...................
...................

MUTLULUK YOLU      2.BÖLÜM -11

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

XI. AT  YARIŞI (ШЫГЪАЧЪЭР)

Gegu'nun (eğlentinin) ardından at yarışı yapılacağı duyuruldu, gegudakiler ve geguya gelmeyen diğer köylüler, akın akın yarış alanına doğru aktılar. Cadde boyunca ilerleyen kadınların yanında ve kucaklarında çocukları da vardı. Araba (ку) ve kağnılar (тэчанк) tıka basa insanlarla doluydu, bazılarından mızıka (pşıne) sesleri yayılıyor ve hepsi de bir koşuşturma tutturmuş yarışın yapılacağı alana gidiyordu. Atlılar da birbirleriyle yarışırcasına koşuşturuyorlardı. Üstü örtülü olan ve dizginlerinden tutulmuş götürülen birkaç at daha vardı. Bunlara yarışacak olan atlardı.

Kimileri alelacele, kimileri de son takatlerini ortaya koyarak köyden çıkmış yarış alanına doğru ilerlemekteydi. Köyün hemen bitişiğindeki çayırlık alan insanla dolup taşmıştı, bahçe çitlerinin üzerinden dışarı sarkan kabaklar misali, çayırlığın etrafını çeviren çitler kadın ve çocuklarla kaplanmış gibiydi. Erkekler daha çok ortada, yarışın yapılacağı yerde toplanmışlardı. Bazı köşelerden ve sağda solda mızıkalar çalınıyor, oyunlar oynanıyordu. Yarışa katılacak atlar ise daha uzaklarda, ayrı ayrı gezdiriliyorlardı.

Alanın başka bir yerinde atlı ve yayalar karşı karşıya gelmişler, atlıların yaya saflarını yarma girişimini (шыу к1оц1ырыфы) oynuyorlardı. Bazen çayırlıktaki herkesin dikkatini çekecek denli büyük bir çekişme ve nara sesleri ortalığı kaplıyordu. Çocuklar hemen oraya doğru koşmak istiyorlar ama birkaç görevli çocukları ince söğüt dalından sopalarla kovalayıp çocukları oradan uzaklaştırıyordu.

At yarma oyunu yerinde, atlı ve yaya safları arasında uzun boylu Şumaf ile bindiği bücür atı Muştak duruyordu. Muştak durmadan tekmeler savuruyor,  gerisin geri giderek yaya saflarını dağıtıyor ve bozuyordu. Şumefej ise atı ile şakalaşacak ya da dalga geçecek durumda değildi. Şumaf ile Muştak,  birbirlerine kızmışlardı ve inatlaşıyorlardı. Şumaf iyice sinirlenmişti, kırbaç üstüne kırbaç indiriyordu Muştak’a. Böyle bir şeye alışık olmayan Muştak ise, gözleri iri birer armut gibi dışarı taşmış, kızarak yana doğru yatıyormuş gibi fırlamış, yayaların üzerine doğru ilerliyordu, insanlar ise bağrışarak ata yol açıyor, daha uzaktaki kişiler de telaşlı biçimde bağırıyor ve ıslık çalıyorlardı. Hayhuy ve bağrışma sesleri ortalığı kaplamıştı. Sonunda Şumaf, Muştak’ı dizginlemeyi başardı. Muştak meydana girilen ve çıkılan yere doğru gitmeye başladı, mutlu olmuştu, kuyruğunu sallayarak yoluna devam ediyordu. Ancak Muştak boşuna sevinmişti. Şumaf kızarak atının yönünü değiştirtti, atının başını sert bir biçimde geri çevirdi ve onu yarış yerine yeniden yönlendirdi. Sırtındaki bu azman binicisinin kendisini rahat bırakmamış olması Muştak’ı büsbütün çileden çıkardı. Kırbaç indirmesine zaman bırakmadan, binicisini de iplemeden öne doğru fırlayıverdi. Atın değil, binicisi daha iri görünüyordu, at yapışkan sarı toprağı toynaklarıyla bastırıp etrafa sıçratıyor, yere yatmış gibi iki saf halinde dizilmiş insanların arasından koşarak geçiyordu, her iki yandaki insanlar ise durmadan bağırıyor ve ıslık çalıyorlardı.

