...................
...................

MUTLULUK YOLU      1.BÖLÜM -06

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

IX. DEĞOTLUK (ДЭГЪОТЛ1ЫКЪУ)

Son bahar sonuydu ve akşam hızla bastırmıştı. Gökyüzü yere doğru adeta çökmüş, kara bir çüven gibi yeryüzüne abanmış ve ortalık zifiri bir karanlığa boğulmuştu. Yıldızlar da daha aşağılara inip yeryüzüne yaklaşmışlar, sığ, seyrek ve küçük ışık parçacıkları biçiminde gökyüzüne dağılıp tutuşmuşlar, adeta birer ateş parçacığı gibi parıldamaya başlamışlardı.


Kırdan köye dönen hayvanların bağırtı ve böğürtü sesleri de kesilmiş, ortalığı bir sessizlik almış, siyah bir gelin örtüsü (1) gibi ortalığı saran karanlık içinde, köy adeta gizlenip sessizleşmişti. Lambalar henüz yakılmamıştı, gaz yağı kıtlığı vardı ve gaz, çok sakınılarak kullanılıyordu. Ortalık iyice zifiri karanlığa gömüldüğünde, karanlık gündüzün izlerini iyice bastırdığında, işte ancak o zaman lambalar yakılırdı. Nitekim ayrı ayrı, birer ikişer dağılmış, üstlerinde haç gibi çapraz tahtaları bulunan küçük Adige evlerinin çarpık çurpuk pencerelerinden, birbiri ardından ışıklar görünmeye başlamıştı. Orman içindeki bir çayırlıkta yakılmış ateşlerden sızan ışıklar gibi, söğüt ağacı ve bahçelerdeki mısır yaprakları arasından bazı cılız ışıklar solgun ve sararmış bir görünümde yansıyorlardı. Köy, gecenin karanlığında silinip yok olmuş gibi köyde bir çıt bile çıkmıyordu, ortalığı insanın ruhunu daraltan bir sessizlik kaplamıştı…

- Hoşgeldin, konuğumuz!

- Sağ ve salim misiniz?

- Hoşgeldin, Bibolet, tam bir er kişi imişsin gerçekten!

- Bizi unutmamış olman bile yiğit biri olduğunu kanıtlamaya yeter, diye selamlar vererek, karanlığı sırtlarından atıp silkiniyorlarmış gibi,  birbiri ardından gençler haç'eşe (konuk evine) gelmeye ve Bibolet’e hoş geldin demeye başlamışlardı. Genellikle kara gözlü ve kara yağız kişilerdi bu gençler. Gecenin karalığından da daha karaydılar, içlerinde,  tam bir karşıtlık oluştura mavi gözlü ve kızılca saçlı olanları da vardı; sakalı bıyığı tıraşlı olanlar yanında, bıyık ve sakalı yeni yeni terlemeye başlamış olanlar, sivri çeneli ve uzunca yüzlüler yanında, yayvan çeneli ve genişçe yüzlü olanlar da aralarında vardı.


En genç olanları, sanki birer delikanlı olmuşlar da konuğun yanına geliyorlarmış gibi, seslerini yükseltmeden ama tekerleme gibi Adige selamı veriyor, elini tutuyorlar, ardından da geri çekilip duvar dibinde ayakta dikiliyorlardı. Yaşça daha büyükçe olanlar ise kapı önünde bir duraklıyor, yere inmiş bir kartal gibi konuk odasını bir süzüyor, önce konuğu saptamaya çalışıyor, ardından güvenli bir biçimde ve dimdik yürüyerek konuğun yanına varıyorlardı. Bibolet'i tanıyanlar, gelenek gereği bir selamla yetinmeyip selamlarına tatlı espriler de ekliyorlardı; kendisini daha yakından tanıyan ve ona karşı sempatisi olanlar, onu omuzlarından tutup şakacıktan bir güç denemesi yapıyor, sonra da onu kucaklıyorlardı:

- Kent yaşamı seni güçsüzleştirmiş mi, Bibolet, bir bakayım hele? Yo, hala gücün yerinde, hala bir delikanlı sayılırsın…

- Bibolet’in içini bilemem ama dışı ile kente yenik düşmüş birine benzemiyor, diyor gelenlerden biri.

