IV.
ÖZERKLİK BAYRAMI (АВТОНОМ ДЖЭГУ) -01
Değotluk ile Mıhamet rayon merkezinden köy çıkışı yönünde
hayli yürüdüler, yol boyundaki küçük bir dükkana doğru
ilerlediler. Dükkanın
önünde oturanlar köy dışındaki kırlara doğru bakıyorlardı. Yol
doğruca, dümdüz köy merasına doğru uzanıyordu. Köy
merasının/otlağının üzerinde, kalın bir sis ya da gür bir su
taşkını gibi, kavurucu güneşin ışınları oynaşıyorlardı. Bir atlı o
kavurucu güneş yalazı içinden, atının belini çökertircesine atına
binmiş, rahvan bir yürüyüşle geliyordu. Atlı sele yakalanmış
adamın biri gibiydi: Dalgalanan güneş yalazı ile birlikte
dalgalanıyor, insanın gözünü alacak biçimde bir kayboluyor, bir
görünüyor ve parıldıyordu.
- Şu dünyanın düzeni gerçekten ilginç. Peki, bu gördüğümüz şey,
bir ırmağa değil de neye benziyor? Atlı da selden çıkıp geliyormuş
gibi görünüyor, dedi oturanlardan biri.
- Ya, ilk kez mi görüyorsun güneş ışınlarını böyle, diyerek
konuşmaya katıldı yanındaki de.
- Ne diye büyütüyorsun bu görünümü? Ömrün boyunca gördüğün başka
şey yok mu yani? diyerek öbürü de oldukça katı bir karşılık
vermişti.
Değotluk
ile Mıhamet de duraklayıp o tarafa doğru baktılar. Güneş
ışınlarının şaşırtıcı bir biçimde oynaştığını da gördüler. Öğle
vaktinin ışınları tıpkı taşmış bir ırmak gibi kırlarda
oynaşmaktaydı. Atlının biri dere yatağından düzlüğe tırmanmış
gibi görünüyor ve kendilerine doğru geliyordu.
Dükkana
girip tütün aldılar. Çıktıklarında dükkan önünde oturanların
atlıdan hala söz etmekte olduklarını duydular.
- Kim ki bu?
- Deri mont ve deri kasket giydiğine göre, bir komünist olmalı.
- Doğrusu bu komünistler ilginç kişiler! Gerçekten yaman kişiler
olduklarını biliyorum komünistlerin, hem yere sağlam ayak
basıyorlar, hem de ata iyi biniyorlar. Görüyorsun atına nasıl bir
rahvan yürüyüşü verdiğini, diye laf attı Mos ortaya. ”Nereli
olduğunu bilmiyorum ama tam bir Adige gibi atına binmiş.
- Adige desen bile, Adigelerin hepsi bir değil. Bir Adige’den daha
yaman at binen Ruslarla da karşılaşabilirsin ama yerde olsun, at
sırtında olsunlar, bana göre en iyi hareket eden kişiler
çekistlerdir (*).
- Biraz önce komünistler demiştin ya?
- Komünistlerle çekistler aynı kimseler ya!
- Yahu, Mos, ilk önce at görmüş biri gibi, çok tuhaf konuşmuyor
musun bugün?
- Senin gördüğün bu Mos, dünyayı yeterince görmüş olmalı…
- Neyi düşündüğünü bilemem ama tam bir şıh gibi konuşmaya
başladığını söyleyebilirim…
- Evet, sizin henüz ulaşmadığınız bir yere benim varmış olduğumu
söylemeliyim…-diyerek Mos şaka yapar gibi sözlerine ekleme
bulundu. Bir süre sessiz oturduktan sonra yeniden söze
başladı:”Bu, bugüne ilişkin bir sonuç değil, birkaç yılın bizde
yarattığı bir birikimin ürünü olan bir düşünce. Adige’nin “iyi bir
adamdı”, ”insandı” dediği şeylerin aslında boş sözler olduğunun
ayırdına ancak henüz varmış bulunuyoruz.