Beyaz kağıda sarılı parasının düştüğü yere vardıklarında, iriyarı Şumaf aşağı eğiliyor ama eğere takılıyor, kocaman boylu bir çuvalmış gibi, bakanı kahkahaya boğacak bir biçimde baş aşağı atından yuvarlanıp üç dört kez yerde dönüyor. Muştak ise çifteler sallayarak kaçıyor, Şumaf da elleri yanda, hareketsiz bir  halde kalıyor. Kalpağının uçmasıyla,  açığa çıkan Şumaf’ın kel başı güneş altında parıldıyordu, başının tepesinde de iki kımızı kurdele dikilmiş gibi (дэнылъэч идагъэм фэдэу)  iki şerit halinde kan akıyordu.

Koşup Şumaf’ın çevresini kama ucuyla çizip çeviriyorlar. Onun bir kel olduğunu bilmeyen bir çok kişi durumu görmüş, kalpağını bir türlü çıkarmak istemeyişinin nedenini de anlamış oldular…

“Havalandırın, nefes almasını sağlayın!. . ” gibisine bilindik sözleri söyleyip etrafını kuşattıkları bir sırada,  Şumaf yavaş yavaş kendine geldi. Aklı başına gelir gelmez elini başına götürdü, kalpağını uzanıp ldı ve hemen başına geçirdi. Doğrulup oturdu, şaşkın şaşkın bir süre bekledi, ardından hızla yerinden kalktı.
- A, imansız, a Muştak!. . Nereye gitti ki bu Muştak? diyerek, üst başını silkelemeye bile bakmadan kendisini çevreleyen insanların içinden ayrılıp yürüdü.

Bu üzücü durum karşısında kimse Şumaf’a takılmadı, kimse bir şaka yapmaya da kalkışmadı. İyi bir ata  kavuşacak olursa, kimsenin  Şumaf’la  yarışamayacağını köydeki  herkes biliyordu. Şumaf’ın bu başına gelen şey, atsız ve yoksul olmasının bir sonucuydu, bunu  oradakiler şimdi daha iyi anlamışlardı. Bu durum kendilerinin de umarsız olduklarını, bir çıkış yolu bulamadıklarını, özlemlerini gerçekleştirememenin acısı içinde yaşamakta olduklarını onlara da anımsatmıştı. Sonunda üzgün bir biçimde dağılmışlardı. ”O Muştak yüzünden o çocuğun başına bir sürü iş açılacak, anlamalı artık!” gibisine sözler etraftan duyuluyordu. Şıkvotsvırıf  (шык1оц1ырыф;atı yaya safından geçirme) oyunu da bu olay nedeniyle dağılmış oldu.

Topluluk yarış atlarının çıkış yeri yakınlarında birikmeye başladı. Atlı ve yaya hatiyak’olar  (görevli/düzenleyiciler) de harekete geçtiler, meydanda oraya buraya dağılmış olan insanlara yer göstermeye ve onları düzenli bir biçimde yere oturtmaya başladılar. Öte yandan insanlar iyice birikince, yarış atlarını çıkış yerine doğru getirmeye başladılar.

