...................
...................

MUTLULUK YOLU      2.BÖLÜM -03

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

II. FABRİKA

Sabahleyin erkenden Halaho ile Bibolet Lubyanka Meydanı'na giden yoldan ilerleyip meydanı geçtiler. Önde Bibolet, genç olmasının sağladığı avantaj ve çeviklikle, önünden yürümekte olan kişileri yanlayıp geçiyordu onları. Omzunu hızla döndürüyor, şimdi çarpışacakmış gibi, kuşkulu yaklaşan kişileri, biraz sürtünerek ya da yana eğilerek uygun biçimde geçiyor, önünde beliren sırtları da dolanıyor ve kuşun gibi safları yarıp ilerliyordu. Halaho ise ona yetişemediğinden sıkıntılıydı. Üstündeki mont da onu engelliyordu. İhtiyar önünde beliren çok sayıda kişiden sıyrılma ve ilerleme konusunda zorlanıyordu. Önünde ağır aksak ilerleyenleri aşmaya çalışırken başkaları araya giriyor ve önünü kesiyordu. Aşamadığı kişiler de, en çok, Halaho gibi sallanıp giden ve sırtları kamburlaşmış olan yaşlılardı. Bazen umarsızca bazılarını omzundan yakalıyordu, omzundan yakaladığı kişi ise kızgınca bir baktıktan sonra ona yol veriyordu. Halaho da aynı biçimde,  yolda kendisine rahat bir yol vermeyen kişilere kızıyordu. Kızmış, canından bezmiş ve nefret ifade eden en ağır sözleri mırıldanarak ilerliyordu. Önde giden Bibolet'i şapkasından izlemeye çalışarak, eğri büğrü yollardan yürümeye çalışıyordu. Köyde bastonu ile dolaşan yaşlının biri değildi sanırdın artık onu. Şimdi Halaho, canını dişine takmış olanca hızıyla ilerliyordu.
- Vallahi de Bibolet, yaman gidiyorsun, bayağı yordun bizi, dedi Halaho, tramvay durağına vardıklarında. "Bu kentte ilerlemek, kalın kar içinde ilerlemekten farksız..."

Halaho kalpağını kaldırıp başını bir havalandırdı, kafasında biriken terleri eliyle bir sildi.

Halaho'nun dönüş gününe yakın, ona bir fabrikayı göstermek ve gezdirmek istiyordu Bibolet. Gittikleri fabrika, parti adına işçilere okuma yazma öğrettiği ve elektrik motorları üretmekte olan bir fabrika idi.

Tramvaya bindiler. Halaho, bir pencere kenarına oturup sessizce dışarıyı gözlemeye başladı.  Büyük kentin değişik semtlerini izleyerek yola devam ediyorlardı, kıllı bir kedi gibi köşesine kurularak, uzun bir süre dışarıyı gözledi. Dükkan vitrinlerini gözden geçirdi. Giderek evler daha da küçülmeye başlamıştı, sıvasız ve kırmızı tuğlalı binalar çoğunluğu oluşturuyordu.

Tramvay küçük bir ırmak üzerindeki bir köprüyü geçti. Artık fabrikalar görünmeye başlamıştı.

Yüksek fabrika bacaları, göğe yükselen birer dev gibi görünmekteydiler.

Tuğla ve değişik gereçlerin yığılı olduğu ve tramvayın dönüş yaptığı son durağın bulunduğu anlaşılan küçük bir meydana geldiler ve tramvaydan indiler. Halaho tramvaydan indiğinde, kendi köy baltalığına gelmiş ve burada kura çekilmiş de kendine payına düşen yakacak odununu arıyormuş gibi etrafına bir bakındı, nereye gideceğini ya da yolunu nasıl bulacağını bilemediği bir ormanın içine dalmış gibi olmuştu.   

Önde Bibolet, bir dönemeci döndüler ve oradan yola koyuldular. Caddenin her iki yanında toz ve toprağa gömülü bir sürü ufak tefek ev sıralanmıştı. Evlerin arasından ilerlediler. Eski evler sanki yıkılacaklarmış gibiydiler ve dökülüyorlardı. Aralarında yeni yapılmış ve yeni camlar takılmış tek tük yüksek betonarme binalar da bulunuyordu. Keresteleri ve merdivenleri henüz çatılmış ve yapımı tamamlanmamış bir inşaatın önünden geçtiler.

