II. İKİ KIZ KARDEŞ
(ЗЭШЫПХЪУИТ1УР)
1
O akşamdan başlayarak Kulats ateşlenmiş bir hastaymış gibi
yatağa düştü. Ara sıra boşanarak ağlamaya, sıtmaya yakalanmış
gibi de titremeye, nöbeti geçtiğinde duvara bakıp yatmaya,
konuşmamaya ve yemek yememeye başlamıştı. Böylesine birkaç gün
geçirdi. Hmsad ise kızmayı ve utanmayı bir yana
atmış, kızının sağlığı konusunda ciddi bir korkuya kapılmıştı.
Günde iki üç kez Nafst'i çağırıp önemsemezmiş gibi bir tavırla
hastanın durumunu soruyordu. Nafset'in hasta için söylemiş olduğu
sözler anne için kafi gelmiyor, kaygılanmasını yine sürdürüyordu.
Ancak o birkaç gün boyunca, tek bir kez olsun Kulats'ın yanına da
gitmemişti. Ne olup bittiğini bilmeyen Nafset de, iki arada bir
derede kalmıştı.
Nafset ablasını sevmiyor değildi. Ancak küçüklüğünden beri amaç ve
düşünceleri farklı idi, birbirlerini hiç tanımıyorlar ve birbirine
yabancı kişilermiş gibi aynı evde birlikte yaşıyorlardı. Nafset,
Kulats'ın bu bilemediği hastalığı nedeniyle hayli korkmuştu. İşin
aslını bilmeyen Nafset, annesi ile Kulats’ın birbirlerinden
uzaklaşmış olduklarından kuşkulanıyor ve büyük bir korku içine
düşmüş bulunuyordu.
Bir akşam Kulats divan üzerinde doğruldu. Çektiği sıkıntı ve açlık
nedeniyle bitkin düşmüştü. Bunun üzerine Nafset içeri koştu ve
annesini sürüklercesine Kulats'ın yanına getirdi. Annesini görür
görmez, Kulats yorganı üzerine çekti, kafasını yorganın altına
gömüp yeniden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı...
Annesi ile kızı bu yolla barışmış oldular. Her şeyin suçlusu
Nafset'miş gibi, ana bütün güzel sözlerini büyük kızına yöneltti.
Kulats ayağa kalktı, ama tam iyileşmemiş, canı sıkkın, huyu
adamakıllı değişmiş bir gibi olmuştu. Şaka ve şarkı sesleri
kendisinden duyulmaz olmuştu. Mızıkasını da pek çaldığı yoktu, ara
sıra mızıkayı ele alıyor, üzgün bir biçimde başını mızıkasına
yaslıyor, bazı küçük acılı aşk şarkısı parçalarını çalarmış gibi
yapıyordu. İçindeki acısını mızıkası ile dışa vurmaya çalışıyordu.
Gözyaşları dökülüyor, iç çekiyor, ardından inildeyip mızıkayı
bırakıyordu. Kaburgaları çıkmış bir kedi benzeri (чэтыу од фэдэ)
dolanıp duruyordu odasında. Biçki-dikiş işlerini de bir yana
atmıştı. Bazen de nedeni belirsiz bir biçimde kendini yüzükoyun
divana atıyor, ağlıyordu. Geceleri sıkıntı içinde uyumaya
çalışıyordu, ateş basmış bir hastaymış gibi, sayıklayarak
gecelerini geçiriyordu.
Sayıklamalarında sık sık “Amzan” adının söylemekte olması
Nafset’in beyninde sorulara yol açıyordu.
Kulats artık dünyayla ve insanlarla ilişkilerini koparmış biri
gibiydi. Gençler ve çocuklar her zamanki gibi yine yanına
geliyorlardı ama Kulats’ın kendilerine karşı ilgisiz kaldığını
gördükçe fazla oturmadan kalkıp gidiyorlardı. Önceleri en çok
şakalaştığı kişiler bile artık Kulats’ın ilgisini çekmez
olmuşlardı.
İki üç kez Değotluk da gelmişti ama Kulats ona da ilgi duymamıştı.
Eskisi gibi tartışmamış ve takışmamışlardı. Hastalıktan yeni
çıkmış biri imiş gibi üzgün oturmakla yetindiğini görünce,
Değotluk, Kulats ile eskisi gibi şakalaşmaktan ve takılmaktan
kaçınmıştı.
Günler böyle geçerken, birgün komşu dul kadın (пхъужъ) eve geldi.