İshak
seslenip Mıhamet’i yanına çağırdı. Mıhamet’i topluluğun arasından çıkarıp gizlice ona şunları söyledi:
- Atına yeterince iş  (idman) verilmiş değil, ama yarışa sokulabilecek bir duruma da geldi. Sen son tura odaklanmaya bak. İsmahil’in atı iyi bir at, ama çalıştırıcıları iş (eğitim) vermesini bilmiyorlar. İlk turda onun öne geçmesi doğal, ama koşu uzadıkça senin atının yoramayacağı bir at buraya getirilmiş değil. Bu atlar içinde korktuğum tek bir at var, o da şu sarı tüylü (шыгъо) küçük at. Nereden getirildiğini bilmiyorum, yöremizin bir atı değil  o  (тичылэшэп)…
- Şu küçük sarı tüylü atı mı dedin, dedi Mıhamet, şaşırmış halde. ”Ben onu hesaba bile katmamıştım! Onu getireni aptalın biridir diye saymıştım…
- İşte o, dediğim o küçük sarı tüylü atın ta kendisi. O atın beden yapısını beğendim, çalıştırıcısının da ona iyi iş verdiği belli, dedi İshak, yeniden beğeni dolu bakışını sarı tüylü ata çevirerek. ”O atı geçecek bir at buraya getirilmişe benzemiyor. Birazdan hakem heyeti (комиссия) toplanacak, sen ikişer kez iki tur koşulmasında ısrarcı ol. Daha az bir turu kabul etme, atın kazanamaz. Şimdi atına binecek olan genci getir de onunla da bir konuşayım.

İshak, Mıhamet’in kıratına binecek olan çocuğa talimatını (унашъо) verip gönderdi.

Çocuğun uzaklaştırdığı kırat (шы бырул) iri kemikli ve hantal görünümlü, şiş göbekli ve kocaman ayaklı tipsiz bir attı.

Atların yarışma kuralını belirleyecek hakem heyeti ortaya gelmişti. İshak ile Mıhamet oraya doğru yürüdüler. İsmahil ile Hacıret (Хьаджырэт) de konuşa konuşa hakem heyetine doğru giderlerken,  Mıhamet de onların yanlarından geçti. Hacıret seslenip Mıhamet’i durdurdu.
- Mıhamet, sen nereye gidiyor, neyine güveniyorsun böyle? Zavallı koşum atına ne diye eziyet ediyorsun, diye üzülüyormuş gibi ama içindeki nefreti yansıtan sözler söyledi Hacıret.

Kızıp gegu’yu (eğlentiyi) terk etmiş olan birinin, şimdi hiçbir şey olmamış gibi at yarışına gelmiş olması Mıhamet’in tuhafına gitmişti. Yarışa geldiklerine göre, onların onur konularını da aşan gizli bir niyetleri olmalıydı. Durup konuşmaya kalkışmadan, içindeki nefreti de pek gizlemeden, ama önemsemiyormuş gibi de yaparak yanıtını yapıştırıverdi:
- Bizim de güvendiğimiz bir şey var elbette!. . Atlar bir koşsunlar hele, o zaman görüşürüz, dedi Mıhamet.

Atların nasıl yarışacakları konusunda hakem heyeti ile hayli uzayan bir görüşme yapıldı. Sonunda İshak’ın görüşü benimsendi, iki buçuk kilometre olan koşu parkurunu her biri ikişer kez olmak üzere iki kez turlamaları, arada on beş dakikalık bir mola verilmesi kararlaştırıldı.

Bağırma-çağırma sesleri arasında koşu parkuru açıldı. Bitiş yerinde arka arkaya iki bayrak (flama) çakıldı. Ardından atlar salındı. Herkes sesini kesti.

İlkin atlar uyumlu bir çıkış yapamadılar. İsmahil’in atının vücudu güneşe karşı parıldıyor, güzel görünümüyle insanı adeta büyülüyordu, çevik bir çıkışla kuş gibi atların içinden fırlayıp en öne geçti. İshak’ın işaret ettiği sarı tüylü küçük at ise hemen ardından onu izliyordu. Mıhamet’in kıratı ise ağır bir kalkış yaptı, uzun boylu, hantal ve umursamaz haliyle en arkaya düşmüştü.