Bibolet durakladı ve Halaho’nun kendisine yetişmesini bekledi, ardından açıklamada bulundu:
- Bu gördüğün gecekondu evler içinde en kötü olanları Çarlık döneminde işçilerin barındığı konutlar idiler. Bu evlerde oturma şansını da en çok çalışanlar ve torpilliler hak etmekteydiler. Daha iyisine erişme umudu ya da özlemi bile yoktu. Şimdi kent merkezindeki konutların çoğunda işçiler oturuyorlar. Gördüğümüz ve geride bıraktığımız yeni evler de işçiler için yapılanlardan. Çok geçmeden kent varoşları, Sovyet yönetimi sayesinde, yakında böylesine güzel konutlarla donatılmış olacak. İnşaatlar sürüyor.

İçinden hart hurt sesleri gelen ve duvarları tozlanmış birkaç fabrikayı daha geride bıraktılar.

Halaho görünen çok yüksek bacalı büyük bir fabrikaya gitmekte olduklarını düşünüyordu, ancak yüksek ya da alçak bir bacası bile bulunmayan ve etrafındaki tahta çitlerden neredeyse seçilemeyen bir yere geldiler. O denli koca fabrikaları geçip böylesine küçük bir fabrikaya gelmiş olmalarını bir talihsizlik saymıştı Halaho. Çok üzüldü ve ayıplarmış gibi Bibolet’e serzenişte bulundu:
- Bizi onca dolaştırıp getireceğin fabrika bu mu yani, Bibolet!
- Küçük bir fabrika bu, ama çok yaman bir fabrika. Yepyeni tezgahlarla donatılmış ve yeni yapılmış en son fabrikalardan biri burası, dedi Bibolet, Halaho’nun neler düşündüğün kestirmiş gibi.

Fabrika konusunda Halaho’nun düş kırıklığına uğraması yetmemiş gibi, bir de fabrikaya giriş işi sorun olmuştu. Küçük bir kulübede bir bekçi bulunuyordu. Bekçi fabrika müdürlüğü ile bir telefon konuşması yaptı. Halaho bekletildi, Bibolet içeri gönderildi.

Halaho yalnız kalınca bir süre bakınıp durdu. Adından-Şto vaşa tak karaulit, vor mnogo? diyerek bekçiyle konuşmaya henüz başlamışken Bibolet geri geldi. İzin kağıdını bekçiye verdi.
- Fabrikayı sabotajcılardan korumamız gerekiyor!-diyerek bekçi Halaho’yu yanıtladı. ”Haydi, şimdi içeri girebilirsiniz” dedi bekçi.

Önce yönetim odasına uğradılar. Karşılaştıkları her kişi kendi işi peşindeydi. Herkesin belli bir dakika, belli bir süre içinde kendi işini yapmakta olduğunu anlamıştı Halaho.

Fabrika yöneticileri Halaho’yu çok saygılı bir biçimde karşıladılar ve değer verdiler,  iki üç kişi Halaho’nun elini sıktı. Her şeyi göstermesi için fabrikayı gezdirmek üzere bir genci görevlendirdiler.

Önce pres atölyesinden geziyi başlattılar. Tavan cam kaplıydı, içerisi aydınlıktı. Birçok ilerleyen bant ilginç bir görünüm sergiliyordu, kenarlarda pres tezgahları sıralanmıştı. Her tezgahın başında bir işçi duruyordu. Biçilmiş ve rendelenmiş demir-çelik kırıntıları etrafa saçılmıştı. Bir tarafta ince dilimlenmiş demirler, öbür yanda da presten geçirilmiş tabakalar istifleniyordu. Her birkaç saniyede, yukarıdan pres tezgahına demir parçaları indiriliyor, işçi bastırarak, tak tuk sesleri çıkartarak makineyle ince dilimler kesiyor; demiri aşağı indiren küçük elektromotor, çığ sırğ sesleri çıkararak yukarı çıkıyor. Arkadan gelecek demir kütlelerine değin işçi hızla başka demirleri dilimletiyordu. İşçilerin çalışma biçimleri de, tezgahların saniyelere bağlı çalışmaları gibi dakikti, hiç kimse hiçbir işi kaçırmıyordu. İşçi preslenmiş olanları alıyor, yere koyuyordu; sonra dilimlenmiş demirleri prese sokuyordu, bir iki, tak tuk bu böyle devam edip gidiyordu. Preslenecek ince demir dilimlerini taşımak için ayrıca işçi kullanılmıyordu. Küçük bir araba ile demirler getiriliyor, preslenmiş olanlar da  götürülüyordu, sonunda bunlar motorların birleştirilip üretildiği tezgaha taşınıyordu. Her tezgahın başındaki işçi, üretilecek olan elektromotorun bir parçasını imal ediyor, parçalar hepsi birbirine uyumlu olacak biçimde, milimetrik hesaplanarak üretiliyordu. Aynı biçimde değişik tezgahlarda, pres, torna ve sarma tezgahlarından geçirilmiş olan parçalarlar, sonunda motorun üretileceği tezgaha ulaşıyor, orada değişik kilovatlar gücünde motorlar halinde monte ediliyorlardı.