Dul Vıstanekoların evine pek uğrayan biri değildi. Geliş nedeni
olarak da çok sıkıldığını ve Kulats’ın mızıkasını dinlemeyi
özlediğini söyledi. Hımsad ve kızlarla birlikte bir süre oturdu.
Ardından Hımsad ayrıldı. Nafset de su ve odun getirmeye gitti.
Diğerleri ayrılınca Kulats mızıkasını eline aldı ve odadan mızıka
sesi gelmeye başladı. Ancak mızıkayı isteksizce çalıyordu. Bazen
mızıkanın öylesine çalındığını, şarkı başlarının sonu getirilmeden
kesildiğini, hemen başka şarkıya geçildiğini duydukça, arada bir
konuşma bulunduğu belli oluyordu. Dul kadın bir süre oturup gitti,
ardından Kulats da yaşama dönmeye başladı.
Dul kadın artık aralıksız gelmeye başlamıştı. Aralarında
konuşmakta olduklarını, kendi girişinde konuşmalarını kestiklerini
görmüştü Nafset. Geceleri inilti arasında Amzan’ın adını
sayıklaması, hastalandığı günden beri Amzan’ın gelmemiş olması,
Nafset’in dikkatinden kaçmamış, Kulats’ın hastalığının nedenini
artık anlamaya başlamıştı.
Dul ile Kulats’ın gizli bir şey konuşmakta olduklarını da
anlamıştı.
Nafset artık her şeyin farkındaydı. Kulats’a öfkelenmiyordu.
Kulats’ın içindeki tutkunun ne denli etkili olduğunun
bilincindeydi ama öylesine bir aşk ona budalaca geliyordu.
Kulats’ın ağlamalarını ve mızıkasını yakınır gibi çalmasını
yakışıksız buluyordu. Kendi, ölse bile öyle yapmazdı. Sevmekte
olduğu kişi, kendisine karşılık veriyorsa, bu sevgiye kimse engel
olamazdı. Şayet istenmiyor ise, acısını içine gömerdi, Kulats gibi
kendisini perişan etmezdi. Öyle düşünüyordu, ancak o duruma
düşecek olursa, ne yapıp yapmayacağını Nafset’in kendi de
bilmiyordu. Kendisinin gizli bir aşkı ve umudu da vardı. Kulats’a
her bir baktığında aklına Bibolet geliyordu. İçinde bir umut, bir
sevgi ateşi uyanıyor, içinde koşuşturmya başlıyor, yanakları al al
kızarıyor, kalbi atmaya, çarpmaya başlıyordu.
Bibolet’in kendisini sevip sevmediğini aklına bile getirmek
istemiyordu. Sevilirse ya da sevilmezse ne olacağı konularını
düşünmek bile istemiyordu. Aşkı kalbini kilitlemiş gibiydi, bu
aşka inanıp inanmama özgürlüğü bile yoktu kendisinin. Adige
masallarında anlatılan kapısına kilit vurulmuş olarak en dipteki
evde beslenen üç gizemli güvercine benziyordu Nafset. Sırrını
kimseyle paylaşmıyor, kendisi bile onu dile getirmekten çekiniyor,
sonucun mutlu mu yoksa mutsuzluk mu olacağını bilemiyordu. Sadece
içinde yer etmiş gizli bir umuttu bu Nafset’eki. Sadece kendisini
yaşama bağlayan gizli bir özlem olarak kalıyordu.
Nafset küçüklüğünden beri ailesinin düşünüş ve davranış
biçimlerini benimseyememişti. Tavuğun çıkardığı civcivler içindeki
tek ördek yavrusuna benziyordu, diğer aile bireyleriyle
kaynaşamıyordu. Kendi seçmiş olduğu yolda bir başına yürümekteydi.
Nafset’e göre aşk ve sevgi denilen şey, insanlığını geliştiren ve
o yolda mücadele etmesine güç katan büyük bir güç idi. Kocaya
varma derdi yoktu, onun özlemini de çekmiyordu. Kendisi ile
konuşanları, kendisine yakınlaştırmaktan kaçınıyordu. Ancak
yaşamına yaşam katan büyük bir sevgi de vardı içinde. Bu sevgi,
içindeki insan sevgisinin kocaman kanatları biçimindeydi.
Yükseldikçe daha yükseğinin özlemine ulaşmayı amaçlayan bir
sevgiydi bu. Nafset’in aşkının gerçek olması için, sevdiği kişinin
büyük bir bilinç ve insanlık sevgisiyle donanmış, yükseklerde uçma
düzeyinde olan, kendisinin de büyük bir özlemle peşinden uçuyor
olması gerekirdi.
