaş yavaş ama kararlı bir biçimde konuştu:
- Senin ne olduğunu şimdiye değin bilmiyordum. İkimiz de farklı
dillerden konuşuyoruz. Senin Adigelik ve Adige insanlığı gibi
sözlerin insanlıkla ilgili sözler değiller, vahşi hayvanlara özgü
olan şeyler. İnsanları köleleştiren, insanlara pranga vuran
kişilerin sözleridir senin uygun-uygun değil (yemık’u-yek’uğe)
gibi sözlerinden yansıyan anlam. Benim öyle bir “Adigeliği”, öyle
bir “insanlığı” savunduğumu kim söyledi ki sana? Biz şimdiki
Adigeliği senin ölçülerinle değerlendirmiyoruz. Bizim Adigelik
anlayışımız gerçek insanlık anlayışının ta kendisidir, her bir
bireye, tüm insanlara eşitliği getiren, kadına gelişmiş haklar
getiren ve soygun düzenini dışlayan bir insanlık anlayışıdır. Ne
yazık ki, senin gibi düşünen tek tük kişiler hala Adigeler
arasında bulunuyor. Senin gibilerin kimlerin şarkılarını
söylediklerini çok iyi biliyoruz ama çatlasanız da patlasanız da,
istediklerinizi gerçekleştiremeyeceksiniz. O senin gizli kapaklı,
yağmacı işlerini de, senin şarkılarına tempo tutanları da,
hepinizi süpürüp atacağız toplumun içinden. O kızı da çantada
keklik sanıyorsunuz ama o kız hiç ummadığınız bir iş açacak
başınıza! Ben bu sözleri senin gibi hırsız ve düzenbazları eğitmek
için değil, buradaki dürüst insanlara durumu anlatmak için
söylüyorum.
Bibolet’ten sonra bir iki yaşlı daha konuştu. ”Böyle bir günde
köyde böylesine vahşice davranmaya kalkışanlar, gerçekten birer
kudurmuş köpek olmalılar. Biz de onlara, kudurmuş köpeklere
yapıldığı gibi davranacağız. Kızı nerede saklıyor olurlarsa
olsunlar mutlaka bulmalıyız. Kızı bulmadan durmak olmaz. Böylesine
adice bir davranış yüzünden Sovyet iktidarının gözünden düşmeyi
kabul edemeyiz” biçiminde kararlı konuşmalar yapıldı.
Bibolet
konuşurken, bir ara, Değotluk’un kendisine bir şey söylemek
istediğini anladı, bol gömlekli bodur adamı gözüyle işaret edip
“Bu adama dikkat et!” anlamında bir işaret yaptı. Değotluk iki
gençle birlikte sezdirmeden dışarı çıktı.
Bol
gömlekli bodur adam, kalabalığın hır gürü içinde olmasından
yararlanıp sessizce sıvışmak istedi. Bunun üzerine Bibolet:
- Nereye böyle, hele bir dur bakalım, diye adama seslendi.
- Ne yani, istediğim yere sana sormadan gidemeyecek miyim,
senin kölen miyim ben, diye sert ve soğuk bir yanıt verdi adam Bibolet’e.
- Senin sözlerin senin iyi niyetli bir kişi olmadığını gösteriyor. Sen
köylüden yana değil, köye düşman olanlarla birliktesin. Kızı
buluncaya kadar burada kalacaksın. Yerinde olmaz mı, diye sordu
oradakilere Bibolet.
- Doğru, doğru! Kaçmasına fırsat vermemeli, gidip durumu
öbürlerine anlatır, dediler oradakiler.
Muhtar bir
bekçi gözetiminde adamı muhtarlığın nezarethanesine kapattırdı.
(*)
Beriki-Adige geleneğine göre kadının kocasının adını söylemesi,
kurallara (h’abze) aykırı düştüğünden, çok ayıp olduğundan,
”beriki”, ”evdeki” gibi sıfatlar kullanılıyordu. -HCY
(**) Let, Bibolet’e çok yakınlarının verdiği kısaltma ad,
bu da Adigelerde görülen özelliklerden biriydi. -HCY
(***) Yemıne-veba. Adige mitolojisinde ve Nart destanında “Yemıne”,
”Yemınej” adları kötülüğü simgeleyen biri olarak geçer. -HCY
(****) Oblast-O zamanki “Adige Özerk Oblastı”, şimdiki
Adigey Cumhuriyeti’nin 1920’lerdeki adı. -HCY |