...................
...................

MUTLULUK YOLU      SON

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

I. SORUNLU  YERDE (КЪЫПХЫТХЪЫП1ЭМ)

 

Küçük göbekli/toparlak biçimli vapur, sık sık cuf cuf ettirerek, hızla aşağıya, Kuban Irmağı ağzına,  Karadeniz yönünde yol alıyordu. Horoz kuyruğu gibi örülmüş sepetler ve bir sürü de fıçı kıç tarafında yığılıydı, gemiye dökük bir sandal da bağlıydı. Sanki ter içinde kalmış, vargücüyle çalışıyormuş ve o yüzden de suya gömülmüş gibi yol alıyordu küçük tekne.
 

Bibolet geminin baş taraf güvertesinde ayakta duruyor, geminin gittiği tarafa doğru bakıyordu. Kuban nehri (Пшызэ) bir yılan gibi kıvrılmış uzanıyordu, gemi de kıvrımlar boyunca uysal uysal yoluna devam ediyordu. Kuban Irmağı bir ayna gibiydi sanki: Mavi gökyüzü devrilip ırmağın dibine yuvarlanmış gibiydi. Irmağın iki yakasındaki söğüt ve kavak ağaçları, çerçevelenmiş birer tablo gibi ırmağın dibinden yansıyordu.

 

Her bir kıvrım dönüldükçe, yeni bir tablo ile karşılaşılıyordu. Söğüt ağacı ve otla bezeli/kaplı ırmak yamaçları, altın gibi güneşe karşı parıldayan kum ve çakıl plajları yer yer ortaya çıkıyordu. Tek tük şamandıralar da, eski Adige arı sepetleri gibi, birer ot yığını ile sarılmış, suyun üzerinde yüzüyor ama gemiden uzak durmaya bakıyorlardı. Dönemeçlerde gemi uzun uzun düdük çalıyor, düdük sesleri ırmak boyunca yayılıyor, yamaçlardaki söğüt ağaçlarına ve sağ yandaki dik yamaçlara çarpıyor, bu sesler yankılanarak geriye dönüyorlardı.

 

Temiz bir ilkbahar havası vardı ve donup kalmış gibi ortalık sessiz ve hareketsizdi, güneş parlak ışıklarını dört bir köşeye dağıtıyordu, yeni sürmeye başlayan söğüt ve otların yaprakları ise ayna camı gibi parıldıyorlardı. Güneş ışınları ve baharın değişik renkleri, birer pırlanta-elmas (налмэс-налкъут) gibi çevreye dağılmaktaydı. Kuban, yavaş, sabırlı ve sessizce akışını sürdürüyordu. Biraz bir yel üfürecek, esecek olursa, bundan hoşlanmamış gibi Kuban, yüzünü buruşturuyor, dünyanın tüm güzelliklerini yansıtan görünümü uçup gidiyordu.

 

Irmağın sol yakasında Adige yöresi (xэку) uzanıyordu. Bibolet çoğunca o yöne doğru bakmaktaydı. Bazen, dağınık arı kovanları gibi, ırmak boyundaki ağaçlar arasından bazı köyler bir görünüyor, hemen ardından kayboluyorlardı. Yer yer, fil hortumları gibi, suya daldırılmış bazı su çekme hortumlarının bulunduğu fark ediliyordu. Bu hortumlarla yeni oluşturulmuş Adige kolhozlarının (köy kooperatifleri) sebze bahçelerine su çekiliyordu. Masallarda anlatılan yiğitler (пелыуанхэмэ) misali, kolhozlar oluşur oluşmaz, yoksul yaşamın beşik bağları koparıldı ve yeni yaşamın mutlu günleri doğmuş oldu. Emekçiler/ırgatlar kendilerini sömüren sınıf düşmanlarına karşı koymaya, kendi ürettiklerine sahip çıkmaya başlamışlardı. Irmak boyuna yerleşmiş olan yabancıların kurdukları çiftlik ve tesisler de kolhozların içine alındı.

 

Nerelerden çıkıp geldikleri bilinmeyen, Adigelerle ilişki kurmayan ya da ilgilenmeyen bu yabancı kulak/zengin köylü aileleri, ağını örüp içine yerleşmiş örümcekler gibi, uzunca bir süreden beri ırmak boylarında yaşayıp duruyorlardı. Bahçelerini, örümcek tuzakları/ağları gibi, ırmak boylarındaki kuytu yerlerde örmüşlerdi. Bu gibi bahçe sahipleri ellerine geçen umarsız kişileri sömürerek ırmak boyunca sıra sıra uzana çiftliklerinde yaşıyorlardı. Başkaları ile hiç mi hiç ilgilenmiyorlardı. Sus pus olmuş/gizlenmiş, define arayıcıları, gizlenen ve birilerinden kaçan insanlar gibi yaşıyor, topraktan avuç avuç altın çıkarır gibi para kazanıyor, keyif içinde bir yaşam sürdürüyorlardı. Yaşam gizlerini ve o denli parayı nasıl elde etmekte olduklarını herkesten saklıyorlardı. Yoksulluk ve baskı altında çile dolduran yoksul Adige emekçileri ise, o bahçeci kulakların nasıl zenginleşmiş oldukları gibisine şeylerle ilgilenmeyi akıl edemiyorlardı. Aslında onlara imrenerek bakıyorlardı ama yoksulluğun kendi yazgıları olduğu inancı alınlarına kazılmıştı, bu yüzden içlerine kapanmış, kendi bildikleri biçimde kendi tarlalarında eşelenip vakit öldürüyorlardı.