- "Semiz et" mi yemiş bilemeyiz ama yayladan yeni inmiş birine benziyor, diyor, gülümseyerekten bir başkası.


Behukoların haç'eşi sonunda iyice doluvermişti. Soylu üstünlüğünün verdiği gururla ve sakınarak Hacıret Şıvmıl da (Шыумыл1 Хьэджырэт) masaya Bibolet'in karşısına kuruluvermişti.


İri kıyım ve koca kalpaklı Şumafej de (Шумаф ya da Шумэфэжъ; Uğurlu atlı) Bibolet'e yakın bir yerde oturuyordu. Kendisi iri kıyım, bindiği ise küçük cüsseli ve göbekli atın biri olduğundan, kendisine ilişkin espriler dolaşıp gezinmekteydi köyde: Şumafej, atıyla katıldığı bir yarışta geride kalınca, atına bir tekme sallayıp kendi koşmaya başlamış ve herkesi geçmişti, diyorlardı makaraya sararak.


Kel Şuhayıb da (Щухьаиб) konuşmadan ve bıkıp usanmadan, sessizce Bibolet’e sokulmuş, ona yakın bir yerde oturmaktaydı. Bütün bir gece oturmuş olsa da ağzından tek bir sözcük dökülmezdi. Bazen daldığı derin bir düşünce içinden yeni uyanmış biri imiş gibi, yanındakine dönüp: ”Kalej (Къэлэжъ), bir duman tüttürelim bari”, der ve dumanı içine çekip salar ve öylece oturduğu yerde oturur dururdu. Sessiz bir gölgeymiş gibi haç’eşleri bir bir dolaşır, hangisini beğenirse oraya girer oturur, akşamları haç’eş haç’eş köyü arşınlar dururdu. Girdiği bir yerde az ya da çok, bir süre oturur, o akşam orada dinlediği her şeyi birden yanıtlıyormuş gibi bir sözcük söyler, kalkar,  başka bir haç’eş aramak üzere bulunduğu yerden ayrılırdı.  


Mıhamet de evine bir gidip dönmüş orada oturmaktaydı. Daha başka Hatıv ( Хьатыу), Titıv (Титыу),  Cançat (Джанчат ), Vezermes (Озэрмэс ) ve Karbeç  (Къарбэч ) gibi kendini delikanlıdan saydırmaya çalışan yeni yetmeler de haç’eşte oturuyorlardı.


Önce kimin ne diyeceğini bilemeden ve konuşmadan bir süre sessizce oturdular. Cıgaraları birbirlerinden alıp tutuşturuyor, yaşça büyükçe olanlar ise konuğun paketinden yakıyorlardı.

- Bizim komünistimiz de bu,  Değotluk (Дэгъотл1ыкъу)! dedi Hacıret, içeri yeni giren genci pek bir sevmiyormuş gibi bir tavırla.

- Komünist mi dedin, diyerek kalbi bir çarpmıştı Bibolet’in.

- Kayıtlı mı değil mi, bilemem ama Tanrı ve Adigelik gibi şeyleri takmayan köydeki yeni türemelerden biri…


Oldukça genç biriydi Değotluk, henüz yeni sürmüş bir fidan gibi de incecikti. Ancak davranış ve görünümü,  onun yaman ve cesur yürekli biri olduğunu belli ediyordu, bunun için ona bir bakmak bile yeterdi. Uzun siyah kirpikleri arasından süzülerek bakan gözleri, oturanların üzerinden geçerek ta uzaklara uzanıyorlar gibiydi. Sanki bir şeyi aramaya ve bulmaya çıkmış biri sanırdın onu. Kalınca kaşlarından öfke yayılıyor, kişide herkesle boy ölçüşmeye hazır biriymiş izlenimi yaratıyordu, kendisine bakanlar üzerinde.


Hacıret’in dokundurucu sözlerine aldırış etmedi bile, hafiften bir gülümseyerek onun yanından geçti ve Bibolet’in yanına geldi.


