XI.
AT YARIŞI (ШЫГЪАЧЪЭР)
Gegu'nun (eğlentinin) ardından at yarışı yapılacağı duyuruldu,
gegudakiler ve geguya gelmeyen diğer köylüler, akın akın yarış
alanına doğru aktılar. Cadde boyunca ilerleyen kadınların
yanında ve kucaklarında çocukları da vardı. Araba (ку)
ve kağnılar (тэчанк) tıka basa insanlarla doluydu, bazılarından
mızıka (pşıne) sesleri yayılıyor ve hepsi de bir koşuşturma
tutturmuş yarışın yapılacağı alana gidiyordu. Atlılar da
birbirleriyle yarışırcasına koşuşturuyorlardı. Üstü örtülü olan ve
dizginlerinden tutulmuş götürülen birkaç at daha vardı. Bunlara
yarışacak olan atlardı.
Kimileri alelacele, kimileri de son takatlerini ortaya koyarak
köyden çıkmış yarış alanına doğru ilerlemekteydi. Köyün hemen
bitişiğindeki çayırlık alan insanla dolup taşmıştı, bahçe
çitlerinin üzerinden dışarı sarkan kabaklar misali, çayırlığın
etrafını çeviren çitler kadın ve çocuklarla kaplanmış gibiydi.
Erkekler daha çok ortada, yarışın yapılacağı yerde toplanmışlardı.
Bazı köşelerden ve sağda solda mızıkalar çalınıyor, oyunlar
oynanıyordu. Yarışa katılacak atlar ise daha uzaklarda, ayrı ayrı
gezdiriliyorlardı.
Alanın başka bir yerinde atlı ve yayalar karşı karşıya gelmişler,
atlıların yaya saflarını yarma girişimini (шыу к1оц1ырыфы)
oynuyorlardı. Bazen çayırlıktaki herkesin dikkatini çekecek denli
büyük bir çekişme ve nara sesleri ortalığı kaplıyordu. Çocuklar
hemen oraya doğru koşmak istiyorlar ama birkaç görevli çocukları
ince söğüt dalından sopalarla kovalayıp çocukları oradan
uzaklaştırıyordu.
At yarma oyunu yerinde, atlı ve yaya safları arasında uzun boylu
Şumaf ile bindiği bücür atı Muştak duruyordu. Muştak
durmadan tekmeler savuruyor, gerisin geri giderek yaya saflarını
dağıtıyor ve bozuyordu. Şumefej ise atı ile şakalaşacak ya da
dalga geçecek durumda değildi. Şumaf ile Muştak, birbirlerine
kızmışlardı ve inatlaşıyorlardı. Şumaf iyice sinirlenmişti, kırbaç
üstüne kırbaç indiriyordu Muştak’a. Böyle bir şeye alışık olmayan
Muştak ise, gözleri iri birer armut gibi dışarı taşmış, kızarak
yana doğru yatıyormuş gibi fırlamış, yayaların üzerine doğru
ilerliyordu, insanlar ise bağrışarak ata yol açıyor, daha uzaktaki
kişiler de telaşlı biçimde bağırıyor ve ıslık çalıyorlardı. Hayhuy
ve bağrışma sesleri ortalığı kaplamıştı. Sonunda Şumaf, Muştak’ı
dizginlemeyi başardı. Muştak meydana girilen ve çıkılan yere doğru
gitmeye başladı, mutlu olmuştu, kuyruğunu sallayarak yoluna devam
ediyordu. Ancak Muştak boşuna sevinmişti. Şumaf kızarak atının
yönünü değiştirtti, atının başını sert bir biçimde geri çevirdi ve
onu yarış yerine yeniden yönlendirdi. Sırtındaki bu azman
binicisinin kendisini rahat bırakmamış olması Muştak’ı büsbütün
çileden çıkardı. Kırbaç indirmesine zaman bırakmadan, binicisini
de iplemeden öne doğru fırlayıverdi. Atın değil, binicisi daha iri
görünüyordu, at yapışkan sarı toprağı toynaklarıyla bastırıp
etrafa sıçratıyor, yere yatmış gibi iki saf halinde dizilmiş
insanların arasından koşarak geçiyordu, her iki yandaki insanlar
ise durmadan bağırıyor ve ıslık çalıyorlardı.