İsmahil’in atı ile sarı tüylü at dışındakiler, bir süre bir arada ve toplu bir halde yarıştılar. Ancak turu yarıladıklarında da kesilmeye başladılar. İsmahil’in atıyla sarı tüylü küçük at ise, ilk çıkışlarındaki konumlarını koruyorlardı.

Tur yerinin öteki dönemecinde, iyice alçalmış olan güneşin kızıllaşmış ışığı karşısında atların gölgeleri belirdi. Birbirinden uzaklaşıp dağılmış olan atların en gerisinde de Mıhamet’in uzun kıratı sallapati (сажнэ къеоу) ve dörtnala geliyordu.

İzleyiciler arasında yarışma heyecan ve telaşı baş göstermişti. Büyük bir tartışma başladı. Bir grup İsmahil’in atını, bir grup da küçük sarı tüylü atı şanslı görüyordu. Köylünün çoğunluğu kalben Mıhamet’in kıratını desteklemekteydi, ama geride kalmış olması,  taraftarlarını hayli umutsuzluğa düşürmüştü, ne diyeceklerini bilemez halde bakınıp duruyorlardı. İsmahil’in atını tutanların çenesini ise kimse kapatamıyordu.

İsmahil ile Hacıret’in yer aldığı grubun içinden bağrışma sesleri duyuluyordu:
- Mıhamet, boşuna böbürleniyor, zahmet edip araba beygirini buraya getirmiş.
- Aptalca bir iş peşinde anlaşılan, zavallı kart atına yazık oluyor.
- Ne olup olmayacağı şimdiden belli olmaz.
- Ne yani, biz hiç at mı görmemişiz. Dörtnala koşmak dışında bu atın bir şey yapamayacağı belli değil mi?
- Neyse, attan çok iyi anladığını söylüyordu ya, anlayıp anlamadığı anlaşılır artık!

Atlar koşarak önlerinden geçtiler. İsmahil’in atı yine öndeydi. Ateş gibiydi ve binicisi atı zor zapt ediyordu ve şahane bir koşu da çıkarıyordu. Ancak dökülmeye başlayan atın tüyleri arasından,  solgun ve zayıf olanları seçilebiliyordu.

Sarı tüylü küçük at ise ilk çıkışındaki kararında koşusunu sürdürüyordu, hızını ne arttırıyor, ne de düşürüyordu. Gözleri yerinde ve zeki bir biçimde dışa doğru parıldıyor, başını sevimli bir biçimde öne doğru uzatıyor ve kararlı bir biçimde koşuyordu.

İlk turda kıratın gücünü korumuş (kesilmemiş) olması, Mıhamet’in dostları arasında az da olsa bir umuda yol açmıştı, ama iyi ya da kötü diyecek durumda da değildiler. Kıratın ne yapacağı henüz anlaşılamıyordu.

İnsanların bulunduğu yeri dolanıp ikinci tura geçtiklerinde, kırat dörtnala ve sallapati koşmayı bırakıp daha düzgün biçimde koşmaya başladı. Uzun bedeniyle sanki yere koşut uzanmış gibi, hızlanan bir tempoda koşuyordu. Yavaş yavaş önünde gitmekte olan atların bazılarını bir bir geçti.
- Hey, hey, olup biteni görmüyorsunuz! Bu kırat bir şey yapacak anlaşılan, diyerek birçok kişi sevindi.

Kırat, en geriye düşmüş olan atların bazılarını geçti, İsmahil’in atı ile küçük sarı tüylü ata yetişmek için, önünde iki at kalmışken, hızını kesti. Pozisyonunu korur halde ikinci dönüş çizgisinin bitimine ulaştı.

Atlar parkurdan ayrılınca, atlılar peşlerinden koştular. Binici çocuklar atlardan indiler, atları başka kişilere bıraktılar.

