I.
SORUNLU YERDE (КЪЫПХЫТХЪЫП1ЭМ)
Küçük
göbekli/toparlak biçimli vapur, sık sık cuf cuf ettirerek,
hızla aşağıya, Kuban Irmağı ağzına, Karadeniz yönünde yol
alıyordu. Horoz kuyruğu gibi örülmüş sepetler ve bir sürü de
fıçı kıç tarafında yığılıydı, gemiye dökük bir sandal da
bağlıydı. Sanki ter
içinde kalmış, vargücüyle çalışıyormuş ve o yüzden de suya
gömülmüş gibi yol alıyordu küçük tekne.
Bibolet
geminin baş taraf güvertesinde ayakta duruyor, geminin gittiği
tarafa doğru bakıyordu. Kuban nehri (Пшызэ)
bir yılan gibi kıvrılmış uzanıyordu, gemi de kıvrımlar boyunca
uysal uysal yoluna devam ediyordu. Kuban Irmağı bir ayna gibiydi
sanki: Mavi gökyüzü devrilip ırmağın dibine yuvarlanmış gibiydi.
Irmağın iki yakasındaki söğüt ve kavak ağaçları, çerçevelenmiş
birer tablo gibi ırmağın dibinden yansıyordu.
Her bir
kıvrım dönüldükçe, yeni bir tablo ile karşılaşılıyordu. Söğüt
ağacı ve otla bezeli/kaplı ırmak yamaçları, altın gibi güneşe
karşı parıldayan kum ve çakıl plajları yer yer ortaya çıkıyordu.
Tek tük şamandıralar da, eski Adige arı sepetleri gibi, birer ot
yığını ile sarılmış, suyun üzerinde yüzüyor ama gemiden uzak
durmaya bakıyorlardı. Dönemeçlerde gemi uzun uzun düdük çalıyor,
düdük sesleri ırmak boyunca yayılıyor, yamaçlardaki söğüt
ağaçlarına ve sağ yandaki dik yamaçlara çarpıyor, bu sesler
yankılanarak geriye dönüyorlardı.
Temiz bir
ilkbahar havası vardı ve donup kalmış gibi ortalık sessiz ve
hareketsizdi, güneş parlak ışıklarını dört bir köşeye dağıtıyordu,
yeni sürmeye başlayan söğüt ve otların yaprakları ise ayna camı
gibi parıldıyorlardı. Güneş ışınları ve baharın değişik renkleri,
birer pırlanta-elmas (налмэс-налкъут)
gibi çevreye dağılmaktaydı. Kuban, yavaş, sabırlı ve sessizce
akışını sürdürüyordu. Biraz bir yel üfürecek, esecek olursa,
bundan hoşlanmamış gibi Kuban, yüzünü buruşturuyor, dünyanın tüm
güzelliklerini yansıtan görünümü uçup gidiyordu.
Irmağın
sol yakasında Adige yöresi (xэку) uzanıyordu. Bibolet çoğunca o
yöne doğru bakmaktaydı. Bazen, dağınık arı kovanları gibi, ırmak
boyundaki ağaçlar arasından bazı köyler bir görünüyor, hemen
ardından kayboluyorlardı. Yer yer, fil hortumları gibi, suya
daldırılmış bazı su çekme hortumlarının bulunduğu fark ediliyordu.
Bu hortumlarla yeni oluşturulmuş Adige kolhozlarının (köy
kooperatifleri) sebze bahçelerine su çekiliyordu. Masallarda
anlatılan yiğitler (пелыуанхэмэ) misali, kolhozlar oluşur oluşmaz,
yoksul yaşamın beşik bağları koparıldı ve yeni yaşamın mutlu
günleri doğmuş oldu. Emekçiler/ırgatlar kendilerini sömüren sınıf
düşmanlarına karşı koymaya, kendi ürettiklerine sahip çıkmaya
başlamışlardı. Irmak boyuna yerleşmiş olan yabancıların kurdukları
çiftlik ve tesisler de kolhozların içine alındı.
Nerelerden
çıkıp geldikleri bilinmeyen, Adigelerle ilişki kurmayan ya da
ilgilenmeyen bu yabancı kulak/zengin köylü aileleri, ağını örüp
içine yerleşmiş örümcekler gibi, uzunca bir süreden beri ırmak
boylarında yaşayıp duruyorlardı. Bahçelerini, örümcek
tuzakları/ağları gibi, ırmak boylarındaki kuytu yerlerde
örmüşlerdi. Bu gibi bahçe sahipleri ellerine geçen umarsız
kişileri sömürerek ırmak boyunca sıra sıra uzana çiftliklerinde
yaşıyorlardı. Başkaları ile hiç mi hiç ilgilenmiyorlardı. Sus pus
olmuş/gizlenmiş, define arayıcıları, gizlenen ve birilerinden
kaçan insanlar gibi yaşıyor, topraktan avuç avuç altın çıkarır
gibi para kazanıyor, keyif içinde bir yaşam sürdürüyorlardı. Yaşam
gizlerini ve o denli parayı nasıl elde etmekte olduklarını
herkesten saklıyorlardı. Yoksulluk ve baskı altında çile dolduran
yoksul Adige emekçileri ise, o bahçeci kulakların nasıl
zenginleşmiş oldukları gibisine şeylerle ilgilenmeyi akıl
edemiyorlardı. Aslında onlara imrenerek bakıyorlardı ama
yoksulluğun kendi yazgıları olduğu inancı alınlarına kazılmıştı,
bu yüzden içlerine kapanmış, kendi bildikleri biçimde kendi
tarlalarında eşelenip vakit öldürüyorlardı.