Bibolet bütün bu aşamaları yavaş yavaş Halaho’ya anlatmaktaydı. Halaho’nun kendisi ise, kemik parçalar gibi işleyen iri tezgahlardan ve gar gur biçiminde çalışan motor seslerinden ürküp sesizleşmiş,  sakınır halde Bibolet’in peşinden yürümekteydi. Halaho’nun anlamakta güçlük çektiği şey ise, onca kocaman tezgahlarda, böylesine ayarlanıp ince demirler kesmek için, neden o denli uğraşılmakta olmasıydı. Preslenmiş demirlerden birini alıp sordu:
- Doğrusu Bibolet, bu kocaman presin bu küçücük şeyin yapılması için kullanılmasını bir türlü anlayabilmiş değilim, dedi.
- Pres ne denli büyük olursa o denli güçlü ve yapıcı oluyor, işi kolaylaştırıyor. Bak buna, diyerek, Bibolet demir dilimi Halaho’dan aldı. ”Bu ince demir diliminden gerekli değişik parçaları üretmeleri için, pres olmasaydı kaç işçi ne kadar bir süre çalışmak zorunda kalırdı? Hiç düşündün mü? Bir parçayı yarım saatten önce hiçbir işçi tamamlayamazdı. Ancak şimdi bir işçi, bu pres tezgahında birkaç saniye içinde ona istenen biçimi verebiliyor, dakikada doksan, yarım saatte ise üç yüz adet üretebiliyor. Bu tezgahtaki bir işçi, makinesiz çalışan üç yüz işçinin ürettiğini bir başına üretiyor. Sizin baharları çift sürerken kullandığınız sabanlar gibi basit şeyler değil bunlar.
- Tanrı bilir bizim bu aşamalara ne zaman geleceğimizi, dedi Halaho bir süre sonra umutsuz bir biçimde.

Pres tezgahları bölümünden ayrılıp torna tezgahları bölümüne geçtiler. Burada da aynı biçimde torna tezgahları sıralanmış uzanmaktaydı. Başlarında da birer işçi vardı. Halaho’nun en fazla dikkatini çeken ve gözlerini bir türlü ayıramadığı şey ise, işçilerin elinin işe yatkın olmalarıydı. Sağa sola abanmadan, acele etmeden, şaşırmadan, dikkatle ve ustaca iş görüyor, çalışıyorlardı. Uzanıp birini tornadan geçiriyor, ardından abanıp bir başkasını tornaya sürüyor, tornadan geçirdiklerini de yanında bir yere bırakıyordu. Koca demiri yağ gibi, köpükler döktürerek tornadan geçiriyordu. Ardından bunu yukarı kaldırıyor bir küçük borudan akan kırmızımsı bir su-yağ karışımına karşı tutuyor, yeniden bir kez daha tornadan geçiriyordu.

Fabrikanın iş bölümü içinde çalışılan, güç ve becerinin bir araya geldiği, işçi ve mühendis işbirliği ile iş yapılan, uyum içinde çalışılan ve bütün bunların büyük bir disiplin içinde gerçekleştirildiği bir yer olduğunu Halaho yavaş yavaş anlamaya başlamıştı. İş ve emek birleşmişti burada, çalışmalar bir sonuca yönelmişti, güçlü makineler sayesinde güçlü bir üretim yapıldığı, fabrikanın kocaman bir üretim yeri olduğu, artık Halaho tarafından da anlaşılmaya başlamıştı. Köydeki çalışmalar ise, dağınık, kişisel çıkar ve özel mülk için bir didişme biçiminde idi, bütün bunlar Halaho’ya zavallıca şeyler gibi gelmeye başlamıştı, bir imrenme içinde ve biraz da utanarak başını hafifçe öne eğmiş fabrikayı bir gözden geçirmekteydi.