İsmahil’in atı adeta kudurmuş (хьашхъурэ1у) gibiydi. Gücü yerinde gibi görünüyordu, ama tüylerinden ter akmaya da başlamıştı. En az terlemiş olan atlar ise, küçük sarı tüylü at ile Mıhamet’in kıratı idi. Mıhamet’in yandaşları kıratın kesilmemiş olmasının iyiye işaret olduğunu söylemeye başladıklarında, İsmahil ile Hacıret’in grubu yanıt vermekte gecikmedi:
- O kadarcık bir koşuyla, elbette kesilmez! Koşmuyor ki, sadece dörtnala gidiyor.

Mıhamet ile İshak yan yana duruyorlardı. İshak kaygılı değildi, onca koşu boyunca ağzından tek sözcük çıkmamıştı. Mıhamet ise tam tersine, alabildiğine telaşlı ve heyecanlıydı, sadece İshak’ın sakin görünümü onda biraz olsun bir umut oluşturuyordu. Koşuya ara verildiğinde, kıratına güveni iyice azaldı ve bir moral çöküntü içine düştü. Ancak bunu belli etmek istemiyordu, içi buz gibi soğumuş halde, hafif  bir sesle İshak’a sordu:
- İshak, durumu nasıl görüyorsun?
- Ata binen çocuk binici olabilecek, dediklerimi yapıyor, dedi sadece İshak, Mıhamet ise beklediği yanıtı alamadı.

Atlar yeniden koşmaya başladılar. Yine İsmahil’in atı kuş gibi en öne fırladı. Küçük sarı tüylü at da  onu izliyordu. Öne geçmiyor, ama mesafeyi de koruyordu. Kırat yine hantal, dörtnala gidiyor, en arkaya düşmüş atların arasında bulunuyordu.

İsmahil’in atıyla sarı tüylü (шыгъо) at yine hayli önden koşuyorlardı.

Mıhamet’in umudunun iyice tükendiği, atların koşu parkurunu iki kez döndükleri bir sırada, kırat, arasında bulunduğu atları yeniden geçmeye başladı. Ağır ve dörtnala koşmayı bırakmıştı. Ancak yine de acele etmiyordu. Rahat bir biçimde yere koşut uzanmış, uzun bedenini tazı gibi öne uzatmış koşuyordu. Mıhamet’in umudu biraz olsun yerine gelmeye başlamıştı, yanındakiler de kıratın ne yapacağını, merak ve heyecan içinde bekliyorlardı.

Koşu parkurunu bir kez turlayıp ilk çıkış yerine gelmişlerdi atlar. İsmahil’in atı yine öndeydi. Ağzı köpüklenmişti ve ağzından adeta ateş saçılıyordu, ama gücünün azalmakta, kesilmekte olduğu da anlaşılıyordu.

Küçük sarı tüylü at yine onu izliyordu. Kırat ise onlara bayağı yakınlaşmış,  bu iki atın gerisinden koşuyordu. Diğer atlar ise artık çok gerilerde kalmışlar ve öteye beriye saçılmış halde koşuyorlardı.

Atlar ikinci kez yeni bir tura başladılar. Kıratın üstündeki çocuk üç kez ata kırbacını şaklattı. Kırat açılıp uzunlamasına adeta yere yatmış gibi ağır ağır hızlanarak koşmaya ve giderek de hızını artırmaya başladı. Kıratın hızlanması üzerine sarı tüylü at üzerindeki binici de kırbacını şakırdatmaya başladı ve İsmahil’in atının hizasına geldi. İki at yan yana yarışırken kırat da onların hizasına erişti.

Kırat ile sarı tüylü at yan yana, İsmahil’in atı ise geride dönemece ulaştılar, oradan da geriye döndüler.