Beyaz kağıda sarılı parasının düştüğü yere vardıklarında, iriyarı
Şumaf aşağı eğiliyor ama eğere takılıyor, kocaman boylu bir
çuvalmış gibi, bakanı kahkahaya boğacak bir biçimde baş aşağı
atından yuvarlanıp üç dört kez yerde dönüyor. Muştak ise çifteler
sallayarak kaçıyor, Şumaf da elleri yanda, hareketsiz bir halde
kalıyor. Kalpağının uçmasıyla, açığa çıkan Şumaf’ın kel başı
güneş altında parıldıyordu, başının tepesinde de iki kımızı
kurdele dikilmiş gibi (дэнылъэч идагъэм фэдэу) iki şerit halinde
kan akıyordu.
Koşup Şumaf’ın çevresini kama ucuyla çizip çeviriyorlar. Onun bir
kel olduğunu bilmeyen bir çok kişi durumu görmüş, kalpağını bir
türlü çıkarmak istemeyişinin nedenini de anlamış oldular…
“Havalandırın, nefes almasını sağlayın!. . ” gibisine bilindik
sözleri söyleyip etrafını kuşattıkları bir sırada, Şumaf yavaş
yavaş kendine geldi. Aklı başına gelir gelmez elini başına
götürdü, kalpağını uzanıp ldı ve hemen başına geçirdi. Doğrulup
oturdu, şaşkın şaşkın bir süre bekledi, ardından hızla yerinden
kalktı.
- A, imansız, a Muştak!. . Nereye gitti ki bu Muştak? diyerek, üst
başını silkelemeye bile bakmadan kendisini çevreleyen insanların
içinden ayrılıp yürüdü.
Bu üzücü durum karşısında kimse Şumaf’a takılmadı, kimse bir şaka
yapmaya da kalkışmadı. İyi bir ata kavuşacak olursa, kimsenin
Şumaf’la yarışamayacağını köydeki herkes biliyordu. Şumaf’ın bu
başına gelen şey, atsız ve yoksul olmasının bir sonucuydu, bunu
oradakiler şimdi daha iyi anlamışlardı. Bu durum kendilerinin de
umarsız olduklarını, bir çıkış yolu bulamadıklarını, özlemlerini
gerçekleştirememenin acısı içinde yaşamakta olduklarını onlara da
anımsatmıştı. Sonunda üzgün bir biçimde dağılmışlardı. ”O Muştak
yüzünden o çocuğun başına bir sürü iş açılacak, anlamalı artık!”
gibisine sözler etraftan duyuluyordu. Şıkvotsvırıf
(шык1оц1ырыф;atı yaya safından geçirme) oyunu da bu olay nedeniyle
dağılmış oldu.
Topluluk yarış atlarının çıkış yeri yakınlarında birikmeye
başladı. Atlı ve yaya hatiyak’olar (görevli/düzenleyiciler) de
harekete geçtiler, meydanda oraya buraya dağılmış olan insanlara
yer göstermeye ve onları düzenli bir biçimde yere oturtmaya
başladılar. Öte yandan insanlar iyice birikince, yarış atlarını
çıkış yerine doğru getirmeye başladılar.
İshak seslenip Mıhamet’i yanına çağırdı. Mıhamet’i
topluluğun arasından çıkarıp gizlice ona şunları söyledi:
- Atına yeterince iş (idman) verilmiş değil, ama yarışa
sokulabilecek bir duruma da geldi. Sen son tura odaklanmaya bak.
İsmahil’in atı iyi bir at, ama çalıştırıcıları iş (eğitim)
vermesini bilmiyorlar. İlk turda onun öne geçmesi doğal, ama koşu
uzadıkça senin atının yoramayacağı bir at buraya getirilmiş değil.