Çok eskiden beri birbirlerini tanıyan kişilerin yaptığı gibi, kuvvetle ve büyük bir istekle elini uzatmış olması,  Bibolet’in de ilgisini çekmişti. ”Gerçek bir komünist ise, onu şimdiye değin niye tanımamışım ki” diye düşündü içinden ve yanından ayrıldıktan sonra da, onu gözleriyle bir süre izledi: Küçük ve basık bir kuzu kalpağı vardı. Güneşte yanmış yüzü,  bakıra çalıyordu. Üst dudağında bıyıkları henüz terlemeye başlamıştı. ”Değotluk, Yusıf söz etmemiş miydi bana ondan? O’dur herhalde! Çocuğu Yusıf’ın kendisine anlatmış olduğunu anımsamıştı Bibolet.


Bir yetim çocuktu o (ибэ хъурай). Çocukluğu zorluk içinde geçmişti. Bir parça ekmek uğruna nice ayak hizmetine koşmuş, bir eski giysi ve yırtık bir ayakkabı için oradan oraya koşuşturarak tamamlamıştı çocukluğunu. ”Baldırı çıplak” (лъапц1э)  ya da “çirkin” (1ае) gibi ek adlar takmışlardı ona, öyle çağırıyorlardı. Yıllarca sığır ve koyun çobanlığı yapmıştı. Ancak, ne denli zor da olsa, çocukluğu daha iyi sayılırdı. Bir şeyleri düşünme, geleceğini planlama gibi bir derdi de yoktu o zamanlar. Koyun çobanlığı sırasında yanında taşıdığı kavalından çıkardığı güzel nağmeler, içinde gizli duygular uyandırmaktan geri kalmıyorlardı. Gerek evde ve gerekse kırda bir başına yaşıyordu, bu yaşamın bir sonucu olarak, çocuklarla oynayamadığından, kırdaki ağaçları ya da çiçekleri çocuk yerine koyup onlarla dans ediyordu. O zamanlar aç kalmak ve bazı aksi kişiler tarafından dövülmek dışında da bir kaygısı yoktu.


Çocukluğunu tamamlayıp biraz büyüyünce de bir soluma olanağı yakalayamamıştı. Az bir ücretle çalıştırılıyor, kazandığı çektiği zahmete değmiyor, adeta köle gibi, neredeyse karşılıksız çalıştırılıyordu.


Bir başına bir çocuk olarak, ev ve bahçe köşelerinde, adamdan sayılmadan büyüdü, sonunda da saygılı, aklı başında, kara yağız bir delikanlı oluvermişti. Aklı bir şeylere erip kendisini ezdirmemeye kalkışınca da, mal ve mülk sahibi olan kişilerle çatışma içine girmiş, onların buz gibi engellemeleriyle karşılaşmıştı. Kendisinin alt tarafı bir yetim, bir köle çocuğu olduğunu hiç unutmayan bu tür kişilerin çıkardığı güçlüklerle baş başa kaldı. Bunun üzerine Değotluk, kendisini insandan saymayan ve insan gibi yaşamasına da fırsat tanımayan bu türden kişilerle didişmeye ve boy ölçüşmeye kalkıştı. Kendisini soylu ve üstün sayan kişilere karşı, içindeki kin de günden güne büyümeye başladı. Kendisini verk (soylu) ve güçlü sayanların çatıp boyun eğdirmeye çalıştığı ama onlara meydan okuyup duran ve köyde yeni türemiş olan bir delikanlıydı artık. Ayrıca delikanlılar arasında yapılan kazıklı ve atlı kavgalara ve savaş sporu müsabakalarına en ön safta katılıyor, kavgalara da sık sık karışıyordu.


Daha sonra, iç savaşın başlaması üzerine köyden geçip giden bir kızıl birliğin saflarına katılıp köyden ayrıldı. Savaş bitinceye değin de kendisinden bir haber alınamadı. Unutulmuş ve köyde kendisinden hiç söz edilmez olmuştu, ancak beklenmedik bir anda, yetişkin bir delikanlı olarak, yeniden köye geri dönmüştü. Daha olgun, dövüşçü ve kavgacı yanını terk etmiş, yerinde ve düzgün konuşan biri olup çıkmıştı. Yerinde konuşmaları ve haklı olanın tarafını tutması nedeniyle başkaları da kendisinden çekinmeye ve eski geleneğin bir özelliği olarak, artık kendisini hesaba katmaya, saygı göstermeye başlamışlardı. . .