Topluluğun olduğu yere doğru, önde olan at hangisiymiş belli olmayacak bir biçimde bir süre koşuyu sürdürdüler. Atlara binen çocukların bağırma sesleri, bir turna kuşu sesi gibi duyuluyor, çocuklar birbirlerini geçmeye çalışıyorlardı. Sonucu bekleyen topluluğun heyecanı da doruğuna ulaşmıştı. Atlı hatiyak’olar   (görevliler)  hemen koşuşturmaya başladılar.
- Atların önüne geçmeyin!
- Atlarla yarışmayın, yarışmaya da kalkışmayın!
- Geriye çekilin! Yol verin! gibi bağrışmalar duyuluyordu.


Mıhamet heyecan içinde ve ne yapacağını bilemez halde, uzanıp İshak’ın sopası (asası) üzerindeki elini yakaladı. İshak da öbür elini uzatıp Mıhamet’in elini sıktı ve gülümseyerek konuştu:
- Kaygılanma, kaygılanma yavrum, benim o kırata güvenim tam.

Atı koşar ya da koşamaz denmesine üzülüyor değildi Mıhamet bugün için. Bugün kıratının yarışı önde bitirip bitirmemesi de umurunda değildi, sevmediği kişilerin kendisiyle dalga geçecek olmaları, asıl o kaygılandırıyordu Mıhamet’i. Ancak atının birinci gelmesi her şeyden de önemli olurdu bugün için. Kendisi durmadan çalışıyor, ama bir şey elde edemiyordu, özlemini çekip de ulaşamadığı çok şeye, birçokları hiç çalışmadan ulaşıyorlardı, bu yüzden onlara karşı içinde bir nefret duygusu oluşmuştu, öyle kişilere karşı bir hınç vardı içinde, öyle kişilerin acı dolu sözleri kendisine dokunuyor, bu durum nefretini daha da artırıyordu, her şey iç içe geçmiş gidiyordu. Kıratı İsmahil’in atının gerisinde kalırsa, kendisine kardeşten de daha yakın olan dostlarının üzüleceklerini bilmenin kaygılarını da  içinde taşıyordu…

Binici çocukların bağırma sesleri yakınlaşmıştı. Binicilerin kırbaçları kuş gibi kendileriyle birlikte havada uçuşmaktaydı. Çocukları çıplak  bırakacak ölçüde daracık gömlekleri bel üzerinden  sıkılanmıştı, başları da rüzgara karşı bağlanmıştı, kara yağız görünümleriyle  batan güneşle yarışmakta olan  bu çocuklar sıradan insanlara hiç   benzemiyorlar, çok ilginç kişilermiş gibi geliyordu birçoklarına. İnce kol ve  bedenleri ise,  rüzgarın sallayıp durduğu bahçe korkuluklarını andırıyordu…

Atlar yaklaşmaya başlayınca insanların heyecanı daha da bir arttı. ”Kırat en önde!”, ”Kıratın yaptığı da inanılacak gibi değil doğrusu!”, İsmahil’in doru atı (ишы пц1эгъоплъ)   geride kaldı!”, ”Ot tibi, kıratım benim!” diyerek, insanlar şaşkınlık ve sevinç içinde bağrışıyorlardı.

Yükselen Allah Allah ve dua sesleri içinde, at hatiyak’oları atlarının kap-kap ayak sesleri ile birlikte koşup gelen atları karşıladılar. Başka bir yerden Şumefej de fırladı, atı Muştak’ın karnı yere sürtecekmiş gibi uzanmış, yapışkan toprakları öteye beriye saçarak, kendi de bir Nart atlısı imiş gibi, diğer atların en gerisinden koşup gidiyordu.