- Sen bu aşamaya henüz ulaştığını söylüyorsun ama kızlarımız çok
zamandır o aşamaya ulaşmışlar bile: Komünist değilsen seninle
evlenmeyi kabul etmiyorlar…
- Siz ne derseniz deyin, bu gelen atlı, ata binişine göre bir
Adige olmalı, diye söze karıştı oturanlardan şimdiye değin sessiz
kalmış olan biri, gelen atlıyı süzerek.
- Kimdir bilemem ama yarınki özerklik bayramı için geliyor olmalı.
- Adige de Rus da olsa, o benim gördüğüm atlı sıkı birine
benziyor, diyerek Mos’un hemen yanında oturan kişi kaptı sözü.
”Görmüyor musunuz atı ne denli rahat ve rahvan sürdüğünü! At
binicisine göre hareket eder!Atın hareketinden binicisinin nasıl
biri olduğu anlaşılır:At yürüyüşünü kesintisiz rahvan olarak
sürdürebilir, bazen de tırısa geçebilir, at kırbaç şaklatılmayıp
kendi bildiğince gitmeye, koşmaya başlayacak olursa, o zaman
binici hemen kendini tanıtır. Ancak kırbaç indirildiğinde tırısa
geçecek, kırbaç bırakıldığında da tembel tembel yürüyüşe geçecek
bir at ise, öyle bir atın binicisi sizin olsun!
Dükkan önündekiler böyle konuşup otururlarken, atlı iyice
yaklaştı.
- Vay be, bu Bibolet değil mi? dedi Mıhamet yerinden fırlayarak.
- Evet, o! Diyerek Değotluk atlıya doğru koştu. ”Bibolet!” diye de
seslendi.
Bibolet gerisine doğru baktı, atını geri çevirip atından indi.
Selamlaşma ve kucaklaşmalardan sonra Değotluk sordu.
- Yeni mi geldin, diyerek.
- Evet, şimdi geldim. Siz de erken gelmişsiniz!
- Rayonda bazı işlerim vardı, onun için biraz erken geldim.
- Sizin dışınızda köyünüzden kimler geldiler?
- Bizim dışımızda gelmesi gereken başlıca kişimiz de geldi, dedi
Mhamet, biraz gülümseyerek ve biraz da laf dokundurarak.
- Kim ki?
- Kızlarımız en iyisini, en güzelini de yanımızda getirdik…
- Kimi?
- Nafset de bizimle birlikte geldi, diyerek Değotluko, Mıhamet’in
sır perdesini kaldırdı.
- Nafset mi dedin! Nerede o şimdi? Ansızın Bibolet sevindi ve
gülümsedi.
- Burada bir akrabalarının yanına bıraktık.
- Yalvarırsan, ancak o zaman seni onun yanına götürürüz. İlk
gördüğün zamanki gibi değil, yaman bir kız olup çıktı şimdi, dedi
Mıhamet. Adige pseluh şakacılığını bırakmamıştı hala Mıhamet.
- Sahi nasıl ki o kız? Bildiğimiz Adige kızlarından biri olarak
mı kaldı yoksa okuma olanağı buldu mu?
- Pek okuyabildiğini söyleyemem ama hala kitap okumanın peşini
bırakmıyor. En eylemci kızlarımızdan, komsomola almayı
düşünüyoruz. Akıllı bir kız, oturaklı, kültürlü. Bilindik Adige
kızlarından değil, okuma isteğinden de vazgeçmiş değil, dedi
içten gelen bir duyguyla Değotluko.
- Görsek iyi olurdu.
- Kızları uzaktan izleyip durursan, sıkı eler, ince dokursan,
kendi dediğin gibi, yani bir filozof gibi hareket edersen, hiç
evlenemezsin Bibolet. Kızı beğeniyorsan, hadi gidelim, dedi
Mıhamet, kıza ilişkin Bibolet’in davranışını biraz da eleştirir
bir serzenişle.