Döndüğü ilk günden başlayarak köydeki emekçi, yoksul ve ırgatları bir araya getirmeye ve onları örgütlemeye başlamıştı. Bireysel kavgaları bırakmış, bir sınıf bilincine ulaşmış ve köydeki sömürücülerin karşısına dikilmişti.

- Komünist mi dedin? O zaman köyünüzdeki doğru ve düzgün kişi de o olmalı! dedi dişleri arasından,  uzaktan elini de kaldırarak, şaka yapıyormuş gibi Hacıret’e yanıt verdi.

- Tabii, öyle birine sahip olmak da bizim için bir şans sayılmalı!. . dedi dişlerini gıcırdatarak Hacıret.


Hacıret’in içten pazarlıklı biri olduğu söz ve davranışından açıkça anlaşılıyordu. Sovyet iktidarının getirdiği yasalara, umarsız olduğu için boyun eğmiş gibi davranıyor ve muhalefetini ise gülümsemesinde saklıyordu. İçinde yaşadığı yeni düzeni benimsemiyor, saymıyormuş gibi iki kaşını iyice yukarıya kaldırıyor, kaçamaklı gözlerinden de gizli bir nefret duygusu yansıyordu. Kasılıyor ve üstün görüyordu kendisini, güzel giyinmişti, içindekileri gizlemeye, belli etmemeye çalışıyordu, şaka yapıyormuş gibi görünerek, kendini ortama uydurmaya çalışıyordu. Büyük bir dükkanları vardı, ayrıca bin dönümlük (десэтнишъэ) bir araziyi de ektiriyorlardı, köyde  adı söylenen birkaç varlıklı aileden birinin çocuğuydu. Bibolet ile Değotluk gibi  aşağı tabakadan gelen, soylu olmayan   kişileri kendi egemenlik dönemlerinde, hele kendi gibileri otururken konuşturmazlar, konuşmalarına bile izin vermezlerdi, onlar şimdiki gibi dolu dizgin konuşmaya kalkışacak olurlarsa, görürlerdi günlerini  o zaman!


Bibolet, Hacıret’in ne türden biri olduğunu hemen anlamıştı, yakışıksız ve akıl satar gibi sözler ediyor, kurda ot yedirmeye kalkışıyor gibi oturuyordu yerli yerinde, herhangi bir iddiada bulunmak gibi bir derdi de yoktu.


Değotluk’un kendisi, Hacıret’in dokundurmasını duymazlıktan gelmişti, gülümseyip önünden geçip gitmişti.


Bibolet ile Değotluk konuşmadan anlaşmış gibi, kalp kalbe bir olmuşlardı sanki.

- Bize bir şey anlatsana Bibolet, diyerek tartışma yolu açılmasını önledi oturanlardan biri.

- Gerçekten öyle, biz konuktan yeni bir şeyler dinlemek için gelmiştik buraya, ama hiç konuşmuyor, diyerek Şumaf da bu öneriyi destekledi.

- Size ne anlatayım, bütün haberler sizde, değil mi, diyerek işi üzerinden atmak istedi Bibolet.

- Ne söyleyeceğini sen bilirsin, boşuna okumuş değilsin ya? Dünyada ne olup bitiyorsa,  anlat bize, diyerek lafa karıştı Hacıret.

- Bibolet’in anlatacağı şeyler senin dinlemeyi istediğin şeyler olamaz, diye gülümseyerek Değotluk da bir laf attı Hacıret’e.

- İsteyip istemeyeceğimi sen mi bileceksin yoksa?! diye sert bir çıkış yaptı Hacıret, kaşlarını iyice yukarı kaldırarak.

- Senin beklediğin haberler olmaz onun anlatacakları…

- Benim neyi beklediğimi biliyorsan, sen anlat da dinleyelim öyleyse!

- Bibolet olayları, her ne ise, dosdoğru, olduğu gibi anlatır, bu da senin işine gelmez… Sen daha başka türlü haberleri seversin…

- Haber dedin mi kimse Halaho’yu bastıramaz, dedi oturanlardan biri, bir tatsızlık çıkmaması için konuyu değiştirerek.

- Vallahi de bu Halaho ilginç biri, onca haberi nerelerden bulup getirir ki, bilemiyorum, diyerek Yusuf masaya yaklaştı ve bir sigara aldı.