Bu atlar içinde korktuğum tek bir at var, o da şu sarı tüylü (шыгъо)
küçük at. Nereden getirildiğini bilmiyorum, yöremizin bir atı
değil o (тичылэшэп)…
- Şu küçük sarı tüylü atı mı dedin, dedi Mıhamet, şaşırmış halde.
”Ben onu hesaba bile katmamıştım! Onu getireni aptalın biridir
diye saymıştım…
- İşte o, dediğim o küçük sarı tüylü atın ta kendisi. O atın beden
yapısını beğendim, çalıştırıcısının da ona iyi iş verdiği belli,
dedi İshak, yeniden beğeni dolu bakışını sarı tüylü ata çevirerek.
”O atı geçecek bir at buraya getirilmişe benzemiyor. Birazdan
hakem heyeti (комиссия) toplanacak, sen ikişer kez iki tur
koşulmasında ısrarcı ol. Daha az bir turu kabul etme, atın
kazanamaz. Şimdi atına binecek olan genci getir de onunla da bir
konuşayım.
İshak, Mıhamet’in kıratına binecek olan çocuğa talimatını (унашъо)
verip gönderdi.
Çocuğun uzaklaştırdığı kırat (шы бырул) iri kemikli ve hantal
görünümlü, şiş göbekli ve kocaman ayaklı tipsiz bir attı.
Atların yarışma kuralını belirleyecek hakem heyeti ortaya
gelmişti. İshak ile Mıhamet oraya doğru yürüdüler. İsmahil
ile Hacıret (Хьаджырэт) de konuşa konuşa hakem heyetine
doğru giderlerken, Mıhamet de onların yanlarından geçti. Hacıret
seslenip Mıhamet’i durdurdu.
- Mıhamet, sen nereye gidiyor, neyine güveniyorsun böyle? Zavallı
koşum atına ne diye eziyet ediyorsun, diye üzülüyormuş gibi ama
içindeki nefreti yansıtan sözler söyledi Hacıret.
Kızıp gegu’yu (eğlentiyi) terk etmiş olan birinin, şimdi hiçbir
şey olmamış gibi at yarışına gelmiş olması Mıhamet’in tuhafına
gitmişti. Yarışa geldiklerine göre, onların onur konularını da
aşan gizli bir niyetleri olmalıydı. Durup konuşmaya kalkışmadan,
içindeki nefreti de pek gizlemeden, ama önemsemiyormuş gibi de
yaparak yanıtını yapıştırıverdi:
- Bizim de güvendiğimiz bir şey var elbette!. . Atlar bir
koşsunlar hele, o zaman görüşürüz, dedi Mıhamet.
Atların nasıl yarışacakları konusunda hakem heyeti ile hayli
uzayan bir görüşme yapıldı. Sonunda İshak’ın görüşü benimsendi,
iki buçuk kilometre olan koşu parkurunu her biri ikişer kez olmak
üzere iki kez turlamaları, arada on beş dakikalık bir mola
verilmesi kararlaştırıldı.
Bağırma-çağırma sesleri arasında koşu parkuru açıldı. Bitiş
yerinde arka arkaya iki bayrak (flama) çakıldı. Ardından atlar
salındı. Herkes sesini kesti.
İlkin atlar uyumlu bir çıkış yapamadılar. İsmahil’in atının vücudu
güneşe karşı parıldıyor, güzel görünümüyle insanı adeta
büyülüyordu, çevik bir çıkışla kuş gibi atların içinden fırlayıp
en öne geçti. İshak’ın işaret ettiği sarı tüylü küçük at ise hemen
ardından onu izliyordu. Mıhamet’in kıratı ise ağır bir kalkış
yaptı, uzun boylu, hantal ve umursamaz haliyle en arkaya düşmüştü.