- Şimdi olmaz, aslında ben dün gelmeliydim. Önce rayon yönetimi
merkezine uğramam gerekiyor. Bu akşam vaktim olursa buluşup
gideriz.
- Gidelim, onu görmen gerekiyor, Bibolet. Nedendir bilemiyorum ama
Nafset sana biraz kırgın, dedi Değotluk.
Nafset’le ilişkisinin Değotluk’u da kaygılandırdığını anlamıştı
Bibolet. Karşılayış ve konuşma biçiminden, Değotluk’un şaka
yapmadığını, eski bir dost imişler gibi içten konuştuğunu da
anlamıştı. Kendisinin de, Değotluk ile aynı duyguları
paylaştığını anlayınca, içinden bir gülümsedi, Mıhamet ile zaten
uzun bir zamandan beri iyi birer arkadaş idiler, ancak yabancı
kişiler imişler gibi birbirlerine şakamsı laf dokundurdukları
durumlar oluyordu. Değotluko’yu ise sadece bir kez görmüştü. Ancak
çok uzun bir zamandan beri tanıdığı birçok kişiye göre onu
kendisine çok daha yakın buluyordu. ”Bu çocuğun işi bizim işimiz,
arzuları da bizim arzularımız, ihanet etmeyecek biri, gerçek bir
yoldaş” dedi içinden Bibolet. Sanki ilk kez gördüğü biriymiş gibi
süzmüştü Değotluk’u. Öncekine göre daha bir toparlanmış,
olgunlaşmıştı. Siyah kıvrık bıyıkları vardı. Bakışları da öncekine
göre farklılaşmıştı. Daha önceki görüşünde, kendisini bir yetim,
uğursuzun biri imiş gibi aşağılayanlara karşı gözlerinden bir kin,
bir nefret duygusu fışkırıyordu Değotluk’un gözlerinden. Doğru
yolu bulma kaygıları ve bir başına kalmış olmanın umarsızlığı da
gözlerinden okunuyordu. Şimdi, sağlam bir yol seçmiş olmanın
özgüveni içindeydi, seçmiş olduğu bu yolun zafere giden yol
olduğunun bilinci içindeydi. Gözlerinden umut okunmaktaydı, adam
olmuş bu sonunda, diye içinden geçirmişti Bibolet.
Bu duygular içinde bir süre Dğotluk’u süzdükten sonra, Bibolet
yanıtını verdi:
- Doğru, Nafset’in bana gücenmesi için nedeni olmalı: Sözünü
yerine getirmezsen, gücenme ötesi, sana daha kötü bakılabilir.
Gideceğiz, onu zorunlu olarak görmeliyiz. Ayrıca Nafset’in nasıl
biri olduğunu da görmek isterim.
Akşam buluşmak üzere diyerek, atına atlayıp uzaklaştı Bibolet.
Ancak köye gelişinde olduğu gibi atı artık rahvan gitmiyordu.
Nafset’in adını duyunca, iki yıl boyunca aklından çıkmayan ve bir
türlü peşinden ayrılamadığı düşünceler yeniden Bibolet’in
Kafasında uçuşmaya başlamıştı. Nafset’e karşı acımasız
davrandığını anımsadıkça sevinci son buluyor, içi burkuluyordu.
”Sana yardımcı olurum, yeter ki oku diyerek kıza umut ver,
ardından da sırra kadem bas. Zavallı kız canından bezmiş, korku
içinde mektup yazmış, sense yanıt bile vermemişsin!” diye kendi
kendisini kınıyor ve ayıplıyordu. Utancından iki yanağı ateş gibi
tutuşmuştu.
“Artık onu unuttun mu yoksa? ” diye bir iç hesaplaşması içine
girmişti.
Unutmak mı, iki yıl boyunca Nafset’in hayali gözlerinin önünden
hiç gitmemişti ki. Düşündükçe, onu, karşılaştığı diğer
kadınlardan daha çekici, daha büyüleyici bularak geçirmişti
günlerini. Nafset’in de aynı duyguları paylaşmakta olduğunu
kendisine yazmış olduğu mektubundan anlamıştı. Sıradan tanıdıklara
yazılmış gibi olan dizelerle, kızın kendisine söylemeyi arzulamış
olduğu şeyleri, yazılmamış oldukları halde, yansıtmayı başarmıştı.