Hayhay-huyhuy sesleri içinde, epeyi ürkütülmüş ve gözleri fırlamış bir biçimde yarış atları bitiş çizgisine eriştiler. Kırat en öndeydi, gücünü toplamış, geniş tırnaklarını yere yaymış, uzunlamasına yere adeta yatıklaşmış, burun delikleri yumruk alacak ölçüde açılmış halde,  kırat art arda çakılı iki bayrak arasına ulaştı. Ancak ikinci bayrağa henüz ulaşmadan sarı tüylü küçük at da mızrak başı gibi küçükbaşını uzatıp kurşun gibi kıratla birlikte iki bayrak arası yere fırlayıverdi. Her iki atın da iki bayrak arasını geçtiği bir sırada köpükler içinde İsmahil’in doru atı da geriden bitiş çizgisine geldi…

Mıhamet derin ve rahat bir nefes çekti.
- Varol, kıratım benim (Опсэужь, сибырулэжъ)!Ömrün boyunca benim için artık hiç bir şey yapmasan   bile,  bu başarın benim için yeter!diye kendini tutamayarak adamakıllı bir haykırdı ve kıratına doğru koşmaya başladı.

İnsanlar dağılıp atların bulunduğu yere doğru koşuştular. Hiçbirinin ne dediği anlaşılamayacak bir biçimde konuşma ve tartışmalar meydanı kaplamıştı. Bir iki yerden de mızıka (pşıne) sesleri gelmeye başlamıştı.

Atlar, gezdiriliyorlardı. Mıhamet, kendisini çevreleyen insanların arasından kıratının gezdirilmek üzere götürülüşüne bakıyordu. Bir baktığında İsmahil’in kızgın kızgın bulundukları yere doğru gelmekte olduğunu gördü. Geliş biçimini hiç beğenmemişti, bu nedenle kıratını unutmuş İsmahil’in bu tuhaf gelişini izlemeye başlamıştı. Yanlarından geçerken İsmahil, bir kez Mıhamet’e doğru bir baktı. Kendisini beğenmiş, başkalarıyla dalga geçen her zamanki hali yoktu üzerinde. Rahatsızlanmış gibi gözleri çapaklanmıştı. Mıhamet’i gördü, ama görmek istemiyormuş gibi gözlerini hemen ondan kaçırdı. Bir yerlere erişme telaşı içindeymiş gibi,  dolaştırılmakta olan doru atına doğru gitmeye başladı. Giderken de ceketinin eteğinde bulunan tabancasına elini attı. Durumu görür görmez Mıhammet, topluluğun içinde fırladı.

İsmahil, doru atını dizginlerinden tuttu, tabancasını çekip  şakağına dayadı. Mıhamet hızla yetişti, İsmahil’in elini yukarıya ittiği bir anda tabanca da ateş aldı. Doru at, pırh (пархъ) sesi çıkararak sahibinin elinden kurtuldu ve cin çarpmış gibi sıçradı, başını alıp uzaklaştı.
- Yahu, gerçekten yakışmıyor bu yaptığın şey! diye bağırdı Mıhamet İsmahil’e.
- Ne yapıp yapmayacağımı sadece ben bilirim, atın sahibi ben değil miyim?!diyerek kan bürümüş gözleriyle Mıhamet’e bir bakıp  elini çekti Mıhamet’in elinden.
- İnsanlığın olduğu bir yerde, atına öyle aklına gelen her şeyi yapamazsın! Ata iş vermeyi bilmiyorsan, kusur atın mı oluyormuş! diye karşılık verdi Mıhamet.

Mıhamet çok şaşırmıştı, İsmahil’in o denli kızdığını ve renginin o denli attığını hiç görmemişti. Alaycı-şakacı görünümü gitmiş, şık davranış biçimi de kalmamıştı İsmahil’in,  çirkin görünümü adamakıllı yüzüne yansımıştı…

İnsanlar koşuşturarak geldiler. Yapılan eleştiri ve azarlamalara karşılık verme gereği duymamıştı İsmahil, ne yapacağını bilmiyormuş gibi, tabancası elinde, gözü kararmış, adeta kudurmuş köpek gibi, alık alık bakınarak bir süre yerinde durdu. Ardından tabancasını kılıfına soktu, kimseyle ilgilenmiyormuş gibi de yaparak, tek söz bile etmeden köyün yolunu tuttu.

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son