Bobinaj tezgahlarına geldiklerinde, Halaho iyice sessizleşmişti. İlkbaharın en güzel, gelinciklerin yeni açtığı  bir günde, kapısını açıp küçücük bahçesine girivermiş gibi sandı kendisini. Kırmızı başörtüler, açılmış gelincikler gibi tezgahların başlarında dağılmış duruyorlardı. Birbirlerinden ayırt edilmesi zor bir sürü genç kadın tezgahlarının başlarında çalışmaktaydı. Hepsinin başı küçük kırmızı başörtülerle bağlanmıştı. Mavi önlükler takmışlardı. Kadınların hemen hepsi pembe yanaklı ve altın sarısı saçlıydılar. Esmer olanları tek tüktü. Çalıştıkları fabrikanın, içinde yaşadıkları yeni yaşamın değerini kavramış ve gönençli kişiler oldukları her hallerinden anlaşılıyordu, aralarında şakalaşarak ve gizli espriler yaparak, gülücükler içinde işlerini yapıyorlardı. İçlerinden yaşı ilerlemiş birkaç kadının yüzünde, sanki geçmişin acıları yansıyor gibiydi. Diğerleri,  kımızı başörtülü ve pembe yanaklı olanlar ise, yığılı koca demirlerden ikişer üçer adet alıyor ve elektromotorun içinde sarılması gereken altın görünümlü telleri rotor ve statorlara sarıyorlardı.

Bunları gören Halaho, bir sabah yolunu yitirdiğinde kendisine yardım eden o sevimli genç kızı yeniden anımsadı. Bu kadınlar da onun gibi pembe yanaklı ve  sarı saçlı idiler, onlar gibi yüzlerinden ve yeşil gözlerinden sevinç ve gülüşler saçıyorlardı, aynen onun gibi bu kıvırcık saçlı ihtiyar Adige’yi de güler yüzle karşılıyorlardı.

Yanlarından geçtikleri bir sırada Bibolet bir kadın işçi grubunu selamladı.
- Tovariş Mozokov (Yoldaş Mezoko), grup çalışması ne zaman yapılacak, diye gruptan bir kız sordu. Soruş biçiminden öğrenmek istediği şeyi bildiğini ve o şeyle ilgilendiğini belli ediyordu. Gözleri dikkat kesilmiş, şaka yapmamak için uğraşırmış gibi, pot kırmamak amacıyla özenerek bakıyordu Bibolet’e.
- Çalışma gününü fabrika yönetimi bildirecek. Bundan önceki çalışma günümüzde toplanamamış olmamız benden kaynaklanmıyor, bunu biliyorsunuz, diyerek şakayla karışık güzel bir yanıt verdi Bibolet de.

Biraz daha yaşlıca bir kadın işçi ise bir espri yaptı:
- Öyle olmadığı, çalışılmadığı sürece, kızlarımız sevgilileri ile buluşamıyorlar, kızlara kaçamak yapma saatleri verilmesi gerekmez mi sizce?

Bu sözleri duyanların tümü kahkahayı bastı. Bazılarının yanakları ise iyice kızardı.
- Sana sormuyorlar, diye sert bir çıkış yaptı ilk soruyu soran kız, kızmış bir halde.
- Çalışma günlerimizin bir takvime bağlanmamış olması beni de düşündürüyor… Bir plana bağlı olarak bir araya gelmemiz için hep birlikte bir istekte bulunalım, -diye eklemede bulundu gülerek Bibolet de.
- Çok güzel kızlar var burada, dedi Halaho, bu şen şakrak kızların yanından ayrıldıktan sonra. ”Artık Adige kızlarını beğenmez, sen de onlardan bir kızla evlenip kayıplara karışırsın!” dercesine gizli bir serzeniş seziliyordu Halaho’nun sözlerinden.

İşçi kadınların özgürce çalışmakta olmaları, onların mutluluk ve özlemleri Halaho’nun çok hoşuna gitmiş bir biçimde tezgahların bulunduğu son bölümden ayrılmışlardı.

Halaho’nun bir türlü anlayamadığı ve biraz da kuşku içinde kaldığı şey ise, o denli değişik tezgahlarda ayrı ayrı yapılan bu farklı parçaların sonunda nasıl olur da bir elektromotora dönüşmekte olduğu konusuydu. Bunu da sonunda montaj atölyesinde gördü.

Yanıtını bulamadığı ayrıntıları orada görmüştü; parçalar, sonunda yüksek beygir gücünde şiş göbekli küçük elektro motorlara dönüşüyorlardı.