İsmahil’in atı ile sarı tüylü at dışındakiler, bir süre bir arada
ve toplu bir halde yarıştılar. Ancak turu yarıladıklarında da
kesilmeye başladılar. İsmahil’in atıyla sarı tüylü küçük at ise,
ilk çıkışlarındaki konumlarını koruyorlardı.
Tur yerinin öteki dönemecinde, iyice alçalmış olan güneşin
kızıllaşmış ışığı karşısında atların gölgeleri belirdi.
Birbirinden uzaklaşıp dağılmış olan atların en gerisinde de
Mıhamet’in uzun kıratı sallapati (сажнэ къеоу) ve dörtnala
geliyordu.
İzleyiciler arasında yarışma heyecan ve telaşı baş göstermişti.
Büyük bir tartışma başladı. Bir grup İsmahil’in atını, bir grup da
küçük sarı tüylü atı şanslı görüyordu. Köylünün çoğunluğu kalben
Mıhamet’in kıratını desteklemekteydi, ama geride kalmış olması,
taraftarlarını hayli umutsuzluğa düşürmüştü, ne diyeceklerini
bilemez halde bakınıp duruyorlardı. İsmahil’in atını tutanların
çenesini ise kimse kapatamıyordu.
İsmahil ile Hacıret’in yer aldığı grubun içinden bağrışma sesleri
duyuluyordu:
- Mıhamet, boşuna böbürleniyor, zahmet edip araba beygirini buraya
getirmiş.
- Aptalca bir iş peşinde anlaşılan, zavallı kart atına yazık
oluyor.
- Ne olup olmayacağı şimdiden belli olmaz.
- Ne yani, biz hiç at mı görmemişiz. Dörtnala koşmak dışında bu
atın bir şey yapamayacağı belli değil mi?
- Neyse, attan çok iyi anladığını söylüyordu ya, anlayıp
anlamadığı anlaşılır artık!
Atlar koşarak önlerinden geçtiler. İsmahil’in atı yine öndeydi.
Ateş gibiydi ve binicisi atı zor zapt ediyordu ve şahane bir koşu
da çıkarıyordu. Ancak dökülmeye başlayan atın tüyleri arasından,
solgun ve zayıf olanları seçilebiliyordu.
Sarı tüylü küçük at ise ilk çıkışındaki kararında koşusunu
sürdürüyordu, hızını ne arttırıyor, ne de düşürüyordu. Gözleri
yerinde ve zeki bir biçimde dışa doğru parıldıyor, başını sevimli
bir biçimde öne doğru uzatıyor ve kararlı bir biçimde koşuyordu.
İlk turda kıratın gücünü korumuş (kesilmemiş) olması, Mıhamet’in
dostları arasında az da olsa bir umuda yol açmıştı, ama iyi ya da
kötü diyecek durumda da değildiler. Kıratın ne yapacağı henüz
anlaşılamıyordu.
İnsanların bulunduğu yeri dolanıp ikinci tura geçtiklerinde, kırat
dörtnala ve sallapati koşmayı bırakıp daha düzgün biçimde koşmaya
başladı. Uzun bedeniyle sanki yere koşut uzanmış gibi, hızlanan
bir tempoda koşuyordu. Yavaş yavaş önünde gitmekte olan atların
bazılarını bir bir geçti.
- Hey, hey, olup biteni görmüyorsunuz! Bu kırat bir şey yapacak
anlaşılan, diyerek birçok kişi sevindi.
Kırat, en geriye düşmüş olan atların bazılarını geçti, İsmahil’in
atı ile küçük sarı tüylü ata yetişmek için, önünde iki at
kalmışken, hızını kesti. Pozisyonunu korur halde ikinci dönüş
çizgisinin bitimine ulaştı.
Atlar parkurdan ayrılınca, atlılar peşlerinden koştular. Binici
çocuklar atlardan indiler, atları başka kişilere bıraktılar.