Kalbinin bir köşesinde gizlenmiş ve saklı kalmış olan aşk ateşi,
sanki bir yıldırım gibi gürleyerek Bibolet’in içinde yeniden
harekete geçmişti. İlk gördüğünde saf temizliğini ve insanca
güzelliğini algılamıştı. Ancak Bibolet, o kızın kendi kültürel
düzeyine ayak uydurabileceğinden kuşkuluydu. Ancak kızı her
düşündüğünde, Nafset’in insanca kişiliğini ve temizliğini daha bir
beğenir olmuştu. Yazmış olduğu dizelerden Nafset’in eğitsel
düzeyinde hızlı bir sıçrama gerçekleşebileceğini anlamıştı.
”Sadece beğenmiş olmak, onun kültür düzeyini yükseltmek için
yeterli olabilir mi? . . ” biçimindeki soru ve kuşkuları da
giderek azalmaya başlamıştı. Köyden alıp kol kanat olayı, onu
üst bir kültürel düzeye ulaşması için yardımcı olmayı, onu
okutmayı düşünür olmuştu. Farkında olmadan kız, kendi kişiliğinin,
ruhunun bir parçası haline gelmişti. Bu oluşum, kişinin ömrü
boyunca karşılaşacağı yegane aşk duygusu olmalıydı. Bu aşk
duygusu, paraya ve soy-sopa bağlı olmayan, her güçlüğü
omuzlamaktan kaçınmayacak olan iki gencin ruhunu bütünleştiren
insanca gerçek bir aşk idi.
Birbirlerine hiç umut vermedikleri ve birbirlerini görmedikleri
halde, kendiliğinden mektup yazmayı göze aldıracak denli
Nafset’in gönlünde yer etmiş olması, bir pseluhun peşine
takılmamış olması, Bibolet’in aşkını daha da bir
güçlendirmekteydi.
Kızın mektubunu alalı üç ay olmuş ama hala bir yanıt vermemişti.
Okuma derdi ve çalkantılı günlerin harareti içinde, farkında
olmadan günler gelip geçmişti. Kızı tek gün için olsun unutmamış,
vereceği yanıtı da içinden hazırlamıştı. Ancak bir yanıt
göndermemişti, bu da bir gerçekti.
Kendisini
kınayan, utanç ve üzüntüler yanında, yeni arzular da uyandıran
karmaşık duygular içine dalmış giderken birden kendine geldi.
Atının yol ortasında durduğunu, tek tük otları yemeye kalkıştığını
görünce, tüm kusurları ona yükleyip atına sert bir kırbaç şaklattı
ve yeniden yola koyuldu.
Rayon
yönetim merkezine gidince sıkı bir çalışmanın içine daldı.
Yarınki özerklik bayramı kutlamaları için eksik kalmış çok iş
vardı. Üstüne yığılı kalan bir sürü iş karşısında Nafset’i unutup
gitmişti.
Sırtına
yüklenen en zorlu görev ise, bir gösteri yürüyüşü düzenlemesi
görevi idi. Adigeler öyle bir sıraya dizilip uygun adımlarla
yürüyüş yapmaya alışkın kişiler değildiler. Atlı olduklarında bile
gruplar halinde, bir kurala bağlı olmaksızın, dağınık halde yola
devam ederlerdi. Herkesin kendi anlayışına göre, karışık bir
biçimde yürüdüğü eski zaman alışkanlıkları hala geçerliydi.
Atlılar neyse, onlar idare edilebilirdi ama yayaların yana yana
ve art arda sıralara dizilip uygun adımlarla yürütülmeleri nasıl
sağlanacaktı… Onlara böyle bir düzeni benimsetmek kolay olmazdı!