Halaho’ya yakın bir elektro motora cereyan verilince Halaho ürküp geriye kaçtı. Ardından korktuğu için utanmış olmasını düzeltmek ister gibi konuştu:
- Vay anasını! Azgın bir küçük boğa gibi sanki…

Halaho uzun süre bayılırmışçasına motora bakıp durdu. Ayrılacaklarında da kır atını okşar gibi yanaşıp eliyle motoru bir okşadı.
- Avl toje tak mojna rabotay, (Bu motor nerelerde kullanılabiliyor?) diye sordu montajcıya.
- Nerede bir elektrik santralı varsa orada kullanılabilir, diye yanıt verdi montajcı da.
- Yazık, köylerde elektrik santralleri yok, köyler yararlanamayacaklar bunlardan, dedi morali bozulmuş biçimde Halaho.
- Şimdilik yok, ama çok geçmeden kavuşursunuz siz de elektriğe, diye inandırıcı biçimde yanıt verdi montajcı.

Köylerinde bir elektrik santralı kurulacağı umudunu bir düş olarak içine gömüp susmuştu Halaho.

Bibolet, Moskova’da bunduğu sürece Halaho’ya ilginç şeyler göstermişti. Ancak hepsini bastıran şey elektrik motoru fabrikasında gördükleriydi.

Fabrikadan ayrılışları işçilerin sabah kahvaltıları ile denk gelmişti. Ayrılacaklar sırada fabrika kapısında büyük bir işçi grubunun toplanmış olduğunu gördüler. Birden bire Halaho durakladı.
- Hele bir dur, Bibolet, işçileri selamlamadan ayrılmamız uygun düşmez, diyerek Bibolet’in ne diyeceğine aldırmadan işçilere doğru yürüdü. Halaho’nun işçilerin arasına daldığını görünce:
- Fabrikalarını bize gösterdikleri için teşekkür etmek istediğini söyledi.

Halaho ciddi biçimde önderliği yüklenmişti. Bibolet ne diyeceğini bilemez halde kalmıştı. İşçilere dönüp seslendi:
- Yoldaşlar! Adige Özerk Oblastı delegesi olarak Sovyet Kongresi’ne katılan Halaho, fabrikanızda gördüklerine ilişkin bir konuşma yapmak istiyor.

İşçiler hemen derli toplu bir biçimde toplandılar, oturanlar da ayağa kalktılar ve topluluğa katıldılar. Uzaklarda olan birkaç kişi de koşar adım yetişip topluluğa katıldı. Halaho’nun karşısında adeta büyük bir miting alayı toplanmış gibi oldu. Halaho ise yeni baştan bir büyümüş gibi vakur bir biçimde işçilerin karşısına dikildi. Başındaki yana yatık duruşlu kıvırcık tüylü kalpağını yukarı kaldırarak, ona düzgün bir biçim verdi. Elini kamasına doğru uzattı, parmaklarıyla kamasını tutmak istedi, ama bulamayınca kemerini tutmakla yetindi. Bibolet’in ummadığı, akıcı  bir biçimde, Adigece aksanlı karışık Rusça  konuşmasına başladı.
- Tovariş raboça!Naşa vaşa zavod posmotrel’. Horoşa zavod, horoşa maşina. Vaşa haraşo rabotay, Naşa avl hozyaystvo ploho rabotay. Avl maşina netu. Sovet s’ezd govoril:avl, krest’yan maşine naşa avl nada. Vaşa rabotay maşine davay nada. Vaşa raboçe naşa avl pomogay nada. Cpasib, tovariş raboça, naşa horoşo posmotrel’ vaşa zavod. Edravstvuy Sovetska vlast!

Alkışlar arasında Halaho konuşmasını tamamladı.

Bibolet de bir konuşma yapma gereği duydu. İşçilerden biri de karşılarına geçip bir karşılık ve teşekkür  konuşması yaptı.
- Kent ve köy, elbirliği içinde yaşasın, diyerek gruptan biri yüksek bir sesle haykırdı.

Alkış ve “ura” (yaşasın) sesleri birlikte ortalığı çınlattı.

Teşekkür-sağol sesleri arasında Halaho gruptan ayrılıp yola koyuldu.