Ancak
kolhoz yaşamına geçer geçmez, Adige köy emekçileri yeniden
canlanıvermişlerdi. Daha ilk yıldan başlayarak, ömürlerinde hiç
uğraşmadıkları bahçecilik işine de el attılar. Irmağa daldırılan
eğri dalgıçlar ve hortumlarla Kuban’dan su çeken motorlar da artık
kolhozlara aitti. Bu düzen bu yaz başında kurulmuştu. Su
motorlarının birçoğunun üstü hala açıktı, üstlerini örtmek için
yeterli zaman bile bulunamamıştı. Bunlar birer iri çark/pervane
biçiminde, birer kara kıyım canlılar imişler gibi, ırmak boyunca
sıralanmışlardı.
Ancak
böylesine bir yeni yaşam sürecine geçişte, büyük bir sınıfsal
mücadele yürütmek gerektiğini Bibolet de biliyordu. Zaten yılın
çoğunu bu gibi işlerle görevlendirilmiş olarak geçirmişti. Bibolet,
genç yaşına karşın, yılının çoğunu devrim düşmanları ile mücadele
içerisinde geçirmiş gençlerden biriydi. Dahası bu mücadelede,
karşı direnişleri etkisizleştirme görevi yüklenmiş bir öncü
gençti. Üniversiteyi bitirmiş, Moskova’dan yeni dönmüştü. Atandığı
göreve henüz tam bir uyum sağlayacağı sırada, büyük bir sınıf
savaşının içerisine düşmüş oldu. Bir kolhozda iki hafta süren
teftiş görevini tamamlamış olarak Krasnodar’a dönüyordu. Yolculuğu
bir dinlenme anı yerine geçmişti, şimdi temiz havayı solumanın
mutluluğu içindeydi. Çevredeki güzellikleri, sanki ilk kez
görüyormuş gibi hayranlıkla seyrediyordu. Bedensel anlamda yorgun
düşmüş olduğunu o an anlamıştı. Düşüncelere dalmayı bırakmış,
uyuklamamaya çalışıyor ve kendisini rahatlamış hissetmiş olarak,
geminin güvertesinde dikilmekteydi. En çok özlediği şey ise, bir
hamama varıp yıkanmak ve kirlenmiş çamaşırlarını değiştirmek idi.
Cepheden
dönen birini andırıyordu.
Hamama
gitme düşüncesiyle gemiden indi, Krasnodar sokaklarına daldı.
Adige Özerk Oblastı Komitesi ile Adige Özerk Oblastı Yürütme
Komitesi merkezlerinin bulunduğu binaya ulaştı. Döndüğünü
bildirmek ve olan biteni öğrenmek için küçük bavulu elinde,
binanın üst katına çıktı.
Valizini
kabul yerine bırakıp doğruca oblast komitesi sekreterinin
kapısını çaldı.
-
Girebilir miyim, diye seslendi.
Sekreter
yalnızdı. Bir şeye üzüldüğü, bu yüzden de kaygılı olduğu
anlaşılıyordu, başını kaldırmadan bir süre oturdu.
- A-a,
Mazokov! dedi başını kaldırdığında.
Elini
sıkıca tutup Bibolet’i koltuğa oturttu. Üzüldüğü konuyu
araştırıyormuş gibi, bir süre dalıp durdu. Ardından alıcı bir
gözle Bibolet’e baktı. Onun gelmiş oluğunun yeni farkına varmış,
onu biraz üzeceğini hissetmiş gibi, biraz da gülümseyerek
konuştu.
- Mazokov,
hemen Şecerıye köyüne gitmen gerekiyor.
- Görevden
henüz döndüm! Kaldığım odaya bile gidemedim, bavulum aşağıda,
dedi Bibolet, kestirerek.
- Olmaz,
işler çok berbat, ertelemeye gelmez, hemen oraya gitmelisin.
- Öyleyse
hamama bir gidip temizleneyim, yirmi gündür görevdeydim, diye
diretti Bibolet.
- Öyle de
olsa gitmen gerekiyor. Orada işler iyice karıştı, oraya senden
başka gönderecek kimsemiz de yok şu anda. Sana iki saat izin
veriyorum, ne yapacaksan yap, hazırlanıp gel. Seni oraya götürecek
araba da hazır olacak, diye kestirip attı sekreter. Üstelik
kalemiyle masaya vurarak. |