Zaten bir arada ve toplu olarak yaya yürümeyi de sevmezlerdi
Adigeler. Bibolet işi başaramama kaygıları içindeydi.
Gösteri
yürüyüşü düzenleme işi ile uğraşırken Bibolet akşamı getirmişti.
Sonunda gösteri yürüyüşünde öncülüğü öğrencilere vermeyi ve
yürüyüşü de öyle başlatmayı karar verdi. Okula gidip Rus
öğretmenle konuştu. Yolda Moskova’da okuyan iki öğrenci ile
karşılaştı, onları da görevlendirdi.
Nafset’in
yanına gitmeyi düşünüyordu ama bir türlü işten kurtulamamış,
akşamı geçirmişti.
Sabah
erkenden öğretmenle birlikte köydeki bütün küçük öğrencileri
topladılar. Bir küçük Rus devrim şarkısı Adigece’ye çevrilmişti,
şarkıyı hemen öğrencilere öğrettiler. Çocuklar ikili sıralar
halinde arka arkaya dizildiler, ellerine birer küçük kızıl bayrak
tutuşturuldu, hep birden şarkı söyleyerek ilçe yönetimi merkezine
(райком) doğru yürüyüşe geçtiler. Bu şarkı sıradan bir
şarkı/nakarat (оридэдэ къодый) olmayıp çok kişi tarafından
söylenen ve bir sınıf bilincini yansıtan bir şarkı olarak köyde
ilk kez duyuluyordu.
Evlerden
fırlayan kadınlar yürüyüşü şaşkınlık içinde ve ilgiyle
izlemekteydiler.
Bu küçük
öğrenciler geçmişin prangaları ile bağlı değildiler, şu yasak bu
yasak (емык1у-ек1угъэ) gibi engellerle bilinçleri bastırılmış da
değildi. Coşku içinde, seslerini de yükselterek neşeli neşeli
şarkıyı söylüyorlardı. Öğretmenin verdiği komutları dinliyor,
gerçek bir asker olmuşlar gibi uygun adımlarla yürüyorlardı. En
küçük sınıf öğrencileri bile, kendilerine büyüklük süsü vererek,
göğüsleri kabarmış bir halde büyük öğrencilere ayak
uydurmaktaydılar.
Öğrencilere böyle bir yürüyüş yaptırılabileceğine Bibolet de
inanamamıştı başlarda. İşin yoluna girmiş olmasının sevinci
içinde, küçük çocuklarla beraber olduğunu unutmuş, bayan
öğretmenle birlikte öğrencilerin önünden marşlar söyleyerek
ilerliyordu.
Topluluk
RİK (hükümet binası) önünde birikmişti. Bahçe içi ve sokak, kimi
oturan, kimi ayakta duran bir sürü insanla dolmuştu. Birkaç yaşlı
hükümet binasının ana kapısı önündeki kazığın yanında
bekleşiyordu. Kamalı ve Adige elbiseleri giyinmiş birkaç yaşlı da
topluluğun en önünde dikiliyordu. Bu yaşlılar Bibolet’in tanıdığı
kişilerdi. Bu insanlar köyün en varlıklı, sözü dinlenen ve
insanları yönlendirmede becerikli olan kişileriydiler. İçlerinde
gerçek kulak (köy burjuvası/köy zengini) olanlar da vardı.
Bibolet’in
niyeti, ilkin yaşlıların yanına varıp gençlerin yürüyüşe
katılmaları için onlardan yardım istemek idi. Ancak öndeki
yaşlıları görünce bu niyetinden vazgeçti. Kurnaz kulak yaşlılarla
bu işin olmayacağını hemen anladı. Gençler yaşlılardan çekinirler,
utanırlar diyerek yürüyüşü iptal etmek de olmazdı. Bu zengin
köylülerin diline düşmüş olurlardı. Gençleri Sovyet iktidarı
lehine yürüyüşe katarmış gibi yapacaklarını ama onların, önemli
durumlarda zengin sınıfının çıkarlarına göre hareket edeceklerini
kavramıştı Bibolet. Kulakların/zenginlerin yardımıyla bir başarı
elde edilemeyeceğini de bilmekteydi.