- Ben de biraz önce Halaho’nun bana söylediği bir konuda konuğa soru sormayı düşünüp duruyordum. Stanitsada (Kazak kasabasında) duyduğunu söyleyip Halaho’nun bize anlattığı bir haber bu: Bolşeviklerle komünistler karşı karşıya gelip çatışmışlar, şimdi çarpışmalarından korkuluyor, iç savaşın yeniden başlayacağı söyleniyor. Olabilir mi böyle bir şey Bibolet, diye ciddi ciddi bir soru yöneltti Şumaf.

- O zaman Halaho ilginç bir haber getirmiş olmalı size, diyerek gülümsedi Bibolet.


Konuşma ortamı doğunca Bibolet sözü aldı ve bazı şeyler anlattı. Bolşeviklerle komünistlerin farklı değil, aynı kişiler olduğunu, Sovyet ülkesinin başka ülkelerle olan ilişkilerini ve kapitalist dünyasında neler olup bittiğini açıkladı. Bunları dinleyerek oturmakta olan kişiler ise, görünüşe göre yetişkin ve insanca duygular taşıyan büyük adamlar gibi, anlatılanlara dikkat kesilmişlerdi, ama köyü çevreleyen çitleri aştıklarında, ne  olup ne bitmekte olduğundan habersizdiler, anlatılan her şeyi kulaklarını açmış dinliyorlardı.

- Peki, Bibolet, Sovyet yönetiminin dini yok edeceği söyleniyor, bu doğru mu, diye yeniden söze karıştı

Hacıret, konuşmanın aralandığı bir sırada.

- Sovyet iktidarının kendisi dini yok edecek değil ama dinin insanları uyuttuğunu, onun aslında ne anlama geldiğini emekçi insanlara kavratmaya çalışacak, dedi ve işin içine pek  girmeden sorulan soruyu yanıtladı Bibolet.

- Rahatlattın onu, Bibolet, ona olacak şeyi dosdoğru söylemek gerekir! Sovyet iktidarı dini yok etmeyecek ama, din uzun süre yaşayamayacak, kendi kendine yok olacak, diye diklendi Değotluk, sözlerini direkt Hacıret’e yönelterek.

- Vay,vay, bu Değotluk büsbütün de gavur olup  çıkmış anlaşılan!diye söze karıştı Değotluk’un yanında oturan  kişi, Değotluk’un yüzüne bakarak.

- Gavur oldu tabii, diyerek, Değotluk’a bakmaya bile gerek görmeden eklemede bulundu ve gitmek üzere ayağa kalktı Hacıret de.


Hacıret dışarı çıktı. Büyüklenerek, verkliğine yaraşır bir biçimde, içini yakan nefret ateşini gizleyerek, başını alıp gitti. Sakınarak konuştuğu gibi, sakınarak hareket ediyordu. Kuşkulu kuşkulu, ağır ağır yere basıyordu, ama yiğitliğe de toz kondurmuyor, hiç de acele etmeden atıyordu adımlarını.


Şuhayıb da kalktı.

- Değotluk göğe boynuz atıyor (уашъом бжъакъок1э едысы), dedi ve bıyığını yukarı kaldırıp odayı terk etti.


Haç’eştekilere ters düşen bu iki kişi ayrılınca, geride kalanlar daha rahat ve daha uyumlu bir topluluk (cemiyet) oluşturmuşlardı.

- Bu Şuhayıb da artık genç biri sayılmaz, ne diye gençlerin arasına katılıyor böyle, neyin peşinde,  anlayamadım bir türlü! Niye çoluk çocuğu ile birlikte oturmuyor ki, dedi Şuhayıb’ın arkasından oturan gençlerden biri.

- Otursun, ne kaybeder ki? Canı sıkılıyor zavallının… Şuhayıb’ın haç’eşleri dolaşma nedenini biliyormuş gibi konuştu Mıhamet de.

- Anlattığın şeylerle Hacıret’in dünyasını yıkmış oldun Bibolet. Kendisi “ötekilerin” (2) döneceği günü dört gözle bekliyor, sen de Sovyet iktidarının güçlendiğini ve ileriye doğru yeni adımlar attığını söyleyerek umutlarını yıktın zavallının, diye bıyıkları arasından alaylı bir gülümseyiverdi Şumaf da.