İsmahil’in atı adeta kudurmuş (хьашхъурэ1у) gibiydi. Gücü yerinde
gibi görünüyordu, ama tüylerinden ter akmaya da başlamıştı. En az
terlemiş olan atlar ise, küçük sarı tüylü at ile Mıhamet’in kıratı
idi. Mıhamet’in yandaşları kıratın kesilmemiş olmasının iyiye
işaret olduğunu söylemeye başladıklarında, İsmahil ile Hacıret’in
grubu yanıt vermekte gecikmedi:
- O kadarcık bir koşuyla, elbette kesilmez! Koşmuyor ki, sadece
dörtnala gidiyor.
Mıhamet ile İshak yan yana duruyorlardı. İshak kaygılı değildi,
onca koşu boyunca ağzından tek sözcük çıkmamıştı. Mıhamet ise tam
tersine, alabildiğine telaşlı ve heyecanlıydı, sadece İshak’ın
sakin görünümü onda biraz olsun bir umut oluşturuyordu. Koşuya ara
verildiğinde, kıratına güveni iyice azaldı ve bir moral çöküntü
içine düştü. Ancak bunu belli etmek istemiyordu, içi buz gibi
soğumuş halde, hafif bir sesle İshak’a sordu:
- İshak, durumu nasıl görüyorsun?
- Ata binen çocuk binici olabilecek, dediklerimi yapıyor, dedi
sadece İshak, Mıhamet ise beklediği yanıtı alamadı.
Atlar yeniden koşmaya başladılar. Yine İsmahil’in atı kuş gibi en
öne fırladı. Küçük sarı tüylü at da onu izliyordu. Öne geçmiyor,
ama mesafeyi de koruyordu. Kırat yine hantal, dörtnala gidiyor, en
arkaya düşmüş atların arasında bulunuyordu.
İsmahil’in atıyla sarı tüylü (шыгъо) at yine hayli önden
koşuyorlardı.
Mıhamet’in umudunun iyice tükendiği, atların koşu parkurunu iki
kez döndükleri bir sırada, kırat, arasında bulunduğu atları
yeniden geçmeye başladı. Ağır ve dörtnala koşmayı bırakmıştı.
Ancak yine de acele etmiyordu. Rahat bir biçimde yere koşut
uzanmış, uzun bedenini tazı gibi öne uzatmış koşuyordu. Mıhamet’in
umudu biraz olsun yerine gelmeye başlamıştı, yanındakiler de
kıratın ne yapacağını, merak ve heyecan içinde bekliyorlardı.
Koşu parkurunu bir kez turlayıp ilk çıkış yerine gelmişlerdi
atlar. İsmahil’in atı yine öndeydi. Ağzı köpüklenmişti ve ağzından
adeta ateş saçılıyordu, ama gücünün azalmakta, kesilmekte olduğu
da anlaşılıyordu.
Küçük sarı tüylü at yine onu izliyordu. Kırat ise onlara bayağı
yakınlaşmış, bu iki atın gerisinden koşuyordu. Diğer atlar ise
artık çok gerilerde kalmışlar ve öteye beriye saçılmış halde
koşuyorlardı.
Atlar ikinci kez yeni bir tura başladılar. Kıratın üstündeki çocuk
üç kez ata kırbacını şaklattı. Kırat açılıp uzunlamasına adeta
yere yatmış gibi ağır ağır hızlanarak koşmaya ve giderek de hızını
artırmaya başladı. Kıratın hızlanması üzerine sarı tüylü at
üzerindeki binici de kırbacını şakırdatmaya başladı ve İsmahil’in
atının hizasına geldi. İki at yan yana yarışırken kırat da onların
hizasına erişti.
Kırat ile sarı tüylü at yan yana, İsmahil’in atı ise geride
dönemece ulaştılar, oradan da geriye döndüler.
Topluluğun olduğu yere doğru, önde olan at hangisiymiş belli
olmayacak bir biçimde bir süre koşuyu sürdürdüler. Atlara binen
çocukların bağırma sesleri, bir turna kuşu sesi gibi duyuluyor,
çocuklar birbirlerini geçmeye çalışıyorlardı. Sonucu bekleyen
topluluğun heyecanı da doruğuna ulaşmıştı. Atlı hatiyak’olar
(görevliler) hemen koşuşturmaya başladılar.