Bibolet
çocukları yaşlıların önünden geçirdi ve daha büyükçe bir
topluluğun bulunduğu bir yere götürüp orada durdurdu.
Bibolet’in
hiç sevmediği o ihtiyarlar, çocukların yürüyüşünü nefret dolu
bakışlarla izlemişlerdi. Bunlar eski dünyadan artakalmış birer
boş/antik araba gibi yerli yerlerinde kaldılar. Onların
bakışlarının hangi anlama geldiğini çok iyi biliyordu Bibolet:”Küçücük
çocuklarla birlikte adım atan bu budala kişi kimin deli oğlanı ki?
” gibisine düşünceler vardı içlerinde onların. Bibolet yılmadı.
Onların üzülmesi ve ayıplaması gibi şeyler onun umurunda bile
değildi. Topluluğu yürüyüşe katmanın uğraşısı içindeydi.
Tam o
sırada Değotluk ile Mıhamet, Bibolet’i görüp yanına geldiler.
- Tam zamanında sizi buldum! diyerek sevinçle karşıladı her
ikisini de Bibolet. ”Gelin buraya, saflarda yer alın. Nereye
gitsem Mıhamet, seni hep destekçim olarak yanımda buluyorum. Yeni
dünyaya giden yolu ilkin sen aç.
- Nerede duracağım? Bunların -çocukların- arasında mı duracağım!.
. Biraz ürkmüş halde Mıhamet yerinde dura kaldı.
- Geri döndüğümde ve yeni yaşam mücadelesini başlattığımızda, bana
yardımcı olma sözü vermiştin, unuttun mu yoksa bunu? Yoksa benim
yanımda durmayı kendine yakıştıramıyor musun? diyerek sert bir
biçimde konuştu Bibolet Mıhamet’e karşı.
Mıhamet bir süre yerinde kararsız durdu, ardından o da kararlı
konuştu:
- Bibolet, sen nerede durursan ben de orada dururum, asla utanmam,
sözümden de caymam.
- Öyleyse tam sandığım bir kişisin sen. Değotluk ile ikiniz şu
yürüyüş kolunun başına geçin. Değotluk, sen bayrağı al,
tanıdıklarını da buraya çağır.
- İşte yürüyüşe katılacak olanları sıraya dizecek kişi de geliyor.
Değotluk gelen gence işaret ederek (1эут1э фиш1и) çağırdı. ”Köy
parti hücresinin sekreteri işte bu genç” dedi ve çocuğu Bibolet’le
tanıştırdı.
- Birbirimizi tanımadan yürüyüş başlatmaya kalkışmış olmamız,
ikimiz için de birer kusur olmalı. Hangimizin daha kusurlu
olduğunu ise, daha sonra ele alırız, senin şimdiki görevin burada
toplanmış olan kalabalığı saflara sokup yürüyüşe geçirmendir, dedi
Bibolet sekretere.
Sekreter yaman bir çocuk çıktı.
- Olur, onu hemen şimdi yaparız, deyip topluluğun içine girdi ve
en genç olanlara doğru seslendi:”Hadi, buraya gelin!” diye işaret
de ederek.
Sekreter dönüp karşı tarafa da aynı biçimde seslendi.
Biraz daha genç olanlar niçin çağrıldıklarını tam anlayamadan ve
biraz da duraksayarak, çekingen biçimde gelmeye başladılar. Gelen
her kişi, sekreter tarafından şakayla karışık karşılanıyor ve
sıraya diziliyordu. Küçük bir grubun Mıhamet ile Değotluk’un
ardında dizildiğini gören birçok genç de kendiliğinden gelmeye ve
sıraya girmeye başladı. Sekreter birkaç genç daha buldu ve durumu
anlamaları için onları topluluğun yanına gönderdi. Çok geçmeden
Mıhamet ile Değotluk’un ardında dörder saflı uzun bir sıra oluşmuş
oldu.