- Değotluk, ne diye Hacıret’le bu kadar birbirinize karşınız, niye sık sık çatışıyorsunuz? diye anlamlı anlamlı gülümseyerek sordu Mıhamet.

- Davranışlarını beğenmiyorum. Kaşları göğe tırmanıyor sanki, o kaşlarda kötülük ve insanlık dışı olmaktan öte bir şey bulamazsın… İsteksizce ama lafını dolandırmadan yanıtını verdi Değotluk. Gözleri,  gitmiş olan Hacıret’in ardında, karanlığa açılan açık kapıya doğru bakıyordu. ”Sanki onun ne denli Müslüman olduğunu bilmiyor muşuz gibi bize dinin yok olacağından kaygılandığını söylüyor! Ancak adamı,  bir fırsat bulup da bir ele geçirdi mi, hiç bakmaz çiy çiy yer. Onun gibilerin yağmacılığı döneminde nice umarsız kişi zor durumlara düşmüştür. At hırsızlığı yapıp, sürü halinde atlar çalınırken, nice emekçi de tek bir atla ne denli umarsız durumlara düşmüştür!

- Öyle de olsa, Değotluk, Tanrıya inanmadığını yadsıyamazsın, diye şakamsı bir söz attı ortaya Şumaf.


Tanrı!nın olup olmadığı konusunu, önemli bir şey değilmiş gibi şakaya getirmeye çalışıyordu Şumaf ama bir yandan da kaygılanmakta olduğunu belli ediyordu.

- Aynen senin inanmadığın gibi, ben de inanmıyorum. Sana Tanrı vardır demiş olmalarından öte, seni kaygılandıran ne olabilir ki, diyerek,  şaka yollu bir yanıt verdi Değotluk da.

- Savaşa katılmakla yazık ettin kendine, gavur olup dönmüşsün büsbütün!

- Gerçekten Değotluk, neye inandığını eğirip bükmeden dosdoğru söyler misin Değotluk?Tanrı var mıdır, yok mudur? Burada kendisinden çekineceğin kimse de yok, diyerek ona döndü ve ciddi bir biçimde sordu Mıhamet.

- Mıhamet, senin Tanrıya inandığını biliyorum, diye konuşmaya başladı Değotluk ciddi ciddi, ama bu senin inanma biçiminde bir sahtekarlık, başka bir amaç yok, sadece inandığın şeyleri yerine getiriyorsun. İnanmazsan bırakırsın, yalancıktan inanıyormuş gibi de yapmazsın. Senin dini inancını Hacıret’in ki gibi görmüyorum. Tanrı konusunda ne düşünüyorsam, sana da aynen söyleyeyim. İçime ilk kuşkunun düşüşü şöyle oldu: Rusların da ayrı bir Tanrıları var, biz onlara nasıl gavur diyorsak, onlar da bize gavur diyorlar. Bizim gibi Müslüman olanların Cehennem odunu olacaklarını söylüyorlar. Cephede ve daha başka yerlerde değişik bazı adamlarla karşılaştım. Onların da daha başka Tanrıları var, onlar,  bizi ve Rusları da imansız, Cehennemlik olarak görüyorlar. Bunun üzerine düşündüm: ”Nasıl oluyor bu böyle diye? Allah hepimizi yarattı, herkesin başına gelecek olanı alnına yazdı, hepsinin kalbine değişik dinler yerleştirdi. Herkes inandığı dine göre yaşıyor, kendi dinine inanmayanı gavur görüyor. Öyleyse Tanrı onlara, niçin  öbür dünyada  azap çektirsin ki? Onları öyle yarattıktan, kalplerine değişik inançlar yerleştirdikten sonra, onları niçin Cehennem’de yaksın ki!? O zaman daha adili olmadığı söylenen Tanrının adaleti mi kalırmış?” Daha başka yerlerde de Tanrının adaletini aradım ama hiçbir yerde  bulamadım onu… Böylece yavaş yavaş bir Tanrı olmadığı kanısına vardım, dedi Değotluk.

- Vallahi, Değotluk, Tanrı günah yazmasın, her şeyi gerçekmiş gibi anlatıyorsun ama, diye bir iç çekti Mıhamet kuşku içinde.