Halaho gördükleri ve işçilerin karşılamaları nedeniyle içi gönenmiş ve sevinç gözyaşları dökerek, gözleri yere bakar bir biçimde Bibolet’le birlikte yürüyordu.
- Halaho, tam bir komünist gibi davrandın. Delege olmanın hakkını verdin, dedi Bibolet, biraz uzaklaştıklarında.

Halaho hiçbir şey demedi. Biraz yürüdükten sonra konuşmaya başladı:
- Hey gidi Bibolet, hey, onların çalışma biçimi ile bizimkisi arasında dağ gibi fark var. Onlara yetişmemiz için çok zaman gerekir…
- Öyle ama, siz çiftçiler de, işçiler gibi güçlerinizi birleştirmediğiniz ve makineli tarıma geçmediğiniz sürece, mutlu bir geleceğe erişemeyeceksiniz.

Böylesine konuşup dönerlerken, işçiler için yapılan yeni bir binanın önüne geldiler. Halaho durakladı ve kalpağını düşürürcesine başını kaldırıp, uzunca bir süre apartmanın üst katlarına doğru bakıp durdu. Gelişleri sırasında, işçilerin eskiden yaşadığı gecekondu ve derme çatma kerpiç binalarla şimdi işçiler için yapılmakta olan evler konusunda Bibolet’in söylemiş olduğu sözleri bir kez daha anımsamıştı. Bu sözlerin anlamını o zaman yeterince kavrayamamıştı. Ömrü boyunca varlıklıların iyi evlerde oturduklarını, işçi ve ırgat tayfasının da ine benzeyen basit kondularda barınmakta olduklarını biliyor ve bunu doğal karşılıyor ve yadırgamıyordu. Ancak işçilerin tezgahları başında, milimetrik hata bile yapmadan parçalar ve motorlar ürettiklerini, o denli ustalaşmış olduklarını gördükten sonra, durumu derinlemesine kavramıştı. Böylece eski ve yeni dünya arasındaki farkın nedenini görmüş oldu. Şimdi Sovyet iktidarının işçiler için inşa ettiği bu bina,  bir kanıt olarak karşısında duruyordu. Bu yeni binalarda, eski kent evlerindeki gibi süslemeler fazla değildi, ama ötekilerin tümünü aşan zarif bir mimariyi de yansıtmaktaydılar. Bir koca dev gibi ve geniş kayaların üst üste bindirilmesiyle oluşmuş gibi, bina kat kat yükselmekteydi. Torna tezgahında demirlerin tıraşlanmakta olması gibi, binaların köşeleri ve kenarları da tornadan geçirilmiş gibi düzgündüler. Pencereler güneşi ve temiz havayı içeri alacak biçimde yerlerine geniş olarak yerlerine yerleştirilmişlerdi. Sanki duvardan çok pencere vardı binalarda. Bu bina, bir başına ve kocaman, kendine güven içinde bir insan gibi, çevredeki eski kondulardan fark edilir bir biçimde, düzgün, yüksek ve gelecek umudunu simgeliyormuş gibi yerli yerinde dikiliyordu.

Halaho gözlerini ayırıp öteki daracık pencerelere bir baktı. Bu tür binalara doluşup yaşamış insanlarla kendi yaşadığı Adige köy ırgatlarının evleri arasında pek bir fark bulunmadığını aklına getirdi ve durumu gözlerinde canlandırdı. Toz duman içinde, kap kacaklar, ev eşyaları, büyük küçük ev halkı bir araya yığılmış barınıyorlardı o evlerde. Dumandan ve pis havadan bunalan çocuklar durmadan ağlamaktaydılar; mutlu bir yaşam görmemiş ve zorluk içinde çırpınan zavallı ve hastalıklı anneleri, gözyaşları akıtarak ve inleyerek çocuklarını azarlıyorlar, bir yandan da kararmış çüveni (*) temizlemeye çalışıyordu. İki daracık pencerenin biri yarı açık, diğeri ise sürekli kapalıydı, pencerenin birinin yarısı hamurlanmış gazete kağıdıyla yamanmış, zar zor içeri sızabilen ışık ancak birbirini görmeye yetiyordu. Kapı dibinden ve pencere kenarlarından kışları içeri giren soğuk, herkesi titretiyor ve ısınmayı engelliyordu…

Halaho son kez bu yeni yapılan binayı gözden geçirip yeniden Bibolet’in peşine düştü.


(*) Çüven (шыуан)- Adigelerin ve Karadeniz kıyılarında barınan insanların “kaçamak” (mamırsa/п1астэ) pişirdikleri küçük kazan. -HCY.

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son