Uzunca bir yürüyüş kuyruğu oluşmuşken sekreter kızgın bir halde
geri döndü.
- Denemeden insanı tanımak olanaksız. İki komsomol üyesi genç,
yürüyüşe katılmaya yanaşmadı, kendilerini verk (оркъ;soylu)
olarak görüyorlarmış bu efendiler!
- Dert etme bunu, daha yakından bakarsan daha çirkinleri ile de
karşılaşabilirsin. Şimdiye değin onlara gerektiği gibi bakmadığın
için kusur sende. Onlar gelmese bile, burada dizilmiş olanlar bize
yeter, dedi Bibolet.
Topluluğun çoğu yürüyüş kolunda yer alınca, geride kalanlar da
utanıp kendiliklerinden sıraya katıldılar. Topluluktan ayrılıp
gidenlerin bazıları da geriye dönüp yürüyüş koluna katıldılar.
Hükümet konağının önünde sadece birkaç yaşlı kalmıştı. Sonunda
yürüyüş başladı.
İyi giyimli bir adam, yürüyüşte yer almayı kendine yedirememiş
olmalı yaşlıların arasında durmuş bakıyordu. Yürüyüş başlar
başlamaz bu kişi yaşlıların arasından ayrılıp yürüyüşe katıldı.
Yurt içinde kalmış eski beyaz (**) subaylardan biriydi bu kişi.
Ummadığı bir biçimde insanların sıraya dizildiklerini görünce,
hemen saflara katılmış, ardından “düzgün yürüme” için komutlar
vermeye başlamıştı. Kamalı, şık giyimli ve büyüklenen biri de
gelip onunla birlikte sıraya girmişti. Sanki yürüyüşü kendileri
başlatmışlarmış gibi öteye beriye komutlar vermeye başlamışlardı.
Bibolet parti sekreterini çağırdı:
- Bu iki soytarı safa katılacaklarsa doğru düzgün katılsınlar ya
da ayrılsınlar. Yürüyüşe komut verecek olan, yürüyüşe öncülük eden
öğretmendir, bize Beyazordu subaylarının komutları gerekli değil.
Sekreter eski subayın yanına gidip kendisini uyardı, bunun üzerine
subay ayrılıp gitti, durumu gören öteki hatiyak’o (komut verici)
ise, yerini değiştirdi ve sesini kesti.
Marş söyleyecek olan öğrenciler en önde yer aldılar. Çocukların
gerisinde de büyükler sıralanmışlardı. Bayrak Değotluko’nun
elindeydi, Adige tarihinde ilk kez gerçek bir yürüyüş başlamış
oldu. Büyükler ayak uydurmayı pek başaramıyorlardı ama yine de
peş peşi sıra ilerliyorlardı. Ancak tanıdıkları, kendi çocukları
olan sekreter yanlarına geliyor ve yürüyüşe ayak uydurmalarında
yardımcı oluyordu.
Miting alanına gitmek için gecikmiş olanların da koşup saflara
katılmasıyla uzun bir kuyruk, uzun bir yürüyüş kolu oluştu
sonunda. Köyün ana caddesi boyunca ilerleyerek gösteride
bulundular, ardından başka köy bir yolundan geri dönerek miting
alanına doğru yöneldiler.
Yürüyüş işi yoluna koyulunca Bibolet başka işlerin peşine düştü.
Geri döndüğünde mitingin sona erdiğini ve halk danslarının (джэгу)
başlatıldığını gördü.
Kalabalığı yarıp meydana ulaştığında ise, tam karşıda, kızların
içinde duran Nafset’i gördü.
(*)
Çekist-Devrim karşıtlarıyla mücadele etmek üzere kurulmuş Devlet
Güvenlik Komisyonu (ВЧК) mensubu kişi. -HCY
(**) Beyaz-Karşıdevrimci beyazordu mensubu subay ve erlere
o zamanlar verilen ad. -HCY
|