Uzun uzadıya hararetli ha’çeş konuşmaları sürerken Şumaf yine lafa karıştı:

- Yeter artık, konuğun kafasını şişirdiğimiz, onu kızların yanına götürelim.


Hepsi içtenlikle Şumaf’a katıldı.

- Hangi kızın yanına götürsek daha uygun olur ki? diye sordu Mıhamet.

- Konuşmasını bilen, Bibolet’i alt edecek gibi bir kızın yanına götürelim onu.

- Güzel kızlardan birinin yanına götürelim onu, başka türlüsü olmaz! Kulats’ın (Кулацэ) yanına götürelim.

- Onun kimi isteyeceğini biliyorum ben. Kulats’ın yanına gideceğiz, dedi Yusıf, bıyık altından gülümseyerek.

- Kızı pseluh (псэлъыхъу) (3) yapmam için ısrar etmeyeceğinize söz verirseniz giderim, diye bir koşul öne sürdü Bibolet.

- Kararını gittiğimiz yerde verirsin, henüz görmemişken pseluh yapıp yapmayacağına karar verme, dedi Mıhamet bıyık altından gülümseyerek.

- “Ayıyı bala götürmek isterlerken kulağını koparmışlar” (Мышъэр шъоум ралъэшъул1эзэ, ытхьак1умэ пачыгъ) dedikleri gibi olacak Bibolet, Kulats’ı bir gördükten sonra…

- Haydi gidelim, Kulats’ın yanına götürmek gerek konuğu!Kulats’tan çok kız kardeşi, Bibolet’in ilgisini çekecek biri…diye, gizli kuşkusunu da belirterek ayağa kalktı Mıhamet.
 



Dar ve sönük sokaklardan ilerleyerek kızın evine doğru gitmekteydi grup. Kötü insanlarla arsız mandaları engellemek için çakılmış dikenli çalılara takılıyorlardı karanlıkta; kazık tepelerinden uçuşan kuşların ses ve kanat çırpışları da tepelerinde beliriyordu. Göz gözü göremeyecek gibi bir karanlık vardı. Ev içlerine alınmakta olan leğenlerin sesleri ara sıra çan sesi imiş gibi duyuluyor, ahırlardan işitilen hayvan solumaları da, uzaklardan geliyorlarmış gibi karanlıktan süzülü gelmiş gibi duyuluyorlardı. Ara sıra insan el ayak ve konuşma sesleri de alçaktan, fısıltı biçiminde duyulabiliyordu. Gece, adete bir korku gibi köyü sarmıştı. Köy, ne de olsa, geçmişten bugüne uzanmış gelen güçsüz düşmüş bir yerdi…

- Bibolet, sana bazı şeyler söylemek istiyordum, dedi Değotluk, solundan Bibolet’e yanaşarak.


Bibolet hızını azaltarak grubun biraz gerisinde kaldı.

- Komsomol (4) hücre örgütlenmesinin nasıl oluşturulacağını soracaktım sana. Komsomola katılmak isteyen gençler var köyde, ama nasıl katılacağımızı bilmiyoruz.

- Çocuklar sağlam ve güvenilir kimseler mi?

-Hepsi değil, ama içlerinde düzgün, yoksul ve ırgat gençler de var köyde.

- Komsomol örgütlenmesi kurması zor olan bir şey değil, ama uygun olmayanların komsomol örgütüne katılmaması için çok dikkatli olmak gerekir. Sadece silah taşıma izni koparmak için katılmak isteyen sakat kişiler de çıkacaktır. Buna dikkat edilmeli.

- O konuda ödün verecek kimselerden değiliz.

- Öyleyse bu konuyu şimdi burada görüşemeyiz. Yarın benimle buluşabilir misin? Ben yarın akşam gideceğim, ona göre.

- Yarın gelirim yanına.

- Öyleyse yarın sabah düzgün bir iki geç de yanına alıp Behukolara gel. Orada konuşma fırsatımız olmazsa, başka bir yere gideriz. Olmaz mı?

- Olur.

- Ben de bir konuda senden yardım isteyeceğim. Harun’un karısının boşanma işinden haberdar mısın?

- Haberdarım, yaşlılar önüne geçmişler nefes aldırmıyorlar zavallıya. Bugün yürütme komitesine gittiğini ve konuştuğunu da duydum.