- Atların önüne geçmeyin!
- Atlarla yarışmayın, yarışmaya da kalkışmayın!
- Geriye çekilin! Yol verin! gibi bağrışmalar duyuluyordu.
Mıhamet heyecan içinde ve ne yapacağını bilemez halde, uzanıp
İshak’ın sopası (asası) üzerindeki elini yakaladı. İshak da öbür
elini uzatıp Mıhamet’in elini sıktı ve gülümseyerek konuştu:
- Kaygılanma, kaygılanma yavrum, benim o kırata güvenim tam.
Atı koşar ya da koşamaz denmesine üzülüyor değildi Mıhamet bugün
için. Bugün kıratının yarışı önde bitirip bitirmemesi de umurunda
değildi, sevmediği kişilerin kendisiyle dalga geçecek olmaları,
asıl o kaygılandırıyordu Mıhamet’i. Ancak atının birinci gelmesi
her şeyden de önemli olurdu bugün için. Kendisi durmadan
çalışıyor, ama bir şey elde edemiyordu, özlemini çekip de
ulaşamadığı çok şeye, birçokları hiç çalışmadan ulaşıyorlardı, bu
yüzden onlara karşı içinde bir nefret duygusu oluşmuştu, öyle
kişilere karşı bir hınç vardı içinde, öyle kişilerin acı dolu
sözleri kendisine dokunuyor, bu durum nefretini daha da
artırıyordu, her şey iç içe geçmiş gidiyordu. Kıratı İsmahil’in
atının gerisinde kalırsa, kendisine kardeşten de daha yakın olan
dostlarının üzüleceklerini bilmenin kaygılarını da içinde
taşıyordu…
Binici çocukların bağırma sesleri yakınlaşmıştı. Binicilerin
kırbaçları kuş gibi kendileriyle birlikte havada uçuşmaktaydı.
Çocukları çıplak bırakacak ölçüde daracık gömlekleri bel
üzerinden sıkılanmıştı, başları da rüzgara karşı bağlanmıştı,
kara yağız görünümleriyle batan güneşle yarışmakta olan bu
çocuklar sıradan insanlara hiç benzemiyorlar, çok ilginç
kişilermiş gibi geliyordu birçoklarına. İnce kol ve bedenleri
ise, rüzgarın sallayıp durduğu bahçe korkuluklarını andırıyordu…
Atlar yaklaşmaya başlayınca insanların heyecanı daha da bir arttı.
”Kırat en önde!”, ”Kıratın yaptığı da inanılacak gibi değil
doğrusu!”, İsmahil’in doru atı (ишы пц1эгъоплъ) geride kaldı!”,
”Ot tibi, kıratım benim!” diyerek, insanlar şaşkınlık ve sevinç
içinde bağrışıyorlardı.
Yükselen Allah Allah ve dua sesleri içinde, at hatiyak’oları
atlarının kap-kap ayak sesleri ile birlikte koşup gelen atları
karşıladılar. Başka bir yerden Şumefej de fırladı, atı Muştak’ın
karnı yere sürtecekmiş gibi uzanmış, yapışkan toprakları öteye
beriye saçarak, kendi de bir Nart atlısı imiş gibi, diğer atların
en gerisinden koşup gidiyordu.
Hayhay-huyhuy sesleri içinde, epeyi ürkütülmüş ve gözleri fırlamış
bir biçimde yarış atları bitiş çizgisine eriştiler. Kırat en
öndeydi, gücünü toplamış, geniş tırnaklarını yere yaymış,
uzunlamasına yere adeta yatıklaşmış, burun delikleri yumruk alacak
ölçüde açılmış halde, kırat art arda çakılı iki bayrak arasına
ulaştı. Ancak ikinci bayrağa henüz ulaşmadan sarı tüylü küçük at
da mızrak başı gibi küçükbaşını uzatıp kurşun gibi kıratla
birlikte iki bayrak arası yere fırlayıverdi. Her iki atın da iki
bayrak arasını geçtiği bir sırada köpükler içinde İsmahil’in doru
atı da geriden bitiş çizgisine geldi…
Mıhamet derin ve rahat bir nefes çekti.