Kulats ise farklıydı. Yeryüzündeki tek istek ve özlemi, ne
olduğunu bile tam bilmediği sevgisi idi. Karanlık içinde boğulup
kalmış tek bir aşkı vardı sadece. Bir gece kuşu gibi gözüne
ilişmiş olan o tek aşk ateşine doğru kendisini atıp duruyordu.
Kalbi aklına yenik düşmüştü. Üzerine atılıp aşk kanatlarını
kavuracak ve tek umudunu da elinden kaçıracakmış gibiydi. Görmüş
olduğu şey, kendi gibi takılı kalmış olan azıcık kalmış yaşam
engelini aşamıyor, uzağa bakamıyor, olduğu yere çakılmış
duruyordu.
Nafset, bu olup biteni kavramış olmanın bazı ipuçlarını yakalama
düzeyine ulaşmıştı, aklına takılan sorunlara da yanıt verir
olmuştu. Kulats’ın aşkının niteliğini de kavrar olmuştu. Bütün
bunlar kendi özlemlerine ve dünya görüşüne ters düşen, aptalca
şeylerdi. Kulats’ın gözyaşlarını ve arzusunu bayağı buluyor, hiç
beğenmiyordu. Yine de ona acıyor ve onu zavallı biri olarak
görüyordu. Ancak kendi kanılarını ona söylemeyi ve onu eleştirmeyi
de bir kız kardeş olarak uygun bulmuyordu. Biraz acıyarak, biraz
da şaşırarak onu süzmekle yetiniyordu. ”Seviyorsa, o kadar da
önemli bir şey mi ki bu: evlensin, bitsin” diyordu içinden.
Kulats’ın sorunu, kendi başının çaresine bakamamasıydı, bu nedenle
ona kızıyordu. İstediği ile evlenmesine izin vermemeleri, onu
serbest bırakmamaları gibi şeyleri kabul etmek istemiyordu Nafset.
”Benim kişisel seçimime kim karışabilir ki, kim benim yolumu kesme
hakkına sahip olabilir ki?” gibi şeyler düşünüyor ve ulaştığı bu
bilince uygun kararlara varıyordu.
Nafset, bu biçimde Kulats’ın işine karışmadan, bir köşede durup
gelişmeleri izlemekle yetiniyordu. Ablası bilinçsiz, zavallı,
basit ve gülünç düşen biriydi sadec. Ona hem acıyor, hem
ayıplıyordu. Ancak dul ile Kulats’ın gizli konuşmalarını
engellemek de istemiyordu.
Başka bir gün dul, alelacele içeri koşup Kulats’e bir şeyler
söyledi. Ardından da hemen gitti. Sıtmaya yakalanmış gibi gözleri
fırlamış halde Kulats’ı bırakıp gitmişti. Büyük bir mutluluğu
bekliyormuş gibi Kulats yerli yerinde duramıyordu, oturup
kalkıyor, aynayı eline alıyor, üstünü başını düzeltiyordu. Bir
dışarı çıkıyor, bir giriyordu.
Bir süre sonra aynı dul bahçe kapısına gelip Kulats’a seslendi.
Kulats alelacele dışarı fırladı. Nafset de anlam veremeyerek
ablasının ardından dışarı çıktı. Dul seslenip Kulats’ı yanına
çağırdı.
Önemli bir şeyi aralarında konuşuyorlarmış gibi bir surat
takınmışlardı. Tek damla kanı kalmamış gibi Kulats’ın yüzü
solmuştu. Yanlarına Nafset yanaşınca, ”Yarın çamaşır yıkamaya
ırmağa gidelim”, diyerek konuşmayı başka yöne çekti. Ancak onların
kendisini atlatmak istediklerini de anlamıştı Nafset. İçlerindeki
buz gibi soğuk hava işi daha da olumsuzlaştırmıştı. Suya gitme
sözünün de, öylesine söylenmiş olduğu, anlaşılır biçimde, hemen
unutulup gitmişti. Neyi görmeyi arzuladıkları belirsiz, sokağa
doğru bakıp duruyorlardı. Çok geçmeden onların neyi beklemekte
olduklarını anlamakta gecikmemişti Nafset. Yanında bir delikanlı
Amzan’ın dulun bahçesinden çıkıp gelmekte olduğunu gördü. |