- O halde, durumu biliyorsan, o kadına yardım etmek, bir dilekçe yazıp savcılığa vermek gerekir. Bu iş sadece basit bir boşanma işi değil, politik anlamı da olan bir sorun. İhtiyar, kadını boşamayı kabul etse bile, Sovyet yargısının bir kararı olmadığı sürece, yıllardır ona yaptığı köleliğin, hizmetin karşılığını alamamış olur. Yarın beni o kadınla görüştürebilseydin iyi olacaktı.

- Olur, seni o kadınla da görüştürürüm.

- Bibolet, yolu şaşırmadan gelebiliyor musun, diye seslendi Mıhamet.

- Evet, yarın!. . diyerek son sözünü söyledi Değotluk’a, ardından da adımlarını hızlandırdı Bibolet. ”Şaşırmadım, senin izinden ilerliyorum, diye yanıtladı Mıhamet’i.


Önlerindeki bir çitten çı-çı-çıç diye korkunç bir ses geldi, sanki köyün bütün çitleri bir ir, art arda devrilmişler gibiydi.

- A, imansız. Bu bizim arsız mandamız olmalı, diyerek Mıhamet koştu ve karanlığın içine daldı.

- Mandan da senin gibi bir azman anlaşılan! diye kahkahayı bastı gruptan biri Mıhamet’in arkasından.

- Vay, vay, sizi gidi arsızlar sizi! diyen Mıhamet’in bağırma sesi, ardından da manda solumaları karanlık içinden duyuldu.


Biraz sonra birbiri ardından topağı bastırarak yürüyen birkaç iri mandanın karaltıları ve onların ayak sesleri karanlığın içinden belirir gibi oldu. Burun deliklerinden fışkıran soluma sesleri ise tren cuf cuflamalarını anımsatıyordu.

- Bunlardan daha adisi yeryüzüne gelmemiştir!. . Zavallı Halaho’nun bahçesine dadanmışlar, çitlerini yıkıp duruyorlar. Onları durdurmak için dikenli çalılarla çitleri örüyoruz, ama onlar bunu sırtlarını kaşımada kullanıyorlar, diye sızıldanarak sonunda Mıhamet de gruba katıldı.


Mıhamet’in Halaho demesi üzerine, onun evini ve ev düzenini bir görmek için Bibolet hemen bir baktı oraya doğru. Ne yazık ki Halaho’nun bahçesi karanlığa gömülmüş durumdaydı. Sadece bahçe kenarlarındaki budanmış ve bodurlaşmış söğüt ağaçları esen rüzgara uymuş sesler çıkarıyor, yıldızlarından yansıyan cılız ışıklar yardımıyla karaltıları ancak seçilebiliyordu…
 

   

DİPNOTLAR:
1)
Eskiden Adigelere gelin örtüsü olarak, karaçarşafa benzeyen siyah örtüler kullanırlardı. -HCY.

2) Öteki’den kasıt beyazlar, yani karşıdevrimcilerdir.- HCY.

3) Pseluh (псэ+лъыхъу;pse=can/yavuklu+tlıxhu=arama; yavuklu arama)-Bir delikanlı beğendiği bir kızı evlenebileceği bir aday olarak seçmek ister, kız da bunu isteyerek ya da nezaketen kabul eder. Kız, o delikanlı,  toplumca aşağılanmış biri değilse, delikanlının pseluh önerisini, nezaketen de olsa reddetmez, en kötü olasılıkla “düşünmeliyim” biçiminde bir yanıt verir. Bu bir evlilik kararı değildir ve evlenmeyi kabul anlamında bir bağlayıcılığı yoktur. Ancak, delikanlı pseluh kızın bulunduğu bir yerde başka bir kızı pseluh yapmaz, aynı biçimde bir kız da pseluhu delikanlının bulunduğu bir yerde başka bir delikanlı ile pseluh anlamında konuşmaz. Bu gibi incitici olabilecek durumlardan kaçınılır. Bunun dışında her ikisi de sınırsız sayıda pseluh edinebilir. -HCY.

4) Komsomol-Rusya’da Komünist partisi gençlik örgütü ve bu örgüt üyesi genç.  -HCY.

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son