- Varol, kıratım benim (Опсэужь, сибырулэжъ)!Ömrün boyunca benim
için artık hiç bir şey yapmasan bile, bu başarın benim için
yeter!diye kendini tutamayarak adamakıllı bir haykırdı ve kıratına
doğru koşmaya başladı.
İnsanlar dağılıp atların bulunduğu yere doğru koşuştular.
Hiçbirinin ne dediği anlaşılamayacak bir biçimde konuşma ve
tartışmalar meydanı kaplamıştı. Bir iki yerden de mızıka (pşıne)
sesleri gelmeye başlamıştı.
Atlar, gezdiriliyorlardı. Mıhamet, kendisini çevreleyen insanların
arasından kıratının gezdirilmek üzere götürülüşüne bakıyordu. Bir
baktığında İsmahil’in kızgın kızgın bulundukları yere doğru
gelmekte olduğunu gördü. Geliş biçimini hiç beğenmemişti, bu
nedenle kıratını unutmuş İsmahil’in bu tuhaf gelişini izlemeye
başlamıştı. Yanlarından geçerken İsmahil, bir kez Mıhamet’e doğru
bir baktı. Kendisini beğenmiş, başkalarıyla dalga geçen her
zamanki hali yoktu üzerinde. Rahatsızlanmış gibi gözleri
çapaklanmıştı. Mıhamet’i gördü, ama görmek istemiyormuş gibi
gözlerini hemen ondan kaçırdı. Bir yerlere erişme telaşı
içindeymiş gibi, dolaştırılmakta olan doru atına doğru gitmeye
başladı. Giderken de ceketinin eteğinde bulunan tabancasına elini
attı. Durumu görür görmez Mıhammet, topluluğun içinde fırladı.
İsmahil, doru atını dizginlerinden tuttu, tabancasını çekip
şakağına dayadı. Mıhamet hızla yetişti, İsmahil’in elini yukarıya
ittiği bir anda tabanca da ateş aldı. Doru at, pırh (пархъ) sesi
çıkararak sahibinin elinden kurtuldu ve cin çarpmış gibi sıçradı,
başını alıp uzaklaştı.
- Yahu, gerçekten yakışmıyor bu yaptığın şey! diye bağırdı Mıhamet
İsmahil’e.
- Ne yapıp yapmayacağımı sadece ben bilirim, atın sahibi ben değil
miyim?!diyerek kan bürümüş gözleriyle Mıhamet’e bir bakıp elini
çekti Mıhamet’in elinden.
- İnsanlığın olduğu bir yerde, atına öyle aklına gelen her şeyi
yapamazsın! Ata iş vermeyi bilmiyorsan, kusur atın mı oluyormuş!
diye karşılık verdi Mıhamet.
Mıhamet çok şaşırmıştı, İsmahil’in o denli kızdığını ve renginin o
denli attığını hiç görmemişti. Alaycı-şakacı görünümü gitmiş, şık
davranış biçimi de kalmamıştı İsmahil’in, çirkin görünümü
adamakıllı yüzüne yansımıştı…
İnsanlar koşuşturarak geldiler. Yapılan eleştiri ve azarlamalara
karşılık verme gereği duymamıştı İsmahil, ne yapacağını
bilmiyormuş gibi, tabancası elinde, gözü kararmış, adeta kudurmuş
köpek gibi, alık alık bakınarak bir süre yerinde durdu. Ardından
tabancasını kılıfına soktu, kimseyle ilgilenmiyormuş gibi de
yaparak, tek söz bile etmeden köyün yolunu tuttu. |