 

Ancak kolhoz yaşamına geçer geçmez, Adige köy emekçileri yeniden canlanıvermişlerdi. Daha ilk yıldan başlayarak, ömürlerinde hiç uğraşmadıkları bahçecilik işine de el attılar. Irmağa daldırılan eğri dalgıçlar ve hortumlarla Kuban’dan su çeken motorlar da artık kolhozlara aitti. Bu düzen bu yaz başında kurulmuştu. Su motorlarının birçoğunun üstü hala açıktı, üstlerini örtmek için yeterli zaman bile bulunamamıştı. Bunlar birer iri çark/pervane biçiminde, birer kara kıyım canlılar imişler gibi, ırmak boyunca sıralanmışlardı.

 

Ancak böylesine bir yeni yaşam sürecine geçişte, büyük bir sınıfsal mücadele yürütmek gerektiğini Bibolet de biliyordu. Zaten yılın çoğunu bu gibi işlerle görevlendirilmiş olarak geçirmişti. Bibolet, genç yaşına karşın, yılının çoğunu devrim düşmanları ile mücadele içerisinde geçirmiş gençlerden biriydi. Dahası bu mücadelede, karşı direnişleri etkisizleştirme görevi yüklenmiş bir öncü gençti. Üniversiteyi bitirmiş, Moskova’dan yeni dönmüştü. Atandığı göreve henüz tam bir uyum sağlayacağı sırada, büyük bir sınıf savaşının içerisine düşmüş oldu. Bir kolhozda iki hafta süren teftiş görevini tamamlamış olarak Krasnodar’a dönüyordu. Yolculuğu bir dinlenme anı yerine geçmişti, şimdi temiz havayı solumanın mutluluğu içindeydi. Çevredeki güzellikleri, sanki ilk kez görüyormuş gibi hayranlıkla seyrediyordu. Bedensel anlamda yorgun düşmüş olduğunu o an anlamıştı. Düşüncelere dalmayı bırakmış, uyuklamamaya çalışıyor ve kendisini rahatlamış hissetmiş olarak, geminin güvertesinde dikilmekteydi. En çok özlediği şey ise, bir hamama varıp yıkanmak ve kirlenmiş çamaşırlarını değiştirmek idi.

 

Cepheden dönen birini andırıyordu.

 

Hamama gitme düşüncesiyle gemiden indi, Krasnodar sokaklarına daldı. Adige Özerk Oblastı Komitesi ile Adige Özerk Oblastı Yürütme Komitesi merkezlerinin bulunduğu binaya ulaştı. Döndüğünü bildirmek ve olan biteni öğrenmek için küçük bavulu elinde, binanın üst katına çıktı.

 

Valizini kabul yerine bırakıp doğruca oblast komitesi sekreterinin  kapısını çaldı.

- Girebilir miyim, diye seslendi.

 

Sekreter yalnızdı. Bir şeye üzüldüğü, bu yüzden de kaygılı olduğu anlaşılıyordu, başını kaldırmadan bir süre oturdu.

- A-a, Mazokov!  dedi başını kaldırdığında.

 

Elini sıkıca tutup Bibolet’i koltuğa oturttu. Üzüldüğü konuyu araştırıyormuş gibi, bir süre dalıp durdu. Ardından alıcı bir gözle Bibolet’e baktı. Onun gelmiş oluğunun yeni farkına varmış,  onu biraz üzeceğini hissetmiş gibi, biraz da gülümseyerek konuştu.

- Mazokov, hemen Şecerıye köyüne gitmen gerekiyor.

- Görevden henüz döndüm! Kaldığım odaya  bile gidemedim, bavulum aşağıda, dedi Bibolet, kestirerek.

- Olmaz, işler çok berbat, ertelemeye gelmez, hemen oraya gitmelisin.

- Öyleyse hamama bir gidip temizleneyim, yirmi gündür görevdeydim, diye diretti Bibolet.

- Öyle de olsa gitmen gerekiyor. Orada işler iyice karıştı, oraya senden başka gönderecek kimsemiz de yok şu anda. Sana iki saat izin veriyorum, ne yapacaksan yap, hazırlanıp gel. Seni oraya götürecek araba da hazır olacak, diye  kestirip attı sekreter. Üstelik kalemiyle masaya vurarak.

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son